İsviçre’de; İtalyan, Fransız, Alman büyük grupları yanında, çok uzun bir liste tutan yüze yakın küçük grup var. Bunların hepsi kendi dilini konuşuyor, imkân ölçüsünde de kendi dillerinde eğitim-öğretim görüyorlar. Fakat bu büyük veyâ küçük grupların hiçbiri, istiklâl temin etmek gibi bir fikre aslâ kapılmıyor. İsviçrelilik, bütün âidiyet duygularını ihâta ediyor. Bern Büyükelçiliği dönemine ait hâtıralarını “Zorâki Diplomat” da anlatan Yâkup Kadri: “İsviçre’nin Almanları, Almanya’nın en ciddî hasm-ı bî-amanları idiler.” diyor. Bu, yerinde ve haklı tesbît, İsviçre’deki diğer gruplara da tereddütsüz teşmîl edilebilir.
İkinci model ülke Amerika Birleşik Devletleri. Burada, Dünyâ’da mevcut bütün etnik ve dinî grupların mensupları yaşıyor. İsviçre’nin aksine, ana dillerinde eğitim yapamıyorlar. İngilizce, en az ülke ismi derecesinde bir yapıştırıcı. Hakikî Amerika yerlileri olan Kızılderililer dâhil, bütün ABD vatandaşları “Amerikalı” olmuşlar ve bu sıfatlarını kaybetmek istemiyorlar. ABD, bugün Dünyâ’nın en büyük siyâsî ve ekonomik gücü. “Amerikalı” üst kimliğini, âdeta bir şeref madalyası gibi taşıyan ABD vatandaşları; bir taraftan ABD’nin âlî menfaatlerini koruma ve kollama vazîfesini yerine getirirlerken, diğer taraftan etnik köklerinin veyâ dinî mensûbiyetlerinin uzandığı ABD dışındaki – eski – ülkelerinin “lobi” faaliyetine gönüllü olarak katılıyorlar. Yâni, Yâkup Kadri’nin İsviçre Almanları için söylediğini Amerikan Almanları için söyleyemeyiz. Çünkü Amerikan Almanları, Almanya’nın pek sâdık ve samimî dostudur. Amerikan Rumları Yunanistan’ın; Amerikan Ermenileri Ermenistan’ın; Amerikan Yahûdîleri İsrâil’in “dost” ötesi destekleyicileridir. Yâni, “Amerikalı” olmak “İsviçreli” olmak gibi değil. Hem İsviçreli olunup, hem Almanya menfaatine yakın durulamazken; hem Amerikalı olunup, hem Almanya için mesâi harcanabilir.
Gelelim üçüncü modele: Bu model, “OSMANLI” adını taşıyor. Ne İsviçre’deki gibi bölünmüş, parçalanmış, bir “yamalı bohça bütünlüğü”, ne de Amerika’daki “çifte tâbiiyetli” insanların menfaat üstüne binâ edilmiş pragmatik sun’îliği Osmanlı’da görülmez. Osmanlı nizâmındaki âsûdeliği, bu nizâmın kâtili durumundaki ülkeler bile Balkan, Kafkas, Orta Doğu coğrafyalarındaki bugünün ateşten manzarasına bakarak kabûl ve itirâf ediyorlar. Ama neye yarar? İvo Andriç’in kaleminden Nobel’e uzanan “Drina Köprüsü”, Türk’ün “devlet” aydınlığını bütün Dünyâ’ya göstermişti.
“Devlet” mefhûmunun birkaç mânâsı var: Saâdet, mutluluk, milletleri idare etme sistemi, bunlar arasında ilk akla gelenler. Bir de “devletlû!” hitâbında görünen hürmet haşmeti duruyor, Batı dillerindeki “majesteleri” karşılığı.
Kanûnî Sultan Süleymân’ın:
“Olmaya devlet Cihân’da bir nefes sıhhat gibi”
mısrâına; en “devletlû” ağızdan bir “devlet” târifi istif edilmiş.
Türk târîhinde, emsâlsiz denecek derecede köklü bir devlet geleneği mevcut. Türk edebiyâtı başta olmak üzere bütün Türk san’atlarında da saâdetin, sıhhatin, “ahsen-i takvîm” üzre yaratılmanın “DEVLET” adını taşıyan saltanatı görülüyor.