“İshâk, Oruç, Hızır ve İlyas’dılar
Midilli’de dört Türk karındaşdılar
Deryâ içre doğup deryâlaştılar
Gazâ kılıcını Arş’a asdılar.”
Ayşe SAMİHA
“Deryâlar Sultânı” düşmanı bol bir coğrafyada adâletten asla tâviz vermemiş, mert duruşu, yüce gönlü ile deryâ erleri olan yoldaşlarına yol göstermiş, vatanına yan bakana haddini bildirmeyi bilmiş, bugün bizlere Türk’ün kim olduğunu hatırlatan, Türk târihine Sultan Süleyman Hân’lı zafer tâcları taktıran, deryâlar ve gönüller sultânı Barbaros Hayreddîn Paşa’nın destânıdır.
Kendisi de bir Hayreddînli olan Seyyid Murâdî’nin bizzat Hayreddîn Paşa’nın dilinden seferlerini, cenklerini anlattığı “Gazavât-ı Hayrü’d-dîn Paşa” adlı 524 sayfalık yazma eserinin Sultan IV. Murad Hân’ın saltanat yıllarına denk geldiği anlaşılan bir el yazma kopyasının günümüz Türkçesine aktarılması sonrasındaki yolculuğu, bugün bizleri, Türk soyuna şerefler veren bir uluğ Türk’le, Deryâlar Sultânı Barbaros Hayreddîn Paşa’nın romanı ile buluşturmuştur. Türk okuyucusu ile Hayreddîn Paşa’nın bu buluşması, deryâ ve ummân arası Akdeniz’de esen Türk nefesinin bugüne âdetâ kut vermesidir.
Dikili sâhilinde, tam da Midilli Adası’nın karşısında, şiir tadında başlar roman. Bir kucaklaşmaya şâhîd oluruz romanın en başında; “Açık Deniz” adlı şiirinin satırlarında Yahyâ Kemâl ile Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Adalar Denizi’nde kucaklaşmasıdır bu buluşma. Bu kucaklaşmanın asıl kaynağı ata yurdu Rûmeli topraklarıdır. Kaynağın bir kolu Barbaros Hayreddîn Paşa’nın atası Yâkup Ağa’nın memleketi Vardar Yenicesi, diğeri de Yahyâ Kemâl’in doğduğu topraklar Üsküb’dür. Vardar Yenicesi, Büyük Makedonya Ovası’nın kuzey kenârında, Paikon Dağları’nın güney etekleriyle daha güneyde bulunan Yenice Gölü arasında yer alır. Vardar Yenicesi şânlı akıncı cedlerimizden Gâzî Evrenos Bey tarafından on dördüncü yüzyılın sonlarında kurulmuştur. Rûmeli topraklarının iki Türk evlâdı, Adalar Denizi’nin tam ortasında, “Açık Deniz” satırlarında buluşurlar. Bu buluşmanın şâhidi Süleyman Bolayır vasıtası ile Açık Deniz şiirinin tahlîli yapılır romanın ilk bölümünde. Roman başında denizin sâhili döven köpükleri bu buluşma karşısında coşkundur, sevinçlidir, içi içine sığmaz. Bu köpükler Vardar Yenicesi ile Üsküb’ün aslında hep birlikte olduklarını Beşiktaş’taki Barbaros âbidesinde yazılı olan satırlarda Yahyâ Kemâl’in kelâmından bizlere aktarır:
“Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros belki donanmayla seferden geliyor.
Adalar’dan mı? Tunus’dan mı? Cezâyir’den mi?
Hürr ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş Ay’a baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?”
Deniz coşmuştur bu buluşma esnâsında. Nasıl coşmasın, Seyyîd Murâdî’nin “Gazavât-ı Hayrüd-dîn Paşa”sı, en büyük denizci Hızır Hayreddîn Reis Hazretleri, böyle bir 4 Temmuz gecesinde Hakk’a yürümüştür. Vakitlerden müstesnâ bir vakittir, neredeyse koca Hayreddîn Paşa’nın baştardasını ve size çevrilen keskin ve korkusuz Hayreddîn bakışlarını göreceksiniz.
“Deryâlar Sultânı-Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Romanı”na hayât veren kıymetli Turgut Güler Beyefendi’nin, 16. yüzyıl Türkçesi’yle yazılan Seyyîd Murâdi’nin metnine sarfetmiş olduğu emek ve yapıp ettiği şeyler, bugün bizlere ulaşan göz ve gönül nûru bir mesâîdir. Roman kıstasları içinde yazılmış eserde, yazarın ilâve hayâlleri, kullanılan isimler ve sahneler, Barbaros hakîkati ile aynı istikâmette, destekleyici duruştadır. Roman içinde sıkça geçen “kâfir, küffâr-ı hâksâr, kefere-i fecere, bed-nâm” gibi tâbirler hâdisenin yaşandığı zamana âit Türk tefekkürü ve yaşayışının dile akseden şekilleridir. Elbette bunlar yirmi birinci asra taşınamaz, fakat bulundukları durum ve zamân içinde kullanılmaları, roman okuyucusunun karşısına âdetâ etten kemikten bir Hayreddîn Paşa ve boy boy Hayreddînli duruşlar çıkarmaktadır.
Roman da yazarının bir evlâdı gibidir ve ona bir isim vermek gerekir. Romanın isim koyma safhasında düşünülmüş olan Hayreddîn Paşa’nın leventleri anlamına gelen “Hayreddînli” yâhut Frenk memleketlerince Barbaros Hayreddîn Paşa’ya atfedilen “Barborosadîn Türk” gibi isim tercîhlerinden geçen eser, nihâyet “Deryâlar Sultânı” adı ile tâclanmıştır. Bu adın seçilmesindeki isâbet, roman okunup bitince daha iyi anlaşılıyor. Nitekim bu isim, Barbaros Hayreddîn Paşa’nın, deryâlarla berâber gönüllerimizin de sultânı olduğunun bir işâreti olmaktadır. Barbaros gibi bir uluğ Türk’ün yeri elbette denizler olduğu kadar azîz Türk Milleti’nin gönlüdür de.
Açık Deniz şiirinin tahlîli ile başlayan ilk bölümü müteâkib, Koca Türk Hayreddîn Paşa’nın çocukluğu, yetişmesi ve ağabeyi Oruç Reis’in önderliğinde ve karındaş kanatları altında Hızır Reis’in de deryâlarda yetişip Barbaros Hayreddîn Paşa olma yolundaki cenklerini ve mücâdelelerini romanın ikinci bölümü olarak düşünebiliriz. Oruç Reis’in şehâdeti ile Koca Barbaros’un deryâya Hayreddînli yoldaşları ile açıldığı ve seferler eştiği vakit, romanın üçüncü bölümü olarak düşünülebilir. Bu bölüm eserin bel kemiğini oluşturur. Zîrâ burada Koca Türk Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Türk duruşu, o devirdeki Frenk ve Arap kavimlerinin def’alarca ihânet ve düşmanlık üzerine düşmanlık sergilemeleri ve bu tavırlar karşısında Hayreddîn Paşa’nın mert ve âlî cenâb tavrı, bugün yaşamakta olduğumuz hâdise ve gelişmeler açısından dersler alınması gereken mevkidedir. Bu, ayrıca Türk târihçi, sosyolog ve psikologlarının incelemesi gereken bir husûsdur. Nitekim, bu bölümde okuyucu ve dahî Türk devlet adamlarının çıkarması gereken pek çok ders vardır. Nice seferlerden sonra erilen son bölümde, yeniden Dikili sâhilinde, yeniden Yahyâ Kemâl ve Barbaros buluşması ile roman son bulur. Bu son bölüm, Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Hakk’a kavuşmasının ardından, deryânın hissiyâtını aksettiren hislenişlerin yer aldığı sahîfelere ayrılmıştır.
Deryâlar Sultânı’nı okumayanlar bilmezler. Deryâ ehli, sefer vakti erdiğinde huzûrsuz olur ve yerinde duramaz, bir ân evvel deryâya kavuşup rüzgârlarla, dalgalarla sohbet etmek ister. Mevsim bahara erişti mi, deryâ erleri de serdârlarıyla birlikte;
“Ya Allah, bismillah!”
deyip yelkenlerini şişirip, kürek çekip yola koyulurlar.
Bugün, Hayreddîn Paşa’lı günlerden asırlar sonra, yine bir bahar günü deryâyâ bir Hayreddînli olarak deryâ seferi eşmeye var mısınız?
Vardar Yeniceli sipâhî Yâkub Ağa ile Safiye Hanım’ın Midilli’de birleşen hayatları, İshak, Oruç, Hızır ve İlyâs adını verdikleri dört oğulcuk sâhibi olmaları, hayatlarının hep denize çağıran bir mevkide şekillenmesi, kayık tersânesi işleten dedelerinin kayıkçılık mesleğindeki incelik ve mahâreti, burada tam da Midilli Adası’nda başlar. Yâkub Ağa; sipâhilik mâzisini, Midilli’ye nasıl geldiğini, karısı Safiye Hanım’ın asâletini, Türk Cihân Devleti’nin büyüklüğünü, Sultan Mehmed Hân Hazretleri’nin taşıdığı fevkalâde hasletleri dersler ve ibretler çıkarsınlar diye bıkmadan, usanmadan Vardar Yenicesi Türkçesi ile oğulcuklarına anlatır ve onlar da can kulağıyla dinlerler. Dört oğulun Midilli’de başlayan hayatları, anneleri Safiye Hanım, babaları ve anne tarafından dedelerinin dizleri dibinde geçen çocukluk dönemi, Midilli’nin sunduğu imkânlarla hep deniz içinde ve denizle sürer. Müteâkib ilk gençlik dönemlerinde dört oğulun dördü de birbirinden merdâne, birbirinden yiğit gençler olarak anne tarafından dedelerinin kayık tersânesinde tanıştıkları denizciliği, hayatlarının hedefine yerleştirirler. Kuşlar büyür ve vakti gelince yuvadan uçarlar ya, öyle olur. Büyük oğul İshak Midilli’ye yerleşir ve ticâretle uğraşır. Oruç, bir gemi edinir, ticârete başlar ve kendi gemisinin reisi olur. Hızır da Oruç ağasının yolundan gider ve gemi sâhibi olur. Ticâret yaparak ihyâ olurlar ammâ, denizler de o vakit kâfir şövalyeleri ve gemileriyle doludur. Küçük kardeş İlyâs, bir sefer esnasında kâfir şövalyelerince Oruç Reis’in gözleri önünde şehîd edilir. O pehlivan yapılı Oruç Reis de esîr alınır. Rodos Adası’nda geçen bu esâret günleri, yürek burkan cinstendir. Oruç Reis’in Rodos’daki esâret yılları, kâfirlerin revâ gördükleri cezâlar sonunda mertliği ve iyiliği aslâ terk etmeyerek hürriyetine kavuşması, ciltler dolusu anlatılsa, gene yetmez. Nihâyet hürriyetine kavuşan Oruç Reis, yeniden bir gemi ile yoldaşlar edinir ve deryâda karşısına çıkma gafletinde bulunan zâlim küffâr ehiline denizin dibini boylatır. Kâfir takımını bir hayli süre Oruç Reis korkusu alır. Oruç Reis’in gemileri çoğalır, karındaşı, gözünün nûru Hızır Reis de ona yetişir ve her dem deryâlar üzerinde doğruluk ve mertlik üzere olan Oruç Reis deryâ üstüne bildiklerini bir bir kardeşi Hızır’a aktarır. Her dem adâlet üzere olmasını ve bunu aslâ unutmamasını hep tembihler. “Karındaşlık işte tam da böyle bir şeydi; Oruç Reis ve Hızır Reis hep bir oldular, kuvvetli ve kararlı oldular, deryâda gezen kâfirlere korku saldılar, gemiler ele geçirdiler, korkusuzca dolaştılar, ganîmetler kazanarak doyumluklar elde ettiler.” Ammâ, günlerden bir gün yine kâfirlerle vuruştukları bir ânda Oruç Reis’in sol omzuna isâbet eden bir top güllesi sol kolunu kaybetmesine sebep oldu. Kolay olmadı elbet bu duruma alışması, ammâ iki karındaş bu olaydan sonra daha da kenetlenir, deryaya birlikte çıkarlar. Hızır Reis ağasına;
“Ağam Oruç! Sen gamlanma! Giden kolun yerine, Hızır’ının iki kolu geldi. Şimden gerü, Oruç Reis’imizin üç kolu vardır. Bu Hızır karındaşın hep senin yanında duracak, yüreği hep seninkiyle bir atacaktır.”
der ve o günden sonra ve her dâim Oruç Reis ile Hızır Reis’in kardeşlik hak ve hukûkunun mânevî âleminde kayboluruz.
Oruç Reis ile Hızır Reis birlikte pek çok deryâ seferleri ile kara cânibinde seferler eşerler, pek çok kâfir gemisi yakalayıp doyumluk elde eder, kara cânibinde de kâfir kale ve limanlarını basarlar. Hayreddînli yoldaşlar cenk ve seferler sırasında şâhit oldukları ile serdârlarına hep hayrân oldular.
İki karındaş birlikte, omuz omuza nice seferler eşerler. Bu seferler sırasında küffâr ehli ile iş birliği yapan kaypak Arap Beyleri ile mücâdeleleri de dikkat çekicidir. Bu mücâdelelerden biri esnâsında suyun karşı tarafına geçmek durumunda kalan Oruç Reis ve otuz dokuz yiğidinin merdâne dövüşmesi fakat küffârın karşı kıyıda sayıca baskın gelmesiyle son nefeslerini vermesiyle şehâdete varan bu kırk yiğit, Türk yürekler için tam dokuz yüz asır evvel Çin diyârında Vey Irmağı kıyısında Çin kılıçlarıyla ırmak boyuna uzanan ataları Kürşâd ile otuz dokuz yiğidinin Akdeniz’e yansıyan aksi olurlar âdetâ.
Romanın bundan sonraki bölümünde Hızır Hayreddîn Reis küffâra karşı deryâdaki mücâdelesine ağası Oruç Reis olmadan devâm eder. Cezâyir Kalesi’ni küffâra karşı mertçe savunan Hayreddîn Reis, Cezâyir ve civârındaki yerli ahâlinin iki yüzlü hareketlerine pek çok kereler şâhîd olur. Hayreddîn Reis’den yardım isteyen ahâlinin, ortada hiçbir sebep yok iken kâfir cânibine geçmelerine o kadar çok şâhid olursunuz ki, bu bölümde âdetâ mâneviyatınız sarsılır. İster istemez, “nasıl olur!” dersiniz. Bu sayfalarda adı geçen Telemsan Bey’inin ve dahî onun terki dünya eylemesinden sonra kardeşlerinin de Hayreddîn Reis’e verdikleri sözlerden def’alarca caymaları ve def’alarca kâfir cânibi ile iş birliği yapmaları, okuyucuya Arap tâifesinin ihânetleri konusunda dersler vermektedir. Bu satırlar dikkatli okunmalıdır, düşman karşısında Hayreddîn Reis’den yardım gören güyâ Müslüman Araplar’ın yüzlerce kez verdikleri sözlerden caymalarını, her dâim ellerine geçen ilk fırsatta düşmanla iş birliği yapmalarını, târih 1500’lü yıllarda kaydetmiş bulunuyor. Hayreddîn Reis’in emrinde sefere çıkan Türkler kendilerine “Seferli Tâifesi” demişlerdir. Ayrıca “Arab Tâifesi”, “Endülüs Tâifesi” ve “Berberî Tâifesi” de bulunmaktaydı.
Arap tâifesinin sık sık taraf değiştirip, ne yapıp ne yapacaklarının belli olmaması Hayreddîn Reis’i düşündürür. Vefâ ve sadâkat hislerinden mahrûm bir yere hükmetmenin bir anlamı olmadığını düşünen Hayreddîn Reis Cezâyir’den ayrılmaya karar verir. Cezâyir ahalisinin artık kendi ayakları üzere durabileceklerine kanaat getirmiştir. O, deryâya açılacak, gazâlar eyleyecektir. Fakat Cezâyir ahâlisinin yalvarmaları ve Sultan Selîm Hân adına hutbe okutup sikke bastıracaklarına söz vermeleri, dönüm nokası olur. Hayreddîn Reis’in asîl ve dik duruşu, her işinde ulemâya danışması, onun devlet adamlığı hasletlerini ortaya çıkarmıştır. Hayreddîn Reis çoktan Cezâyirliler’in gönlünü fethetmiştir. Cezâyir ulemâsı, bağlılıklarını gösteren ve bunun teminini isteyen mektûbu Türk Sultânı’na verilmek üzere hazırlarlar. Türk Sultânı’ndan gelen fermân, berât ve sancağı öpen Hayreddîn Reis, daha sonra bütün ileri gelenlere bu fermânı okur. Artık Cezâyir’de hutbe Türk Pâdişahı adına okunuyor, sikke Selîm Hân’ın adına kesiliyordu. Cezâyir ahâlisi huzûra ve sürûra ermişti. Ammâ, Telemsan Beyi’nin kardeşlerinin ihânetleri hiç bitmemiş, her ân hadlerini aşıp kâfirle iş birliği etmişlerdir. Arap tâifesinin, Telemsan Beyi’nin ihânetleri, ve Tunus’un, yine Arap ihânetleri sonucu elden çıkması, bu sayfalarda ibretle okunması ve dersler alınması gereken satırlardır. Arap tâifesinin ihânetleri öyle ayyuka çıkar ki, artık kendileri de birbirlerine güvenmezler. Bir sefer sonunda Telemsan’a Bey yapılan Abdullah şu sözleri sarfeder:
“Ben burada Türk yoldaşsız duramam ve durmaya da kudretim yoktur. Sizler Telemsan’daki Arap tâifesinin ahvâlini bilirsiniz. Bunlardan ne kadar erlik gelir ki, kendi başımı onlara emânet edeyim? İmdi, bana bir miktâr Türk yoldaş bırakın. Hepiniz Cezâyir’e dönmeyin. Bana kıymayın.”
Cezâyir ve Tunus toprakları, Arap tâifesinin def’alarca amân diledikleri Hayreddîn Reis’e def’alarca ihânet etmelerine kaç kez şâhîd olur! Fakat, Türk üstüne fitne hesâbı yapmalarının cezâları da kesilir. Müslümana silâh kaldırmayan Hayreddîn Reis, mecbûr kaldığı vakit, o silâhın nasıl kullanılacağını herkese gösterir. Cezâyir Kalesi önünde kâh ihânet eden Arab tâifesi ile, kâh diş bileyen küffara karşı nice cenkler edilir ki, bunların sayısı belli değildir. Nihâyet ezelî düşman İspanya Kralı Karlos ile Hayreddîn Reis’in deryâ üzerindeki cenkleri, hep Hayreddîn Reis’in zaferlerine zemîn hazırlar. Bunun üzerine, İspanya Kralı Karlos, büyük bir Haçlı donanması hazırlığına girer. Andrea Doria komutasındaki bu kâfir donanması, Türk topraklarını hep tâciz eder. Ammâ bir türlü cesâretini toplayıp da Hayreddîn Reis’in karşısına çıkamaz, o koy senin, bu koy benim saklanır dururlar.
Bu arada Sultan Süleyman Hân padişah olur. İstanbul’a gelen Hayreddîn Paşa’ya Cezâyir Beylerbeyliği ile Türk donamasının Kaptan-ı Deryâlığı verilir. Artık Türk yalılarına Akdeniz’de nefes aldırmayan küffâra haddini bildirme vakti gelmiştir. Andrea Doria komutasındaki sayıca kat kat üstün Haçlı donanması, Akdeniz’de dolaşmaya başlar. Arap tâifesinin ihânetleri ile uğraşan Hayreddîn Reis, bir süre de İspanyol donanması ile Akdeniz’de cenkler eder ve Türk’e düşman olmanın nasıl sonuçlar doğuracağını bütün dünyâya gösterir.
Büyük deryâ cengi Preveze’yi anmadan geçmek olmaz. Üç yüzü hafif, üç yüzü de ağır ve devâsa büyüklükte kâfir donanmasına karşı yüz yirmi iki gemili Donanma-yı Hümâyûn bulunmakta idi. İspanya, Venedik, Portekiz ve Ceneviz gemilerine bir de Papa’nın otuz altı kadırgası ilâve edilmişti. Deryâlar Kaptanı’nın gemi yapımındaki inceliklerden tutun da kâfir gemilerinin manevra kaabiliyetlerine kadar bilgi sâhibi olması, onun büyüklüğüne büyüklükler katıyordu. O büyük deryâ cengi sırasında Yaradan’a tam teslimiyet ile deryâ erlerini sürekli yüreklendiren Hayreddîn Paşa karşısında kafîr kadırgaları, barçaları, nasıl da kaçışmışlar, nasıl denizin dibini boylamışlardı, anlatması imkânsızdır.
Donama-yı Hümâyûn’un Preveze Deniz zaferi’ndeki taktiği Türk kara savaşlarında tatbîk etmiş olduğu Hilâl savaş ulûlü idi. Türk’ün nesilden nesile kazandığı nice savaşta; Dandanâkan, Malazgird, Birinci Kosova, Niğbolu, Varna, İkinci Kosova, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidâbık, Rîdâniyye ve nihâyet Mohaç cenkleri, hep bu usûl ile kazanılmıştı. İşte Hayreddîn Paşa, en büyük deniz seferinde Türk’ün millî savaş usûlünü tatbîk eder ve gazâmız mübârek olur.
Hayreddîn Paşa mert, cengâver Türk duruşu yanında, Allâh’a yönelişinde ne mübârek bir kişi olduğunu, Yaradan’ın nasıl sevgili bir kulu olduğunu da etrafındakileri hayretler içinde bırakarak def’alarca göstermiştir. Hızır Hayreddîn Paşa’nın bu hasletlerine ve nice kerâmet sâhibi bir pîr-i mübârek olduğuna pek çok kereler şâhit olacaksınız. Nice ihânete ve düşmanlığa rağmen Yüce Yaradan katında taksîm ve takdîr olmuş olan, döner dolaşır, Hayreddîn Paşa’nın eline ulaşır.
Eserde Türk Cihân Devleti’nin Kaptan-ı Deryâsı Hızır Hayreddîn Paşa’nın Akdeniz’de Kral Karlos’a nasıl korku saldığını ve köşe bucak kaçırdığını okumaya doyamayacaksınız.
Eser’in son bölümü’nde yine Dikili’de buluruz kendimizi, Süleyman Bolayır ile… Deniz bu defa şen değildir, dalgalar hırçındır. Seyyîd Murâdî nasıl da bir çırpıda bir gecede aktarıverir koca Hayreddîn Paşa destânını Midilli’den Dikili’ye. Sular hırçındı, dalgalar birbiri ardına sâhili dövüyordu. Deryâlar Sultânı koca Hayreddîn Paşa’nın bu dünyâdan ayrılışına ağlıyordu sular. Nasıl ağlamasındı denizler bu deryâ erinin gidişine? Bu ayrılışa yine Yahyâ Kemâl’in Deniz Türküsü eşliğinde yüzlerce kuğunun gelmesiyle bu Hayreddinli buluşmalara şâhid oluyordu… O anda dalgalar:
“At kendini girdâba, açıl engine, rûh ol!”
diyordu…
Eserin Dil İncelemesi
Murâdî’den günümüze Deryâlar Sultânı vâsıtasıyla aktarılan nice Türkçe kelime vardır. Bu kelimeler kâh deryaya âittir, kâh on altıncı asırda Türk’ün yaşantısı ve günlük konuşmalarına dâirdir ve okurken kulağa pek güzel nâmeler ulaştırır asırlar evvelinden.
Deryâlar Sultânı’nı kaleme alan Turgut Güler Beyefendi, Süleymâniye Kütüphânesi’nde bulunan “Gazâvât-ı Hayrü’d-dîn Paşa”nın metninde Seyyid Murâdî ile Barbaros Hayreddîn Paşa’nın konuştukları Türkçeyi, satırlarında aksettirmeye çalışmıştır. Bizzat Hayreddîn Paşa tarafından Seyyid Murâdi’ye söylenen ve Murâdî tarafından yazıya aktarılan bu eserde kullanılan on altıncı asır Türkçesi’nin incelenmesi, bugünkü Türk dil âlimlerine, sosyologlarına, psikologlarına, târihçilerine, coğrafyacılarına, kalem erbâbına ve hattâ Türk devlet adamlarına âdetâ bir hâzineyi altın tepsi içinde sunmaktadır. Sosyologlar için bu eser o dönem sosyal yaşantısının incelemesi alanında ışık tutuyor. Psikologlar ve târihçiler için ise, Türk’ten amân dileyip her türlü yardımı gören Arap tâifesinin ilk fırsatta derhâl ihânet maskesini takması incelenmesi gereken ve târih kitaplarına geçmesi gereken bir konudur ki, Türk çocukları geçmişlerinden dersler alabilsinler. 16. asra âit coğrafî terimler de mercek altına alınıp bugünkü yer isimleri ile karşılaştırılabilir. 18. yüzyılda bile Akdeniz’de pek çok adada Türkçe konuşulduğunu bizlere nakleden Ömer Lütfü Bey de dikkate alınacak olursa, bugün bizden geriye ne kaldığına bakılıp dersler çıkarmak, pek çok bakımdan faydalı olacaktır.
Dili hakkında kanaat ifâde edilmeyen bir roman incelemesi, eksik kalmış olur. Romana hayâtiyet katan 16. yüzyıl Türkçesi ve onun kullanım şekilleri, bizlere asırlar evveline ait tozlu sayfaları aralıyor ve Murâdî vasıtasıyla bizlere âdeta tayy-i zamân eyletiyor. Eserde o dönemde kullanılmış olan “yoldaş” kelimesine pek çok kereler rastlarız. “Hayreddînli” kelimesi de dikkati çeken bir başka kelimedir, Hayreddîn Paşa’nın yoldaşları anlamında pek çok kereler kullanılmıştır. Eser, en başında yazılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere Hayreddîn Paşa’nın bizzat Murâdî’ye yazdırdığı satırların Murâdî kaleminin bizlere bu roman vâsıtası ile yansımasıdır. Dolayısıyla Rûmeli topraklarından gelen bir okuyucuya pek âşina gelecek kelimeler de çıkmaktadır zaman zaman karşımıza; atası Vardar Yeniceli Yâkup Ağa’dan Barbaros Hayreddîn Paşa’ya intikâl eden bu Türkçe, Turgut Güler’in romanına girmiş ve bize asırlar evvelinden âdetâ göz kırpmaktadır.
Za nice?: e ne olacak?, od nicedir?, Elimizden ne gelir, n’ola? ne olacak, peki öyle olsun”;
diyavolo; şeytan
örnekleri gibi.
16. yüzyıla âit Türk yurdu ve Türk toprağına dâir kelimelere bakacak olursak; Türk Cihân Devleti Memleketleri, Türk toprağı ve Türk vatanı için; “Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne” tamlaması dikkat çekicidir.
İstanbul için pek çok tâbir geçer eserde:
Âsitâne-i Sa’âdet, Der Sa’âdet, Sa’âdet- Dest gâh, Bâb-ı Şerif; Yüce Kapı
gibi.
Dikkat çeken diğer yer isimlerinden bazıları da şöyledir:
Kal’a-yı Sultâniyye: Çanakkale
Ağrıboz: Eğriboz Adası
Teke: Antalya
Bahr-ı Sefîd: Akdeniz
Bahr-ı Ahmer: Kızıldeniz
Nemçe: Avusturya
Şâm ve Şâmâm: Sûriye merkezi ile Şâm çevresi, bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrâil toprakları
Gekbûze: Gebze
Portakal: Portekiz
Efrenç. Firançe: Fransa
Barselon: Barselona
Sebte Boğazı: Cebelitârık Boğazı
Şivilye, İşbîliye: Sevilla
Serdinye: Sardunya Adası
Sarây-ı Âmire: Topkapı Sarayı
At Meydânı: Sultan Ahmed Meydânı
Beç: Viyana
Endülüs: İspanya
gibi.
