Hasan Fevzi BATIREL
1999 depremi günümüzde 20 yaş üzerindekilerin hayatında kalıcı izler bıraktı. İnsanlar kimbilir ne durumda yakalandılar bu felakete. 17 Ağustos gecesi çok sıcaktı onu hatırlıyorum. Bir de lise arkadaşlarım eşleriyle bize gelip çok geç saate kadar oturmuşlardı. Nip Tuck’taki Dr.Christian Troy’a benzeyen bir doktor arkadaşım ise, sen neredeydin o akşam diye sorduğumda, yarım ağızla gülerek Beşiktaş’ta bir evde ve uyanıktım sorma diye cevaplamıştı.
Gece çok şiddetli bir patlama sesiyle uyandım ve Erenköy’deki evimizin doğuya bakan penceresini açtığımda Adalar ve Körfez tarafında göğe doğru yükselen bir kızıllık gördüm. Ne oldu diye anlamaya çalışırken sarsıntıyı hissettim. Eşimi ve oğlumu uyandırdım ve birlikte kiriş altında bekledik. Tam 45 saniye zangır zangır titrediğimizi ve balkondaki cam şişenin düşmesiyle bir şangırtı koptuğunu hatırlıyorum. Depremin bazı anları çok şiddetliydi. Deprem bittiği anda ilk işim annem ve kayınvalidemi aramak oldu. Her ikisiyle de görüştüm, iyi olduklarını öğrendik ve bir-iki dakika sonra telefon hatları ve elektrikler kesildi.
5.katta oturuyorduk ve aşağıya inmeye karar verdik. Ne olur ne olmaz diye evdeki az miktarda parayı yanımıza aldık. Üzerimize bir şeyler alıp aşağı indik, arabada radyo dinleyerek depremin şiddetini öğrenmeye çalıştık. Annemlere uğradıktan sonra eve döndük ve saat 5 gibi yukarı çıktık. Korkumuzdan eşimle yatak odasında yatamadık. Salonda o koltuğa yattı, ben yere uzandım. Bütün artçı sarsıntıları hissettim.
Depremin şiddetini öğrendiğimde ertesi gün çok erken hastanede Dekan ve Başhekime gittim. Bir ekip oluşturmamız ve sahaya gitmemiz gerektiğini söyledim. Sıcak baktılar ve plastik cerrah bir abimizin liderliğinde son sene öğrencisi on öğrenci ile birlikte acil müdahale ekibi oluşturuldu. Selimiye kışlasıyla irtibat kuruldu ve askeri bir helikopterle tüm ekip Yalova’ya uçmaya karar verdik.
Selimiye kışlasının içini ilk kez o zaman gördüm. Vietnam savaşı zamanından kalma askeri bir helikopter bizi Yalova stadına indirdi. Helikopterler hasta taşıyor ve devamlı inip kalkıyorlardı. Yalova stadında bir sahra hastanesi kurulmuştu ve açıkçası tam bir karmaşa göze çarpıyordu. Oradaki ekibe akşam 12 saatlik periyodu bizim ekibin alabileceğini söyledik. Manzara çok acıklıydı, diğer taraftan felaketlerin insanları birbirine nasıl yaklaştırdığını da görüyorduk. Orada geçirdiğimiz 18 saat boyunca gördüklerimi hayatım boyunca unutamam. Çevreye bakmaya çıktığımızda, 5 katlı evin dördüncü katının zemin haline geldiğine, binaların birçoğunda kırık ve çatlaklar olduğuna ve kurtarma ekiplerinin enkaz altından son bir umutla canlıları kurtarmaya çalıştığına bizzat şahit olduk. Bazıları ise şu evin altında bu kadar adam kaldı, burada şu kadar kişi öldü diye bahsediyordu. Yalova’da anne babası yaşayan başhemşiremiz panik halde şehre ulaşmış ve anne babasını bulamayınca morga dönüştürülen spor salonunda ölüleri gezmeye başlamıştı. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Neyse ki sonradan anne babasını vapur iskelesinin yanındaki çay bahçesinde otururken bulmuştu.
O akşam önce 60 yaşlarında bir bey geldi bizim sahra çadırına;
“Ben psikiyatrım, emekli oldum ama belki bir yardımım olur diye geldim” deyince adamı bize katılmaya davet ettik. Bir müddet sonra başka bir araba durdu ve “Çanakkale’den geliyorum, Kadın doğum uzmanıyım ihtiyaç var mı?” diye sordu. Hiç olmaz mı? Sahra hastanesinin bir bölümü doğumhaneye dönüştürülmüştü zaten.
Bu tip felaket anlarında, felaketten etkilenenlerin yanı sıra rutin sağlık ihtiyaçları olanlar da çok olumsuz etkileniyor. Mesela o gün enfarktüs geçirenler, hamile olup doğuracak günü gelenler, insülin ihtiyacı olan şeker hastaları, diyalize girenler vs. Düşünsenize o gün diyalize girmeniz lazım, diyaliz merkezi hasar görmüş veya ilacınız bitmiş eczane kapalı.
Akşam aç mı kalırız diye düşünürken, bir Renault 12 durdu. Bagaj kapağını açtı ve biz fırından geliyoruz, herkese pide getirdik diye bir kasa pideyi indirdi. Çeşit çeşit tıbbi malzeme, hijyenik malzemeler getireni mi istersin. Hepsi karşılıksız, tam bir gönüllü seferberlik hali diyebiliriz.
Göçük altından bir çocuk getirdiler, 4-5 yaşlarında kız, maalesef ölüydü. 10-15 dakika sonra bir başka kız çocuğu canlı çıktı göçük altından. Anne, baba diye ağlıyordu. Önce hepimiz çok üzüldük, kız yetim kaldı diye. Yarım saat sonra anne ve babası da sağ çıktı göçük altından. Bütün günün yorgunluğu gitmişti üzerimizden.
Gece 1-2 saat bez asker sedyesinde dinlendikten sonra, inen helikopterlerin rüzgârıyla püsküren kahverengi tozlar saçımızın her teline işlemiş, üstümüz başımız tozlu ve kirli, ama huzurlu bir şekilde deniz otobüsüne atlayıp Bostancı ve ardından hastaneye ulaştık. Bizim hastane deprem süresince 400’ün üzerinde hasta baktı. %5 gibi bir ölüm oranı ile çok başarılı bir tıbbi hizmet verildi. Çok acıklı ölümler de oldu. Mesela, enkaz altından canlı kurtulan 21 yaşında bir bilgisayar mühendisliği öğrencisinin, bir kolu ve bacağı kesilmek zorunda kaldı, sonra da enfeksiyon nedeniyle vefat etti. O hastaya çok üzülmüştüm. Belki de tek kol ve bacakla yaşantısı zehir olacaktı.
Yeterince farkına varılmadı, üzerinden çok zaman geçti, ama deprem Türkiye’nin hem insani, hem de ekonomik birçok kaynağını tüketti, görünenden veya hissedilenden çok daha fazlasını. Yaşanan korkunç acılara rağmen, birbirimize ihtiyaç duyduğumuzu ve bir millet olduğumuzu böyle anlar hatırlatıyor hepimize…
Ölenler rahmet ve yakınlarını kaybedenler bir kez daha sabırlar diliyorum.