Dert İnsana Niye Gelir?
Dert insana niye gelir? Dünya sevgisini gönülden atması için gelir.
Dert konusu üzerinde o kadar düşünmüşümdür. Vardığım sonuç, gönle keder veren her türlü derdin eninde sonunda bizi getirdiği nokta dünya sevgisinin azar azar kalbimizden silinmesidir.
Derdin kendisine değil de işlevine yoğunlaştığımız vakit, hüzünler bizde misafir olur. Gelip geçen her türden duygu gibi bizi üzen dertler de bir gün hayatımızdan çıkıp gider yahut eskisi gibi bizi üzmez olurlar.
Yûnus Emre, “Bu dünyayı dost tutmayız o dünya murdardır” bize diyor ya… Bence asıl özgür olanlar yaşarken gönülde dünya sevgisini azaltabilenlerdir.
Şu bir gerçek ki, makam, para, şöhret, servet, arsa, parsa peşinde koşanlar asla özgür değiller. Bunlar Yûnus’un deyişiyle “murdar dünya”nın bize cicili bicili gösterdiği şeylerdir. Uğruna nice bedel ödediğimiz şeyler sonunda yok olucudur. Bunlara bir araçtan ötede kıymet vermemek gerekir.
Yaradan insanı kendisi için yaratmış. Bir kitapta insanın tefekkür için yaratıldığını okumuştum. Niye tefekkür etmeli insan? Varlık sebebini bulup hayatı daha anlamlı yaşamak için. Eğer arsaya parsaya düşeceksek aracı amaç hâline getirmiş ve gerçek varlık sebebinin üzerini örtmüş oluruz. Böyle vakitler insana dert, keder, hüzün gelir durur. Dertler bize dünyanın hakikatini hissettirir. Dert sahibine insanın niçin yaratıldığını hatırlatır.
Dünyaya bir bakın. Dertsiz insan gösterilir misiniz?
Dünya bir araçtır. Sevginin, bilginin, hakikatin insanda tecelli etmesi için gereken bir araç. Dünya bir amaç olsaydı gidenler hep burada kalırdı. Dünya varsa dert de vardır. Çünkü dünya insanın yüklendiği ilâhî emaneti kendinde arayıp bulup onu yaşaması gereken bir yerdir.
Derdi Çoğaltanlar
Yüzüne baktığımda bana dünyaya ait dertlerimi yansıtan insanlardan hoşlanmıyorum. Yanlarından çabucak geçiyorum.
Dünyanın derdi bitmez. Herkesin kendine göre bir derdi vardır. Bana böyleyse sana öyledir. Nasipte, kısmette ne varsa dert ona göre tecelli eder elbette. Fakat başkalarına bakıp kendi dertlerini bir yana bırakanlar, dertli insanları izlemeyi sevenler hiç eksik olmazlar. Fakat onların hâli yüreğine yansıyalar o kimseler derhal bir yana koyarlar. Ben de öyle yapıyorum.
İnsan ne de olsa koca bir âlemdir. Bu celal tarlasında cemal devşirmeye geldiğimize göre kimse mecbur kalmadıkça bir başkasına tahammül etmeyi istemez. Fakat bir başkası için cennet olmak, onun maneviyatını güzelleştirmek ve zenginleştirmek farken yüzlerindeki ifadeyle dünyanın dertlerini yine size yansıtanlar insaf ölçülerine sığamaz.
Ben bu insanları da pek yargılamam. Derdin onun dünyasındaki karşılığı yüzündeki ifadedir. Belki dert, sahibi manevi olarak yükseltmek için gelmiştir. Bu bir teselli değildir. Hakikat böyledir. Yoksa bu dünya ve onun derdi çekilir, yenilir yutulur bir şey mi ki!
Yine de insan derdini çoğaltanların yanında durmayı istemez. Ben de yüzüne baktığımda bana derdimi hatırlatanların, acıklı hallerle bakanların yanından adeta kaçıyorum. Hem de mümkünse görüşmemek üzere. Çünkü böyle kimseler insana başka bir dert oluyorlar.
Dünya gelip geçerken esasında ne dert koyuyor ne de derman. Sadece seyretmek gerekiyor. Hayatın dağdağası, içimize dolan hüzünler bizi bazen savuruyor fakat yine de hayatın içinde bir seyir makamında her şeyden geçip gitmek en güzeli. Derdi çoğaltanların yanından da böylece geçip gitmek gerekiyor. Hayat çeşitli bir şey. Böyleleri de var. Belki de onlar farkında olmadan bir şeye hizmet ediyorlar.
Dert Sahibine Bakış
Biz bir hüsranın insana yaşatacağı yıkımdan korkarız. Varoluşumuz maddeye dönük. Hâlbuki insan yıkıla yıkıla yapılır. Yıkılan benliğimizdir. Yapılan ise manevî mevcudiyetimiz.
Buna mevcudiyet veya varlık demek ne kadar doğru bilmiyorum ama dertli insan kendi içine doğar. Derdin ve belanın görevi içimize dönmemizdir ve bunlar görevini mükemmel bir surette yapadururlar. İnsanlığa yön vermiş peygamberler, filozoflar, devlet adamları ve bilim insanlarının yaşadığı zorluklar bize bu hakikati avazı çıktığı kadar haykırır.
Bizde dert sahibine canlı cenaze güzüyle bakılır. “Sen daha yıkılmadın mı?” der gibi içe işleyen sinsi bir niyet -hassas bir gönle sahipseniz- hemen size akseder. Böyle yerlerde, böyle insanların yanında durmak istemezsiniz. Derdinden ötürü kendisine veya bir başka dert sahibine “Dur bakalım birader. Buradan bence senin için hayır çıkacak. Sabret. Her kışın bir yazı her zorluğun bir kolaylığı vardır. Allah sabredenleri müjdele, demiyor mu!” diyeni neredeyse hiç görmedim. Bununla birlikte derdi olanların içine düştüğü hüzünlü halden kendimize huzurlu bir mevki vermede emsalsiz bir tavır sergiliyoruz. Tabii bunun adına huzur denirse…
İnsan kendisine dönük yaşamalıdır. Başkasının derdi, hüzünleri, kederleri kimseyi yükseltmez. Dedikodu, sonunda belayı satın almaktır.
Başa dönelim.
İnsan yıkılırken yapılır. Dünya sevgisi sonuçta dikiş tutmayan bir şey. Dünyanın esası yokluk. Bağlandığımız her şey yok olucu. Anlam, tecrübe, varlığın sahibine rücû ettirmek şartıyla sevgi ise var edici.
Yıkılmak bir şeye sahip olmadığımızı anlamak demektir. Bu manada yıkılmayan bir insan yoktur.