Dil Derdimiz, Dil Derdimiz…

“Dilim, dilim…

Kes kavun dilim, dilim

Men dilimden vaz geçmerem

Kesseler meni dilim, dilim… “ (Kerkük Hoyratı) 

Dil kelimesi Türkçemizde derin manaları olan bir kelime. Birçok çağrışımı olan dil kelimesi,  güzel Türkçemizde, hem organ olarak dilimizi, hem de başka dillerde olmadığı söylenen, duygularımızı ifade ettiğimiz gönlümüzü anlatan, derin çağrışımlı bir kelime. Hem konuştuğumuz dil olarak, hem de duygularımızın yöneticisi gönül anlamında dil yaşadığımız birçok meselenin de ruhunda duran bir değer. İnsanlar ya dilleriyle ya da gönülleriyle anlaşırlar. Anlaşamadıkları yerde de zaten birçok mesele zuhur eder. Bu meseleler bazen ekonomik, bazen sosyal, bazen kültürel hallerde de olsa temelinde anlaşamamak vardır. O zaman birini diğerine tercih etmeden dil derdimizi “hal yoluna koymamız lazım. 

“Dilimiz” çoraklaştığı için mi, dilimize hükmedemiyoruz; yoksa “dilimiz” kuruduğu için mi dil işe yaramıyor. 

“Söylesem kar etmiyor, sussam gönül razı değil” kelam_ı kibar’ı rahmetli Fuzuli’ye ait.  “Dil derdimiz, dil derdimiz”. “Dil”imizi kaybettiğimiz için, dilimizi de kaybediyoruz aslında. Mehmet Ali Çakır abiyle epey dertleşmiştik konu üzerine ve ben o zamanlar diyordum ki “doçent olma şartı olan asgari puanı alınca gör bendeki feryadı. Utana, sıkıla, çalıştım ve asgari puanı aldım. Ondan beridir de yabancı dilin yüzüne dönüp bakmadım. Çünkü ben de bir Türk’üm ve bir Türk’e yabancı dili “zor” öğretirsiniz. Çünkü bizim zihnimizde büyük devlet olma hafızası var. Bizler “kolej” çocukları olmadık. Bizim büyüdüğümüz evler, fakir evlerdi, dünyayı bilmezlerdi ama “gâvur” bilirlerdi ve gâvur, bizim medeniyetimizde bir Türk’ten, yani Müslümandan aşağıdaydı. Evet, fakirdik, “modernizm” denilenin nimetlerinden uzaktık ama hala izzetimiz yerindeydi. Yani “bizim” evlerden bahsediyorum… 

Bozok Üniversitesinde iken bir gün İlahiyat Fakültesinin bölüm seminerine katılmıştım ve konu Arapça eğitimi idi. Sohbeti veren kişi bir doçent idi ama ismini şimdi hatırlayamıyorum ve anladığım o idi ki İlahiyat fakültelerinin başı da Arapça ile dertliydi. Çıkışta fakülte yöneticisi bir arkadaşa “ben ilahiyat fakültelerinde Arapça eğitimimiz iyi bir seviyededir zannederdim ama sizin halinizde bizim gibiymiş” diye takılınca, o da “hiç sorma hocam, Arapça’da bir türlü istenen seviyede olamıyoruz” diye cevaplamıştı. Belki beni taşlayacaksınız ama ben oradan Türk milletinin geleceğine olan inancı daha da artmış mutlu bir insan olarak ayrılmıştım. Tabi bunu hocanın anlamasını da beklemeden. Çünkü muhtemelen anlamadı zaten. Eğer benim Türk milleti yabancı dil “öğrenmez” iddiam doğru değilse geriye “Türk milleti geri zekâlıdır” önermesi kalıyor ki bunu da isteyen kabul etsin ama ben kabul edemem. Bu durum aslında bir doktora konusudur. Yüz yıllık bir yabancı dil eğitimi maceramız var neredeyse ve bu memlekette yabancı dil bilen insan sayısı bir elin parmakları sayısını geçmez. Buna üniversiteler de dâhil. Ortadoğu ve Boğaziçi Üniversitesini ve bazı üniversitelerdeki kabiliyetli ve yabancılarla meşguliyetli insanları tabi ki hariç tutmamız lazım. Ya da yurtdışında yaşamış, orada büyümüş, orada okumuş falan… Ortadoğu ve Boğaziçi’nin de bu ülkeye lejyoner yetiştirmekten başka nasıl bir katkısı olmuş, bunun da muhasebesini yapmak lazım ama şimdilik o bahsi geçiyorum. O zaman bu, yani yabancı dil eğitiminde ki israfta ısrar niye. Çünkü ciddi bir başarısızlık var ortada. Fen liseleri, Anadolu liseleri, süper liseleri gibi uygulamalarda oldu ve orada çocuklar bu işi öğrendi ama ya sonra, sonrası gene yok. O zaman yabancı dil eğitimine başka gözle bakmak lazım. Akademisyenlerde dâhil herkesin dil öğrenme mecburiyeti olamaz. Olmamalı. Elli, altmış yıldan bu yana denemediğimiz bir yol, usul, metod kaldı mı? O zaman bu nafile çaba yerine, Ankara’da ki Milli kütüphane benzeri, büyük bir çeviri merkezi kurup, dünyada hangi dilde ne yayınlandıysa onu Türkçeye çevirmemiz ve her eğitim ya da devlet müesseselerine uzaktan erişim yoluyla bağlanacak bir alt yapı kurarak isteyenin erişmesini sağlamak, bu ülkenin bilimine daha çok fayda sağlamaz mı? Bu tabi ki eğitimimizde yabancı dil eğitimini kaldıralım demek değil. Ama mecburi olmaktan çıkarsak, isteyen, seven, kabiliyetli kişilerin tercihine bıraksak, daha iyi olmaz mı? Bu sayede hem hakikaten yabancı dil öğrenmek isteyenlere daha fazla kaynak sağlanır, hem de var olan kısıtlı kaynaklar israf olmamış olur ve verimli bir eğitim hayatı kurulmuş olur. 

Bu ülkede yabancı dil derslerinin nasıl geçtiğini bizim nesil bilir! Bizden sonra iyi olsaydı onu da biz çevremizden, şahit olduğumuz hadiselerden biliriz. Vesselam, yabancı dil eğitiminin bu memlekette büyük bir zaman ve emek israfına sebep olduğu görülsün artık. Görülürse, belki tedavi yolunu da biliriz. Yoksa iyi sınıflar kurup, içine talebe ve hocayı koymakla sadece günü kurtarmış oluyoruz.  

 Efendim konuyu çok uzattım. Derdimiz çok. Rahmetler olsun Abdurrahim Karakoç abinin vecizesiyle bitireyim “Yol uzun, zaman dar, ben yoruldum…”

 ———————-

[i] Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Yenilenebilir Enerji Sistemleri ABD Öğretim Üyesi

Yazar
Cüneyt CESUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen