“Yeni denklemimiz olan evlenmeden cinsel birliktelik ve aynı evde yaşamak, kulağa rahatlatıcı gelebilir ama başarısız olma ihtimali çok yüksek. Bir adamı ağzından çıkacak sözleri beklemek, en az yalnız olmak kadar endişe yaratma sebebi.” (BN, s.157).
“David Myers, “Amerikan Çelişkisi” adlı kitabında Amerika’yı her türlü imkânın bulunduğu ancak kişilerin kendini daha kötü hissettikleri bir ülke olarak tanımlamış. Teknoloji ve maddi şeyler hayatı kolaylaştırabilir, ancak mutluluk vermez. Günümüzde, geçmişin yakın ilişkilerini özlediğimizi bile söyleyebiliriz. Çok fazla seçeneği olan bir dünyaya adım atıyoruz ve çok küçük yaşlarda depresyona giriyoruz.” (BN, s.189)
*****
Dijital Tusunami -cinsellikte hayvanlaşma, +18 içerik-
Prof.Dr. Zeki BAYRAKTAR[i]
.
Meslek hayatımda gözlemlediğim ve bir önceki paylaşımda naklettiğim -cinsellikle ilgili- dejenerasyon, ABD’li psikolog Dr.Jean M.Twenge’nin “Ben Nesli”(1) ve “i-Nesli”(2) kitaplarında da naklediliyor. Twenge, 1960’lardan beri yapılan yüzlerce araştırmayı masaya yatırarak, nesiller arasında meydana gelen değişimi (dejenerasyonu) çarpıcı istatistiklerle önümüze seriyor. Her ne kadar bu veriler ABD toplumuna ait ise de ders/tedbir almamız gereken önemli benzerlikler var. Çünkü aynı süreci biz de gözlemliyoruz. .
İşin özeti şu: Televizyon ile başlayan dejenerasyon, akıllı telefonlar ve internet döneminde adeta patlamış durumda. Twenge bu bir “dalga” değil “tusunami” diyor (Dijital Tusunami ifadesi bana ait). .
Twenge nesiller arasındaki bu değişimi II. Dünya savaşından sonra doğan “Patlama Nesli”, 1970’lerde doğan “Ben Nesli” ve 1995 sonrasında doğan internet nesli (i-Nesli) üzerinden inceliyor/naklediyor [Ben Nesli(BN) ve “i-Nesli”(İN) adlı kitaplarında]. .
Ben Nesli ile başlayan ve i-Nesli ile devam eden değişimin özeti kısaca şöyle;
.
TELEVİZYON VE DİZİLERİN ETKİSİ.
“2004 yılında, 2000 kadar genç üzerinde yapılan bir araştırma, çok fazla cinsel içerikli program izleyenlerin daha az izleyenlere kıyasla iki kat daha fazla cinsel birliktelik yaşadığını gösteriyor. Çalışmayı yürüten Collins diyor ki, “Televizyon izlemenin yarattığı etki o kadar büyük ki, ergenlerin izledikleri TV kanalında cinsellik dozundaki küçük bir artış bile onların cinsel davranışlarını önemli ölçüde etkileyebiliyor.” Cinsel açıdan sansürü olmayan kanalları izleyen ergenler, cinselliği 2 ya da 3 yıl daha erken yaşıyorlar. Medyanın gözünü açtığı 13 yaşındaki bir çocuk, 15 ya da 16 yaşındaki biri gibi davrana biliyor. Başka bir araştırma da çok fazla rap müzik klibi izleyen genç siyahi kızların birden fazla kişiyle cinsel ilişkiye girmeye ve cinsel hastalık kapmaya eğilimli olduklarını gösteriyor.” (BN, s.236-36).
“Aslında suçluların en başında müzik ve reklam piyasası geliyor. [Çünkü] Cinsellik satıyor. Pediatrist Meg Meeker bu durumu “Cinsellik çocuklarımıza karşı çok saldırgan bir biçimde piyasaya sürülüyor. Gittikleri her yer, cinsel cinsel içerikli görsel ve işitsel mesajlarla dolu” diye tanımlıyor.” (BN, s.236).
