Konuşarak anlaşılan, çözülen, hâl, yol bulan hiç bir mesele görmedim ben. Kırgınlık, dargınlık, yanlış anlaşılma…
Çünkü olan ne ise ya da olmayan, tarafların niyeti sonucu.
O yüzden konuşMAmayı yeğlerim. İçime atmayı. Üzerinde kurup, düşünüp, yorup, dallandırıp budaklandırmadan, adeta havasız, susuz bırakıp öldürmeyi mevzuyu…
Ölürse ne mutlu.
Saklanır, sırlanır hikmete, kazanca dönüşür.
Ölmezse de adı sabır olur, sükut olur, teslimiyet olur…
En nihayetinde zamanla ille şükür olur.
Zaman geçirmiyor ama eskitiyor nasılsa.
Ve sükut zamanla değerleniyor.
Zamanla kıymeti gün yüzüne çıkıyor.
Öyle…
Altın kolay bulunmuyor, ucuza gelmiyor. Yere düşse değerini kaybetmiyor.
Sözün gümüşündense, sükutun altını elbet hakkını buluyor.
Çokça acıtıp, çokça yaksa da,
Az konuşup çok düşünmek ya da hiç düşünmeyip seyre, akışa karışmak…
Gelişim yolunda, farkındalık dersiyle…
O ders ki alemin alfabesi…
Zamanda; zamanla, sükutla sökülebilen.
Derin derin sükut..
…
Çile Tezgâhı
Zaman şimdilerde fark ettiriyor ki hakikaten kadın ya da erkek farketmeksizin bir çok insan öylesine yaşıyor. Dizi repliğinde dediği gibi karakterin, ‘dünyada yaşamıyor sadece vakit dolduruyor’ çok kişi. Aynen yeni moda temizlik robotları gibi. Kendilerine yüklenen sınırlar içerisinde, kimseye görünmeden, sessizce sürekli hayatın döküntülerini süpürüp, temizleyip, yutup, tolere eden insanlar…
Kendine kör, kendine sağır, kendine dilsiz insanlar. Eğer şanslılarsa bozuluyorlar. O bozukluk kendilerini görmelerini, seslerini duymalarını, duyurmalarını sağlayabiliyor belki.
Uyanış, diriliş, fark ediş…
Sonra yöneliş…
Kendine, özüne, hakikatine…
Bozulmuyorsa..? Alarm vermiyorsa..?
Role, ezbere, oyuna devam.
Nereye kadar?
Allah biliyor.
Kaderin, şükrün, tercihlerin, sabrın ne olduğunu çok mu yanlış anladık?
Bozulana kadar dayanmalı mı insan kendini yok saymaya.
Akıl, ruh, beden…
Var mı yedekleri?
Ya da değişimlerini sağlayabilecek bir yetkili servis?
Bu dünya sahiden çile tezgâhı mı?