Saadettin YILDIZ[i]
Dadaşım uçmağa vardı, bir yanım eksildi!
Ana-baba ayrı iki kardeştik biz. S.Y. diye yazsak ikimizin de imzası olurdu. Şimdi o, kendi imzasını eylül yağmurlarına bıraktı…
Ne Rize sadece onun ne Sivas sadece benimdi. Ayrı yerlerde doğmuş iki hemşehriydik. Üstelik, Rizeli olduğu kadar da Karslı ve Erzurumluydu… O bana çağıldayan dereleri, puslu yaylaları, sonsuz yeşillikleri anlatırdı, ben ona Sivas göklerinin yıldızlarını, turnaları… Elim elinde, eli elimde saatlerce konuşurduk.
Bazan Kâzım Amca’dan ve Kâmil Baba’dan hatıralar nakleder, kimi zaman güler, kimi zaman da onları kaybetmiş olmanın hüznü çökerdi üstümüze. İkisi de tavizsiz, dimdik, dümdüz adamlardı. Hatıralar ikliminde dolaşırken ülkümüzün, özlemlerimizin, kırgınlıklarımızın, öfkelerimizin kök birliğini görür, mutlu olurduk. Aynı şeye gülüp aynı şeye ağlamak güzeldi. Melek sandığımız bazı kimselerin şeytan çıkmasına önce derecesiz kızar, sonra kendi saflığımıza gülerdik. Ne melek boş yere yaratıldı ne de şeytan!
***
Dadaşım uçmağa vardı, bir yanım eksildi!
“Sedat”tı o. Sözlüklere göre “doğru”, “doğruluk” demekti. Fakat sözlükler “anlatmaz”, bir kıvılcım atar ortaya. Yangın cümlelerde başlar! Benim sözlüğümde “Sedat” asıl anlamından başka, “adam”, “yiğit”, “gönül adamı”, “dost”, “fedakâr” anlamlarını da taşır. 50 yıla çok yaklaşan kardeşliğimde bu anlamların hepsinin kaynaşmış varlığını gördüm.
Tam bir imanla yaşadı ve hiç gösterişe kaçmadı. Namazını, bir mecburiyet yoksa, küçücük, sokak arasında, kısa minareli, bahçesini iki üç ağacın serinlettiği camilerde, iki üç gösterişsiz müslümanla kıldı. Allah’ı kandırmanın mümkün olmadığını çok iyi bilenlerdendi. Yakından uzağa bütün çevresi bunun şahididir.
Birlikte uçuruma da yuvarlandık Yâsin’imiz birlikte okunabilir, helvamız birlikte karılabilirdi. Çizginin berisinde kaldık. Çizginin berisi çoğu zaman dikenli oldu. Kendi bahçemizin gülleri yetişecekse varsın dikenler acıtsın dedik. Acıyı az bulanlar oldu!
Her biri büyüyüp çınar olacak gençlerle yollarımızın kesişmesi en büyük şansımızdı. Dünyaları onların gözlerinden okumak, hocalığın en büyük zevkidir. Dadaşım gençlerin gözlerini benden daha iyi okur, gençlerle genç olmayı benden daha iyi bilirdi. Yakasından yapışıp sarstıkları da vardı; sarsılıp uyandılar. Uyanıp dosdoğru yürüdüler.
Yiğitlerimizden bazıları, “gök ekin” iken toprağa düştü. Canımız çok yandı. Yüz yüze konuşacakken tıkanıp tek kelime edemediğimizi canı yananlar iyi bilirler. Bu topraklarda canı yanmadan yaşayanlar, toprağı da vatanı da bayrağı da tanımayanlardır. Nimet başkalarının, kahır bizimdi. Kahrı da sevdik. Seviyorsan acı çekmeye, çileye hazır olacaksın. Dadaşım hep hazırdı. Sevmek “ileri atılmanın” ve “dönmemenin” şirazesidir. Dadaşım hep sevdi. “Yurtseven” sadece soyadı değil sıfatı, karakteri, yaşama üslûbuydu.
Kerkük’ten Azerbaycan’a, Kırım’dan Kıbrıs’a, Kars’tan Sivas’a, Urfa’dan Trabzon’a, Edirne’den Elazığ’a yol bağlayan türkülerimiz vardı. Turan illerini türkülerle dolaşmanın, o türkülerle birlikte kanat çırpmanın zevki başkaydı. Dadaşım, Köroğlu’dan Dadaloğlun’a, Veysel’den Mahzuni’ye, Mevlüt İhsani’den Âşık Şenlik’e, İlhami’den Ali İzzet’e, Taşlıova’ya, Çobanoğlu’na halk şiirini sadece bilgi olarak değil kültür olarak bildiği için etrafında her zaman geniş bir dinleyici halkası olurdu. Bu da vatanı taşıyla toprağıyla, kuşuyla kuzusuyla, ezgisiyle türküsüyle sevmek değil miydi?
***
Vaktiyle ikimiz birden çizginin berisinde kalmıştık, şimdi o diğer tarafa geçti. Arkasından okumayı ve gönül sızılarını yazmayı bana bıraktı. Ağlamayı, yalnızlığın acısını bana bıraktı. “Ağa, nerelerdesin?” diye gülümseyerek bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi beklemeyi bana bıraktı.
Elbette “bezm-i ezel” var. “Tekrar mülâkî olmak” var. Yunus “kalanlara selam olsun” demişti ama, “evvel giden ahbaba selam” yollamak da var.
***
Dadaşım uçmağa vardı, bir yanım eksildi; her yanım sancıdı, sancıyor…
Bu dünyayı güzelleştirenlerden olduğuna şahitlik edecek çok dostun var… Nur içinde yat, huzur içinde uyu!…
Gömeç, Eylül-Ekim 2022
———————–
[i] Prof.Dr. (E)