Neil Postman, “Çocukluğun Yok Oluşu” adlı kitabında, televizyon programlarının ve filmlerin, gençlerin cinselliği öğrenirken karşılaştığı doğal gelişim sınırını yok ettiğini söylüyor. Kanallar arasında şöyle bir dolanmak bu iddiayı doğruluyor. Ne zaman elimde kumanda kanalları [ile kanallarda] gez(in)sem, çocuk sahibi olduğumda acaba eve televizyon sokar mıyım diye düşünüyorum. [Çünkü] Ekranda gördüklerimin büyük bir kısmı, 12 yaşında bir çocuğun izlemesi için uygun değil.”(BN, s. 237)
TAKILMAK
“Gençler arasında artık geçerli olan ilişki türü “takılmak.” Takılmak, birçok gençle/partnerle kısa ilişki yaşamak anlamına gelen bir ifade; “Sadece cinsel birliktelik yaşamak için buluşmak” veya “ortak bir gelecek planı olmayan, hatta birbirlerine verilmiş sözleri bile bulunmayan iki kişi arasında yaşanan ilişki” demek.” (BN, s.222). .
Artık cinsellik, kız-erkek arkadaşlıklarının içine çok küçük yaşlarda giriyor. Cinsel birleşme yaşamak için evliliği beklemek gençlere tuhaf geliyor. Hatta birçoğu liseden mezun olmayı bile beklemiyor. Örneğin 21 yaşındaki Kristen “Bekâretimi kaybettiğimde 13 yaşındaydım. Ancak o zaman bile cinsellik konusunda ne kadar olgunlaşmış olduğumu belirtmek isterim. Eleştirilmek yerine takdir edilmem gerektiğini düşünüyorum.” diyor. (BN, 222-23).
CBS kanalının röportaj yaptığı ve 15 yaşında iken 3 erkekle birden yattığını söyleyen genç bir kadın, “Kendime fahişe gözüyle bakmıyorum, çünkü kendime olan özsaygım buna müsaade etmez” diyor. (BN, s.224)..
1960’ların ortalarında bir genç kız bekâretini ortalama olarak 18 yaşında kaybederken 1990’larda bu yaş 15 oldu. Diğer bir deyişle Patlama Nesli (2. Dünya savaşından sonra doğanlar) cinselliği yaşamaya üniversitede başlarken, Ben Nesli (1970’lerde doğanlar) lisede başlıyor. Ayrıca Ben Nesli kadınları Patlama Neslinin 18 yaş kadınlarına kıyasla iki kat daha fazla çoklu cinsel partnere sahip. (BN, s.225).
“Cinsellik üzerine makale yazan öğrencilerimin hepsi bekâretlerini lisede kaybettiklerini itiraf etti. 12 ve 14 yaşında birliktelik yaşadığını söyleyenler olmasına rağmen, ortalama yaş 15 ve 16 idi. Ve bu itiraf başka yerlerdeki gençler için de geçerliydi.”(BN, s.226).
“Evlilik öncesi cinsel birleşmeyi onaylayan gençlerin oranı 1950’lerin sonlarında yüzde 30 iken bugün bu oran yüzde 75. Bu konuda genç kadınların davranışlarındaki değişim ise daha da belirgin. 1950’lerde genç kadınların sadece yüzde 12’si buna onay verirken günümüzdeki kadınların yüzde 80’i buna onay veriyor.”(BN, s.227).
“Cinsel ilişki, bir zamanlar sadece kocanızla yaşadığınız bir şeydi. Sonra sevdiğiniz insanla paylaştığınız bir şeye dönüştü ancak şimdi eğlence amacıyla yaşanıyor.”(BN, s.231).
Deniz-Lewis, erkeklerin düzenli ilişkiden kaçmalarının altındaki nedenlerden biri, “erkekleri farklı kızlarla yatmaktan alıkoyacak olmasıdır” diyor. (BN, s.232)
CEP TELEFONU VE İNTERNET TUSUNAMİSİ .
