Burada konuya girmeden önce hemen söylemem gerekir ki, bu din Allah’ın dini değil kullarının dinidir. Hiç şüphesiz, Allah’ın dini, insanın doğru yaşamasını, onun doğru yolda gitmesini ve Hakk’a vasıl olmasını sağlar.
İnsanlık tarihi din ile başlar ve devam eder.Hayatı başlatan vahiy, devam ettiren de vahiy olmuştur. Bu bağlamda ilk Peygamber Adem(A.S) ile başlayan vahiy, son Peygamber Hz. Muhammed(S.A.V) ile tamamlanmıştır. Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği vahyin özünü Kur’an 21/25 ayette şöyle açıklamıştır; “ Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki onlara” Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edeceksiniz!” diye vahyetmiş olmayalım.” Ve 41/43;” Resulüm! Sana söylenen senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka birşey değildir”
İnsanlık tarihi, Allah’a yaklaşma ve ondan uzaklaşma hallerinden ibarettir. Diğer bir deyişle insanlık tarihi Allah’a kulluk ve nefse kulluk etme tarihinden ibarettir. Bir hadiste vurgulandığı gibi: “ Kendinizi, sizin için size hizmet etsin diye yarattıklarımızın seviyesine indirmeyin.” Uyarılmıştır. Evet! İnsanlığın serüveni bundan ibarettir. İnsan dünyada yaratılmış olanlarla ilişkilerini artırarak hakk’tan uzaklaşmakta ve hatta işi iyice azıtarak Allah’ı bile unutacak hale gelmektedir.
Konuya bu kadar girişten sonra asıl konumuza gelelim. Şu bir gerçektir. İslam dini, Son Peygamber ile tamamlanmış ve insanlığın önüne konmuştur. Tamamlanan din, Kur’an’ın içeriğini oluşturmaktadır.
Tamamlanan din Hz. Muhammed’in çevresindeki insanlara tebliğ edilmiş ve onlar da mesajdan ne anladılarsa ona göre uygulamaya başlamışlardır. Bu süreçte din artık kütürleşmeye de başlamıştır. Hz. Peygamber’den sonra din, tamamen insan dolayımlı yorumlarla yoluna devam etmiştir. Daha sonraki yıllarda vahyin özgün ve saf hali de nakl bilgilerle devam etmiştir. Bu sürece kimileri de vahiyden uzaklaşma ismini vermişlerdir ki bu da doğru bir ifadedir. Burada Değerli İlahiyatcı İlhami Gülerin sözünü de aktaralım. Sayın Güler: “ Her nesil ve coğrafya kendi yorumunu dönemin bilgi birikimi, epistemesi ve ufuklarına göre kendi ihtiyaçları doğrultusunda oluşturur.”
Yaklaşık 1500 yıllık zaman diliminde müslümanların dini hayatlarını tesbit etmek tarihi bir konudur. Hz. Muhammed’in zuhur ettiği zaman dilimi kainatın varolduğundan çok farklı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. O’nun döneminde Allah’ın nuru tamamlanmış, bütün varlıklar bambaşka bir hale bürünmüştür. O’nun çekilmesiyle de herşey değişmeye başlamış, alemleri karanlıklar kaplamıştır. Elbette insanların halleri de değişmeye başlamış ve böylece öz’den uzaklaşmalar da başlamıştır. İslam’ın tüm gerçekleri beşerileşmeye başlamıştır. Yani artık nefs devreye girmiş ve o günden beri bu haller sürüp gelmektedir. Hz. Ali bu dönemin hallerini şöyle söylemiştir: “ Peygamber’den bu güne 20 yıl geçti, ben bu dini tanıyamadım..”
İnsanın durumunu düşündüğüzde, insan için zorunlu kateogorler vardır. IRK, cinsiyet, din anlayışı, mezhep, ülke, millet v.s. İnsanın içinde yaşadığı zorunlu kateogilerdir. Yani yerelliklerdir. İslam ise evrensellikler içerir. İslamı yerelliklere indirgemiştir müslümanlar.
Hz. Peygamber’den sonra ilk müslümanlar” halifelik” konusunda ihtilafa düşmüşler ve bu yolla da dinden uzaklaşmalar başlamıştır. Halifelik dini değil siyasi bir meseledir. İslam dünyasındaki tüm kavgaların temeline bu halifelik kavramı oturmuştur. Dikkat edilirse İslam dünyasındaki tüm kavgalar siyasidir., dini (teolojik ) değildir. Emevilerin dönemi iyice siyasi ve saltanat dönemidir. Onların döneminde din, siyasetin yedeğinde, saltanatı meşrulaştırma aracına indirgenmiştir. İslam’ın temel ilkeleri olan iman, ahlak, ihlas, adalet, merhamet, tevhid meseleleri; imamat, siyaset, devlet ve yönetim meselelerine dönmüştür. 1500 YILDIR BU SÜREÇ DEVEM ETMEKTE VE BUGÜNLERE YANSIMALARI DA HALA DEVAM ETMEKTEDİR. Diğer ifadeyle geçmişin sosyolojisi günümüzde teolojilere dönmüştür. Yani geçmişteki kavgalar, bugün dini itikat haline gelmiştir.
Daha sonraki yıllarda Türkler müslüman olmuşlar ve onlar da dini kendi kültürel kalıplarına dökerek yepyeni ve diğerlerinden farklı bir türk yorumu ortaya çıkartmışlardır. Türkler, İslam’ı ilim ve ahlak olarak benimsemişlerdir… Dinin manevi boyutunu da tasavvuf ve tarikatlar kurarak yaşamaya başlamışlardır. Türkler din, devlet ilişkilerini de dini devletin kontroluna almışlar, dini devletleştirmişlerdir.
Türkler’ de devlet herşeyden önce gelir . Türkler devletçi bir zihniyete sahiptir. Türkler’de din ve devlet nisbeten bir birbirinden bağımsız, ama devletin şemsiyesi altındadır. O nedenle olacak ki tarihte din, devlet meselesi olmamıştır. Evet! Geçmişte böyle idi, şimdi de böyle yoluna devam etmektedir.
Müslüman ülkelerde dini rafa kaldıranlar olmamıştır. Dinin rafa kaldırılması batı modernitesinin işlerindendir.
Yirminci yüzyılda müslüman ülkelerde şöyle bir gelişmeye şahitlik ettik. Batı’ da üretilen dünyevi ideolojileri aldılar, İslam kelimesini bu ideolojilerin başına getirdiler, onu basit sıfat haline indirgediler. Yani ilahi olan dini beşeri bir fikre indirgedi müslümanlar. “İslam Sosyalimzi”, “ İslam kominizmi” v.s gibi.
İslam dünyasında dini, din olmaktan çıkartan en önemli gelişme, imanı aklın önüne almak ve aklı işletmeyi terk etmek olmuştur. Kör bir imanla yola devem etmeye çalışmışlardır. Bu kör iman sonunda müslümanları kör kuyuya götürmüştür. Kur’an 1157 ayette aklı kullanmayı Allah’ın emri olduğunu söylemesine rağmen. Sonuçta Allah’ ın dini İslam’ın karşısında nefsin din uydurulmuş, paralel İslam çıkmıştır. Bu bağlamda iki din birbirleriyle kıyasıya mücadele haline gelmiştir. Müslümanları dini anlayamaz hale getiren de bu paralel İslam’dır.
Böylece müslümanın dindarlığı dini darlığa evrildi, kendileri de seyyiat çukuruna düştüler. Yani kötülükler içinde bocalıyorlar. Müslümanlar kozmik boyutunu kaybetti. Bütün varoluşsal bağları kendi elleriyle çözdüler. Hakikat yalana; adalet zulme; ahlak ahlaksızlığa; merhamet acımasızlığa; iman şirke; din riya v e şirke; ibadet ise kibir ve riyaya dönüştü. Allah’ın dini İslam da böylece yaşanamayan din haline geldi.