İnsanların birbirleriyle iletişiminde kullandıkları cümleleri oluşturan kelimeler vardır, yâni ağzımızdan çıkan sözler. Bizi bize ve etrafımıza gösteren sözler. Acı, tatlı, kapalı, açık, hüzünlü, mutlu, umutlu, umutsuz, çaresiz, duygulu veya boş sözler… bu konuştuğumuz kelimelerde dil yarası olacak sözler vardır, bunlara islâm literatüründe “gıybet” denilir.
Gıybet; bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, insanlar hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında “dedikodu”, gıybet ile aynı anlamda kullanılır. Gıybet, kişinin yüzüne karşı söylenmesinden hoşlanmayacağı bir ayıbını, kusurunu veya eksikliğini gıyâbında veyâ huzurunda söylemektir.Kişilerin hoşlanmadığı bu kusuru, ister bedeninde, ister ahlâkında, ister asâletinde, ister dünyâ işlerinde, ister dînî işlerinde, ister elbisesinde olsun… Hiçbir fark yoktur. Bütün bu hususlarla ilgili kişinin duyduğu vakit, hoşlanmayacağı sözleri arkasından veya yüzüne karşı söylemek gıybettir.
Gıybet, Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye ve ümmetin icmâ’sı ile haramdır. Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de gıybeti çirkinlik bakımından “ölü eti yemeye” benzeterek şöyle buyuruyor:”Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (el-Hucurât, 49/12)
Gıybet, doğruyu söylemek olduğuna göre haram olmasının hikmeti, insanın şerefini ve kişiliğini korumaktır. Allâh-u Teâlâ’nın kişinin eti ile şerefi arasında bir benzerlik kurması, kişinin her ikisinden de üzüntü duymasındandır. Kişinin eti yendiği vakit canı acıyıp üzüldüğü gibi, şerefi ile oynanıp, kalbinin kırılacağı sözleri duyması da onu üzer. Hak Teâlâ, gıybeti, kardeş eti yemek gibi çirkin göstererek, Müslümanları gıybetten şiddetli bir şekilde men etmekte ve gıybete hiçbir yol bırakmamaktadır.
Gıybet hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadaır. Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre: Gıybet nedir? Ey Allah’ın Resulü! Denildi de, şöyle buyurdu: “Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyi ile hatırlayıp konuşmandır.” Ya söylediğim durum onda mevcut ise dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Söylediğin şey onda var ise gıybet etmiş sayılırsın, yoksa iftira etmiş sayılırsın.” ( Tirmizi)[1]
Ebû Hüreyre (r.a.)’den haber verdi ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizleri zandan sakındırırım. Çünkü zanla söylenen sözler, yalanı daha çok olanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayınız. Birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz, birbirinize buğz ve düşmanlık da etmeyiniz. Ey Allah ‘ın kulları, birbirinizle kardeşler (mesâbesinde) olunuz! …( Buhari Edeb, 57) [2]
İnsan, muazzam, muhteşem bir varlıktır. Allâh’ın indinde mü’min-i muvahhid;inkâr eden, şirk koşan değil, rezil etmek için insanların ayıplarını kusurlarını araştıran, casusluk yapan, bir şey bulunca da, marifetmiş gibi, üstüne kondura kondura anlatan. Mü’minlerin haysiyyetlerini tahrip edince de, büyük zaferler kazanmış bir asker edâsıyla gururlanıp kibirlenen, Gâyeye erişmek için yalan, hile entrika, Şayet foyamız meydana çıkarsa da, özür beyan edip af dileyeceğimize başlarız cidâle, müdafa edip nefisten yana çıkmaya çalışan kişi, değildir.
“Ya susun, kimseye zararınız dokunmasın, ya da hayır konuşun, yararlı olun!” buyuruyor (s.a.v) Efendimiz. (Tergîb ve Terhîb, c.5, s.420)
Mâlâyâniden, yâni faydasız sözden, dili çekebilmek önemlidir. Emri bil-ma’rûf nehyi anil-münker vardır. Dilin mâlâyâniye kayması da münkerdir. İnsan çok konuştukça batar, battıkça konuşur, konuştukça daha çok derinlere batar. Çıkmak ister, kendini haklı göstermek ister. Maalesef bunlar vardır ve insanlar, bunun farkındadırlar. Bilmiyorum diyenler de farkındadır. Çünkü ruh bundan hoşlanmaz, nefis hoşlanır.
Gücü yettiği halde gıybete susup onu yasaklamamak da kebâirdendir. Çünkü gücü yeten kimsenin münker olan şeyi önlememesi büyük günahlardandır. Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifâde eden her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir. Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir.[3]
Dil yarası halinde olan, bu Gıybet kapsamındaki sözleri şu şekillerde ifâde edebiliriz;
1- İnsanın Bedeni İle İlgili Kusurlarını Söylemek: Bir kişi hakkında kördür, topaldır, keldir, şaşıdır, kısa boyludur, uzun boyludur ve çirkindir gibi kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı kusurlarını söylemek gıybettir.Bir rivâyete göre, Resul-i Ekrem(s.a.v)’in yanına kısa boylu bir kadın geldi. Kadın çıkıp gittikten sonra, Hz. Âişe(r.a) şöyle dedi: “Boyu da ne kadar kısa! Bunu işiten Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu: “Kadının gıybetini ettin, ya Âişe!”[4]
Ashab, Resul-i Ekrem’in yanında bir kimseden söz ettiler: “Filan kişi çok zayıf kimsedir, yardımcısı olmadan kendi başına ne yiyebilir ne de misafirliğe gidebilir.” dediler. Resul-i Ekrem(s.a.v): “Onu gıybet ettiniz” buyurdu. Onlar: “Biz onda olanı söyledik” dediler. Resul-i Ekrem(s.a.v): “İşte gıybet de odur.”[5]
2- İnsanın Elbisesiyle İlgili Kusurlarını Söylemek: Bir kimse hakkında pantolonu kısadır, eteği uzundur, elbisesi eskidir veya ceketi kirlidir gibi kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı ayıplarını söylemek gıybettir.Nitekim Hz. Aişe (r.a) diyor ki: Resul-i Ekrem(s.a.v)’in yanında bulunduğum bir sırada bir kadın geldi ve gitti. Ben:” Bu kadın ne uzun etekli! “dedim.Resul-i Ekrem(s.a.v):” Ağzındakini tükür ” buyurdu, ben de bir et parçası tükürdüm, dedi. (İbn-i Ebi Dünya)
3- Dünya İşleri İle İlgili Kusurlarını Söylemek: Bir kimse hakkında edepsizdir, çok yer, çok uyur, ailesi çok gezer, evi temiz değildir gibi kişinin duyduğunda rahatsız olacağı sözleri söylemek gıybettir. Resul-i Ekrem(s.a.v)’in huzurunda iki kişiden biri arkadaşına dedi ki:” Muhakkak filan adam çok uyuyor.” Bu sözden sonra bu iki kişi Resul-i Ekrem(s.a.v)’den bir yiyecek istediler ki, onunla ekmeklerini yesinler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu: ” Siz yemek yediniz!” Onlar: Biz yemedik.” dediler. Bunun üzerine Resul-î Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu: ” Evet, siz kardeşinizin gıybetini ederek etinden yediniz. (Taberâni)
4- Ahlâkı İle İlgili Kusurlarını Söylemek: Bir kişi hakkında kötü huyludur, acizdir, zayıftır, korkaktır, cimridir, öfkelidir gibi kişiyi rencide edici şeyleri söylemek gıybettir.
Ebu Hüreyre(r.a), diyor ki: Resul-i Ekrem(s.a.v)’in yanında oturuyorduk, bir adam kalktı gitti. Orada bulunanlar: “Ya Resülüllah, filan adam çok zayıf ve çok aciz bir kimsedir dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyurdu: “Arkadaşınızı gıybet ettiniz ve etini yediniz.” (İhya)
Hattâ öyle bir bakış vardır ki, insanı yerin dibine batırır. İnsanı rencide eden ifâdeler vardır; sözde şakalar, lâtifelerdir. Bütün bunların hepsi haramdır ve yasaktır.
Bâzen de kimisi, gıybet etmek istediğini önce över, medhü senâ eder, sanki öyleymiş gibi. Ondan sonra da, “Bizim mübtelâ olduğumuz şeylere o da oldu.” Gibi ifâdeler kullanılır. Burada maksat nedir? Her ne kadar şahsını katsa da asıl maksat ve gâye maalesef o kimseyi zemmetmektir.
“Haklı tenkide açığız” gibi sözleri çok duyarız. Evet, haklı tenkide açığız da, her tenkidde bir gerçek payı vardır. Bu gerçek pay nedir? İnsan, nefsinde tuttuğu kin ve garazı kusmaktadır. “Gerçek söylüyorum, sana dostum diye söylüyorum” diyerek onu rencide eder ve kendisini bir şekilde temize çıkarır.
Meselâ bir de şöyle bir şey duyarız: “Falanca kişiyle veya filân arkadaşla alay edilmesi, arkasından konuşulması beni üzdü.” Bu da bir gıybet tarzıdır. Eğer gerçekten o kişi bu duruma ve davranışa üzülseydi, ya orada konuşanı susturacaktı güzel bir tarzda veya böyle bir şeyi dile getirmeyecekti. Eğer üzülüyorsa onu bu şekilde gündeme getirmekten de sakınması, son derece çekinmesi gerekiyordu. Mâdem ki çirkinlik yapılmıştır, onu ikinci defa ortaya getirmek gıybetin ta kendisidir. Bütün bunlara dikkat etmek gerekiyor.
Bir önemli husus daha var ki, ona da şâhit olmaktayız: Hayret ifâde etmek…
Meselâ, birisi bir şey anlatıyor; öbürü: “Öyle mi, hiç duymamıştım. Hayret doğrusu, bunu beklemezdim!” diyor. Bunu yaptığınız takdirde gıybet eden kişiye şevk getiriyorsunuz. Onun gıybet etme arzusunu, şevkini kamçılıyorsunuz ve böylece onun günahlarına da ortak olmuş oluyorsunuz.
Asr-ı saâdette kötü bir koku duyuluyordu. O koku çıkınca, Resûl-i Ekrem(s.a.v) şöyle buyururdu:” Bazı münafıklar, bazı Müslümanların gıybetini etti; çıkan bu koku ondandır.”[6]
Bazı âlimlere sordular:”Gıybetin kötü kokusu, Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in zamanında belli olurdu; şimdi belli olmuyor. Bunun hikmeti nedir?” Âlimlerden şu cevabı aldılar:”Bu zamanda gıybet çoğaldı. Onunla burunlar doldu.Bu yüzden gıybetin çirkin kokusu artık hissedilmiyor.” Meselâ: Bir adam mezbahaya gider; orada kötü kokudan duramaz. Fakat orada çalışanlar yerler, içerler ve orada otururlar. Orada hiç bir koku almazlar. Çünkü burunları o kokuya alışmıştır. Burunlarımız da gıybetin kokusu ile dolduğundan gıybetin kokusunu hissedemiyoruz.
Sahâbe-i Kiramdan bazısı şöyle dedi:” Kalbinde kasvet, bedeninde bir zayıflık, rızkında bir darlık görürsen, bil ki, üstüne düşmeyen, dünyâ ve âhiretine yaramayan şeylerden söz etmişsindir.”
Rivayetlerde gıybet, dedikodu, iftira gibi çirkin sıfatlar kalbin hastalıkları olarak zikredilmiştir. Vücut hastalıklarının ve bedendeki yaraların tedavisi kolay ise de, manevi yaraların, kalp ve nefis hastalıklarının tedavisi zordur. Çoğu kere de mümkün değildir. Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir.[7] Nasıl ki deprem gibi doğal afetler, binaları yerle bir edip büyük felaketlere yol açıyorsa, dil nimeti de şer yolunda kullanıldığı zaman ümmetin birliğini bozacak kadar büyük bir afete dönüşür. Eğer onu terbiye ederek ehilleştirir ve dizginlerini ele alırsak ondan hayır yolunda faydalanabiliriz. Eğer ehilleştiremez de onu kendi haline bırakırsak, kısa bir süre zarfında öyle bir hal alır ki, kiminle konuşursa gıybet konuşur, karıştığı her topluluğa fitne ve fesat tohumlan eker, iman ve kardeşlik bağlarını koparır. Hem sahibinin hem de toplumun kalbinde telâfisi mümkün olmayan derin yaralar açar. Dilin şerrinden ancak hayır konuşan veya sükût edenler kurtulur. [8]
Gıybetin ferdi ve toplumsal tahribatının çok büyük ve diğer günahlara nazaran etkilerinin daha fazla olması nedeniyle Allâh-u Teâlâ bu günahın tevbesini şarta bağlamıştır. Bu günah, kul hakkına girdiğinden, affedilmesi, öncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır. Gıybetin keffâreti, Allah’tan mağfiret dilemek, pişman olmak ve gıybet edilen şahıstan bizzat helâllik almakla olur. Affetmezse bile, onu övmeli, ona yalvarmalı ve onun gönlünü almalıdır.
“ Kare çıktı heceden,vezinleyemem
Ben ağyar gönlünü düzenleyemem
Gönül sırlarını,dosta açarım
Bulunca dostu,rayihâlar saçarım.”
Sözleri ile güzel nağmeler ifade eden, özü ve sözü temiz, doğru ve güzel olanlardan eylesin…
KAYNAKLAR
[1] Müslim. Birr Tirmizi, Birr,Ebu Davud, Edeb,
[2] Buhari .Edeb, Müslim.K.Birr , Ebu Davud, Edeb,
[3] . İmam Gazzâli, Zübdetü’l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363
[4] Ahmed Müs, Ensar, H.no 24528. Cd. 23898,
[5] Et-Tergib ve’t-Terhib, H.no.4290.c3/328
[6] Et-Tergib ve’t-Terhib,
[7] , Kenzul Irfan H.no. 8027. c.2,82
[8] İhya c.3,