Günümüzdeki cinselliği özetleyecek kelime “takılmak” gibi görünüyor. Artık bu konuda yazılan sayısız makale ve kitaplar var. “Bekârlara El Kitabı”, “Mutlu Takılmak: Bekâr Bir Kızın Rastgele İlişkiye Girme Rehberi” ve “Takılmanın El Kitabı” bunlardan sadece birkaçı. “Takılmanın El Kitabı” yazarları Lavinthal ve Rozler, romantik randevuların yerini artık takılmanın aldığını söylüyor. “Romantik randevular, “askılı pantolon, pikap, hatta dinozorlar kadar eskidi. Tarihe karıştılar. Yok oldular.” Takılmanın olmazsa olmazları arasında; “sarhoş birliktelik” ve ertesi sabah, geceden kalma kıyafetiniz üzerinizde, onun evinden kendi evinize giderken yaşadığınız “utanç yürüyüşü” var. Üzerinizdeki kıyafet de muhtemelen “göğüsleri açıkta bırakan bir bluz, daracık bir kot pantolon ya da kalçalarınızı ortaya çıkaran bir mini etek, açık bir ayakkabı ve içine ancak tamponunuz koyabileceğiniz küçüklükte minik bir kadın çantası olacaktır.” (BN, s.232,33).
“Takılmak, internet ve cep telefonu teknolojileri sayesinde iyice kolaylaştı. İşlem basit; Eğer bir ergenseniz, internette tanıştığınız onlarca kişiden birini seçip cep telefonundan arayarak, ailesi ile muhatap olmak zorunda kalmadan onunla buluşabilirsiniz. Ya da yirmili yaşlardaysanız, takıldığınız kişiyi cep telefonundan arayarak, hangi barda olduğunu öğrenip yanına gidebilirsiniz. “Takılmanın El Kitabı”nda belirtildiği gibi “Eğer iletişim teknolojisi (mesajlaşma ve chat’leşme örneğinde olduğu gibi) bu kadar gelişmemiş olsa, takılmak randevulaşmaya dönüşecekti. Çünkü bir şeylerin gerçekleşmesi için daha çok çaba sarf etmeniz gerekecekti.” İnternet sayısız arkadaşlık sitesi ile gençlere yardımcı oluyor. Binlerce seçeneğe elinizin altındaki fareye tıklayarak ulaşabiliyorsunuz; binlerce fotoğraf ve erotik konuşmalar…” (BN, s.233).
“1990’larda yapılan bir araştırma, yirmili yaşlardakilerin yüzde 64’ünün evlilik beklentisi olmadan birlikte yaşadığını ortaya koyuyor. Bu rakam şu anda çok daha yüksek.” (BN, s.244)..
Evlilik dışı birlikte yaşama oranı 1970’ten 1990’a doğru %500 artış gösterdi, 1990 ve 2000 yılları arasında ise %72’lik bir -ilave- artış daha yaşandı. Birlikte yaşayabilmek için evlenmeyi düşünen çiftlerin sayısı günden güne azalıyor. (BN, s.245).
2003’te evlilik dışı dünyaya gelen bebek oranı %34. Bu şimdiye kadar kaydedilen en yüksek oran. Yani doğan her bebeğin üçte birinden fazlasının anne babası evli değildi. Eğer ABD, -bu konuda- Avrupa’yı takip ederse evlilik dışı bebeklerin sayısı doğanların yarısına yükselebilir. (BN, s.246).
“Yeni denklemimiz olan evlenmeden cinsel birliktelik ve aynı evde yaşamak, kulağa rahatlatıcı gelebilir ama başarısız olma ihtimali çok yüksek. Bir adamı ağzından çıkacak sözleri beklemek, en az yalnız olmak kadar endişe yaratma sebebi.” (BN, s.157).
“David Myers, “Amerikan Çelişkisi” adlı kitabında Amerika’yı her türlü imkânın bulunduğu ancak kişilerin kendini daha kötü hissettikleri bir ülke olarak tanımlamış. Teknoloji ve maddi şeyler hayatı kolaylaştırabilir, ancak mutluluk vermez. Günümüzde, geçmişin yakın ilişkilerini özlediğimizi bile söyleyebiliriz. Çok fazla seçeneği olan bir dünyaya adım atıyoruz ve çok küçük yaşlarda depresyona giriyoruz.” (BN, s.189)
i-NESLİ
1995’ten sonra doğanlar (i-Nesli) önceki nesle göre çok daha büyük problemlere sahip. Twenge’ye göre bu nesil son senelerin en kötü psikolojik krizi ile karşı karşıya. Çünkü 2011’den itibaren kaygı, depresyon ve intihar oranlarında büyük bir patlama var. Peki ne oldu 2011’de? 2011-12, cep telefonu ve internetin yaygınlaşmaya başladığı tarih. Twenge “Daha önceki araştırmalarımda buna benzer bir durum görmedim” diyor. Peki nedir i-Neslinin bu problemleri?
.
YAVAŞ BÜYÜME-BÜYÜMEDE YAVAŞLAMA
i-Nesli ergenlerinde Ben Nesli ergenlerine göre alkol tüketimi ve riskli cinsel ilişkiler bir miktar gerilemiş görünüyor (oranlar hala çok yüksek ama önceki nesle göre bir miktar azalmış). Ama i-Neslinde azalan sadece bunlar değil, şunlar da azalmış;
Anne-baba olmadan dışarı çıkma, alışveriş merkezine gitme, araba kullanma ve ehliyet alma, ücretli bir işte çalışma, kendi parasını kazanma, bir işte gönüllü çalışma, bir etkinliğe katılma, anne-baba ile kavga/çatışma, evden kaçma-uzaklaşma düşüncesi, okuma-yazma, anlama kapasitesi, matematik başarı, kitap, dergi, gazete okuma, TV izleme, sinemaya gitme, parti düzenleme, partiye katılma, dini bir törene veya ayine katılma… bunların hepsi azalmış.
Twenge bu durumu “büyümede yavaşlama” veya “yavaş yavaş büyüme” olarak yorumluyor; “Sonuçta önceki kuşaklarla karşılaştırıldığında i-Neslinde flört etme, cinsel ilişkiye girme, araba kullanma, çalışma, içki içme ya da yanında anne babası olmadan evden çıkma eğilimi daha az. Bunların hepsi yetişkinlerin yaptığı, çocukların yapmadığı şeyler. Çoğu insan bunları çocuklukla yetişkinlik arasında bir geçiş olan ergenlik döneminde dener. Ergenliğin bir zamanlar evrensel dönüm noktaları olan ve anne babadan bağımsızlaşmaya yönelik, insana yetişkin olduğunu ilk kez hissettiren bu nefes kesici deneyimleri lise yıllarında yaşama eğilimi i-Neslinde dikkat çekici oranda düşük. Bu dönüm noktalarını lise yıllarında aşan i-Nesli üyelerinin de bunu önceki kuşaklara oranla daha ileri yaşlarda yaptığı görülüyor. Bu hem cinsellik ve alkol kullanma gibi yetişkinlere özgü zevkler hem de çalışma ve araba kullanma gibi yetişkinlere özgü sorumluluklar için geçerli. İyi ya da kötü, i-Nesli büyümek için acele etmiyor. Günümüzde 18 yaşında olanlar bir zamanların 14 yaşındaki çocuklarını, 14 yaşındakiler de bir zamanların 10-12 yaşlarını andırıyor.”(İN, s.69) .
“Ergenlik artık yetişkinliğin başlangıcı değil, çocukluğun bir uzantısı” (İN, s.71).
Bu durum i-Neslinin akademik başarılarını da olumsuz etkilemiş durumda. 2000’lerin ortalarından itibaren -bizdeki üniversite sınavının muadili gibi olan- Akademik Yeterlilik Testi puanlarında özellikle eleştirel okuma ve yazmada 13 puanlık bir düşme var. Keza Matematik düzeyi de böyle(düşmüş). Yani i-Neslinin akademik becerileri önceki nesle göre anlamlı düzeyde azalmış. (İN, s.100,101).
“Beyin gelişimi üzerine ilgi çeken çeşitli çalışmalarda, beynin yargıya varma ve karar almadan sorumlu bölümü olan frontal kortekse gelişimin 25 yaşına dek tamamlanmadığı görülüyor Bu da ergenlik çağındakilerin büyümeye henüz pek de hazır olmadığı, dolayısıyla daha uzun süre korunmaya gereksinim duydukları düşüncesini ortaya çıkardı. Ergenlik döneminde beynin gelişimi tamamlanmadığını gösteren bu bulgular üzerine çok sayıda kitap, makale ve internette çocuk yetiştirme tavsiyeleri yazıldı. İlginçtir, bu çalışmaların yorumlanmasında beyin araştırmaları ile ilgili temel bir olgu atlanıyor: beyin deneyime bağlı olarak değişir. Günümüzdeki ergenlerin ve genç yetişkinlerin frontal kortekslerinin az gelişmiş olması, onlara yetişkinlik sorumluluklarının verilmemesinden de kaynaklanıyor olabilir. 1950’lerde beyin taraması yapılabilseydi, genellikle 18 yaşında çalışmaya başlayan, 21 yaşında evlenen ve kısa bir süre sonra da çocuk sahibi olan bu kuşakla ilgili neler görülecekti acaba?” (İN, s.73) .
“Ergenlik çağında anne babaya direncin en uç örneği evden kaçma düşüncesidir. Evden kaçma düşüncesi hiçbir zaman anne babadan çıkmayacağına göre, -bu düşünce- ergenlik çağındaki kendi başına düşünmenin ve anne baba rehberliğinden uzak en derin duyguların bir örneği. Öyle görülüyor ki i-Neslinde evden kaçma olayları da azalmış: Evden uzaklaşmaya çalıştığını söyleyen ergenlerin sayısı 2010 ile 2015 arasında yani sadece 5 yıl içerisinde büyük oranda düşmüş.”(İN, s.75).
Benzer şekilde i-Neslinde anne babası ile kavga eden ergen sayısı da azalmış. Bir yıl içerisinde anne baba ile üçten fazla ciddi bir kavga yaşayan ergenlerin sayısı 2005’te %66 iken 2015’te bu oran %56’ya düşmüş. (İN, s.74) .
“Yaşam tarihi kuramına göre, ergenlik çağındakilerin büyüme hızı, büyüdükleri yere ve zamana göre değişiyor. Daha akademik bir dille söylemek gerekirse gelişim hızı kültürel bağlama uyum gösteriyor” (İN, s.49).
“Sonuç itibarıyla nedeni ne olursa olsun, ergenlik döneminde büyüme hızı yavaşladı. Artık yetişkinlere özgü etkinlikler daha ileri yaşlara erteleniyor. Bu da mantıklı bir soruyu akla getiriyor: ergenlik çağındakiler daha az çalışıyor ve ödevlere daha zaman ayırıyor, dışarı daha az çıkıp daha az içki içiyorsa ne yapıyorlar peki? Bu kuşağın adının i-Nesli olduğu düşünülürse bunun yanıtı çok bariz: Ellerindeki akıllı telefonlara bakın yeter.” (İN, s.79).
Peki tüm bunlar azalırken i-Neslinde artan faaliyet ne? Haftada en az 10 saat internete bağlanma oranı. Bu durumda dramatik bir artış var. (İN, s.1149. Ve bu eğilim de iPhone vb akıllı telefonların devreye girdiği 2007’de başlıyor, internetin yaygınlaştığı yıllarda ise patlıyor (2011 sonrası). Ve buna bağlı olarak psikolojik sorunlarda da dramatik bir artış gözleniyor. Nitekim psikolojik ve duygusal sorunlar nedeniyle son 12 ay içinde bir profesyonelle görüşen lise son sınıf öğrencisi 1983’te %4 iken, bu oran 2000’de %8’e, 2015’te ise %11’e çıkıyor (İN, s.164).
Ekran karşısında geçirilen zaman (screen time) arttıkça, kaygı, depresyon ve intihar oranları da artıyor. Bu konuda ileri sürülen 3 kuram var. Ekran başında geçirilen zamanın artması;
1-Direkt olarak mutsuzluk ve depresyona neden oluyor, 2-Sosyal etkileşimi azalttığı için mutsuzluk ve depresyona neden oluyor, 3-Basılı yayınların kullanımını azaltarak mutsuzluk ve depresyona yol açıyor. Sonuç olarak sebep bu üç olasılıkta da ekran başında geçirilen zamanın artmasına çıkıyor. (İN, s.157).
İntihar düşüncesi, ekran zamanı günde 1 saat civarında olan ergenlerde %28 iken, ekran zamanı 5 saat ve üzerinde olan ergenlerde bu oran %58’e çıkıyor. Haftada en az 6 saatini sosyal medyada geçiren 8. Sınıf öğrencilerinde mutsuzluk oranı %47 daha fazla. Bu süre 10 saat olunca %56 daha fazla oluyor. (İN, s.117).
Akıllı telefon ve internetin yaygınlaşması ile birlikte ergen cinayetleri azalmış ama intiharlar artmış durumda. 2015’te kendisini öldüren ergen sayısı 2007’ye göre %46 daha fazla (yaklaşık iki kat). 2011’de son 24 yılda görülmeyen bir durum gözlenmiş. Ergenlik çağındaki intihar sayısı cinayet sayısını geçmiş. 2014 yılında aradaki bu fark %32 olmuş (intihar daha fazla). Yani ergenlik çağında telefon başında geçirilen zaman artıp arkadaşlarla geçirilen zaman azaldıkça cinayet oranı da azalıyor ama depresif hisseden ve intihar girişiminde bulunanların sayısı da artıyor. Çünkü ergenlerin birbirlerini öldürebilmeleri için yan yana gelmeleri gerekiyor. Ama telefonda da siber zorbalık yaparak intihara sürükleyebiliyorlar. i-Nesli ergenleri cinayet işleyerek başkalarını daha az öldürüyor ama kendilerini daha çok öldürüyorlar. (İN, s.130)
CİNSELLİKTE HAYVANLAŞMA
İ-Neslinde riskli cinsel ilişkilerin Ben Nesline göre bir miktar gerilemiş olması ahlaki nedenlere bağlı değil. Bunun sebebi, bu neslin arkadaşları ile daha az yan yana geliyor olması ve cinsel enerjisini sanal sex ve pornografi ile boşaltması. Ancak bu neslin cinsellik konusunda çok daha büyük problemleri var (olacak). .
i-Nesli genel olarak “yanlış” veya “doğru” şeklinde bir kategorizasyonda bulunmuyor. Neyin doğru ya da neyin yanlış olduğu konusunda fazla bir kaygısı yok. Bu da onları daha toleranslı, daha hoşgörülü yapıyor. Irk, renk, cinsiyet ve cinsel kimlik konularındaki hoşgörüsü daha fazla. Bu nesil artık eşcinseller arası evliliği, eşcinsellerin öğretmenliğini vs. büyük oranda kabul ediyor. Erkekler arasındaki cinsellik oranı 1990’larda %4’lerde iken bu oran 2016’da %14’ün üzerine çıkmış durumda. Kadınlar arası ilişki ise 1990’lara göre 3 kat artmış. Bazıları da biseksüelliği tercih ediyor, burada da oranlar %3’ten %11’e yükselmiş. (İN, s.15).
Benzer şekilde i-Nesli evlilik öncesi cinselliğe karşı da oldukça toleranslı. “Evlilik öncesi cinsellik için “hiç yanlış değil” diyen 18-29 yaşları arasındaki gençlerin oranı 2006’da %50 iken bu oran 2016’da -yani 10 yıl sonra- %65 oldu. Artık cinsellik 16 yaş ve altındaki ergenlerde bile daha fazla kabul görüyor. Bunun için 2016’da “hiç yanlış değil” diyenlerin sayısı 1986’ya oranla beş kat artmış durumda. İ-Nesli, artık evlilik yaşının yirmili yaşların sonlarına ertelendiği bir dönemde cinsellik için evliliği bekleme fikrini saçma buluyor.” (İN, s.267) .
“Tinder ve diğer tanışma-takılma uygulamaları bir “flört kıyameti” yaratmış durumda. Gençler için birden çok cinsel partner bulmanın ve bağlı ilişkilerden kaçınmanın normu artık bu. Gençler artık “Tek şeritte takılıp kalmayın… Her zaman daha iyisini bulabilirsiniz”, “Birisiyle tanışıp 20 dakika içinde s…ebilirsiniz,” diyor.” (İN, s.266-67) .
Ancak i-Neslinin cinsel hayatında -önceki kuşakta olmayan- daha ciddi problemler var. Böyle bir cinsel hayat sadece cinsel yolla bulaşan hastalıkların artışına neden olmuyor, gençlerin cinselliğini de öldürüyor. Çünkü bu gençler romantik ve erotik donatılardan mahrum -pornografik- bir cinsellik yaşıyorlar. Gerçek bir ilişki -hatta flört- yaşamıyor, sadece takılıyorlar. İnternetten izledikleri pornografik görüntüler ve serbest cinsellik onları cinselliğe karşı duyarsızlaştırıyor da. Nitekim artık cinselliği zevkli veya çekici bulmayan gençler var. Time dergisinin 2016 yılındaki bir kapağı, aşırı porno yüzünden gerçek cinsellikten tahrik olmayan genç erkeklerin sayısındaki artışından bahsediyordu. (İN, s, 277).
Popüler bir TED konferansında 40’lı yaşlarındaki Cindy Gallop 20’li yaşlardaki erkeklerle yaşadığı cinsel deneyimleri anlatırken şöyle diyor; “Genç erkeklerle cinsel ilişkiye girdiğimde, kültürümüzün her yanına sinsice yayılan pornografinin gerçek etkilerini doğrudan ve kişisel olarak görüyorum. Çocuklar pornoyla daha önce hiç olmadığı kadar küçük yaşlarda karşılaşıyor. Cinselliğin porno filmlerdeki gibi olduğunu düşünen bir kuşak yetişiyor.”(İN, s.277).
i-Nesli, ilişkilerden uzak duruyor. Sadece “takılıyor.” Genç bir ergen olan Mark, “Bir ilişkideyken onların sorunu sizin de sorununuz oluyor” diyor. James de üniversitedeki takılma ortamının “hızlı bir şekilde tatmin olmanın” bir yolu olduğunu söylüyor. “Böylece bir insanın her şeyiyle uğraşmak zorunda kalmıyorsunuz. O anda zevk alıyorsunuz, o kadar” diyor. Yani i-Nesli, yüzeysel ve duygusuz bir cinsellik yaşıyor. Bunda sosyal medyanın rolü büyük. Çünkü sosyal medya uygulamaları takılma ve aldatmayı son derece kolaylaştırıyor. (İN, s, 280) .
İlişki korkusu i-Neslinde ve Y Neslinin genç üyelerinde “duygulara yakalanmak” gibi ilginç argo terimler ortaya çıkarmış. Birisine duygusal olarak bağlanmak yani sevgi nahoş bir durummuş, sanki bir hastalıkmış gibi “duygulara yakalanmak” olarak niteleniyor. (İN, s.282).
i-Neslinden üniversite öğrencileri ile görüşen Lisa Wade’in deyişiyle; “Bugünlerde üniversite kampüslerinde birisine takabilecekleri en kötü lakap eskiden olduğu gibi “sürtük” değil, hatta takılma kültürüne daha uygun olan “iffetli” de değil. En kötü lakap “biçare” yani birisine ihtiyacı varmış gibi davranmak, yapışkan olmak, acınacak bir durum.” (İN, s.282,83).
Bu işi o kadar abartmışlar ki, bazı internet siteleri “Duygulara Yakalanmamanın Yolları”nı anlatan bilgiler veriyor. Çünkü -onlara göre- “üniversite keşfetmek demek; genç, başına buyruk, özgür falan demek, daha ilk yıldan birine takılıp kalmaya hiç gerek yok.” Tavsiyeleri de şunlar; “Karşınızdakine onunla ilgili hiçbir duyguya kapılmayacağınızı hareketlerinizle gösterin”, “Hayat hikayenizi anlatmayın”, “Sakın sarılmayın”, “Sakın ha, kesinlikle. Birlikte film izlerken olsun, yatak odasındaki ateşli dakikalardan sonra olsun, kucaklaşmaya, sırnaşmaya sakın başlamayın. Böyle bir yakınlaşma duygusal yakınlaşma demektir, yani en son istediğiniz şey. Şu sarılıp yatma işine hiç girmeyin, gerekiyorsa aranıza yastıklarla barikat kurun. Ne de olsa zor zamanlarda zorlu önlemler almak gerekir.” (İN, s.282) .
Yani resmen “sadece çiftleşin” diyorlar. Bu tam bir hayvanlaşma. Hatta daha da kötü. Çünkü cinselliği ağırlıklı olarak biyolojik bir süreçte yaşayan hayvanlar bile karşıt cinse bir sürü kur yaparken, cinselliği psikobiyolojik bir süreçte yaşayan insana “sadece çiftleşin” demek ve de bunu uygulamak, -hayvanları tenzih ederek- hayvanlaşmanın da ötesindedir; .
“Arzularını ilah edineni -arzularına tapınanı- gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Sen onların çoğunu söz dinler ve aklını kullanır mı sanıyorsun? Hayır, onlar hayvan gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından hayvanlardan daha şaşkındırlar.”(Furkan, 25/43,44)… .
Böyle bir cinsellik, cinselliğin insana özgü bütün estetik kazanımlarını yok saymak, onlardan mahrum kalmak ve oldukça düşük düzeyli bir nefsi tatmin (haz) düzeyine indirgemek, buna razı olmak demektir. Sofistike hazlar içeren insan cinselliğini (yüksek düzeyli kadın-erkek birlikteliğini) terk ederek ruhsuz bir mastürbasyona -hem de oldukça riskli bir mastürbasyona- teslim olmak demektir. İdeal cinselliği hiçbir zaman yaşayamamak, gerçek tatmine hiçbir zaman ulaşmamak demektir. .
Bu durumun elbette ki ruhsal ve bedensel düzlemde yansımaları olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Nitekim i-Nesli bu paradoksunu itiraf etmektedir. Çünkü i-Neslinin çoğu aslında yalnızca takılmak değil, bir ilişki kurmak istediğini itiraf ediyor. İki yeni araştırmada üniversite öğrencilerinin dörtte üçü (%75’i), gelecek yıl içerisinde uzun süreli ve sevgi dolu bir ilişki kurmak istediğini söylüyor. Ama buna karşılılık, sınıf arkadaşları içinde yalnızca takılmak istediğini söyleyenlerin sayısı da neredeyse aynı. Yani i-Neslinde ortalama bir üniversite öğrencisi yalnızca kendisinin bir ilişki istediğini zannediyor, oysa öğrenci arkadaşlarının çoğu için de aynı şey geçerli. Wade’in deyişiyle: “Ne istemeleri gerektiği ve ne yapmaları gerektiği üzerine cesur anlatılarla, bir anlamda, asıl istedikleri arasında bir kopukluk var.” 19 yaşındaki bir kız da American Girls’e şunları söylüyor: “[Aslında] Herkes sevilmek istiyor, ama hiç kimse bunu itiraf etmek istemiyor.”(i-Nesli, s.284)
.
SONUÇ&YORUM.
Cinsel dürtüler yok sayılamaz. Tüm dürtüler gibi bunun da meşru yollarla tatmin edilmesi gerekir. Ancak gerçek tatmine ne fıtratla savaşılarak ne de fıtrata rağmen ulaşılabilir..
Fıtrat ve imkân kıskacındaki gençlerimiz büyük bir tehdit altında. Sadece cinsellik konusunda değil birçok alanda onları/bizi tehdit eden büyük bir tusunami ile karşı karşıyayız. Dip dalgaları dijital iletişim tarafından oluşturulan bu tusunamiye karşı gerekli tedbirleri alamazsak neslimizi ve geleceğimizi büyük bir krize atmış oluruz. Bu tusunamiye karşı bireysel önlemlerle mücadele edemeyiz. Bunun için topyekün bir seferberlik gerekir; devletin, ilgili bakanlıkların, üniversitelerin, enstitülerin, STK’ların kısaca herkesin, hepimizin bu seferberliğe katılması gerekiyor. Herkes bu konu üzerinde düşünmeli ve çözüm için didinip durmalıdır. .
Gelecek kesinlikle bu dijital çağı yönetebilen toplumlarda olacak. Bu durumu yönetemeyen toplumlar batacak, yönetebilen toplumlar iflah olacak. O halde geleceğimiz sadece teknoloji ve üretime endekslenemez, bununla birlikte bu süreci yönetebilecek ilave çalışmalara da ihtiyacımız var. Bunu yapmalıyız. .
Bunun için de önce teşhisi doğru koymalıyız. “Falan sözleşmenin falan maddesinde şöyle bir kelime var, vs…” diyerek feveran etmek maharet değil. Bu üzerimize doğru gelen devasa tusunamiyi görmezden gelerek sağdan soldan önümüze sıçrayan damlalar için vaveyla koparmak demektir. O damlalar için vakit kaybetmeye gerek yok, sen tusunamiye odaklan. .
Ayrıca maharet zaten dev dalgalarla üzerimize doğru gelmekte olan bu devasa tusunamiyi görmekte de değil, bu tusunamiyi besleyen dip dalgaları görebilmek ve onları söndürebilmekte. Ve tabi ki kendimizi de koruyabilmekte. .
İşimiz kolay değil. Allah yardımcımız olsun.
Kaynaklar
1-Jean M. Twenge. Ben Nesli, Kaknüs yayınları, 2006
2-Jean M. Twenge. İ-Nesli, Nesli, Kaknüs yayınları, 2018
[i] İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı