Din ve Felsefe İlişkisi Üzerine Bir İnceleme: Nurettin Topçu Örneği

Din ve Felsefe İlişkisi Üzerine Bir İnceleme: Nurettin Topçu Örneği[i]

Seyfettin İLİTER[ii]

 

Öz: Dinler, insanlık tarihi kadar köklü bir geçmişe sahip olan ve insanlığın bir intizam içerisinde yaşamalarını amaç edinen inanç biçimleri olarak ifade edilebilirler. Bu nedenle dinler, insanlar açısından merkezi bir yerde bulunmaktadırlar. İnsanlar açısından böylesi bir öneme haiz olan dinlerin, insanın önemli bir rol üstlendiği sosyal bilimlerle de belli ölçülerde bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Felsefe ise sosyal bilimler sahasındaki sorgulamaya, hakikate temas etmek isteği ve insanı ve onun içerisinde yaşadığı dünyayı anlamaya yönelik tarafıyla ön planda olduğu söylenebilir. Felsefede örneğinde olduğu gibi, dinlerin de insana ve kainata dair söylemleri bütünüyle olmasa da onları belli kavşaklarda buluşturmaktadır. Dolayısıyla insana, dünyaya, hakikate bakış açıları değerlendirildiğinde hem dinin hem de felsefenin ortak noktalarının olabileceği yüksek bir ihtimal kazanmaktadır. Bu noktada insanlık tarihine baktığımızda bu ilişkinin imkânlarını, gerek Batı Ortaçağ gerek İslam felsefelerinde görmek mümkündür. Fakat bu her dönemde kabul gören bir anlayış değildir. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse; bu ilişkinin mümkün bir hal üzere yürüdüğünü iddia edenlerin yanında; böyle bir ilişkinin mümkün olamayacağını dile getiren düşünce adamlarının da var olduğunu görmekteyiz. Birinci gruba dâhil edebileceğimiz Türk-İslam düşünce geleneğinin önemli simalarından biri olan Nurettin Topçu bu konuda önemli tespitler yapan önemli bir Felsefeci olarak karşımıza çıkmaktadır. O bu ilişkinin imkânını ortaya koyarken, bir adım daha ileri çıkarak Kuran’ın anlaşılmasını dahi felsefi görüş açısına bağlamaktadır. Topçu, bu iddiasını temellendirirken kendi felsefesinin nirengi noktasını oluşturan Hareket düşüncesini ileri sürmektedir. Bu bağlamında din ile felsefe arasındaki ilişkiyi akıl, iman ve mistik iman kavramları çerçevesinde dile getirmektedir.

Anahtar kelimeler: Akıl, İman, Mistik İman, Felsefe, Din.

Mustarip Bir Filozofun Felsefi Kimliği

Nurettin Topçu (1909-1975) Türkiye’nin büyük dönüşümler geçirdiği bir dönemde yaşamış, felsefe, sosyoloji, sanat tarihi, psikoloji, mantık ve ahlak gibi pek çok konuda hacimli eserler kaleme almış mühim bir felsefecimizdir. Fransa’da felsefe tahsil etmiş olan Topçu, felsefe anlayışını Fransız filozof Maurice Blondel’in (1861-1949) Hareket Felsefesini temele alarak ortaya koymuştur. Bu anlayışın temelinde bulunan hareket fikrinin hem düşünsel hem de eylemsel bir karakterde kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla bu hareket fikri, insanın basit bir şekilde yaptığı bedensel ve fiziksel eylemlerden daha fazlasını ihtiva etmektedir. Çünkü mevzu bahis edilen hareket, insandan başlayarak Tanrı’ya doğru yaklaşmanın adeta basa­maklarını oluşturmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, bu kavramın yerine kimi zaman Aksiyon kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz.