Kişilere dâir kullanılan isim ve tamlamalar da eserde dikkat çekicidir. Barbaros Hayreddîn Paşa:
“Kapûdân Paşa, Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşa”
dır.
Paşa Frenk tâbiri ile:
“Barborosadîn Türk”
diye anılırken Türklerce:
“Barbaros Hayreddîn, Pîr-i Mübârek, Barbaros Hayreddîn Paşa”
diye anılır.
Firendoş: Avusturya Kralı Ferdinand
Agranda Türk: Büyük Türk, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân
Engürüs Kralı: Macar Kralı
Kristo: Hazreti Îsâ
Aşağıda geçen kelimelerden bâzıları bugünkü Türkçeye oldukça yakındır:
Tüfenk: tüfek
Türkî: Türkçe
cezîre:ada
ağa: ağabey
tekâüd: emekliye ayrılma
pejmürde hâtır gönlü incinmiş, kalbi kırılmış
deryâ: deniz
ummân: okyanus
armada: büyük savaş filosu
arîza: dilekçe
icâzetnâme: izin kağıdı
tente: güneşlik
helecân / halecân: yürek çarpıntısı
beşâret: müjde
sulatmak: içme suyu ihtiyâcını karşılamak
don: elbîse
uğur: tâlih, şans, iyilik
yol: yön
derzi: terzi,
barça: altı düz bir kalyon çeşidi
pâre: parça, adet
ahidnâme: andlaşma
amuca: amca
taşra: gemiden dışarısı
ata: baba
devlet: saâdet
er: yiğit
kalita: 9 ilâ 24 kürekli düşman kovalama gemisi
oturak olmak: özrü sebebiyle gezip yürüyemediği için evde oturan kimse
top unu: barut
gitmen: gitmeyin
gulgule: gürültülü velvele
mavna: güvertesiz tekne
gemi halkı: gemi mürettebâtı
kile: tahıl ölçü birimi
kon: koyunuz, ara veriniz
türâb: toprak
filori: o yıllarda kullanılan İtalyan altını
diş: adet, tâne
def’: kovup çıkarma
limanlık: sâkin, dalgasız
mahbûshâne: hapishâne
Nasrânî Hristiyan
erte namâzı: sabâh namâzı
muhâl: imkânsız
hâkk etmek: kazımak
elîm: üzücü
bühtân: iftirâ
Nusret: yardım
çeri: asker
evvelbahâr: ilkbahâr, Nîsân
aceblemek: şaşırmak
revâne olmak: yola çıkmak
tüfenk unu: barut
tütün: duman
tınma: sesini çıkarma!
darb-ı mesel: atasözü
güzîde: seçkin
kabâ: üste giyilen elbise, kaftan
kırılmak: ölmek
evbâş: ayak takımı
kastel: kale
çekdürür: çekdirir, çekdiri (bir cins gemi)
zevâl: bozulma
çaşıt: câsus
destûr: izin
mûtemed: îtimad edilir, güvenilir
şâkir: şükreden
istikbâl: karşılama (Hayreddîn Reis istikbâl edildi, şeklinde kullanılmış.)
yahşi: iyi, güzel.
Deyimler ve tamlamalar:
Bağrını hûn eylemek: bağrını kan eylemek
şâd etmek: sevindirmek
olay ki: olmalı idi ki
küffâr-ı haksâr: yere batasıca kâfirler
ahd ü amân eyelemek: söz verip and içmek / ahd ü peymân etmek: yemin etmek
koca karındaş: ağabey
lenger bırakmak: demir atmak
kefere-i fecere: kâfirler
koyun: bırakın
düşmân-ı bî-dîn: dinsiz düşman
bed-mâye: kötü mayalı
avdet etmek: dönmek
vâsıl olma: ulaşmak
lenger koparmak: demir almak
Kral-ı lâin-i kebîr: büyük mel’ûn kral
kralı-ı bed: kötü kral
nâm-ı pâk: temiz isim
ahsen: en güzel
alem: bayrak, sancak
maslahatgüzâr: iş bilen, iş bitirir, becerikli
mücâhid-i fî sebîlillâh: Allah yolunda cihâd eden
donanma-yı hezimet-âsâr: yenilmeyi alışkanlık hâline getiren donanma
İskender-i Kebîr: Büyük İskender
un pâresi: tüfek saçması
gemi derûnu: gemi iç
hoş-bend etmek: canını acıtmadan pansuman yapmak
Niyyet-i gazâ ve kasd-ı kâfir-i bed-sezâ:kendisine kötülük yakışan kâfir üstüne gazâya niyet
Kâf Kulesi: Kaf Dağı
dil aldırmak: düşman hakkında bilgi toplamak maksadıyla esîr aldırmak.
Yabancı kelimelere Seyyid Murâdî’nin kullandığı karşılıklar da notlar olarak romanda aktarılmıştır:
Anderya Dorya: Andrea Doria
Charles Quint: Karlos Kral
Bu kelimeler kâh zaman içinde kullanımlarını değiştirmiş, kâh artık tedavülden kalkmışlardır. Ammâ bugün kullanılmıyor, bilinmiyor diye mezâda çıkarmanın da anlamı yok. Yukarıda bahsi geçen kelime ve tamlamalar, asırlar evvelinden olsa bile ses olarak ve mânâ olarak günümüze yakın durmaktadırlar. Bunlar arasında, elbette bugün kullanmadıklarımız da vardır. Dil, canlı bir varlıktır ve kullanıldığı müddetçe yaşar. Bu eserde geçen anlamlarını bildiğimiz, bugüne yakın olup da bugün kullanmadığımız, revaçta olmayan kelimeler de, Türk dili bilginlerinin incelemesi gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Roman bitiminde, “Barbaros Hayreddîn Paşa’ya Kadar Türkiye Denizcilik Târîhine Kısa Bir bakış / Barbaros Hayreddîn Paşa’ya Kadar Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin Kapdân-ı Deryâları / Donanma-yı Hümâyûn’da ve Türk İnce Donanmalarında Kullanılan Başlıca Gemi Çeşitleri / Donanma-yı Hümâyûn ve Tersâne-i Âmişre Ricâli / Denize Gemi İndirilmesi Merâsimi” gibi, başlıklarla Türk denizcilik târihine ve teşkilâtına ilişkin bilgilerin topluca verilmesi, bu husûslarda merâklı okuyucu için isâbetli olmuştur ve ilgi duyanlar için esaslı bir kaynaktır. Eser, bu cihette bir roman olmanın ötesinde okuyucuya bir başvuru kaynağı olarak da hizmet edecektir.
Deryâlar Sultânı Barbaros Hayreddîn Paşa Türk Cihân Devleti’nin sınırlarının zirveye ulaştığı bir noktada, askerî, siyâsî husûslarla medeniyet ve san’at alanlarında zaferler kazandığımız kutlu Kanûnî Sultan Süleyman Hân döneminde, Akdeniz’e Türk nefesi salmış bir deryâ eridir. Bugün Beşiktaş’ta Akdeniz’den esen rüzgârların her dâim kendisine selâm getirdiği Hayreddîn Paşa, yine aynı dönemde yaşamış uluğ Türk Koca Mimâr Sinan’ın kendisi için yapmış olduğu Barbaros Türbesi’nde ebedî istirahgâhında dinlenmektedir. Yüce Yazdân kendilerinden râzı olsun, mekânları Cennet bahçeleri olsun. Ve dahî eseri bize aktaran Seyyîd Muradî’den ve kıymetli Turgut Güler Beyefendi’den de râzı olsun.
Bu roman Barbaros Hayreddîn Paşa’nın destânıdır. Gönül ister ki, bu eser sadece bu kitapta kalmasın. Anadolu ve Rumeli Türklüğü’nün iliklerine işlemiş olan bir terbiye anlayışı ile yetiştirilmiş ve insanın insana ve Yaradan’ına karşı vazîfesini aslâ unutmamış olan koca Hayreddîn Paşa’nın bu hakkâniyet ve vazîfe şuûru daha nice asırlarca sürsün. Bugün Türk’ün o çoktan unuttuğu özüne dönmesine vesîle olsun. Bu eserden sonra nice tiyatro eserleri, filmlere konu olsun, güfteler yazılsın bestelensin, çocuklar için de hikâyeleri yazılsın ki, çocuklarımız kendi şahsiyetlerini kazanmaları yolunda kendi Türk kahramanlarından ilhâmlar alsınlar ve dahî “Barbarossa Türk”ün ünü dünyâya bir daha yayılsın.
Eserde geçen cümle Türk büyüklerine ve dahî Türk Cihan Devleti Pâdişâhı Kanûnî Sultan Süleymân Hân’a, Yavuz Sultan Selîm Hân’a, Koca Fâtih Sultan Mehmed Hân’a, Vardar Yeniceli Sipâhî Yâkub Ağa ile Safiye Hanım’a, Oruç Reis’e, İlyâs ve İshak karındaşlara ve Hayreddîn Paşa’nın topraklarından kopup gelen, en güzel deniz şiirinin kalemi Yahyâ Kemâl’e ve tüm Hayreddînli deryâ erlerine de rahmetler olsun…
“Çıktığın yolda bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hürr mâviliğin bittiği en son hadde kadar!…
İnsan âlemde hâyâl ettiği müddetçe yaşar.”