Zaman durmuş olmalı. Saniyeler ilerlemiyor. Ne geceler sabaha, ne sabahlar geceye hasret. Karanlık ve aydınlık yok. Alaca karanlık, boz bulanık ortalık. Toz bulutu kaplamış havayı, kasvet bürümüş gökyüzünü. Yıldızlar sönmüş. Ay, ardını dönmüş. Gün, yüzünü örtmüş.
Çocuklar nerede? O, dünyayı ısıtan Güneş gibi ışıklarımız? Nerede çocukların ellerinden tutup parka götüren anneler? Babalar işlerinden dönmedi mi hala? Sofralar kurulmamış, hayaller yarım kalmış. Hâneler göçmüş. Ocaklar sönmüş. Meğer şehirler, ülkeler de üşürmüş…
Sesler… Sesler de yok. O eski sesler. Caddeleri dolduran trafik, çarşıyı canlandıran esnaf, okulları şenlendiren öğrenci, meydanları cıvıl cıvıl saran insan sesi yok. Fakat acı bir ses var sessizliği yırtan, sîneleri yakan, yürekler parçalayan. “Sesimi duyan var mı? Sesimi duyan var mı?” Ama yok… Ses yok…
Belli ki uykusu tatlı geldi minik yavrucağın, kalkmıyor yattığı sıcak yataktan. Belki yarım kalan oyununu tamamlıyor rüyasında. Son kez kokladığı annesinin kokusu var hala burnunda. Babasının şefkatli öpücüğü mühür gibi parlıyor alnında. Çocuklar var düşler diyarında. Bebekler var, beşikleri tûbâ ağacının dallarında…
Ninem iki beton arasından uzatmış elini, bayramı erkenden kutuluyor gibi. Pamuk ellerini öpüyor kar taneleri. Gencecik bir kız mı var orada? Yüzüne tüller düşmüş duvak misali. Açsın da ak alnından öpsün sevdiği. Çağırın gelsin, görsün hele nazlı gelini…
Kediler, köpekler kurtarılıyor enkazdan. Onlar da can. Korku gözlerinden okunuyor. Ekrana mavi bir muhabbet kuşu geliyor. Sakin sakin tüylerini temizliyor, sonra kanatlanıp uçup gidiyor. Bir kuşun ardından bakıp kalıyor insan. Bir kuş hafifliğini nasıl da arıyor insan…
Molozlar altındayız, eziliyoruz hepimiz. Ellerimiz buz kesmiş. Yüreklerimiz lime lime kesilmiş. Sözler anlamını yitirmiş. Konuşmak zor. Susmak daha zor. Nefeslerimizi tutuyoruz, daralıyor içimiz, sıkışıyor kalbimiz. Acımız büyük, acımız tarifsiz…
İklim kış. Şartlar güç. Tablo ağır. Durum kötü. İmtihan zor…
Evet zor, çok zor ama imkânsız değil!
Yıkıldık ama yok olmadık. Yaralıyız ama çaresiz değiliz. Nice âfetler atlattık. Nice mücadeleler verdik. Geçilmez çöller aştık, aşılmaz dağlar deldik. Nice yokluklar, kıtlıklar, savaşlar gördük.
Talih, güçlüklerle sınadı. Tarih bizi cesaretimizle andı. Bir yıkıldıysak, bin kurulduk. Bir kere düştük, bin kere dirildik. Bir yerden göçtük, başka yerde kök saldık. Devletler kurduk, ordular yetiştirdik. Yedi kıtaya nam salıp, yedi düvelde at koştuk. Hasta dediler, bin derde deva bulduk. Öldü dediler, yeniden hayat bulduk. Biz âb-ı hayat suyunu Hızır elinden içtik. Kalbimizdeki imânla nelere göğüs gerdik. Onun için kardeşim umudunu yitirme!
Şimdi birlik zamanı. İnsanlık zamanı. Mertlik, cömertlik zamanı…
Bizi bilenler bilir, milletimiz cömerttir. Yokken var eder. Varsa ihyâ eder. Tuttuğunu koparır. Bir can yere düşse, bin canıyla kaldırır. Yardım elini, dünyanın öbür ucuna uzatır. Şimdi aziz kardeşim cömert olma zamanı.
Elbette herkesin elinden gelen bir şey vardır. Cömertlik dört çeşittir diyor Şems-i Tebrîzi Hz: [1]
- Mal cömertliği: Elini cebine at, bağış yap, malzeme gönder, gıda gönder, evini aç. Yani, malını, paranı harca.
- Ten cömertliği: Hizmete koş, yollara düş, kazma kürek çalış. Yemek yap, ekmek dağıt, olmadı örgü ör, dikiş dik gönder. Yani gücünü, emeğini, hünerini paylaş.
- Can cömertliği: Kanını bağışla. Devletin için, milletin için canını ortaya koy.
- Kalp cömertliği: Halden anla. Empati yap. Moral ver. İyilik yap. Bütün kalbinle ellerini aç dua et.
Şimdi dua zamanı, aziz milletimiz için ellerimiz semada, dillerimiz duâda. “Rabb’im bizi esirge ve bağışla. Bizleri darda bırakma. Sahada çalışan bütün ekiplerimize, Mehmetçiğimize zeval verme. Felaketlerden çıkar sağlayan eşkıyaya fırsat verme. Korku ve ümitsizliğe düşürme. Ellerimizi huzurundan boş çevirme. Duaları kabul eden Allah’ım. Dualarımızı kabul eyle…
Dipnot
[1] Bkz. https://www.kadinveaile.com/dallari-dunyaya-uzanan-cennet-agaci/, 08. 02. 2023, 22: 57.