Bu önemli özelliğinin yanında, bu felsefi anlayışın diğer bir önemli özelliğini dini motiflerin yoğun bir şekilde içerisinde işlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kuşkusuz, dinin etki­sinin önemli bir yer teşkil etmesinde, Blondel’in Katolik bir din adamı olması gerçeği bulun­maktadır. Fakat Hareket Felsefesinin düşünce dünyasında önemli bir yer edinmesini salt bu gerekçeye bağlamamız doğru değildir. Bu gerekçeyle birlikte bu fikir akımının Materyalist, Pozitivist ve Sosyolojizm gibi fikir akımlarına bir tepki olarak ortaya çıkması bu felsefeyi önemli kılan diğer tarafı oluşturmaktadır. Çünkü bahsi geçen anlayışlar, sadece maddi ola­na odaklanarak, manevi bir hüviyeti olan din, metafizik gibi alanları yok saymaktadırlar. Başka bir deyişle olgu ve deney düzlemini yegâne gerçek olarak gören bu anlayışlar, bu nedenle insanın ruhsal/duygusal bir varlık olduğu gerçeğini göz ardı etmiş olmaktadırlar. Bu yüzden bu fikri akımlar, İnsan tekini de maddeci bir bağlamda ele almışlardır. Hiç kuş­kusuz bu kısır bakış açısı, insan ve âlemi sadece görünür/duyulur bir perspektifin içerisine hapsetmektedir. Fakat insan gibi karmaşık bir varlık üzerinde konuşacaksak, onun fiziksel dünya ile kurmuş olduğu ilişkiyle birlikte, onun ruhsal, ve inançla ilgili manevi hususiyet­lerini de göz ardı etmememiz gerekmektedir. Tam da bu noktada Hareket Felsefesinin bizi bu dar bakış açısından kurtarmak iddiası ile bizlere bir kapı araladığını görmekteyiz. Çünkü anlayış, felsefi bir kimlik taşımakla birlikte, dini bir tarafı olan, yüksek bir tefekkür eylemi olarak da bir ufuk kazandırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, insanın hem ruhi hem de fiziki yönünü anlamaya ve açıklamaya yönelik bir çabanın karşımızda durduğunu görebiliriz. Bu çaba ise hiç kuşkusuz Topçu’nun fikirlerinden edindiğimiz izlenime göre, din ve felsefenin birlikte olduğu bir nokta-i nazardan hareket edildiği takdirde gerçek anlamını bulmaktadır. Bu gerekçelerden dolayı,

Bizim hem dini hem de felsefeyi birlikte ele alarak değerlendirmemiz elzem olmaktadır. Bu durum ise Topçu’nun felsefeci olan kimliğini öne çıkartmaktadır. Fakat onun, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet yönetimine evrildiği ve önemli değişikliklerin yaşandığı bir zaman dilimi içerisinde yaşamış olması, bu felsefi kimliğin tam olarak kavranılmamasına neden olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu sebepten ötürü muhafazakâr cenah tarafından kendisi, bir felsefeci olarak ifade edilmekten ziyade, bir dava eri olarak telakki edilmesine sebebiyet vermiştir. Onun Müslüman, milliyetçi, hatta İslam sosyalisti olarak ifade edildiği vakidir. Lakin onu, sadece bu kavramların ışığında belli bir sınıfa dâhil etmek büyük bir yanılgının da içerisine düşmekle eşdeğer olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Topçu, Fransa’nın Sorbonne Üniversitesi’inde felsefe alanında doktora yapmış bir kişidir. Conformise et Revolte adıyla yapmış olduğu bu çalışma daha sonrasında İsyan Ahlakı şeklin­de Mustafa Kök ile Musa Doğan tarafından tercüme edilmiştir. Burada zikredilen İsyan keli­mesi, ilk duyulduğu andan itibaren olumsuz bir izlenim vermektedir. Fakat bu yaklaşım tarzı makul değildir. Çünkü Topçu’ya göre isyan, insanın içerisinde bulunmuş olduğu kasvetli havanın bertaraf edilmesinin imkânını sunan bir hareket ve eylemdir. Bu isyan, insanın nef­sinin tanrıya ulaştırıcı kötü arzularına karşı bir başkaldırıyı ifade eder. Topçu bu isyanın im­kânını ise hareket felsefesinin içerisinde aramaktadır. Dolayısıyla o, felsefenin insanın kemal mertebesine ulaşmak için çıktığı bu yolda önemli bir görev üstlendiğini düşünmektedir.

Nurettin Topçu, bu felsefe kimliğinin yanında bir mistik olarak da addedilebilir. Çünkü 1932 yılında Fransa’dan yurda döndüğünde, Nakşibendi şeyhlerinden Abdullaziz efendiye bağ­lanarak mistik bir hüviyet kazanmıştır. Bu mistikliğin kaynağı ise herhangi bir dinden, dü­şünceden ziyade Kuran’ın kendisine dayanmaktadır. Nitekim Tasavvuf uzmanlarından Louis Massignon (1883-1962), İslam Mistizmi’nin kaynağı olarak Hint ve Uzak Doğu’yu göstermek yerine doğrudan Kuran’ı işaret etmiştir. Netice itibariyle Topçu, bir tarafıyla felsefeci başka bir tarafıyla da mistik olan bir kişi olarak karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla din ve felsefe ilişkisine doğrudan geçmeden önce kendisinin metodolojisine sadık kalarak evvela onun dinden ve felsefeden ne anladığını ortaya koyduktan sonra, akabininde bu ilişkinin imkânı­nı açıklamaya çalışmanın daha doğru olacağı düşünmekteyiz.

Nurettin Topçu ve Din

Latince religio olan din, korkma ve bağlanma manalarına gelmektedir. Arapça’da ise bu kavram daha ziyade yargı, yol, ödev-borç gibi anlamlarda kullanılmaktadır.(Aydın, 2011:118) Bu kavramlara genel bir şekilde yaklaşıldığında dinlerin, insan(lar)ın yeryüzü macerasında, onların belli bir düzen içerisinde yaşamalarını sağlamak maksadıyla Tanrı yahut insanların kendileri tarafından kabul ettikleri kurallar bütünü olarak tarif edildiklerini söyleyebiliriz. Bu kurallara uymanın gerisinde onları akli bir şekilde ele alıp değerlendirmekten ziyade onlara mutlak surette iman edilmesi hususunun olduğunu görmekteyiz.

Topçu düşüncesinde ise dinin tanımına dair şu görüşlerin dile getirildiğini söyleyebiliriz: “Din, Allaha inanmaktır. Allah tabiatüstü kuvvetlerin kaynağı, tabiatüstü nizamın prensibi­dir. Tabiat nizamının da kurucusudur.”(Topçu, 2011a:205) Dolayısıyla din aşkın bir konumda bulunan Allah’a teslim olmayı ifade etmektedir.(Kök, 1995:59) Ancak bu teslimiyet sayesin­de insan ruhları Allah’ın sevgisinde birleşebilir. (Topçu, 2011b:305) Burada Topçu’nun, dini, iki temel unsur üzerine inşa ettiğini söyleyebiliriz. Bunlardan ilki iman diğeri ise ibadettir. Ona göre iman, ruhi bir yaşayışın; ibadet ise insanın Allah için yapmış olduğu hareketlerin ifadesidir.(Topçu, 2011a:202) Burada tarif edilmeye çalışılan iman; insanın varlığı ve sahip olduğu bütün kuvvetlerle kendisinden aşkın olan bir Tanrı’ya bağlanmayı ifade eder. (Top­çu, 2014c:142) Bu teslimiyet ise insanın eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Topçu’ya göre insanın bu noksanlık durumu ancak kendisinden üstün olan bir varlık ile temasa geçtiğin­de ve ona bütünüyle bağlandığında ortadan kalkacaktır. (Kök, 1995:49) Bu nedenle din, teslimiyetle birlikte bir bağlanmayı gerektirmektedir. Bu durumun ehemmiyeti ise insanın tabiatı itibariyle güçsüz ve her şeyin üstesinden gelemeyen bir yapıda olmasından kaynak­lanmaktadır. Buradan hareketle Topçu, dinin ne olduğunu izah etmeye çalışırken, onu dini olmayandan ayırmaya çalışmakla işe koyulduğunu görmekteyiz.

Ona göre din, müspet bir ilim değildir. Çünkü dinin hakikatleri, deneyler vasıtasıyla açıklan­maya gerek duyulacak türden hakikatler değildir. Bu nedenle matematik ilminde olduğu gibi dinin kesin sonuçlara ulaşılmak gibi bir amaç taşıdığı söylemek doğru değildir. Bunun en önemli gerekçesini ise ilmin neden-sonuç ilişkisine dayanırken; dinin böyle bir zorunlu ilişkiden bağımsız bir yapıda olmasındandır. (Topçu, 2014d:171-172) Topçu’ya göre din, bir mantık sistemi de değildir. Çünkü aklın prensipleri ile ilahi hakikatin prensipleri temelde birbirlerine benzemezler. İlkinde bir akli temellendirme çabasından bahsedebilirken diğe­rinde böyle bir çabadan ziyade bir ön kabulün var olduğu görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken hususun dini argümanların mantık argümanları ile açıklanmayı gerekti­recek bir tarzda olmadıkları gerçeğidir. Zira mantık bir takım öncüllerden hareket edilmek suretiyle tümevarım yahut tümdengelim metotları kullanılarak hükümler vermemizi sağlar. Fakat dini söylemlerde böyle yaklaşım tarzından bahsetmek mümkün görünmemektedir. Çünkü dini söylem, muhataplarını genellikle bir inanmaya/iman etmeye davet eder. (Top­çu, 2014d:172)

Topçu’ya göre din sanattan da farklı mahiyet taşımaktadır. Sanat alanında ortaya konulan eserlerde sonsuzluk duygusu ve soyut tasavvurlar gibi birtakım özellikler bulunuyor olsa da bunların yapılış amacını sanatçının taşıdığı coşkunluk oluşturmaktadır. Bu özellikler ise güzel, hoş ve estetik duygulanımlardır. Fakat dini yaşantıda her ne kadar bu duygulanımla­ra benzer haller olsa da bunları sanat olarak tanımlamak doğru değildir. Çünkü din, sanatın kendisini de aşan bir imana denk düşmektedir. (Topçu, 2014d:173)

Topçu’ya göre dinin, dini olmayan ile ayrıldığı noktalardan biride efsanelerdir. Onun burada efsanelerden kastettiği şey, Yunan Mitolojisi’dir. Bilindiği üzere Yunan mitoloji anlayışında, tanrı vasfını taşıdığı düşünülen birçok karakter bulunmaktadır. Hâlbuki bu karakterlere, on­ların insan oldukları gerçeği göz ardı edilerek yaklaşıldığı için, Onlar ile tanrı anlayışı ara­sında bir karmaşa meydana gelmekte dolayısıyla gerçek ile hayal birbirine karışmaktadır. (Topçu, 2014d:174) Bu sağlıklı olmayan yaklaşım yüzünden, insan kimi zaman tanırının ye­rine ikame edilirken, kimi zaman da tanrılar insan yerine ikame edilmektedir. Bu durumda da insanlarda olduğu gibi rekabet eden, birbirlerini kıskanan ve birbirleriyle çoğu zaman mücadele eden tanrılarla karşılaşılmaktadır.

Topçu’ya göre din saltanat da değildir. Hiç kuşkusuz bu söylemin gerisinde yaşamış ol­duğu dönemin etkilerini görmek gerekmektedir. Nitekim Topçu’nun çocukluk ve gençlik yıllarında dini temsilin yeri olarak şeyhülislamlık kurumu vardır. O, bu kurumun din adına bir iktidar kurduğunu ve bundan ötürü dinin özüne zarar verdiğini düşünmektedir. Ona göre din, ancak irşat ve hakka ulaştıran bir bakış açısıyla ele alındığında gerçek bir anlam taşıyacaktır. (Topçu, 2014d:174) Son olarak bu konuda Topçu’nun dile getirdiği görüş dinin bir meslek olarak görülmemesi gerektiği yönündedir. O bu görüşünü şu şekilde izah eder: “Din, bir meslek olamaz; o insanlığımızın cevheridir. Bir kısım insanların din adamı diye ayrı bir içtimai sınıf meydana getirmeleri, dinin bir dünya sanatı haline koyulmasına yol açmış­tır.” (Topçu, 2014d:175) Zira anlaşıldığı kadarıyla meslek olarak kabul edilen bir din görüşü manevi kaygılardan ziyade maddi kaygılara yaltaklık edeceğinden dolayı Topçu tarafından şiddetle eleştirilmektedir.

Netice itibariyle Topçu, dinin sahih bir şekilde anlaşılmasını mümkün kılmak için dinin ne olmadığını açıklamakla işe başladığını görmekteyiz. O, böylelikle din gibi kabul edilen bir­takım yanlış inanışların ayıklanarak dinin daha sağlıklı bir şekilde anlaşılmasının imkânlarını gözler önüne sermiştir.

Topçu’da Felsefe Algısı

Nurettin Topçu hatırlanacağı üzere düşünce dünyasının merkezine felsefeyi koymaktadır. Felsefenin onun fikriyatında önemli bir yer edinmesinin arka planında, insanın din ile bir­likte felsefeyle hareket ettiği takdirde hakikatle temas edeceği düşüncesi bulunmaktadır. Dolayısıyla felsefe hakikatle temasın diğer bir yüzüne göndermede bulunur. Bu önemine binaen Topçu felsefe için şunları dile getirir: “Felsefe, duyuların dünyası dışında düşünce­mizin tanıyabildiği şeylerin ilmidir”(Topçu, 2011e:21) Bu münasebetle biz, felsefenin sade­ce görünür bir âlem üzerine düşünme eylemi olmayan bununla birlikte metafizik bir âlem üzerine de konuşan ve onu kavramaya çalışan bir üst düşünme etkinliği olarak anlaşılması gerektiğini söyleriz. Bu üst düşünme etkinliği bize geniş bir perspektif imkânı sunarak mad­di âlemin yanı sıra manevi âleminde düşünülmesi ve idrak edilmesi imkânını sunar. Nitekim Topçu tam da bu noktada şunları dile getirir:

“Düşünenler ise hayatın faniliğinden kaçarak barınacak bir ebedilik aramış ve düşünce­lere sığınmışlardır. Yaşanan bir ebedilik, dünyamızda bulunmasa bile, düşünen varlığın kavradığı bir ebedilik vardır. Ona ‘düşünen ebedilik’ de diyebiliriz. O yüksekliğe ulaşan­ların düşüncelerinde kurdukları hakikat binasına felsefe deniyor. Felsefe bize üstümüz­de ve yükseklerde bulunan hedeflere doğru ilerlemesini öğretir”(Topçu, 1995:21)

Dolayısıyla felsefenin bizim hikmet binamızı yapmamız konusunda birinci dereceden katkı sunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu yüksek düşünme/tefekkür etkinliği bize aklımızın han­gi şekilde kullanılması gerektiği yönünde önemli bir kılavuz görevi görür. Bu durum bizim eşya ile aramızda açık seçik bir bağ kurmamızın imkânını temin ederek onu idrak etmenin koşullarını sağlar. Başka bir deyişle eşyanın ve onun içerisinde meskûn bir halde bulunduğu âlemin, bir bütün halinde anlaşılmasının yegâne yollarından birini felsefe bize açar. Başka bir deyişle kişi zihninde problem olarak bulunan eşya ile nasıl bir ilişkiye gireceği problemi­ni felsefenin yardımıyla çözüme kavuşturur.(Topçu, 2011e:58)

Bununla birlikte insanın hürriyeti söz konusu olduğunda da felsefe yine yardımımıza koş­maktadır. Felsefe sayesinde düşünen adam, hürriyetinin farkına varır. Çünkü insan, hürri­yetinin kaynağını oluşturan seçme hakkının hangi şartlar altında gerçekleştiğinin farkına bu şekilde varır. Ve seçimler arasında neden sonuç ilişkilerini kendisi tayin ederek hürriyet imkânını elinde bulundurur. (Topçu, 2011e:61) Son olarak Topçu, felsefenin dini inanışları­mızın kılavuzu olduğunu söyler. Zira felsefenin o sorgulayıcı tarafı belli ölçülerde dini ina­nışlarımızın bir kısmını akli bir şekilde izahını mümkün kılarak, hurafelerin dini yaşantımız­daki etkinliğini ortadan kaldırır. Başka bir deyişle kalbimiz yaşadığı dini tecrübeyi akla telkin ettikten sonra en nihayetinde kalp ona inanır ve böylece sağlam bir dini inanış ortaya çıkar. (Topçu, 2011e:59)

Topçu’nun felsefeye dair ortaya koymuş olduğu bu önemli tespitler kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Onun felsefeyi bilhassa da hareket fikrini öne çıkarmasının hiç kuşkusuz birta­kım sebepleri bulunmaktadır. Özellikle Üniversite Reformunun yapıldığı 1933 yılından itiba­ren, Pozitivizm ve Pragmatizm’in ülkemizde önemli ölçüde kabul gördüğü bilinmektedir. Fakat olgusal, maddi ve faydaya dayalı olan bu fikir akımlarının yanında bu akımlara bir tepki olarak, Bergsonculuk ve Maurice Blondel’in başını çektiği Hareket felsefesi gibi ruhi ve dini karakterdeki akımların da var olduklarını söylemek gerekmektedir.(Efil, 2013:1-36)

Pozitivist akım genel anlamda görünür âlemin dışında bir hakikati kabul etmeyen bir görü­şe dayanır. August Comte’nin (1798-1857) sistemleştirdiği bu felsefi düşünme tarzı, olgusal olmayanı reddettiğinden dolayı metafiziği de yok saymaktadır.(Cevizci, 2011:901) Çünkü bu anlayış, sadece gözlem ve deneye dayanmakta bu durum deneyin sınırlarına girmeyen herhangi bir şeyin kabul edilmemesini gerektirmektedir. (Topçu, 2011e:67) Topçu da varlı­ğın sadece maddi bir izahı olmadığını düşündüğünden bu fikri akımı, hareket düşüncesini merkezde tutarak eleştirir. Çünkü hareket, ruhi bir karakter taşıdığından varlığı hem maddi hem de manevi anlamda açıklamaya çalışır.(Topçu, 2011e:29) Bizler bu hareket sayesinde tabiatüstü âleme ayak basarak varoluş gayemizin idraki için büyük bir imkâna kavuşuruz. Hareketi gerçekleştiren irade tam da bu noktada bütün samimiyetiyle kendini tanımakta ve orada insan kendi kendine kâfi geldiğini anlamaktadır.(Topçu, 2011f:56)

Bundan sonra pragmatizm ruhi bir karakter taşımadığı gerekçe gösterilerek Topçu tarafın­dan kabul edilmemiştir. Çünkü bu fikir, duygu, irade, şahsiyet, her türlü bilginin, şuurun ve teşekkülün kaynağının kendimizi yaşatmak, korumak ve büyütmek için yapmış olduğu­muz faaliyetlerin bize sunduğu katkılar derecesinde önemli olduğu düşüncesine dayanır. (Bolay, 2004:50) Böylelikle Topçu pragmatizmin, hakikatleri sadece menfaatlere irca ettiğini düşünerek onu makul bulmaz. Zira büyük fikri cereyanlar neticeden evvel bir mefkûreye sahip olduklarından dolayı önemli bir yerde dururlar. Hâlbuki Pragmatizm bu gerçeği yok saymakla büyük bir yanılgının içine düşülmesine neden olur. Topçu bu konuda şunları dile getirir:

“Pragmatizm fikirlerimizin hareketler tarafından idare edildiği iddiasına dayanıyor. Hâlbuki medeniyet tarihi, her medeniyet içinde fikirlerin teknik yani tatbikattan önce doğduğunu ve her tekniğin bir fikir sisteminden çıktığını ve ona bağlı kaldığını gös­termektedir. Böyle olunca, tekniğe bağlanan fayda fikri esas olmaktan çıkar ve haki­kat, fayda fikrinden müstakil bir değer kazanır.”(Topçu, 2011e:75)

Netice itibariyle Hareket Felsefesi’nin Türk düşüncesinde daha çok pozitivizm ve pragma­tizm karşısında bir tepki olarak ortaya çıktığını ifade etmek gerekmektedir. Aynı zamanda ruhi bir karakter taşıması münasebetiyle de toplumun birçok kesimi tarafından hüsnü ka­bul gördüğünü söylemek mümkündür.

Felsefeden İnanca ve İmana Yükselmenin İmkânı

Daha önceki bahislerde felsefenin gerekliliği konusu ele alınırken, onun dini yaşayışın sağlıklı bir şekilde anlaşılması için olmazsa olmaz üst bir düşünme etkinliği olduğunu be­lirtmiştik. Bununla birlikte dini yaşantının özünü oluşturan yaratıcının kuvvetini de idrak etmenin ancak böylesi bir tefekkür hareketi ile mümkün olacağını ifade etmiştik. Din ise Topçu tarafından tarif edildiği şekliyle Mutlak/Sonsuz Varlık’a iman etmeyi ve bağlanma­yı gerektirmekteydi. Fakat bu bağlanma körü körüne bir anlam taşımaktan daha fazlasını ifade etmektedir. Çünkü insanın tefekkür eylemi, derin bir düşünüş halinin neticesinde or­taya çıkan duruma tekabül etmektedir. Bütünüyle benzerlik arz etmese de felsefenin de insanın kendisini ve âlemi anlamaya yönelik böyle bir tefekkür eylemi barındırdığını söy­leyebiliriz. Topçu düşüncesindeki bu hal, insanı felsefeden vecd haline doğru çıkarmakta ve onun hakikatle temasına mümkün kılmaktadır. Bu durumda Tanrı’nın merkezde olduğu din ile akıl temelli felsefenin bulunduğu bir kavşağın olduğunu görmekteyiz. Tam da dinin ve felsefenin birbirine en yakın olduğu bu şartlar altında onların hangi özellikleri açısından ilişkili oldukları durumu bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat en nihayetinde di­nin ve felsefenin akletmeye verdikleri önem derecesinde yakınlaştıklarını söylemek izahtan varestedir. Tam da bu noktada Topçu’nun kendi hareket düşüncesinde akletmeye oldukça önemli bir paye verdiğini görmekteyiz. Fakat burada karşımızda duran akıl, eşya üzerin­de yoğunlaşarak ona vakıf olmaya çalışan bir akıl türüdür. Bu vukufiyet ise ancak inançla mümkün olmaktadır. Çünkü inanç, üzerinde düşündüğümüz yahut sahip olduğumuz bir şey üzerindeki kabulü temsil eder. Başka bir deyişle: “ Bizim inanç adını verdiğimiz gerçek bilgi, benliğin eşya ile temasında var oluşun delilidir… Objelerin birbirinden ayırt edilme­sini sağlayan bir aydın görüş de değil, fakat içinde varlıkların birliğinin gerçekleştiği bir aydınlıktır.”(Topçu, 2014c:53) Bu anlama eylemi öncelikle aklın ve onun içerisinde önemli bir görev üstlendiği felsefe sayesinde gerçekleşmektedir. Başka bir deyişle, felsefe eşyanın etraflıca ve bilinçli bir şekilde anlaşılmasını mümkün kılan zaruri bir düşünme etkinliğidir. Fakat Topçu düşüncesinde inanç, kendi başına bir anlam taşımamakta ancak iman ile temas ettiği sürece bir kavrayışın önemli b unsuru olmaktadır. Dolayısıyla inançtan sonra iman aşamasının onun düşünce dünyasında diğer bir önemli basamak olduğunu söyleyebiliriz. İman ise insandaki inancın daimi bir hal alması durumudur. Burada görülen farklılık, inanç ile iman arasında mahiyet olarak değil de derece olarak bir farklılığın olmasıdır. Burada mu­hatap olduğumuz iman, insan varlığının bütün özellikleri ile yaratıcıya teslim olmasını ifade eder.(Topçu, 2014c:142) Daha önce de belirttiğimiz gibi imanın eşiğine gelmenin bir koşu­lu, aklın fonksiyonlarını kullanan insanın eşya üzerinde bir inanç oluşturmasına bağlıdır. Bu inanç durumu gerçekleştikten sonra iman aşaması ile karşı karşıya kalırız. Bu aklın yardımı ile gerçekleştiği için herhangi bir akıl dışılık söz konusu olmamaktadır. Tam da bu hususta Topçu şunları dikkatlerimize sunar: “inançta akıl dışı hiçbirşey yoktur. O aklın en yüksek hareketidir.”(Topçu, 2014c:145)

Akıl sayesinde inançtan imana yükselen insan burada da yetinmeyip mistik imana yüksel­mek amacını taşır. O, ancak mistik imanın sınırlarına girdiği takdirde Mutlak Varlık olarak tarif edilen Tanrı’ya yakınlaşmanın imkânına kavuşur. Fakat imandan mistik imana geçiş sa­nıldığı gibi basit bir hareket neticesinde gerçekleşmemektedir. İmandan, mistik imana ge­çişi temin eden şeylerin iki gerekçeye dayandığını söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi imanın hayat bulduğu varlıkta, benliğin kendi üzerine dönüşü ve derin bir tefekküre sahip olması durumudur. Başka bir deyişle insanın kendisini anlamlandırması, kendisinin neliği üzerine bir yolculuğa çıkması halidir.(Topçu, 2014c:142) Bu derin tefekkür eylemi ise Topçu’ya göre hiç kuşkusuz dini bir tavırdan dolayı meydana gelir.(Topçu, 2014c:143)

İmanın mistik bir hale dönüşmesinin diğer bir gerekçesi ise, imanın artık aklın sınırlarının ötesinde bir anlam kazanmasından dolayıdır. Bu durumda iman, aklın sınırlarını aşmış bu­lunur. Fakat aklın imkânları sayesinde insanın bu maveranın eşiğine kadar geldiği göz ardı edilmemelidir. Dolayıyla insanın şimdi karşısında muhatap olduğu hal, mistik iman halidir. Bu iman çeşidi ise hem aklın hem de imanın sınırlarının aşıldığı bir duruma tekabül eder. İn­sanın bütün varlığı yani ruhu, bedeni, zekâsı ve hareketi ile ulaştığı mistik iman artık sonsuz varlık ile temasın gerçekleştiği bir yaşayış haline dönüşür.(Topçu, 2014c:144)

Netice itibariyle bu saydığımız aşamaların hepsi insanın Sonsuz Varlığa ulaşabilmesinin ka­pılarını aralar. Topçu bu aşamalar ile ilgili olarak şunları ifade eder: ” Bu hayatta, tecrübe, akla dayanmış bir merdivendir. Akıl ise kanadı aşk olmak şartıyla, kalbe ve ilhama yükseltici kuvvettir. Böyle bir anlayışla insan yolcusunun ilimden felsefeye, felsefeden dine yükselme­si lazımdır”(Topçu, 1998:57) Hem dış dünyanın hem de hakikatin bilgisine vakıf olmanın şartları olarak Topçu tarafından öne sürülen bu aşamalar bir bütünlük ifade eder. Zira dış dünyanın bilgisini duyumlarımız ve onların işlendikleri akıl sayesinde elde ederiz. Bundan sonra, elde ettiğimiz duyumların akılda işlenmesi ve bir veri olarak ortaya çıkması için fel­sefenin yardımına ihtiyaç duyarız. Bu sayede felsefe duyumlar ve eşya arasında sağlam bir bağ kurarak bizim bilgiyi oluşturmamızı temin eder. Din ise bizlere bu gerçekliğin ötesinde bulunan hakikatin, bütün bir şekilde idrak edilmesini sağlar. Buradan hareketle diyebiliriz ki, âlemin hem metafizik hem de duyulur/temas edilebilir bir yapıda olması ona iki farklı perspektiflerden yaklaşmayı zorunlu kılar fakat bu zorunluluk Topçu’nun da belirttiği gibi felsefe ile dinin birlikte düşünülmesi gerektiği gerçeğini dikkatlerimize sunar.

Sonuç

Bu alemin hakikatinin anlaşılmasını mümkün kılan felsefe ve din hem akletmeye verdikle­ri önem hem de kendi muhataplarını tefekkür etmeye çağırmak yönleri ile belli ölçülerde buluşurlar. Bu buluşma hali ise tek taraflı olmayıp biri diğerini gerektirecek türden zorunlu temeli olan bir ilişkiye dayanır. Daha önce de belirttiğimiz gibi dinin efsanelerden ve hura­felerden temizlenmesi ile birlikte dinin sağlam bir temelde anlaşılmasının koşullarının ço­ğunu felsefi bakış açısı sağlamaktaydı. Ve hatta Topçu açısından bakıldığında dinin kutsal kitabının dahi felsefi yaklaşım tarzıyla daha iyi anlaşılacağı kanaati mevcuttur. O tam da bu hususta şunları ifade eder: “Felsefe görüşümüz olmasa büyük Kitab’ı hakkiyle anlayama­yız, sadece ezberleriz ve ezber okuya okuya, doktorun reçete kâğıdını batırdığı bardağın suyunu içmekle tedavisini uman hastanın haline benzeriz.”(Topçu, 1999:54) Netice itiba­riyle, Topçu felsefesinde din ve felsefe interaktif bir ilişkiyi temsil eder. Dinin anlaşılmasının koşullarından birini felsefe oluştururken, Hareket düşüncesinin son basamağı olarak kabul edilen Mutlak Varlık ile bütünleşmeyi de din sağlar.

Kaynakça

Aydın, Mustafa (2011), Güncel Konularda Temel Kavramlar, Açılım Kitap Yayınları, İstanbul.

Bolay, Süleyman Hayri (2004), Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara.

Cevizci, Ahmet (2011), Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul.

Efil, Şahin, “Nurettin Topçu’da İrade Felsefesi'” İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Malatya, 2013, s.1-36 Kök, Mustafa (1995), Nurettin Topçu’da Din Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2011b), Ahlak Nizamı, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2013a), İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2011e), Felsefe, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2014c), İsyan Ahlakı, Dergâh yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (1998), Kültür ve Medeniyet, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2014d), Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (2011f), Varoluş Felsefesi Hareket Felsefesi, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Topçu, Nurettin (1999), Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul.

————————————————–

[i] Kaynak: https://studylibtr.com/doc/737290/din-ve-felsefe-i%CC%87li%C5%9Fkisi-%C3%BCzerine-bir-i%CC%87nceleme–nurettin-…

[ii] İnönü Üniversitesi, Felsefe Ana Bilim Dalı, E-posta: [email protected]

Yazar
Seyfettin İLİTER

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen