Demokrasi Yolunda Türk Aydını’nın İştirak Problemi

“Türk aydını” başlığı ile başlayan her cümle, beraberinde büyük bir karmaşa ve genelleme problemini beraberinde getirir. Bizdeki “aydın” kavramı; her ideoloji, dünya görüşü, siyasi zemin içerisinde binbir türlü tanım ve açıklamalarla çeşitlenir.  Ancak bizdeki tanım karmaşasının ötesinde elbette bir aydın tarifi, aydın kavramı altında bir genelleme yapmak mümkündür. 

Aydın bir deyişle “fikir işçisi”dir. Sermayesi bilgi, çalışma alanı toplumsal olandır. Toplumun kuvvetli bir gözlemleyicisi, toplumu iyiye, doğru olana yönlendiren bir rehber görevi görendir. Aydın bildiğini hiçbir baskı altında ezilmeden dosdoğru söyleme, ifade etme azminde olandır. Ve elbette yeri geldiğinde elini sakınmadan taşın altına koyandır. 

“Elini taşın altına koyma”, hatta yeri geldiğinde ” kafasını giyotinin altına uzatma” cesareti aydın ile sahte aydın arasındaki kamufle olan ve şeklen görünmeyen mazrufu içeren farkı da ortaya koyar. Burada bu ayrım üzerine bahis açmaktan öte, bizdeki aydın ile Batı’nın aydını arasında kısmi mukayeseler yaparak, temellendirmeye çalıştığımız “iştirak” meselesini de en azından bir zemine oturtmuş olmayı umuyoruz. 

Şerif Mardin “Türkiye’de Din ve Siyaset” adlı çalışmasının bir bölümünde “Türk aydını”nın, yukarıda bahsettiğimiz elini taşın altına koyma, bir diğer ifadeyle mesul olma durumunu inceler. Demokrasi ve temsili demokrasinin bir sonucu olan yönetici seçme hadisesinde, ortaya çıkan manzara karşısında amiyane tabirle ” mızmızlanan” aydınımızı ” faal” olmaya davet eder. 

Gerçekten de “Türk aydını” geçmişten bugüne, aydın vasfının rehberlik etme ve cesurca fikir beyan etme meziyetini, tam aksine, halka tepeden bakarak yönlendirme ve fikrini beyan etmekten kaçınma, daha doğrusu halka olan kızgınlığı ile yakından ilgili olarak düşüncesini lütfetmemek şeklinde revize etmiştir. Bu biraz da Çok Partili Dönem’ e geçiş süreciyle başlayan, aydının halka küsmesi refleksi ile de bağlantılıdır. İşte tam da burada tekrar Şerif Mardin’ in tespitlerinden faydalanarak bizdeki aydının  aksine Batı menşeli aydınların özellikle siyasi alandaki etkin ve faal olma durumlarından hareket ederek durumu daha da netleştirebiliriz. 

Şerif Mardin bizdeki aydın refleksini biraz da Alman aydınları ile benzeştirir. Alman aydınlarının özellikle Birinci Cihan Harbi sonrası politikayı “bir hayli kirli bir alışveriş” olarak görmeleri ve bu düşünceye paralel olarak politika sahnesinden oldukça uzaklaşmaları “Hitler’in iktidara geçmesini sağlayan amiller arasında en mühimlerinden bir tanesi”dir. Mardin’e göre ” Alman aydınlarının politikaya ve bilhassa demokratik politikanın her tatbik edildiği yerde tazyik gruplarının meydana getirdikleri alışveriş vasfına karşı gösterdikleri tiksinti, bir gün, Hitler gibi bir adamın başlarına geçip yerleşmesine yol açmıştır.”  Alman aydını muhakkak ki bu kaçışı veyahut Mardin’in deyimi ile “tiksinti”yi pahalıya ödemiş, hatta dünyanın da dolaylı yoldan zarar görmesine de sebebiyet vermiştir. 

Alman aydınlarının bu geri çekilişlerine nazaran İngiliz ve Amerikan aydınları ise demokrasi ve hürriyet yolunda daha ilkeli ve dirayetli durabilmenin örneklerini göstermişlerdir. Mesela “İngiltere’de on sekizinci asırda parlamentodaki yerlerin satılır bir matah haline gelmesi, İngiliz asilzadelerini, politikanın ‘kirli’ bir iş olduğu mülahazası ile, kendilerini politikadan el çekmeye sevketmemiştir.” Çünkü özgürlük, siyasi erk karşısında kaybedilmesi son derece büyük yaralar açacak olan hürriyet kaygısı ağır basmıştır. Yine on yedinci asırda Sir Edward Coke’ın İngiltere Kralı I. James karşısındaki tavrı da bu meseleye örmek teşkil edebilir. 

İngiltere örneğine benzer bir duruşu tatbik edebilmek için Mardin’in Amerika merkezli verdiği örneğe değinmek de faydalı olacaktır. George Washington, Amerikan Kongresi’nin içerisinde bulunduğu durumu betimlerken ümitsiz bir ifade kullansa da “elini taşın altına koyma”ktan asla vazgeçememiştir. ” şimdiye kadar amme menfaatine karşı bu kadar derin bir lakaydi,  bu kadar sebatla menfaat peşinde koşma ve herhangi bir menfaati elde etme sanatında böylesine bir maharete rastlamamıştım ve bundan sonra da rastlamayacağımı Tanrı’dan dilerim. İlerisini düşündükçe titriyorum. Bu cemaat öyle aşağılık bir menfaat duygusu ile mezcolmuş ki her an başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyorum.” 

Washington veya yine politikanın “çamurluk” vasfından şikayet eden Roosevelt fildişi kulenin yolunu tutabilir, küsüp sessizce bir kenara çekilebilirlerdi. Ancak onları gayelerinin yolunda tutan aydın ilkesi; hürriyet, adalet ve demokrasi düşkünlükleri olsa gerek.

Burada Batı menşeli iki ayrı örneği görebilme imkanı bulduk. Bizim Türk aydınının kısmen benzeştiği Alman aydınlarının küskünlüğünün daha sonrasında ne denli büyük bir felakete sebebiyet verdiğinin sanıyoruz Berlin’e düşen Rus bombalarının canlı şahitlerine sormak gerekir. Diğer tarafta ise galip İngiltere ve Amerika örneği tüm gerçekliğiyle karşımıza çıkıyor. 

Meselenin mukayese bölümünü aktardıktan sonra yavaş yavaş yazımızı sonlandırmakta yarar var. 

Türk aydını ne yazık ki zorluklar veyahut beklemediği, arzu etmediği durumlar karşısında genellikle kolay olanı, “onurlu kaçış”ı tercih ediyor. Politika sahnesinde kendiyle bağdaşmayan manzaralar karşısında veyahut geniş halk kitlelerinin tercihleri sonrası ümitsizlik ve “oynayamam yerim dar” bahanesinin ardına saklanmayı, güç karşısında pasifize olmayı, daimi sükutu benimsemeyi tercih ediyor. Ve bu sebeple sahada olmayan sporcunun maç taktikleri de ancak tribünden duyulduğu kadar sahaya yansıyabiliyor. 

Türk aydını evvela kendini sorgulamalı. Hürriyet, adalet, demokrasi, hakikati arama gibi değerler mi öncelik ifade ediyor, yoksa şahsi kırgınlıklar ve hayalkırıklıkları mı davranışlarını belirleme de daha etkili bir rol üstleniyor. 

Türk aydını, demokrasi ile ve dolayısıyla halk ile tam manasıyla ünsiyet kurmadan yukarıda saydığımız değerlerin kalıcılığı ve sürekliliği üzerinde etkili olma şansını kaybetmeye mahkumdur. 

Türk aydını mesuliyetinin, toplumsal görevinin ne olduğuna dair yeniden kuvvetli bir değerlendirme yapıp ülke koşullarını dikkatle müşahede edip kendini anlamlandırmak, tanımlamak zorundadır. 

Batı bugün birçok değer konusunda son derece önemli yollar katedebildi ise, bu büyük oranda ” giyotinin altına başını koyma” cesaretinden kaçınmayan aydınları sayesindedir. Hiç bir şey yapmadan hem eleştirmek hem de demokrasi şuurundan yoksun olarak halka küsmek hiç bir meselenin çözümünü getirmeyecektir. O sebeple Türk aydını yeri gelince politika ile de yakından ilgilenmek, politik meselelerde söz söyleme cesaretini göstermek zorundadır. Hülâsa Türk aydını insanının olduğu her yerde, milletini ilgilendiren her karar merciinde herkesten önce hazır vaziyette bulunmakla mükelleftir. 

 

 

Yazar
Fatih AKMAN

Fatih Akman, 1992 yılında Zonguldak'ta doğdu. Baba tarafından Karabüklü, anne tarafından ise Bartınlıdır. İlkokulu Ziya Gökalp İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini ise Kilimli Cumhuriyet Ortaokulu'nda bitirdi. Atatürk Anadolu Lisesi'nde ba... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen