Din Temelli Muhalefetin Odağındaki Atatürk ve Atatürk’ün Din Anlayışı

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Meryem ÇAĞIL

         

Giriş

Dinin iktidarının talep edilmesiyle sorgulanan iktidarın dini, din temelli muhalefetin iktidar karşısında ürettiği siyasi söylemin temel meselesidir. Devlet adamının dini de İslam siyasal düşüncesinde tartışılan bir konu olmuş ve devlet adamının aynı zamanda halife olarak takva sahibi olması gerektiği yönünde hüküm bildiren âlimler olmuştur. Örnek olarak İbn Teymiye devlet adamının mutlak surette dindar ve takva sahibi olması, şeriatı uygulama görevini yerine getirmesi gerektiğini bildirmiş, din toplumu ve din devleti dışında bir dünya düşlememiştir. Selefizmin fikri kurucusu İbn Teymiye’nin karşıladığı dünya dinle doludur ve bu din bütünüyle siyasettir.[1] İbn Teymiye için İslam tarihinin ilk cemaatinin uygulamaları yönetim anlayışında esastır ve o tarihin tarih olarak değil de din olarak şekillendiği Selefi akideye tabidir.[2] Maverdi’ye göre devlet adamı dinin emir ve yasaklarının uygulayıcısı, emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker’i yerine getirmesi gereken kişidir. “Devlet küfürle devam eder fakat zulümle devam edemez.” diyen Maverdi için devletin temeli adalettir ve adaleti sağlayan devlet dinen meşru devlettir. Fakat, Maverdi’ye göre adaletin sağlanabilme olanağı ve adil devlet adamının varlığı dinin gereklerinin yerine getirildiği müddetçe gerçekleşebilir.[3] Gazali için de devlet adamı dinin gereklerini uygulayacak kişi olmalıdır ve hükümdarda bulunması gereken özellikler takva ve dindarlıktır. Devlet, Gazali’ye göre dinin gerçekleştiği yerdir ve devlet adamı bunun birincil failidir. Gazali, din ve dünya işlerini ayırarak siyaseti dünya işlerine katar fakat siyasetin ilkelerinin dinle belirlendiğine hükmeder.[4] Maverdi zıllullah, halifetullah sıfatlarına karşı çıkıp bu mahlasları yönetici için caiz görmezken Gazali zıllullah ideolojisine sahip çıkar ve bu sıfata sahip hükümdarın toplumun dine uygun yaşaması adına etkili olabileceğine kanaat eder.[5] İbn Haldun için devlet, akıl devleti ve din devleti olarak ikiye ayrılır ve akıl devletini dünya işlerini yöneten siyasi iktidar, din devletini ise toplumların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan, dinin gereklerini uygulayan devlet olarak açıklar. İbn Haldun, devleti, modern anlamıyla kullanır ve din devleti olmayan devletin devlet ihtiyacını karşıladığını, din devletinin zorunlu olmadığı halde siyasi iktidarın ve akıl devletinin zorunlu olduğunu ifade eder. Ona göre devletin toplumu yönetebilmesi için şer’i kanun varlığı şart değildir ve akıl kaynaklı iyi-kötü bilgisiyle de devlet yönetimi sağlanabilir.[6] Ebu Hanife ise devlet adamının dindarlığının değil; devlete ihtiyaç duyan toplumun gereksindiği adaletinin konu edilmesi gerektiğine hükmeder. Ebu Hanife’nin siyaset nazariyesinde merkezi konum dine değil; hukuka aittir ve o hukukçu kişiliğini siyaset üstüne yürüttüğü fikirlerinde hissettirir. Devlet adamının belirlenmesinde ve devletin niteliklerinde hukuku şart koşan Ebu Hanife için din ve devlet işleri birbirinden ayrıdır ve o, devleti dünyevi işler çerçevesinde ele alarak siyasetin insan iradesine bırakıldığına hükmeder.[7] Devlet adamının dindarlığını meşruiyet unsuru olarak saymayan Ebu Hanife, şahsi günahları nedeniyle halifenin cezalandırılamayacağını, onun adil ve hukuki şartları sağlayan bir yönetici olduğu takdirde meşru yönetici olduğunu bildirir. Fakat topluma karşı suç işleyen, ötekinin haklarını ihlal eden, adam öldürme yaralama ve hırsızlık suçlarına bulaşan yöneticinin cezalandırılacağı görüşündedir. Suçun ve cezanın kaynağı da Ebu Hanife’ye göre toplum ve hukuktur.[8] Devlet adamının dine yaklaşımı ve dindarlığı Hanefi-Maturidi ekolde siyasi çerçevede ele alınmamış, devlet adamının meşruiyetine hukuki şartları sağlamasıyla hükmedilmiştir.

İktidara ve yöneticiye karşı din temelli muhalefet, dört halife döneminde başlamış, köktendincilik kitlesel biçimde ilk olarak Haricilerin muhalif söyleminde temsil edilmiştir. Abbasiler Emevilere karşı takındığı din temelli muhalefetle hilafeti devralmış ve iktidarı elde ettiklerinde Abbasi karşıtı din temelli muhalefet yeniden varlık kazanmıştır. Osmanlı dönemi modernleşme hareketlerinde de din temelli muhalefet, şeyhülislam ve Yeniçeri Ocağı iş birliğiyle sağlanmış, dine uygun bulunmayan modernleşmeler, saray ve ulema arasında iktidar çatışmasına neden olmuştur. Tanzimat ve Islahat hareketlerine karşı yükselen dini itirazlar, din temelli muhalefetin söyleminde yer edinerek Abdülhamit’in padişahlığı dönemindeki iktidarın din temelli iktidar olarak teşekkül etmesine neden olmuştur.

 

1.Türk Egemenliği Karşıtlığı Olarak Din Temelli Muhalefet

II. Meşrutiyet sonrası yeni bir din temelli muhalefet ortaya çıkmış ve laiklik karşıtlığı, Türk egemenliği karşıtlığı adına yürütülmüştür. Cumhuriyet dönemi din temelli muhalefetin arkaik söylemi II. Meşrutiyet devri din muhalefeti söylemidir ve temsilcileri Mustafa Sabri başta olmak üzere 1960 yılına kadar uzanan sürecin köktendinci aktörleridir.

Türk siyasi tarihi içinde herhangi bir sultanın dindarlığıyla ve dine yaklaşımıyla ilgili Mustafa Kemal Atatürk üstüne yürütülen politika cihetinde bir örnek görülmemiştir. Atatürk’ün dindarlığı meselesi, hakkında çok fazla spekülasyonun üretildiği mesele olmuştur. Cumhuriyet dönemi din politikaları, din temelli muhalefetin söyleminde itiraz unsuru olarak ele alınırken din politikaları üstünden Atatürk’ün dinle ilişkisi olumsuz biçimde kurgulanmıştır. Tekfirci din temelli karşıtlık, cumhuriyet kurulmadan önce Anadolu Hareketi’ne karşı baskıcı tutumla İstanbul Hükümeti tarafından sergilenmiştir. Damat Ferit Hükümeti’nin şeyhülislamı olan Dürrizade Abdullah Efendi’nin İstanbul Fetvası, Milli Mücadele’yi dini zeminde karalamış, Milli Mücadele’ye katılan Kuvayi Milliye fertlerini de tekfir etmiştir. Fetvaya destek veren Mustafa Sabri, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve arkadaşlarını eşkıyalar, Anadolu Hareketi’ni de eşkıyalık olarak tahkir etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’e ve cumhuriyete karşı yürütülen din temelli muhalefetin temsilcisi ve en önemli ismi Türklükten istifa ettiğini kaçtığı yurt dışından açıklayan ve “İşgalcilerin hakimiyetini tercih ederim.” diyen Mustafa Sabri’dir. Daha önce İttihatçılar karşısında dini muhalefet sergileyen Sabri, başından beri menfi tutum sergilediği cumhuriyetin kurucu kadrosuna ve Atatürk’e karşı, hilafetin ilga edilişiyle birlikte daha sert üsluplu dini muhalefet takınır.[9] Yalnızca din politikalarıyla sınırlı kalmadan siyasi her inkılaba dini değerler yükleyerek muhalefet eden Sabri’nin üslubu hakaretamizdir, tekfir ve tahkir edicidir. Atatürk’ün, kimi halifelerin edindiği zıllullah sıfatını ve halifeliği kendi liderliğinde reddederek, “Ben Allah’ın gölgesi değilim hakikat olan milletin mümessiliyim.” sözüne Sabri’nin verdiği cevap hem üslup bakımından hem de inançta tevazu ve edep bakımından sorunludur. “Artık saraylar zıllullahların değil; zırtullahlarındır.” yanıtıyla Sabri, süregelen İslamcı ama İslamî olmayan edebe mugayir jargonu kullanır.[10] Mustafa Sabri’nin dini muhalefetine eşlik eden bir diğer tutumu da Türk karşıtlığıdır. O, Arapları Türklerden üstün tutarak “Türklerin ve tüm Müslümanların Araplaşması gerekir.” der ve Türk milletine ırkçı yaklaşımla hakaret eder.[11] Mustafa Sabri, cumhuriyetin din politikalarına karşı yürüttüğü köktendinci muhalefetle, din dilinde millileşmenin dine aykırı olduğunu, Kuran’ın tercüme edilemeyeceğini, Türkçe ezan okunamayacağını, bunu gerçekleştirenlerin dinden çıktığını ifade eder.[12]

Mustafa Kemal Atatürk’ü tahkir edici üslupla, dinî terminolojiyle ve din tarihi içindeki olumsuz kişiliklerle tekfir eden köktendinci muhaliflerden biri de Eşref Edip’tir. O, Atatürk’ü Firavun, CHP’yi de Ebu Cehilvari bir hareket olarak anar. Osman Yüksel Serdengeçti, ve Necip Fazıl Kısakürek, Atatürk için suyun öte tarafından gelenler, Selanik dönmeleri gibi ifadeler kullanırlar.[13] Yine Kısakürek, daha önce vekil olmak için övdüğü ve kahramanlıklarını zikrettiği Atatürk ve İnönü fikrinden dönerek DP iktidarı döneminde tam karşıtlık sergiler. Atatürk için Menderes’ten yardım görerek tirajını yükselttiği Büyük Doğu Dergisi’nde yazdığı bir yazıda Allah’ın düşmanı ifadesini kullanır. Cumhuriyetin kurucu kadrosuna, maymunlar, bulanıklar, suyun öte tarafından gelenler diyerek saldırır. Tek parti döneminde ve CHP’nin bölünmesi gündemde yokken Halid b. Velid’e benzeterek övdüğü İsmet İnönü’yü aynı karalayıcı ifadelerle zikreder. Eşref Edip, Serdengeçti ve Kısakürek için CHP şeytan hizbi, DP ise Allah hizbidir. DP’ye iktidar kazandıran seçim de onlara göre Allah’ın hizbinin zaferidir.[14]

Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet dönemi politikaların karşı hareketlerinin ve din temelli muhalefetin tepkilerinin ismine çekildiği, köktendincilerin dinsiz devlet yaftasının cisminde toplandığı bir liderdir. Ticanilik tarikatı üyelerinin Atatürk heykellerine saldırması, dinsiz rejim olarak yorumladıkları cumhuriyete karşı put olarak gördükleri heykellere saldırarak mücadele verdiklerini ifade etmesi, Atatürk anıtlarının kendilerinde uyandırdığı dinsel tehdide dayanır.[15] Türk egemenliği karşıtı her oluşum, dinî kisveye girme zorunluluğuyla meşru egemenliği din zemininde gayrimeşru ilan etme silahını onun nezdinde Türk milletine karşı kullanır. Siyasi iktidarın karşıtının din temelli kurulmasıyla siyaset gayrimeşru ilan edilir. Türk egemenliği karşıtı hareketler, din temelli söylemle dizayn edilerek cumhuriyete karşı ayaklanmanın meşruluğunu; siyaseten gayrimeşru olanın meşruluğunu; meşru siyasete de gayrimeşruluğu yükleyerek muhalefet ederler. Dini zeminde gerçekleşen bu doğru-yanlış değiş tokuşunun ardından gayrimeşru karşıtlıklarının toplumsal kabulünü ve yaygınlığını kazanırlar. Siyasi iktidarın meşruluğu dinsel gayrimeşrulukla; din düşmanı dinsiz devlet gibi sıfatlarla karartılırken topluma yayılan köktendinci örgütler, kendi meşruiyetlerini dini savunan sıfatlarla edinirler. İngiliz mandasını savunan Prens Sebahattin hükümetinin şeyhülislamı Mustafa Sabri ve yıllar sonra aynı söylemle Atatürk karşıtlığı yapan Mısıroğlu gibi isimlerin işgalci güçleri bağımsız Türk Devleti’ne tercih ettikleri zihniyet, dine ve toplumsal ahlaki normlara aykırıdır; fakat dinî söylemin toplumsal yaygınlık hızını kullanarak bu isimler ve çevreleri siyasi amaçlarını gizleyerek meşrulaşırlar. Türkiye’de köktendinci örgütlerin bir kısmı ya dışarıdan finans yardımı alır ya yurtiçi cumhuriyet karşıtı burjuvazi tarafından desteklenir ya da dönemin hükümetinin onayıyla devletten ödenek alırlar. Örneğin Risale-i Nur Enstitüsü’nün Hollanda-Amerika ortaklığıyla kurulan petrol şirketi tarafından fonlandığı, ARAMCO adlı Amerikan-Arap ortak petrol şirketinin Türkiye’deki İslamcı örgütlere mali destek sağladığı yönünde iddialar vardır.[16] Ağaç adlı dergisini çıkarabilmek için Celal Bayar’ın desteğiyle milletvekillerinin 200 TL maaş aldığı dönemde örtülü ödenekten 1600 TL aldığı, 27 Mayıs İhtilali’nin ardından yine örtülü ödenekten 174. 000 TL aldığı ortaya çıkan Necip Fazıl Kısakürek, kendisine ödenen paraları İslami gaye için kullandığını ifade ederek savunmasını maneviyatçı söylemine katar.[17] Atatürk’ü dinsiz ve din düşmanı ilan etmenin arkasında köktendinci örgütlerin maddi kaygısı ve o kaygıyı işleyen Türk egemenliği karşıtlarının desteği vardır. Cumhuriyetin din politikalarına destek olan yahut sessiz kalan ulema dışında kimi ulemanın ve şeyhlerin muhalefetinde eski hükmettikleri mecrayı koruma; bir anlamda sermayelerini koruma kaygıları vardır. Nurculuk tarikatının 1945 sonrası yükselişe geçen faaliyetleri de bu açıdan okunmalıdır. Said Nursi ve takipçilerinin Adnan Menderes’le yakın ilişkileri, 60’lı yıllara kadar yayılmasını sağladığı Nurculuk hareketini Türkiye’deki en yaygın cemaat kılar. Said-i Kürdi, Said Nursi olana kadar özellikle II. Meşrutiyet dönemi din temelli muhalefet içinde yer alır. 31 Mart olaylarında kargaşanın başını çeken Volkancılara dahildir ve cumhuriyet dönemindeki karşıtlığını, laiklik karşıtı dini söylem üstüne kurar. Said Nursi’ye göre laiklikle dinsizlik farksızdır; bu nedenle yeni devlet dinsizdir ve teokratik rejim ihdas edilene kadar yeni rejimle mücadele etmek gerekir. Atatürk için deccal, süfyan, nefret-i ammeye layık adam ifadelerini kullanır ve laikliğin mutlak irtidat, deccalın yırtıcı rejimi, şerli inkılap olduğunu söyler. Milliyetçilik fikrine de düşman olan Said Nursi hem Türkiye’de teokratik bir rejim kurulması hem de anayasası Kuran olan beynelmilel bir İslam devleti kurulması gerektiğini söyler. Köktendinci ve Panislamizm din anlayışına aykırı olan milliyetçilik, onun için Müslümanların birleşmelerinin önündeki tek engeldir.[18]

  1. Atatürk’ün Din Politikalarının Teolojik Uygunluğu

Osmanlı son dönem modernleşme yanlısı ulemadan cumhuriyet dönemi politikalarına karşıt olan ulema dışında Atatürk’e destek olan, cumhuriyetin din politikalarının teolojik uygunluğunu beyan eden ulema da vardır. Özellikle Ulu’l-Emr’e itaat emri gereğince din temelli muhalefetin karşısında konumlanan cumhuriyet ve laiklik yanlısı ulema, Atatürk’ün milli din dili oluşturma yönündeki politikalarda önünü açmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün din anlayışı ve dinle ilişkisi, köktendinci örgütlerin ve din temelli muhalefetin söyleminde askeri ve siyasi liderliği bertaraf edilerek yer edinir. Öyle ki Atatürk’ün cumhuriyet kurulana kadar dini istismar ettiği ve dinî söylemle Milli Mücadele’ye destek topladığı ifade edilerek bir anlamda Müslümanları İslam’ı kullanarak kandırdığı yönünde demagoji üretilir. Esasında Atatürk’ün milliyetçi siyasetine yalnız din politikası değil; iktisat, hukuk, kültür politikaları da dahildir ve din dilinde millileşme, Atatürk’le başlamış değildir. Uzun bir sürecin; Osmanlı modernleşme sürecinin sonucu olan din dilinde millileşme politikaları üzerinden tekfir edilen Atatürk, Milli Mücadele zamanlarındaki konuşmalarında köktendinciliği eleştirir, İslam’ın anlaşılmasına ve siyasi iktidarın egemenliğine engel teşkil eden tüm gerici yaklaşımları hedef alır. 20 Mart 1923’te, Konya Türk Ocakları’ndaki konuşmasında tarikatların ve cemaatlerin cumhuriyet karşıtı din temelli muhalif söylemini hedef alan Atatürk, ileride gerçekleştireceği din dilinde millileşme politikalarının işaretini verir:

 “İtiraf mecburiyetindeyiz ki bütün İslam aleminin cemiyatı içtimaiyesinde hep yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü için şarktan garba kadar İslam memleketleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların zincir-i esaretine geçmiştir.”

 İslam’da hürriyete ve insan haklarına verilen ehemmiyetin zamanla unutulduğunu ve özellikle Arapların kabileci kültürlerinin Müslümanlar üzerinde etkili olduğunu belirten Atatürk, Türk ananelerinin ise İslam’la uyumluluğuna dikkat çeker: “Türk ananât-ı içtimaiyesinin pek çoğu hakikat-ı İslamiyeye mutabık ve yakındı fakat Türkler, İran, Arap ve Bizans milletleriyle hal-i temasta bulunmaları nedeniyle bu milletlerin fena cihetlerinden müteessir olmaktan men-i nefs edememişlerdir.” Din dilinde ve hukuk dilinde millileşme politikalarının işaretini o günden vererek, “Sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkûreler halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır.” der. Milliyetçi bilincin yükselmesini isteyerek, “Bizim milletimiz milliyetinden tegafül edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki akvâm-ı muhtelife hep milli akidelerine sarılarak milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlil ettiler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır.” ifadelerinde bulunur. Din temelli siyasete karşı tutumunu cumhuriyet ilan edilmeden gösteren Atatürk, dini istismar eden sultanları ve siyasetin dini istismar etmesine vesile olarak siyaseti istismar eden alimleri eleştirir: “En mütehakkim hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir hiyle neticesinde sıfat-ı hilafeti takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler, ihtiras ve istibdatlarını terviç için hep sınıf-ı ulemaya müracaat eylediler. Vahdettin’in harekatı gözümüzün önündedir. Onun emriyledir ki bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler asi ilan edildi. Milleti ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun bağiler sürüsü olduğuna dair fetvalar veren ulema kıyafetli kimseler çıktı. Onlar bu fetvaları Yunan teyyarecileriyle ordumuzun içine atıyorlardı.” Türk milletinin egemenliğini temin eden siyasete muhalefet edecek ulemayı ve kendi deyişiyle “hoca kıyafetli sahte alimler”i hedef alır: “Ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi istikamette atacakları bir hatve, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatiyle alakadar, o adım milletimin hayatına bir kasıd, o adım milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Farzımuhal eğer bunu temin edecek kanunlar olmasa öyle menfi adımlar atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam yine tepeler yine öldürürüm.”[19]

  1. Atatürk’ün Din Anlayışı

Mustafa Kemal Atatürk, köktendinci çevrelerin cumhuriyet karşıtı fikir ve eylemlerinin, din anlayışlarının, dinle sermayesini koruyan ulemanın ve onunla iş birliği eden hükümdarların meşru eylem ve siyaset izlemediklerini ifade eder. Dinin bireysel ve toplumsal yönüne vurgu yaptığı konuşmasında siyasetin istismarından dinin korunması ve iktidarı elde etmek isteyen köktendinci çevrelerin zararlarından da Türk egemenliğinin korunması gerektiğini ifade eder. Atatürk’ün laiklik anlayışı devlet düzenini esas alır, milletin egemenliği uygunluğunda yorumlanır ve halkın dindarlığını hedeflemez. Hurafelerden, fırkalaşmadan, devletin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden yapılanmalardan etkilenmeyecek biçimde kurulacak din yorumuna cumhuriyetin duyduğu ihtiyacı dile getirirken, Türk tipi laikliğin uygulanacağını ve yenileşmeye, laikliğe ve milliyetçiliğe İslam’da bir mani bulunmadığını ifade eder:

Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor.”[20]

Dinin antropolojik sürecine dikkat çekerek, insan ve din arasındaki ilişkinin bitimsiz olduğu üzerine gerçekleştirdiği konuşmasında,

 “Bence dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkânı yoktur. Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din veya bu din demek değildir. Tabiatıyla biz, içine girdiğimiz dinin en çok isabetli ve çok olgun olduğunu biliyoruz ve imanımız da vardır.” diyerek dinin birey için önemine dikkat çeker ve İslam’ın diğer dinlere oranla daha yeterli olduğunu ifade eder.[21]  Millî Mücadele döneminde dinin birleştirici gücünden ve işgali kabul etmeyen itikadî yönünden kuvvet bulan Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmaları ve duaları, kişisel din anlayışını ortaya koyar:

“En son olarak niyaz ederim ki, Cenab-ı Vâhibü’l-Âmâl Hazretleri, Habib-i Ekrem hürmetine, necîb milletimizi muvaffak buyursun! Âmin.”[22]

Keza İslam peygamberi hakkındaki görüşleri, ona olan sevgisini mütevazı bir biçimde ortaya koyar:

 “O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca/sonsuza kadar o, ölümsüzdür.”[23]  İslam’ın akla uygunluğunu ve insana muhalif olmayan yönlerini tespit ettiği konuşmasında,

“Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki o bizim dinimize uygundur. Bir şey, akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın; o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz, aklın, mantığın tetabuk ettiği bir din olmasaydı, ekmel (en mükemmel) olmazdı, ahir (son) din olmazdı.”  diyerek İslam’ın son din olması hasebiyle kazandığı kemale dikkat çeker.[24] Dinin lüzumuna dair ifade ettiği sözlerle de toplumun en büyük kuvvetlendiricisi olan dini yozlaştırmak isteyen ayrılıkçı, fırkalaşmacı tavırlara dikkat çeker:

 “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Mutaassıp İslamcıların din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz.”[25]

Devlet adamının dindarlığı, İslam düşünce tarihinde İbn Teymiye, Ahmed b. Hanbel gibi selefi itikadına bağlı alimlerce zorunlu bir varlıktır. Başta Ebu Hanife ve Maturidi olmak üzere devlet adamının dindarlığının ve devletin diniliğinin birçok alime göre zorunlu varlık olarak görülmediği anlaşılır. Maverdi ve Gazali gibi devleti dinin gerçekleştiği yer olarak gören alimler bile, küfürle devam eden ama zulümle devam edemeyen devlet telakkisine sahiplerdir. Doğrusu bu veçheden Atatürk’ün dindarlığına delil aramak, onun din hakkındaki sözlerinden görüşlerinin anlamlandırılacağı örnekler vermek Türk siyaset geleneğine uygun düşmez. Türk devlet anlayışında devlet adamının kutsiyeti yoktur ve töre yani yasa devlet adamının üstündedir. İslam tarihi boyunca tecrübe edilen hilafetin dinen belirlenen bir yönetim teorisi olmadığı, ilga edilişinde de dinen bir sakınca olmadığı vakidir. Atatürk, hilafetin biatla meşru olduğunu, halk onayının, istişarenin ve şurayla desteklenmeyen halifeliğin meşru olmadığını ifade ettiği bir beyanında Türklerin hakimiyetine kadar geçen siyasi süreçte hilafet çatışmaları nedeniyle çok kan döküldüğünü ve başta Ehl-i Beyt soyu olmak üzere pek çok insanın hilafet hırsıyla adaletsizliğe maruz kaldığını açıklar.[26]

Sonuç

Atatürk’ün dindarlığının yahut din anlayışının değil; liderliğinin ve yönetimindeki uygulamaların töreye uygunluğu tartışılmalıdır. Fakat, Atatürk ve din başlığı altında çok fazla spekülasyon üretildiği için onun siyasi düşüncesinde istismar edilmeyen dinin mütevazı biçimde olması gerektiği yerde; bireyin ve toplumun vicdanında olumlu algılandığı görülmelidir. Mustafa Kemal Atatürk için laiklik, ulusun egemenliği yönünde korunması gereken bir ilkedir ve Atatürk’ün uyguladığı laiklik için en uygun tanım, devlet tarafından toplumda görülen yaygın dinin kabul edilip, din hizmetlerinin devlet tarafından karşılandığı hukuk düzeni olduğu yönündeki tanımdır.[27]  Uluslaşma sürecinde ortaya çıkacak etnik fırkalaşmalar gibi, dinî fırkalaşmalar da Atatürk tarafından tehdit unsuru olarak görülerek bertaraf edilmiş ve zamanla din, ulusal düzleme çekilerek milli din inşası faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Örnek olarak Atatürk, Mason locasını da kapatmış, zararlı dini, lâdini, köktendinci Müslüman çevrelerin veya başka din ve mezhep çevrelerinin, cemiyetlerin faaliyetlerini de yasaklamıştır. Köktendinci çevrelerin Atatürk’ü tekfiri ise, mali nedenler başta olmak üzere pek çok nedene bağlıdır ve bu nedenler samimi dini telaşlar içermez.

Yazar Notu: Türk Yurdu Dergisi Cumhuriyet (Eylül 2023) Özel Sayısı’nda yayımlanan “Cumhuriyetin Din Siyaseti ve Türk Tipi Laiklik” konulu metinde devletin dini kontrol ettiği biçimde yazmam gereken ifade dinin devleti kontrol ettiği biçimde sehven yazılmıştır. Bu hata nedeniyle okurlardan özür dilerim.

Kaynakça

Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Hil yay., İstanbul, 2020.

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk (Söylev), İsmet Zeki Eyuboğlu’nun Türkçesiyle Tam Metin, Say yay., İstanbul, 2018.

Bein, Amit, Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti Değişimin Failleri ve Geleneğin Muhafızları, çev. Bülent Üçpunar, Kitap yay., İstanbul, 2013.

Çetin, Maksut, İmam Ebû Hanîfe’nin Siyaset Anlayışı ve Siyasî Tutumu, IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, 2019; (Özel Sayı)

Erdiç, Şaban, Ebû Hanife’de Din ve Siyaset Sosyolojik Bir Çözümleme, Ankara Okulu yay., Ankara, 2019.

Eryiğit, Adem, İbn Teymiyye’de Siyaset Nazariyesi (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Ankara, 2018.

Fığlalı, Ethem Ruhi, Atatürk’ün Din ve Laiklik Anlayışı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2012.

Gökdemir, Bilgehan Bengü Tortuk, Durak, Nejdet, İbn Haldun’da Siyasî Otorite ve Meşruiyet Problemi, İbn Haldun Çalışmaları Dergisi, 4 (1) 2019.

İbn Haldun, Mukaddime, Tercüme-i Mukaddime-i İbn Haldun 1, Mütercim: Pîrîzâde Mehmed Sâhib, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2015.

İşcan, Mehmet Zeki, Selefilik İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, Kitap yay., İstanbul, 2017.

Kara, İsmail, İslam Siyasi Düşüncesinde Değişme ve Süreklilik Hilafet Risaleleri 5, Klasik yay., Ankara, 2005.

Karakaş, Nurullah, Gazâlî’de Din ve Devlet İlişkisi (Yüksek Lisans Tezi), Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Din Sosyolojisi Bilim Dalı, Bursa, 2007.

Mâverdî, Ebu’l- Hasen, Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk, Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi, haz. Abdüsselam Arı, ed. Özgür Kavak, Hızır Murat Köse, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı yay., İstanbul, 2019.

Meşe, Ertuğrul, Mukaddesatçı Anti-Kemalizm İslamcıların Atatürk ve Cumhuriyet Algılarının Sosyolojisi, İletişim yay., İstanbul, 2023.

Okumuş, Ejder, Gazâlî’nin Siyaset ve Yönetim Yaklaşımı, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, cilt: 21, sayı: 2, Kış, 2021.

Özek, Çetin, Türkiye’de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İçyüzü, Varlık yay., İstanbul, 1964.

Sabri Mustafa, Hilafetin Esasları ve Kemalistlerin Hilafet Düşmanlığı, çev. Feridun Dinçer, İslami Medrese yay., İstanbul, 2019.

Şahin, Hanifi, İbn Teymiyye’nin Siyaset Anlayışı, International Journal of Social Science

Volume 6 Issue 3, p. 615-638, March 2013, ss: 616-636.

Tunaya, Tarık Zafer, İslamcılık Cereyanı II, Yenigün Haber Ajansı yay., 1998.

Elektronik Kaynakça

Hâkimiyet-i Milliye, 26 Mart 1923, No: 773, s. 1, sütun: 5-6, s. 2, sütun: 1-6.

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0274.pdf?sequence=274&isAllowed=y (Erişim Tarihi: 05. 10. 2023)

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0275.pdf?sequence=275&isAllowed=y (Erişim tarihi: 05. 10. 2023)

—————————————–

Atıf: Meryem Çağıl, “Din Temelli Muhalefetin Odağındaki Atatürk ve Atatürk’ün Din Anlayışı”, Türk Yurdu Dergisi, Devre: 7, Cilt: 43 (75), Sayı: 435 (796), Yıl: 112, ss. 64-70.

* Meryem Çağıl, “Din Temelli Muhalefetin Odağındaki Atatürk ve Atatürk’ün Din Anlayışı”, Türk Yurdu Dergisi, Devre: 7, Cilt: 43 (75), Sayı: 435 (796), Yıl: 112, ss. 64-70.

[1] Hanifi Şahin, İbn Teymiyye’nin Siyaset Anlayışı, International Journal of Social Science

Volume 6 Issue 3, p. 615-638, March 2013, ss: 616-636, s. 623, Adem Eryiğit, İbn Teymiyye’de Siyaset Nazariyesi (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Ankara, 2018, s. 70

[2] Mehmet Zeki İşcan, Selefilik İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, Kitap yay., İstanbul, 2017, s. 32.

[3] Ebu’l- Hasen el-Mâverdî, Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk, Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi, haz. Abdüsselam Arı, ed. Özgür Kavak, Hızır Murat Köse, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı yay., İstanbul, 2019, s. 30.

[4] Ejder Okumuş, Gazâlî’nin Siyaset ve Yönetim Yaklaşımı, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, cilt: 21, sayı: 2, Kış, 2021, s. 715,

[5] Nurullah Karakaş, Gazâlî’de Din ve Devlet İlişkisi (Yüksek Lisans Tezi), Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Din Sosyolojisi Bilim Dalı, Bursa, 2007, s. 102.

[6] İbn Haldun, Mukaddime, Tercüme-i Mukaddime-i İbn Haldun 1, Mütercim: Pîrîzâde Mehmed Sâhib, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2015, s. 385, 2, s. 261, Bilgehan Bengü Tortuk Gökdemir, Nejdet Durak, İbn Haldun’da Siyasî Otorite ve Meşruiyet Problemi, İbn Haldun Çalışmaları Dergisi, 4 (1) 2019, ss. 49-68, s. 55.

[7] Şaban Erdiç, Ebû Hanife’de Din ve Siyaset, Sosyolojik Bir Çözümleme, Ankara Okulu yay., Ankara, 2019, s. 207-208.

[8] Maksut Çetin, İmam Ebû Hanîfe’nin Siyaset Anlayışı ve Siyasî Tutumu, IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, 2019; (Özel Sayı): 25-37, s. 34.

[9] İstifa beyanını bir şiirle kaleme alan Mustafa Sabri, Türk kimliğine hakaret ettiği şiirini şöyle bitirir: “Yalnız Müslüman ve insan kalmak üzere Türklükten şeref ve izzetimle istifa ettim.” Mustafa Sabri Efendi, Hilafetin Esasları ve Kemalistlerin Hilafet Düşmanlığı, çev. Feridun Dinçer, İslami Medrese yay., İstanbul, 2019, s. 244.

[10] Ertuğrul Meşe, Mukaddesatçı Anti-Kemalizm İslamcıların Atatürk ve Cumhuriyet Algılarının Sosyolojisi, İletişim yay., İstanbul, 2023, s. 218.

[11] Amit Bein, Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti Değişimin Failleri ve Geleneğin Muhafızları, çev. Bülent Üçpunar, Kitap yay., İstanbul, 2013, s. 160.

[12] Bein, a. g. e., s. 172.

[13] Meşe, a. g. e., s. 255.

[14] Meşe, a. g. e., 284, 292.

[15] Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı II, Yenigün Haber Ajansı yay., 1998, s. 47.

[16] Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Hil yay., İstanbul, 2020, s. 391.

[17] Meşe, a. g. e., s. 301.

[18] Çetin Özek, Türkiye’de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İçyüzü, Varlık yay., İstanbul, 1964, s. 259-268.

[19] Hâkimiyet-i Milliye, 26 Mart 1923, No: 773, s. 1, sütun: 5-6, s. 2, sütun: 1-6.

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0274.pdf?sequence=274&isAllowed=y (Erişim Tarihi: 05. 10. 2023)

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/67476/0275.pdf?sequence=275&isAllowed=y (Erişim tarihi: 05. 10. 2023)

[20] Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk’ün Din ve Laiklik Anlayışı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2012, s. VIII.

[21] Fığlalı, a. g. e., s. 2.

[22] Fığlalı, a. g. e., s. 48.

[23] Fığlalı, a. g. e., s. 49.

[24] Fığlalı, a. g. e., s. 56.

[25] Fığlalı, a. g. e., s. 57.

[26] İsmail Kara, İslam Siyasi Düşüncesinde Değişme ve Süreklilik Hilafet Risaleleri 5, s. 265-277.

[27] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (Söylev), İsmet Zeki Eyuboğlu’nun Türkçesiyle Tam Metin, Say yay., İstanbul, 2018, s. 534.

Yazar
Meryem ÇAĞIL

Lisans eğitimini, Eğitim Fakültesinde tamamlamıştır. Eğitimcidir. Mezhepler Tarihi alanında yüksek lisans çalışmasını sürdürmektedir. Gayrinizami felsefe, sosyoloji, göstergebilim ve zihniyetler üzerine alan çalışmaları yapmak... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen