Yağmur… beklenen sonbahar hasretine yağdı sanki! Buram buram huzur kokuyor şimdi, dere, ağaçlar, köprü… Ve bu koku, bu tat zihin açıyor. Yaz ve kışın arasını yapıyor gönül mevsiminde. Sıcak gitmeden, soğuk gelmeden önce. İki kişilik bir masada iki gönlün muhasebe sohbeti gibi. Geçmiş ve gelecek buluşması gibi. Biraz hüzün, çokça pişmanlık, bir o kadar acaba, kırıklar, yaralar, kabuklar… Geçmemiş uğurlanamamışlar. Yarınlar, beklentiler, umutlar, bundan sonralar… Kahve içmiyorlar belki. Ama kavgalı da değiller. Derin bir sükut var heybelerinde. Tüm tecrübelerine şükürle, minnetle, vefa ile. Ancak yaz da kış da teslim şimdi sonbahara. Yağmurun rahmetine. Biriktirdiği tüm yaşlarını akıtmış gökyüzü. Temizlemiş ağaçlarda biriken keşkeleri. Rahmet ‘yeniden’ demiş. ‘Destur’ demiş. Kader kaldırmış barikatları… Gönülde dümen. Huzura açık yelken… Yağmur rahmet! Açmış basiret perdesini. Huzurlu; tamamlanan yaz da rahmetle gelen sonbahar da. İlkbahar niyetine, kışın bembeyaz yüzüyle yaşayacak nasibine düşeni. Sonbahar bilge. Marifeti denge. Ve, ne yaz dargın sonbahara ne kış. Gelmek geçmek ya vazifeleri. Geçen de şükürde, gelecek olan da.
Sonbahar hep bilge hep dingin.
Biliyor ki her tükeniş ve her bitişte izi var tadı var. Saklı bir sonbahar var. Ve bir mevsim sonra ille ilk bahar var. Yeter ki ne gönül küssün kadere, ne mevsimler incinsin kaderden. Dünya koca bir sahne, mevsimler küçücük bölümler… Ne kar kalıcı, ne yağmur… Ne güneşin bu mülk. Ne rüzgârın.
Marifet geçişi izlemek, geçeni uğurlamak. Gelene gönül açmak. Kıymet bilmek. Bileni ziyana kurban vermemek.
Yağmur hoş safa gel. Geleni bereketle getir. Gideni huzur ve şükürle götür.
Esenlikle!