Devletin Dili Tanrı Dili

Çocukken bu heykelin önünden geçerek okula gidip gelirdim. O vakitler Paşalar Caddesi denilen caddeden sabah akşam yürürken er, subay, çavuş albay her rütbeden askerle karşılaşır, hepsine sadece elimi başıma koyarak kısa bir asker selamı verirdim…

Benim asıl görmek istediğim Atatürk’e benzeyen komutanları görebilmekti. Bazen sabah veya akşam kolordu komutanı konutundan çıkarken veya girerken karşılaştığımız olurdu. İşte o vakit bütün kızlar bize öğretilmiş gibi durur asker selamı çakardık. Kolordu komutanı ise subayların arasından bizi ciddiyetle selamlardı.

Aslında bu hiç de oyun gibi gelmezdi bana. Bilakis dinî bir duygu gibiydi. Atatürk heykelinden sonra beni en çok etkileyen Kazım Karabekir Paşa’nın ismi ve resmi idi… Dedem Atatürk’ü çok severdi. Her 23 Nisan’da mutlaka törene gelir, beni alkışlardı. Anneannemin dilinde ise Kazım Karabekir Paşa bir efsane idi.

Okulda öğretmenlerin kıyafeti her zaman şık olurdu. Kot pantolonlu yakası açık kirli traşlı pejmürde halayık suratlı hiçbir öğretmene rastlanamazdı. Elbette öğrenciler de saç baş önlük forma konusunda istikrarlı ve disiplinli idi…

Fakat beni en çok etkileyen devlet adamlarının dili ve tavırları idi. Mehmet Akif hakkında bir kompozisyon ödülü almıştım. Havuzbaşı Atatürk heykelinin tam karşısında Halk Eğitimi Merkezi vardı. O mekânın büyük sahnesinden tiyatro musiki eğitimi almadan geçmemiş çok az Erzurumlu vardır. Programı bir Üniversite hocası sunuyor. Çok uzun boylu heyecanlı genç bir hoca: Şerif Aktaş. Programdan önce yazımı okumuş ve üzerinde birkaç tashih yapmış. Onları da bana anlatmıştı. Hoca konuşurken bana gökten vahiy iniyor sanmıştım. Çünkü diksiyonu Türkçesi ve o dilin tavrı bana büyüleyici gelmişti.

Vali konuşurken, belediye başkanı konuşurken dikkatle dinlerdim. Çünkü onlardaki yüksek nezaket diksiyon ve güzel Türkçe bana kutsal ve ulvi duygular yaşatırdı.

Liseye giderken bir Kamran İnan hayranlığım vardı. Babam bunu bildiği için ne vakit haberlere yahut programlara çıksa çağırırdı.

Annem neden bilmiyorum bundan memnun olmazdı. Zaten kız çocuğu eğitimi konusunda hiçbir zaman hemfikir olmamışlardı. Mesela ben mahallenin oğlanlarını dövdüğümde eve şikâyet gelmişse babam kızmış görünse de bıyık altından gülerdi. Babam judo kursuna yazdırdığında annem oğlan sporu diye karşı çıkmıştı. Bağlama kursuna da karşı çıkmıştı, kızlar ona göre keman vs çalmalıydı…

Ama Kamran İnan hayranlığıma bir anlam verememişti. Ben de anlattığı konuları çok anlamıyordum ama kullandığı devlet dili, aklı, nezaketi dikkatimi çekiyordu.

Ben çocukken bu ülkenin yüksek bir devlet dili ve terbiyesi vardı. Türkçe hem akıl hem nezaket diliydi…

Asker ise paltosunun eteğinde her an nöbet bekleyen selam çakılan ve emir beklenilen yüce bir kavramdı…

Benim çocukluğumda kurumsal dil yani devletin dili adeta dini gibi yüceydi, saygındı, ulaşılmazdı… Ötelerden tanrı esintisi gibiydi, ulviydi…

Benim çocukluğumda devletin dili Tanrının dili gibiydi…

Şimdi sosyal medyayı haber programlarını dinleyince varlık atomum bozuluyor sanki. Acil aspirin yahut ilaç alan hastalar gibi derhal Yakup Kadri, Tanpınar, Refik Halid, Halide Edip, Samiha Ayverdi okuyup kendime gelmeye çalışıyorum…

Bu ülke kelimelerini kaybetti…

Yani dilini…

Yani terbiyesini…

Nezaketini kaybetti…

Hikmeti kaybetti…

Dilindeki Tanrıyı kaybetti…

Bir tek ruhunu kaybetmedi bu ülke…

O ruh, Atatürk heykelinde elinde buruşturduğu Serv paçavrasında gizli…

Yazar
Saliha MALHUN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen