Mevlüt UYANIK
Özet
İnsan, toplumsal bir varlıktır, diğer insanlarla birlikte iş bölümü yaparak düzenli bir hayat sürmek ister. Emeğinin karşılığını görebileceği, doğuştan getirdiği temel haklarının güvence altında olduğu, adalet ve özgürlüğün sağlandığı bir siyasal sistem içinde yaşamaktan da mutlu olur. Çünkü özgürlük ve güvenliğinin birbirine tercih edilmeyeceği bir ortamın nasıl sağlanacağı düşünce tarihinin en önemli soru/n/larından birisidir. Özellikle anarşi ve terör ile anılmaya başlayan İslam âlemi söz konusu olduğunda bu husus daha önem kazanmaktadır. Bu bağlamda ele alınacak soru/n şudur: Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğini taşıyan Müslümanlar olarak anarşi ve terör ortamında temel insan haklarını (can, mal, ırz, akıl ve din) koruyan özgürlük ve güvenlik dengesini koruyan dindar ve demokratik bir tavır nasıl oluşturabiliriz? Bunu hayatımıza nasıl aksettirebiliriz? Bu konuda örnek alınabilecek âlimler kim veya kimler olabilir?
Felsefi açıdan insanı varoluş amacı dünyada huzurlu ve mutlu bir hayat (Tahsilu’s-saade) sürebilmektir. Platon’dan ilham alan Farabi de İslam felsefesinde erdemli bir yönetim ve ideal devlet tasarımı üzerinde durmuştur. Bu total tasavvurların dışında yani siyasetin karmaşasından uzak durarak bir hayat tarzı yaşamanın imkânı yok mudur? İnsanı mutsuz kılan mutlak doğruluk tasavvurlarından uzak durarak, kendi iç huzurunu sağlayarak, olumsuz dış şartlara karşı bireysel yetilerini geliştirerek bir hayat geçirmek ve bunu toplumdan uzaklaşmadan/inzivaya girmeden yapmanın imkânını müzakere etmek gerekir.
Bildirinin hedefi; riyaset ve din tacirliğine düşmeden, yani dini siyasete alet etmeden temel ve doğal insan haklarını önceleyen dindar/Müslüman bir demokrat zihniyetin oluşumudur. Özellikle son 15 yıl içinde geliştirilen Muhafazakâr Demokrat ve Hıristiyan Demokrat kavramsallaştırmasından hareketle üretilen “Müslüman Demokrat” tasavvurunun tutarlılığı müzakere edilecektir. Daima itidalli ve müspet hareket içinde olunmasını gerektiren “Dindar Demokrat” kavramının İslamiyet’in yanlış temsilinin önüne geçebileceğini, Cumhuriyet ve laiklik ilkeleriyle uyum içinde olabileceğini söyleyen Said Nursi’nin talebelerinden bir grup, nasıl oldu da 15 Temmuz 2016 terörist darbesine kalkıştı, sorularının cevabı aranacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Muhafazakâr, Müslüman, Dindar, Demokrat, Din istismarı, laiklik
ABSTRACT
A person is a social entity, wants to live a regular life by doing business division with other people. He will be happy to live in a political system where justice and freedom, in which his fundamental rights he has inherited from his labor can be seen, are assured. This is because one of the most important questions in the history of thought is how to provide an environment in which freedom and security are not preferable to each other. Especially when it comes to the Islamic world, which is began to be remembered by anarchy and terror, this issue gains more importance. How can we create a religious and democratic attitude that protects the balance of freedom and security that protects fundamental human rights (life, property, racism, reason and religion) in the environment of anarchy and terror as Muslims carrying the cultural continuity of the Seljuks, Ottomans and the Republic of Turkey? How can we reflect this in our lives? Who are the scholars who can be taken as examples in this issue?
From a philosophical point of view, the point of existence of a person is a peaceful and happy life (Tahsulu’s-saade) in the world of purpose. Inspired by Plato, Farabi also emphasized a virtuous administration and ideal state design in Islamic philosophy. Is it impossible to live a lifestyle apart from these total conjectures, that is, by avoiding the complexity of politics? It is necessary to live a life by avoiding the illusions of absolute righteousness, which makes unhappy of the human being, by providing one’s own inner peace, by developing individual competence against adverse external conditions, and by doing so without going away from society.
Objective: It is the formation of a religious/Muslim democratic mind that prefers basic and natural human rights without resorting to religion and politics. In particular, the consistency of the Muslim Democratic conception, which has been developed in the context of the Conservative Democratic and Christian Democrat conceptualization developed over the last 15 years, will be negotiated. The aim is to answer how a group of folks of Said Nursi, who ‘should be the’ concept of religious devout, always need to be in a mediocre and positive movement, avoid the false representation of Islam and that it can be in harmony with the principles of the Republic and secularism started 15 July 2017 terrorist strike?
Keywords: Conservative, Muslim, Religious and Religious Abuse, Democrat, A Political and Political Attitude
Giriş
İnsan, toplumsal bir varlıktır, diğer insanlarla birlikte iş bölümü yaparak düzenli bir hayat sürmek ister. Emeğinin karşılığını görebileceği, doğuştan getirdiği temel haklarının güvence altında olduğu bir adalet ve özgürlüğün sağlandığı bir siyasal sistem içinde yaşamaktan da mutlu olur. Çünkü özgürlük ve güvenliğinin birbirine tercih edilmeyeceği bir ortamın nasıl sağlanacağı düşünce tarihinin en önemli soru/n/larından birisidir. Özellikle anarşi ve terör ile anılmaya başlayan İslam âlemi söz konusu olduğunda bu husus daha önem kazanmaktadır.
Esenlik ve barış anlamını taşıyan İslam, artık anarşi ve terörle özdeşleştirilmeye başlanmış ve İslamafobia gittikçe güçlenmektedir. Bunun oluşumunda sadece dış küresel güçler var diyerek sıyrılmanın da imkânı yoktur, çünkü Müslümanların bazıları ortaya koyduğu din tasavvurları ve çatışmalarla (Şii-Selefi) ve/ya gerçekleştirdiği eylemlerle dünya da İslam korkusunun artmasına vesile olmaktadır.[1]
Müzakereye açtığımız soru/n şudur: Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliğini taşıyan Müslümanlar olarak anarşi ve terör ortamında temel insan haklarını (can, mal, ırz, akıl ve din) koruyan özgürlük ve güvenlik dengesini koruyan dindar ve demokratik bir tavır nasıl oluşturabiliriz? Bunu hayatımıza nasıl aksettirebiliriz? Bu konuda örnek alınabilecek alimler kim veya kimler olabilir?
Bu bağlamda takip edeceğimiz yöntem arayışı şudur: Felsefi açıdan insanı varoluş amacı dünyada huzurlu ve mutlu bir hayat (Tahsilu’s-saade) sürebilmektir. Bu nedenle olsa gerek Platon’dan itibaren her filozof, ideal devlet tasarımları üzerinde durmuştur. Aristoteles, hocası Platon’un birey-aile ve toplum/siyaset ilişkisinin ideal tarzları üzerinde geliştirilen siyaset modelleri ve bunların açmazlarını gidermek için mutlak iyi ve doğru tasavvuruyla; şartlara göre iyi ve doğru tasavvurunu geliştirmiştir. Neticede onun ortaya koyduğu önerilerin çoğuna mevcut siyasal sistemler dikkat eder; ama insanın toplumsallığını adaletli bir ortamda gerçekleştirmesi için ortaya konulan yapılar mutsuzluğuna da neden olabilir.
Bu durumda yapılacak en tutarlı tercih, siyasetin karmaşasından uzak durarak bir hayat tarzı yaşamaktır. İnsanı mutsuz kılan mutlak doğruluk tasavvurlarından uzak durarak, kendi iç huzurunu sağlayarak, olumsuz dış şartlara karşı bireysel yetilerini geliştirerek bir hayat geçirmek ve bunu inzivaya girmeden yapmanın imkânını müzakere etmek gerekir.
Bu bağlamda düşünce tarihinde Epiküros siyasetten uzak durarak, toplumsal bozukluklardan etkilenmeyi aza indirileceğini belirtir. Ölüm korkusunu ve kitlelerin Tanrı tasavvurlarına yüklediği anlamlardan zihnini kurtaran insan mutluluğu elde edebilir, der. Böylece insan iç huzuruna ulaşabilir, düşünce hürriyetine kavuşabilir.[2] Görüldüğü üzere, apolitik bir tutum aslında mevcut siyasal uygulamaların, yöneticiler ve kitlelerin Tanrı tasavvurlarının ortaya çıkardığı çatışma ortamının dışında bir seçenek sunması nedeniyle bizatihi politik bir tutumdur.
Ulaşılmasını umduğumuz hedef şudur: Dini değerleri önceleyerek itidalli bir hayat yaşamak isteyen kişi, Batı’daki Hristiyan Demokrat” nitelemesine uygun ve benzer bir tavrı “Müslüman Demokrat” kavramıyla gerçekleştirebilir, diye düşünüyorduk. Bunu AKP’nin kuruluşuyla birlikte “muhafazakâr demokrat” kavramı temellendirmesinin tutarsız olduğunu ifade etmek için temellendirmiştik. 15 Temmuz 2016 terörist saldırısından sonra “Müslüman Demokrat” kavramı yerine “Dindar Demokrat” kavramının müzakeresini kamuoyuna açarak bir özeleştiri yapmayı hedefliyoruz. Çünkü dış şartlardaki olumsuzluklarına rağmen bir sistemde önemli olan ilk öncül/önermedir, bununla çelişen uygulamalar/öncüller karşısında, önemli olan sistemi terk etmek değil, ilk öncülü ve içinde bulunan şartları/önermeleri yeniden temellendirmek ve tutarlı sonuçlar üretmektir. Böylece İslamiyet’in esenlik ve barış anlamını taşıdığının bilincinde olarak, daima müspet hareket içinde olarak, sivil bir direniş kodu geliştirerek, yanlışa evet demeyen bir politik tutuma yol açma ihtimalini tartışmaya açacağız.
Bunun önemi şudur: Riyaset ve din tacirliğine düşmeden, yani dini siyasete alet etmeden[3] temel ve doğal insan haklarını önceleyen dindar/Müslüman bir demokrat zihniyetin oluşumudur. Gerek ülke içinde bulunan ırki (Türk-Kürt) ve dini/mezhebi (alevi-sünni) çatışma ortamlarının ortaya çıkardığı anarşi ve terörün önüne geçebilmek mevcut siyasal uygulamaların yanlışlıklarına evet dememek ve bunların olumsuz etkilerini aza indirgemek için bu bakış açısı çok önemlidir. Olası katkı şöyle olabilir: Dünyada refah ve huzurun/mutluluğun; ahirette ise felahın/kurtuluşun sağlanması için gerekli temel ilkeleri önemseyen bir kişinin her siyasal yapı içinde bir “dindar demokrat” tutum ve tavır oluşturabilmesine katkı sağlamaktır. 15 Temmuz 2016 Terörist saldırısı sonrasında ilahiyat fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığını Yeni Bir Din Dili Oluşturması gerekliliğini gündeme getirmesini de olası katkı olarak düşünüyoruz.
1. Yeni Bir Din Dili Oluşturmanın Gerekliliği
Yeni bir din dili geliştirmek derken dünyada dini çeşitlilikleri, yani fraklı inanç, farklı ibadet ve kısmen farklı ahlaki öğretilere sahip olanları değerlendirmek, bunlar hakkında konuşmak nasıl olacaktır? Dünyadaki bütün dini tasavvurların olumlu ya da olumsuz bir etkileşim içinde olduğu ve müntesiplerine de doğruluk/kurtuluş sunduklarını düşündüğümüz zaman kapsayıcı tutumun baskın olduğu gözlemlenmekledir. Tek doğru kendisine aittir, dini tasavvurların geçerliliği ve kurtuluş ümidi olamaz. Bir de bunun karşıtında bütün dinleri eşit derecede geçerli ve birbirine eş değer gören, bir dinin müntesiplerinin kurtuluşa erebileceğini söyleyen dini çoğulculuk vardır. Bunların ortasında kapsayıcı tutum vardır, inançların doğruluğu bakımından dini dışlayıcılığına insanların kurtuluşa ermesi bakımından çoğulculuğa benzeyen orta bir noktaya işaret eder. Bir de görelilikçi yaklaşım vardır ki, buna göre her dinin mutlaklık iddiaları kendi şartları içine geçerlidir. Ernest Troeltsch’in bu görüşü, Arnodl Toynbee’nin bütün dinleri özde bir sayıp aynı hedefe götüren farklı yollar sayan yaklaşımı, Carl Gustav Jung’un bütün dinleri kaynak ve işlev olarak gören yaklaşımı da, bu bağlamda geliştirilen dini çoğulculuğa örnek olarak verilebilir. Bir de bu öğretilerin tamamını reddeden ateizm (Tanrı Tanımazlık), bunlar üzerine konuşmayı gerek görmeyen agnostisizm vardır. Şimdi önemli olan İbrahimi geleneğe yaslanan Musevi, İsevi ve Muhammedi Şeriatlerin Tek Tanrı tasavvurlarını ortaya koymadığı çeşitliliği nasıl izah edebileceğidir. Temel iddiaları koruyarak, dinleri başka bir şeye indirgemeksin, dini öğretilere dair eş değer açıklama da getirmeksizin, tamamen akli bir yorumlama mümkün müdür?[4]
Kapsayıcılık bağlamında düşündüğümüz zaman dinleri (daha doğru ifadeyle) şeraitleri bir diğerine indirgemeksizin, temel önermelerinizden ve iddialarından vazgeçmeden, onları koruyarak, eş değer açıklama getirmeksizin rasyonel temellendirme yapmanın önemi son gelişmelerle iyice ortaya çıkmıştır. Çünkü teolojik/kelami dil ile kendi öğretisini bir diğerine karşı savunmasını yapabilir, önceki şeraitlerdeki kırılmaları ve tashihleri söyleyebilir; cedel yöntemi bunun içindir. Fakat teolojiler burada da görüldüğü üzere, bir diğer şeraitin, yöntemin bakış açısını dışlamamak ve kendi kapsayıcılığını söylemek yerine, aynı şeriat içindeki farklı mezhepleri, yolları ötekileştiriyor, bazılarını kâfir, bazılarını müşrik olarak görüyor.[5] Asıl olan eş ölçülemezlik, adalet ve eşitlik ilkeleri arasındaki farka dikkat ederek,[6] İbrahimi geleneğin temsilcisi olan bütün peygamberlere karşı herhangi bir nezaketsizlik yapmamak, adaletsiz uygulama içeren bir davranış ve tutumda bulunmamaktır. Eş ölçülemezlik ilkesi gereği de Hz. Muhammed (sav) yol ve yönteminin Hanif geleneğinin İbrahim milletinin nihai uygulaması olduğunu, onun içlem ve kapsam açısından içeriğini konuşmak gerekir diyorum. İbrahimi Geleneğin Kalbi olan Kudüs ve Mescid-i Aksa bunun somut örneğidir. [7]
Aslında bütün peygamberlerin hepsine aynı din (tevhid, nübüvvet ve mead) indirilmiştir, adı da İslam’dır. Her şeraitin müntesiplerinin kendi doğrularıyla yaşaması ve kurtuluşa ereceğini sanması tutarlı olarak görülebilir. Farklı dini tasavvurları yani dini çeşitliliği anlamak için dini çoğulculuk öne sürülmüştür, ama bunu söylemek kurtuluşa erişmek açısından eşit olduğu anlamına gelir mi? Hz. Muhammed sav yol ve yöntemini daha tutarlı ve makul görmek; diğer peygamberlerin müntesiplerine karşı bir adaletsizlik işinde olmamı gerektirmez, ama eşit olarak görmek anlamına da gelmez. Eş ölçülemezlik ilkesini ed-Din; eş-Şeria ve el-Mille(t) kavramları arasındaki farka, eşitlik de sayısal ve oranlı eşitlik nüansına dikkat ederek yapmaya çalışıyorum.[8] Burada ortaya çıkan bir görecelilik yok mu diye sorulacak olursa, dışlayıcı bir tutumdan uzak, çoğulculuktaki eş ölçülemezlikten de kaçınarak kapsayıcılığı önceliyorum, ama görelilik/relativizmde düşmeden bu riski almak gerekir.
Bosna Hersek’in başkenti, bilge-yönetici Aliya İzzetbegoviç’in şehrinde Timav’ın düzenlediği Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumunda (19-21 Mayıs 2016) “Barışcıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Evrensellik Tasarımlar” başlığıyla müzakere açmak bu riskin göze alınması demektir. Çünkü Boşnak, Sırp ve Hırvatlar aynı ırkı, dilleri bile aynı sayılabilen bu bölgede yaşanan çatışmaları analiz etmek ve barışa katkıda bulunmak şarttır. Hırvat’lar ve Slovenler Hıristiyan ve Katolik, Sırplar ve Karadağlılar Hıristiyan Ortodoks, Boşnak’lar Müslüman olduğunu hatırlarsak, kardeşler arasındaki sosyo-politik ve erk çatışmanın küresel yapılarca din haline getirilmiş mezhepler arası savaş diye meşruiyet sağladığını unutmamak gerek. O zaman bir dine inanmak veya onun bir mezhebine göre yaşamayı önceleyen dindar bir şahsın Hıristiyan veya Müslüman sıfatını öncelemeksizin demokrat bir tavır tutum edinebilmesinin imkânını müzakare etmek gerekir.
2. Muhafazakâr Demokrat; “Müslüman Demokrat” ve “Dindar Demokrat” Tasavvurları
Ülkemizde ve Ortadoğu’da özellikle 2010 Arap baharıyla birlikte yaşanılanlar dini değerlerin yeniden yorumlanmasını ve yeni bir din dili oluşturmayı gerekli kılmaktadır. İktidarın yozlaştırma etkisine dikkat ederek, iktidar tutkusunun gemlenmesini, dinin siyasete alet edilmeden bir tavır ve tutum geliştirmek için bu gereklidir. 3 Kasım 2002 tarihinde kısa bir süre önce kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi. Şu ana kadar da iktidar kalmaya devam ediyor.
Söylemini başlangıçta “Muhafazakâr Demokrat” kavramıyla temellendirmeye çalıştı. Biz de, kavramsallaştırmaya özdeş olarak kurulan Muhafazakâr Düşünce Dergisinde “Bir Sosyal ve Siyasal Kimlik Tartışması: “Muhafazakâr Demokrat” mı; “Müslüman Demokrat” mı?” başlığıyla müzakereye katılarak tercihimi “Müslüman Demokrat” kavramını Türk Siyasal Hayatına kazandırmanın zamanı geldi şeklinde belirtmiştim. Ama siyasal otorite, Sayın Yalçın Akdoğan’ın ve Atilla Yayla’nın da aralarında bulunduğu bir grup akademisyen tarafından temellendirilmeye alışılan “Muhafazakâr Demokrat” kavramından yana tercih belirtmişti. [9] Muhafazakâr Demokrat kavramı yerine “Müslüman Demokrat” kavramını önerim, ardından son yaşanılanlarla birlikte temellendirmemi eleştiriye tâbi tutarak “Dindar Demokrat” kavramını müzakere açmak için öncelikle konuya dair bilgisel hazır bulunuşluk sağlamak gerekir.
2.1. Yeni Bir Siyasal Okumanın İmkânı
Osmanlı Devleti’nin 23 Aralık 1876 tarihinde Meşrutiyetin ilanı ile parlamenter sisteme geçtiğini hatırladığımız zaman parlamenter sistemin 140 yılllık temeli olduğunu görürüz. 1789 Fransız ihtilaliyle değişen dünya paradigmasına uyum sağlamak için ıslahat ve Tanzimat fermanlarını çıkaran, I ve II meşrutiyetleri yaşayan Osmanlı dini değerleri önceleyen monarşik bir yapılanmaydı. Türkiye Cumhuriyeti 1789 dünya paradigmasına uyum sağlamak için üç tarz-ı siyaseti denedi, kademeli bir şekilde, en sonunda Osmanlı siyasi ve askeri bürokratları monarşi yerine Cumhuriyet, dini değerleri önceleyen yapı yerine laik, sosyal bir hukuk devleti olarak kuruldu. [10] 1946 seçimleriyle birlikte 66 yılı çok partili olan demokrasi arayışımızın sürekli darbeler, post modern darbeler ve muhtıralarla kesildiğini görünce, son on yıldır ortaya çıkan belgeleri, yargılanmaları ve toplumsal kırılmaları yaşayınca, demokratikleşme açısından çok da başarılı bir süreç yaşa(ya)madığımız bir gerçektir.
Bununla birlikte AK Parti iktidarı ile birlikte bir haklar toplamı olarak değerlendirilen demokratik ilkelerin, manevi ve milli değerleri dikkate alınıp yorumlanarak uygulandığı zaman halkımız tarafından benimsediği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle İslam’ın temel ilkelerini, insanlığın evrensel birikimlerini göz önünde bulundurarak yeni bir yorumunun pratiğini, kendi tarihsel-toplumsal sürecimizi yeniden okumak, geniş kabul görmektedir. Modern dünyada Müslüman toplumlarının parçalı yapısı, İslam’ın temel ilkelerinin yerel şartların çeşitliliğine uyarlanması gereğini de ortaya çıkarmıştır.” Çünkü küresel ile yerel arasındaki ilişki diyalektiktir. Bunlar arasında çok farklı türden eklemlenmeler olabilir; küresel süreçler, kendisini oluşturan yerel yapılarla diyalektik biçimde eklemlenerek dönüşür. Diyalektik gereği, bu süreç sonunda dini ve milli verilerin yerli; yani Anadolu merkezli yorumlarının evrenselleştirici yeni sentezlerine ulaştırma ihtimali belirebilir.
İşte bu noktada, kültürler arası etkileşim ve bunun sonucundaki dönüşüm üzerinde durmak gerekiyor; çünkü kültürler kendi aralarında aynı biçimde ve aynı düzeyde farklılaşmamaktadır. Kültürlerin yerelliği bu bağlamda, yeni bir duyarlılıktan (Muhafazakâr Demokrat ya da “Müslüman Demokrat” gibi) söz etmek demektir. “Sosyal ve Siyasal Kimlik Meselesini” Türkiye’de dini ve milli değerleri önceleyerek siyaset yapacağını söyleyip, tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, Batı siyasi literatüründe birbiriyle ilintilendirilmesi çok zor olan “Muhafazakâr” ve “Demokrat” terimlerinin bileşenini oluşturmakta gördü. Halbuki meşruiyetini tarihsel temellerini kolayca bulabileceği “Müslüman Demokrat” kavramını siyaset felsefesinin modern verileri ışığında okuyarak temellendirebilirdi.
Bilimsel alt yapısını Liberal Düşünce Topluluğunun katkısıyla Muhafazakârlık ve Demokrasi ilişkisine dair uluslar arası bir sempozyum düzenleyerek kimliğinin teorik alt yapısını kurgulamaya çalıştı. Atilla Yayla, dini değerleri önceleyen insanların siyasal kurgularını artık “Müslüman” terimiyle değil de, bunu da içeren “Muhafazakâr” kavramıyla ifade etmesinin daha tutarlı olacağını söyledi. İhsan D. Dağı “AK Parti: “Müslüman Demokrat” mı “Muhafazakâr Demokrat” mı?” konulu yazısında aynı hususu vurgulayarak “Muhafazakâr Demokrat’ ifadesinin anlamlı olacağını söyler. Tarihsel pratik ve ideolojik önermeler bağlamında ‘Müslüman demokrat’ bir model olmadığını, AK Parti’nin, bazı İslamcı entelektüellerin ve Batılı gözlemcilerin ‘icat’ etmeye çalıştıkları ‘Müslüman Demokrat’ bir kimliğe uymayacağını söylemektedir. Ayrıca “Müslüman Demokrat” bir kimliğin, hem AKP’nin toplumsal desteğini nitelemez/kapsamaz hem de ‘merkez’ ve Batı nezdinde ‘meşruiyet’ini sürekli sorgulanır kılacağını, bu nedenle AKP’ye, kendilerinin de ifade ettiği ‘Muhafazakâr Demokrat’ nitelemesi daha uygun düştüğünü belirtti. [11]
“Türk muhafazakârlığı; modern ve Müslüman” başlıklı yorumuyla Hakan Yavuz ise, AKP’nin muhafazakâr demokrat anlayışı, küresel değerlerle barıştırarak bir Türkiye tezi üretmesi için Brüksel’in insan hakları söylemini, Mekke’nin manevi değerlerini, Türkistan’ın milli şuurunu içermesi gerektiği üzerinde durmaktadır[12] Batılı anlamda muhafazakârlık anlayışını müzakere etmek, bu satırların yazarının ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte AKP deneyiminin uzun demokrasi deneyimimizden hareketle batılı literatürdeki “Hıristiyan Demokrat” örneğinde olduğu gibi, bir “Müslüman Demokrat” temellendirmesine girilseydi, özelde Türkiye ve diğer bölgelerde yaşayan Müslüman halklar, genelde dünya siyasal literatürüne özgün ve özgül bir katkı olabilecekti. Çünkü AKP, yerli/dini/milli değerlerin evrensel veriler ışığında okuma iddiasıyla iktidar oldu; başarılarında mevcut egemenlik ilişkilerinin içinde “çevrenin/taşra”ın 28 Şubat süreciyle bütün siyasal farklılıkları homojenleştirdiği bir merkeze, ya da “28 Şubat mağduru çevre”nin “diğer kenarlar”a karşı bir tepkisi olarak ortaya çıkmıştı.
Islahat ve Tanzimat Fermanlarıyla başlayan I. ve II. Meşrutiyetlerle ivme kazanan siyasal ve kültürel modernleşme projemizin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla somutlaşmıştır. Devlet kavramını salt kutsal bir kategori olmaktan çıkaran Cumhuriyet, ekonomi politiğin gereğini yapmaya çalışmaktadır. Günümüzde Avrupa Birliğine katılma, bu projenin son aşaması olarak görüyordum. Fakat 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren bütün dünyada yaşanan sosyo-politik gelişmeler ve bunların ortaya çıkardığı sorunların üstesinden gelebilmek için siyasi, güvenlik ve insan hakları boyutlarını bir arada düşünmemiz, çözüm önerileri bir bütün olarak üretmemiz gerekiyordu.
Bu çerçevede, AKP’nin AB uyum süreciyle ilgili olarak çıkarttığı yasalar, demokratikleşme açısından tikel/yerli olanda tümeli/evrenseli yakalamak ya da tikeli tümelleştirmek şeklinde okunabilir; ama bunu tartışmalı “Muhafazakâr Demokrat” kavramı ile yapmanın tutarlı olmadığını o dönemde dile getirdim. Çünkü Muhafazakâra göre tarih, gelenek, toplum, devlet vs. gibi kavramlar çok büyük harfle yazılmış kavramlardır. İster devlet için daha patentli bir sivil muhafazakârlık yapın, ister daha sivil toplumcu bir muhafazakârlık yapın, bu şekilde okuma alışkanlığı sonuçta demokrasiyle de zaaf üretebilecek sonuçlar getirmeye adaydır. Yani muhafazakârlığın politika öncesi bir düşünüş olarak vaat ettikleri ile politikleşmesinden sonra doğabilecekler arasında çok ciddi bir sıkıntı vardır. Dolayısıyla bu atlanmış bir meseledir. Nitekim demokrasiyi muhafazakârlığın bağımlı değişkeni olarak gören bu perspektif, Süleyman Seyfi Öğün’e göre çok risklidir.
Bu çerçevede, ”AKP’nin cüretkâr bir ifadeyle ‘Türkiye muhafazakâr demokrasiyi seçti’ demesi siyasal anlamda çelişkiler içermektedir, zira demokrasiye sıfat koymak, özünde totaliter bir tavırdır. Türkiye’nin siyasal yapısı ve oluşturduğu kültürü salt sol ve sağ, muhafazakârlık veya ilericilik ikilemleriyle açıklanamaz. Üstelik bu tür nitelendirmeye gerek olmamasının nedeni, muhafazakârlığı demokrasi içinde olmasından dolayıdır. Öğün, AKP’nin kendisini tanımlamakta kullandığı ‘muhafazakâr demokrat” nitelemesini tercih etmesinin temelinde muhafazakâr düşüncenin, ortalamaları bulmak, aklıselim ile hareket etmek, tecrübeye güvenmek gibi siyasetin aşırılıklarını törpüleyen bazı özelliklerin yattığını belirtir. Gerçekten, AKP’nin iktidar olmasında dini ve milli değerleri önceleyen bir mirası devralması, halkın tercihinde bunun etken olduğu bilinen bir husustur. 28 Şubat, siyasetin dinselleştirilmesine karşı bir yapılanma olarak ortaya çıktı, ama paradoksal bir şekilde AKP’yi halk, önemli oranda bu tepkiye karşı bir tepki olarak iktidara taşıdı. AKP, buna rağmen sahip olduğu geleneğin karşılaştığı 28 Şubat türü bir operasyonla karşı karşıya kalmamak ve her an aşırılaşmaya dönük bir potansiyeli taşıdığına dair resmi çevrelerde hâkim olan bakış açısını izale etme kaygısını her an taşıdığını hissettirmektedir. Bu nedenle AKP’nin muhafazakâr demokrasi arayışı, yukarıda belirttiğimiz meşruiyet sorunuyla yakından ilişkilidir. [13]
2.2. Sosyal ve Siyasal Bir Kimlik Arayışı Olarak “Müslüman Demokrat”
“Müslüman Demokrat” kavramsallaştırmasını önermemin sebebi ise şuydu: Batı’nın insan hakları söylemini, dinin bu hakları fıtratla özdeşleştiren bakış açısını ve diğer manevi değerlerini, milli refleksleri koruyan bilinci içeren tarihsel temellere sahip yeni bir sosyal ve siyasal kimlik tasavvuru olabilirdi. Çünkü içe kapanmadan yerelleşmeden yerli (dini ve milli) değerlerin evrenleştirilmek böyle olabilirdi. Bunu yapmak, farklı, öteki olanın özgün ve özgüllüğünü, Allah’ın bir rahmeti ve bereketi olduğunu düşünmektir; bilişip, tanışma, iyilik ve güzellikte yarışma iddiasındaki çoğulcu evrensellikler olduğunu söylemektir. Herhangi bir yabancılaşma, dışlama olmamasının nedeni budur. Bunun içinde toplumsal ve siyasal iktidar ilişkilerini kültürel farklılıkları öne çıkarak gözden ırak tutmaya yarayan bir tür şeffaf maske olmanın ötesinde bir şeydir. [14]
“Müslüman Demokrat”, laiklik kavramının bütün dünyada demokrasinin çoğulcu boyutunun inançlar alanına yansımasının bir ifadesi olabilir. Bu gerçekleştirilirse, Türkiye; manevi değerlere saygılı laik ve demokratik hayat biçimini, tarihsel deneyimlerinin verdiği güçle, devlet nizamı içinde sürekli ihtilalle kesintiye uğratmayacak kurallara bağlayabilecektir. Ulusal/tikelde tümel/uluslar arası değerlerin okunmasıyla oluşan bu yapıyı sosyal bir kimliğe toplumsal bir kültüre dönüştürdüğümüz takdirde, bütün bölge ülkelerine örnek teşkil edebilme iddiası gerçeklik kazanır. Bu açıdan “Müslüman Demokrat”, laiklik kavramının bütün dünyada demokrasinin çoğulcu boyutunun inançlar alanına yansımasının bir ifadesi olabilir.
2.3. “Müslüman Demokrat” Kavramsallaştırmasının Olası Siyasal Getirileri Nelerdi?
Türkiye’de tıpkı Hıristiyanlığın verilerini dikkate alan Hıristiyan Demokrat gibi bir kavramsallaştırma pratiğe aktarılırsa ne olacaktır? Öncelikle, laik, sosyal, bir hukuk devleti olan Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olarak bölgesel ve uluslar arası bir güç olmasına “muhafazakâr” bir katkı olacaktır. Ayrıca Avrupa Birliğinin, din temelli değil de, ekonomi-politik bir birliktelik olduğu iddiası geçerlilik kazanacaktır. Çünkü halkı önemli oranda Müslüman, yönetimi laik bir devlet olan Türkiye, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman ve Ateistlerle birlikte yaşanabilecek bir Avrupa Projesi inşasına teorik ve pratik katkıda bulunabilir. Çünkü Avrupa Birliği’nde oldukça çok sayıda Türkler ve diğer Müslüman halklardan insanlar yaşıyor. Hem, farklı kültürel dokuya sahip bu insanlarda, anayasal vatandaşlık ve yurtseverlik bilinci oluşturmasında, hem de dünya kamuoyunda çoğulcu, kuşatıcı ve kapsayıcı liberal demokrasinin gerçekleştirildiği “Müslüman Demokrat” kavramıyla daha iyi gösterilebilirdi. [15]
Bir diğer önemli getiri şöyle olabilirdi: 11. Eylül 2001 saldırısından sonra tekrar gündeme oturan olası bir medeniyetler savaşını engellemenin yolu, “Müslüman Demokrat” kavramsallaştırmasını işlevsel hale getiren bir Türkiye ile mümkün olabilir. Bu bağlamda, Büyükelçi Ö.Sanberk’in dediği gibi, “Türkiye, AB kültürünü benimsemeden, farklı/yerli kültürel kimliğimize sahip çıkarak, hoşgörü temelinde yükselen bir din olan İslamiyet’in değerlerini koruyarak diyalog ve işbirliğini gerçekleştirebilir. Böylece, ortak politik bir çerçeve oluşturulmasına önemli katkılarda bulunabilir/di”[16] Aksi takdirde medeniyetler savaşı kuramının teorisyeni olan Huntington’un dediği gibi modern ulus devlet anlayışı yerine medeniyetler kavramına bırakacak, kültürel kimliğin belirlenmesinde önemli bir etken haline gelecektir. İnsanlar artık kendilerini bir ulusun değil, bir medeniyetin parçası olarak görünce, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşananların medeniyetler arasındaki ayrım çizgisinin gereği olarak sunulması gerçekleşmiş olacaktır. Huntington’un savaş alanlarını belirleyen bu kıpkızıl perdesini yırtabilecek tek devlet tarihsel ve kültürel birikimini yeni okumalarla gerçekleştirecek olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Siyasal alanları, kültürel çatışma merkezleri haline getiren iktidar odakları, böylece toplumsal çatışmaları maskeliyor.
Kültürel çatışmaların hedef şaşırtma olduğunu Türkiye ispat edebilir; zira Huntington’un ideali olan “her biri başkalarıyla beraber yaşamayı öğrenmek zorunda kalacak farklı medeniyetlerden oluşan bir dünya”sı bizatihi gerçekleştirmiş olan ülkedir. Tarihsel olarak bunu gerçekleştirmiş bir kültürü tevarüs eden devlet, yine medeniyetler arası uyumun simgesi olabilir ve maskeleri düşürebilir/di.
Huntington’un tezine bakıldığı zaman, onun ilk önerisi olan diğer kültür ve medeniyetler için söylediği tecrit edilme ve içe kapanmayı reddedilebilecek bir yapılanmaya sahip tek devlet Türkiye’dir. Huntington’un ikinci önerisi olan Batılı değerleri aynen kabul ederek modernleşmeyi bizatihi deneyen ama bunun da çözüm olmadığını gören yine Türkiye’dir. Üçüncü öneri olan Batı dışı kültür ve medeniyetlerle ittifak yaparak modernleşmeyi ise günümüzde Perinçek ve ekibi dışında kimsenin savunduğu yok demiştim. Oysa son gelişmeler bu kazanımların hepsinin terk edildiği ve içe kapanmayı, bir nevi 3. Dünya ülkesi nitelemesini “onurlu yalnızlık” olarak görüldüğünü gözlemledik.
Halkın bunlara rağbet etmediği ve yönünü temel hak ve özgürlükler, insan haklarına dayalı, çoğulcu bir demokrasiye döndürerek muasır medeniyet seviyesini aşmayı hedeflediği artık apaçık bir gerçeklik olduğunu söylemiştim ama olmadı maalesef. O zaman şu soruyu sormuştum:
Yerelleşmeden/içe kapanmadan, yerli (dini ve milli) değerleri, insanlığın diğer tarihsel birikimiyle yorumlayarak evrenselleştirme çabası olan “Müslüman Demokrat” bir siyasal ve sosyal kimlik tasavvurunun engellenmesi durumunda ortaya çıkacak siyasal zararlar neler olabilir? Yeni devleti kurarken Atatürk’ün büyük oranda lağvettiği Doğu-Batı sınırları yeniden inşa edilir. Ayrıca bireysel hak ve özgürlükler toplamı olan demokratikleşmede eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu durumda kaybeden yalnız Türkiye ve diğer Müslüman hakların yaşadığı coğrafyadaki devletler olmayacağı kesindir. [17]
Nitekim böyle oldu ve 2010 Arap Baharı adıyla başlayan bölgesel çatışmaların etkisi ülkemize kadar taşındı. Muhafazakârlık ve Müslümanlık değerlerinin içi boşaltıldı ve selefi zihniyet eş zamanlı bir şekilde bütün Müslüman âleminde etkili olmaya başladı.[18] Halbuki günümüz İslam dünyasında fıkhi, fikri ve siyasi özgürlük için Ebu Hanife’nin hukuk anlayışını, akıl ve rey üzerine kurulu sistemini yeniden okumak ve yorumlamak gerekirken, tam tersi oldu ve selefi zihniyet yeniden canlandı. [19]
Sömürgecilik döneminin ortaya çıkardığı sorunlarla yüzleşip, günümüz İslam dünyasındaki bilgi ve bilim/teknoloji tasavvurlarını inceleyerek yeni bir duruş ve tutum oluşturma çabaları içindeydik. [20] Din hegemonik bir siyasetin aracı olmaması gerekir derken[21] bütün kurgular birbirleriyle çatışan İslam tasavvurlarıyla sunulmaya başladı. “Muhafazakâr Demokratlık” adına AB uyum sürecini takip etmeyi muasır medeniyet seviyesini aşma çabaları olarak görüyor ve buradaki olası hatalara kendi kavramlarımızla işaret ediyorduk ki, ülkemizin başarı oranı artsın umudunu koruduk.
Bu bağlamda felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak, Türkistan/Atayurt’tan getirdiğimiz kültürel kodlar ile Türkiye/Anayurtta bulduğumuz birikimi yeniden okuyarak aralarında irtibatını yeniden kurmaya çalışırken[22] ilahiyat fakültelerinde Nizamiye medreselerinden itibaren başlayan felsefe ve kelam geleneğini azaltma ve yok etme çabalarıyla karşılaştık.[23] Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini açıklamak için Atatürkçülük ve Kemalizm özdeşleşmesine ve bununla çatışan bir İslam tasavvuru üzerinden temellerimizin zayıflatılmasının tutarlı olmadığını belirttik.[24]
İslam Aklı’nın tarihe gömülmüş ve siyasal hayatta etkili olan şekline eleştirel tavırlarla içtihat geleneğini yeniden diriltmek[25] “Müslüman Demokrat” bir tasavvurla olabilirdi. Çünkü Muhammed Abid Cabiri’den hareketle, İslam âleminin en büyük sorununun “Demokrasi” olduğunu, söyleyerek “Çağımızda, bütün insanlığın mirası olan modern demokrasi biçimlerinden başkası yoktur”[26] temellendirme çabalarımız sekteye uğradı. Aslında geldiğim nokta, ister “Muhafazakâr Demokrat” isterse “Müslüman Demokrat” kavramları olsun, bunlar son tahlilde oyun kurucu değil, Batı tarafından oluşturulan kavramlar eşliğinde düşünmektir. Bu nedenle artık İslam ve demokrasi ilişkisini birbirine indirgemeksizin yerine Vahhabi zihniyetinin güncel sunumu olan selefi zihniyetin hâkim olması[27] artık yeni bir kavramsallaştırmanın da zamanını göstermektedir.
3. “Dindar Demokrat” Kavramının Temellendirilmesi
Adalet ve Kalkınma Partisiyle başlayan değişim ve dönüşümün siyasal alanda “Muhafazakâr Demokrat” ve “Müslüman Demokrat” kavramlarıyla açıklanamadığı ortadadır. Peki dini değerleri önceleyen bir kişi, Türkiye’ye hizmet etmeyi hedefleyen herhangi bir siyasal parti içinde yer alabilir mi?
Ancak yerli ve milli değerleri öncelediğini söyleyen milliyetçi partiler veya dini değerleri önceleyen kendini muhafazakâr olarak nitelendiren saadet partisi gibi veya genel olarak sağ seçmene muhafazakâr demokrat nitelemesiyle hitap eden AKP gibi partiler dışında da kalanlarda niçin “Dindar Demokrat” insanlar yer alamasın? Yahut Atilgan Bayar’ın ifadesiyle “CHP yönetimi Atatürk döneminden sonra gelen İnönücü ‘Laik Yanılgı’yı tashih etmeyi başarırsa, pek çok tarikatın ve İslami ekolün oyu da CHP’ye akabilir mi?”[28] veya Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri merkezli sorularımızı devam ettirecek olursak; Atatürk Maturidi meşrepti ve teoloji bilmeyenler devleti yönetemez” öncülü, sağ merkez partiler dışında benimsenirse nasıl bir siyasal durum ortaya çıkar? Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir açılımı, Cumhuriyet’in din anlayışının ve kendi ürettiği ‘laisite’nin kökenlerine dönülüp, yeniden tartışmasının; belki de yeniden üretilmesi mümkün olabilir mi? [29]
Bu bağlamda Selçuklu Sultanı ve Abbasi halifesi arasındaki irtibatın incelenmesini önerilir. 1055 yılında Tuğrul Bey halifeyi Şiî Buveyhilerin elinden kurtarmak için Bağdat seferine çıktı ve bu tarihten itibaren siyasi yönetici ile dini otorite arasında bir ayrım oldu. Şii Fatımî halifesinin elinden Abbasi halifesini kurtardığı zaman Tuğrul Bey’e halife sikke bastırır, özerkliğini tanır. Tuğrul Bey de onun sarayının iaşe ve ibatesini sağlar. [30]
O halde bize düşen, Selçuklu, Osmanlı tarihsel deneyimlerine dikkat ederek, 1789 yılında değişen dünya paradigmasına uygun olarak monarşiden Cumhuriyet’e, dini değerlerden laik bir sisteme ve ulus devlete geçiş olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel kodlarını yeniden üretmeye “Dindar Demokrat” kavramı katkıda bulanabilir. Yoksa radikal sol ve radikal İslamcı söylemlerin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi Kemalizm ve İslam Çatışmasıyla Açıklama” çabalarıyla zihinleri ideolojik kitlemeye tabi tutup, toplumsal ve siyasal kamplaşmalara katkı sağlama riski ortaya çıkar.
Tarihsel birikimimizi yeniden okursak, Selçuklu ve Osmanlı devleti Türkistan/Atayurt ve Türkiye /Anayurt arasında kurulan devletlerin simgelerini de Türkiye Cumhuriyeti forsunda bulundurarak bu bilinci bütün dünyaya ilan ettiklerini görebiliriz. Fethedilen toprakları “vatan” kılıp “yurt”landıran kültürel doku ise Hanefi-Maturidi İslam yorumunun somutlaşmış şekli olan Horasan-Yesevi kültürüdür. Bu hususu unutulursa, modernleşme ile batılılaşmayı özdeş gören seküler bir devlette ‘Niçin Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kuruluş olarak tesis edilir? Dini sahih kaynaklardan öğrenip öğretilmesi için tefsir ve hadis külliyatı neden oluşturulur?” soruları askıda kalır.[31]
Anadolu’da yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Farklı içerikleriyle ortaya çıkan bütün fikirler ve akımlar, kuruluş aşamasındaki mahiyet ve hüviyet ilişkisindeki sorunları çözmeye yönelikti. Eğer bu çözüm önerilerini ve aralarındaki farkları analiz edersek, günümüzdeki çatışmaların ve ayrışmaların da nedenlerini bulabiliriz. Böylece farklılıkların aykırılığa dönüşmesine müsaade etmeyen bir “eşik” oluşturabilir ve bir arada yaşama motivasyonumuzu güçlendirebiliriz.[32]
Bunu CHP’nin idrak edip, Atatürk ve arkadaşlarının uygulamalarının uygulamalarını günceller ve dini değerlerle barışık bir sistem ile “Dindar Demokrat” tasavvuruna katkıda bulunabilir. Bizim önerimiz İslam dünyasının içinde yaşadığı sosyo-ekonomik tarihini iyi incelediğimiz zaman Hanefi fıkhı, Maturidi Akaidi, Ahmet Yesevi’nin hal diliyle manevi/tinsel ilimlerle evrenin ve insanın niçin yaratıldığı; Biruni gibi alimlerin yöntemleriyle de pozitif ilimlerle evrenin dilinin mahiyetini, Farabi gibi alimlerin yaptığı gibi erdemli/medeni bir yönetimin (ahlak/fıkıh/kelam) tarzını yeniden ortaya koyabilecek yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturabiliriz.[33]
Arap ve Fars Müslümanlığından farklı bir niteliklere sahip olan bir Türk Müslümanlığı olduğunu Hanefi fıkhının rasyonel çözü önerileri, özgürlükçü Maturidi teolojisiyle[34] ve bunların hayata geçirilmesi olan Ahmed Yesevi örneğinde güncelleyip selefi-şii çatışması gibi dini ekonomi-politik savaşlarda aygıt olarak kullanmayan laik yapıyı güçlendirebiliriz. Harici (İşid, Taliban, el-Kaide), Batınî (FETÖ vb ezoterik yapılar) Şii zihniyetin aşırılıklarından kurtulabilinir.[35] Arap dünyasında mezhepçilik adı altında yapılan iktidar ve ekonomi-politik savaşlardan uzak durabilmenin yolu budur.[36]
Bu bağlamda 28 Şubat 1997 sonrasında yaşanılanlar irtica ile mücadele adı altında ilerici-gerici, laik-anti-laik/İslamcı diye kamplara bölmüştü. 15 Temmuz 2016 terörist darbe girişiminde iktidarla birlikte olduğu bilinen sürekli hoşgörü, diyalog ve eğitim-öğretimin niteliğinin artırılmasından bahseden bir cemaatin örgütlü bir siyasal güce (FETÖ) dönüştüğünü, hükümet nezdinde devlete yönelik terörist saldırıya bile teşebbüs edebildiğini gözlemledik. Yaşadığımız farklı iki boyutlu travma (1997/2016) da din dili üzerinde ayrıntılı analizler yapmamız gerektiğini ortaya koydu.[37]
Eğer bu yeni din dilini kurabilir ve “Dindar Demokrat” kavramını da içselleştirebilirsek, din çatışmanın değil uzlaşının bir unsuru olabilir. Sorun siyasi ve iktisadidir, din ve kültür farklılıkları ise enerji merkezlerindeki çatışmaya meşruiyet sağlamak olduğunun idrakiyle, çatışma tezinin yanlış anlama, yorumlama ve ön yargılardan oluştuğunu anlayabiliriz. Bu durumda medeniyet ve kültürlerin barışçıl bir şekilde bir arada var olabilmelerinin zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Din merkezli çatışma mantığı ve çatışma riskini en aza indirgeme ihtimali güçlenmiş olacaktır. Bu da küresel güçlerin dini, hegemonik politikalarına meşruiyet aracı olarak kullanmalarının önüne geçecektir. [38] Çünkü “Dindar Demokrat” kavramı, İslam’ın esenlik anlamını içselleştiren daima müspet hareket çerçevesinde yıkmadan kırmadan, şiddete başvurmadan çözüm önerileri üretilmesine katkı sağlayamaz mı? Dini verilerin belirli sağ partiler tarafından alabildiğine tüketilmesi ve siyasallaşma riskini azaltamaz mı? Bana göre azaltır, çünkü İslam, demokrasi, nomokrasi, şiddet ve diğer dini yapılanmalarda fundemantalist, radikal eğilimlere, örgütlenmelere de bakıldığı zaman[39] “Dindar Demokrat” kavramının işlevselliği gerekir.
Bana göre son zamanlarda yaşanan içe kapanmacı ve totaliter bakış açılarının yerlilik ve millilik değil de yerellik olduğuna dikkat ederek tikel değerlerimizi tümelleştirme/evrenselleştirme çabalarına devam etmeliyiz. Bu noktada ortaya çıkacak göreceliliği ve içe kapanmacılığı engelleyen “evrensel ölçüt”, “iletişimsel rasyonalite”dir. Yeni bir siyasal gelişme kavramının içeriği, insanın özgür ve rasyonel davranan bir birey anlamında kendi potansiyellerini gerçekleştirmesi ve bu anlamda rasyonel bir varlık olabilmesi süreci, kendi tarihselliği/yerliliği içinde belirlenecektir. Ancak bu belirleme, her siyasal, dolayısıyla kültür bağımlı toplumsal oluşumun kendi içinde benzersiz olduğunu kabul etmekle birlikte, onu rasyonelleşme, demokratikleşme standartları açsından yorumlamaya ve eleştirmeye imkân sağlayıcı ilkelere de dayanmalıdır. [40]
Bunu yapmamız gerek, çünkü yaşanılan son gelişmelerden ve yaşanan terör olaylarından[41] 15 Temmuz Terörist saldırısından ve ülkenin yeniden kamplaşmasına engel olabilecek yeni bir tasavvur olabilir. Eğer yeniden 28 şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 gibi dini argümanların iki zıt açıdan kullanımıyla ortaya çıkan olumsuzlukları bir daha yaşamak istemiyorsak, yeni bir din dili geliştirme imkanı üzerinde konuşmak için tam zamanıdır. [42]
“Dindar Demokrat” kavramı önermemin nedeni, son dönemde ulusal ve uluslararası alanda ortaya konulan uygulamalar ve suiistimaller karşısında “Müslüman” terimine yüklenecek eleştirileri karşılamak mümkün değil. “Muhafazakâr Demokrat” tabiri aslında Müslüman ve/ya “Dindar Demokrat” tanımını içerecek şekilde kullanıldı. Böylece İslamcı Partiden “Dindar Demokrat” partiye dönüşmeyi kapsadığı, bu anlamda Ak Parti’nin DP, ANAP, AP, DYP gibi “Dindar Demokrat” veya kitle sağ partisi olmayı hedeflemişti. Ama benim kanaatim asla merkez sağ partisi olmadı veya olmak istemedi, hem “Muhafazakâr Demokrat” nitelemesiyle kurucularının içinden çıktığı çizgi aslında bir merkez sağ içinde olamadı da denilebilir. Çünkü Milli Görüş merkezli olan bu hareket, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi çizgisinde devam etmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi de son oluşum içinde yer almayıp yeni bir siyasal yapılanma içine girdi ve bunu “Muhafazakâr Demokrat” ile temellendirmeye çalıştı. [43]
Halbuki “Dindar Demokrat” kavramı “Müslüman Demokrat” kavramını içeriyor ama farklı tasavvurların olmasını da içermektedir. Hatta dindarlık kisvesi altında yapılabilecek yanlış uygulamalara da işaret etmektedir. Böylece “Dindar Demokrat” bu tür icraatlarda bulunanların yaptıklarına yönelik eleştirileri yönelten kişidir, böylelikle Müslüman teriminin esenlik, barış ve güvenli kişi niteliğine sahip çıkmak vardır. İslam Ahlak Felsefesinin hikmet, iffet, şecaat erdemlerinin toplamı olan adalet ilkesini gerçekleştiren kişi olarak daima itidal ve müsbet hareket üzerine olacaktır. Siyasette de aynı şekilde müstakim ve muktesit yani temel ilkelerini merkeze alarak daima itidalli ve müsbet olacak, “İnsanları Rabbin yoluna hikmet ve mev’ize-i hasene ile davet edecektir.”[44]
Üstelik “Dindar Demokrat” kavramsallaştırmasında zülüm ve baskı görse de, kesinlikle başkasına yönelik bir zulmü ve baskıyı onaylamaz, zaten bunu kendisi yapamaz. Çünkü üç teorik erdem (hikmet, iffet, şecaat) toplamı olan adaleti önceler ve daima müsbet hareket içinde olur, kırıcı ve toplumsal barışı bozan bir eylem içinde olmaz. İçinde yetiştiği İslam felsefesinin teşekkül döneminden itibaren riyaset ve din tacirliği yapanların, düşüncenin en büyük düşmanları olduğunun bilincindedir. [45]
3.2. Dindar Demokrat: “Modern Bir Dindarlık Tipolojisi”
Allah tarafından insanların dünya ve ahiret saadetlerini temin edecek İlahi ilkeler bütünü olan din, akıl sahiplerine hitap eder. Birtakım gizli odaklar tarafından maniple edilmiş zihinlere hitap ettiği zaman neler olacağını 15. Temmuz 2016 da terörist darbe girişiminde gördük.
Din, iman, İslâm (barış) ve ihsan (sözde ve amelde doğruluk) şeklinde ifade edilir. Bu bağlamda dinin iki kaynağı vardır. İlki “fıtrat”tır, bu Allah vergisi ve onun bir yönlendirmesidir. İkincisi ise “kesb”tir. İç ve dış şartlar çerçevesinde, duygunun da etken olduğu düşünce ile ilgilidir. Bu nedenle kesb; fıtratın tersine kişiyi heva ve hevesine uydurabilir, isyana, şiddete ve teröre sürükleyebilir. Bundan sakınmak için ‘Allah’ın fıtratına sarıl’ denilmektedir. Çünkü “din”, fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel selameti ve barışçıllığı geliştirmek içindir. O halde din, insanın iman ve amel kanunu olarak akıl ve serbest seçimle taklit olunacak hak ve hayır/iyilik kanunlarının tamamıdır.
Dindarlık insanın sıfatıdır, kişiye ait bir tutumudur; yani insanın dinin/fıtratının ilkelerini bileyerek iyilik ve güzellikte yarışmasıdır. Dolayısıyla dindarlık ve diyanet insanın çalışarak kazandığıdır. Bu ayırımı yapamamak, bilgisel hatalara düşmek demektir. Bunun yanı sıra din konusunda bilgili olmak, dindar olmak için yetmez. Bunun pratiğe aktarılması, üç teorik kazanımın (hikmet, iffet, şecaat) toplamı olan adalet ile gerçekleşir. [46]
3.3. Dindar Demokrat, Ehven-i Şer Diyemez
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü artık “Dindar Demokrat” bireysel hak ve özgürlükleri önceleyen özgür ve özgüvenli bireylerce olabileceğini, kolektif hak taleplerinde bulunan bir cemaate mensubiyetle olamayacağını göstermiştir. Çünkü kişi o cemaatin ve desteklediği siyasal partinin din tasavvuruyla özdeşleşiyor, diğer siyasal yapıların ve/ya cemaatlerin veya dini grupların tasavvurlarının mutlak dalaletle olduğunu düşünebilir. Siyasette tarafgirlik bu sefer cemaatler arasındaki tarafgirliğe dönüşme riski ortaya çıkabilir ve 15 Temmuz’dan sonra bu durum belirginleşmiştir.
Bu nedenle Dindar Demokrat, “ehvünü’ş-şer” deyip iki yanlıştan birini seçmeye meşruiyet sağlamak zorunda değildir. Çünkü bu durumda şu sorular öncelenir: Daha büyük şerden kurtulmak ve zarar vermemek asıldır, ama daha az zararlı diye destek vermeyi gerektir mi? Her durumda yanlışa evet dememek temel ilkeyse, onların daha fazla zararı dokunmasın diyerek iktidarın işine gelecek faydalı bir şey yapmak, onların diğer az görülen şer/kötülüğü sürdürmesine neden olmaz mı?
İslam Ahlak felsefesi bağlamında soracak olursak, iktidar tutkusu (gadap/öfke) dengeleyememiş ve ifrata kaçma ihtimali yüksek olan durumlarda, iktidarın yozlaştırıcı yapısına dolaylı da olsa katkı sağlamak anlamına gelmez mi? Her grup ve cemaat benzer düşünüp, faydam dokunsun diye destek verirse iktidarın yanlışlıklarını görmesi nasıl olacaktır? Çünkü İslam ahlak felsefesinde şehvet gücünü dengeleyenler iffet; akıl gücünü itidalli kullananlar hikmet, gadap gücünü yerli yerinde kullananlar ise şecaat sahibidirler. Bu üç itidalli güç sonunda adalet gerçekleşir. Biri eksik olursa adaletin gerçekleşmesi zorlaşır.[47]
Referandum öncesi ve sonrası tartışmalardan benim bu kavramsallaştırma bağlamında çıkardığım sonuç şudur: Dindar ve demokrat tavır içinde olan insanlar, referandum öncesinde hangi sağ muhafazakâr partide (MHP, BBP, SP) olursa olsun kutuplaştırıcı dile teslim olmadı. Bu açıdan toplumu etnik ve/ya din merkezli kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı dilin etnik ve dinsel ayrışmalarla beslenmesinin artık çözüm olmadığının ortaya çıkması bu referandumun belki de en önemli ve müspet katkısı oldu. Referandum sonrasında ise Avrupa Birliği üyelik sürecinin başından bu yana Türkiye’nin istikrarı, ekonomik ve siyasi reformları açısından bir çıpa görevi yaptığını Müslüman ve Hiristiyan ikilemine düşmeden Dindar ve Demokrat bir tasavvurla savunmuştur. Demoktatik bir tavır Karluk’un şu tespitlerine onaylar. “Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin kopmamasını ister.Çünkü AB’de geçerli standartlar; kişi hak ve özgürlükleri, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, çoğulcu demokrasi, yargının bağımsızlığı, adaletin tarafsızlığı gibi temel alanlara çağdaş düzenlemeler getirmektedir. Avrupa Birliği üyelik süreci, başından bu yana Türkiye’nin istikrarı, ekonomik ve siyasi reformları açısından bir çıpa görevi yapmıştır.”[48]
Müslüman ve Hristiyan demokrat ikilemine düşmeyen Dindar Demokrat tasavvurunun siyasal getirisi bu olabilir; bir de felsefi ve sosyolojik açıdan şöyle katkısı olacaktır. Siyasetin dine ve/ya dinsizliğe alet etmekle aşınan değerler, kişinin hesap vereceği bir “an”ın olmayacağını düşünmelerine vesile olabilir, bu da toplumsal kargaşayı, anarşizmi besleyebilir. Bunun bir ileri aşaması ise nihilizmdir. Nitekim anarşizm ile nihilizm arasında sıkı bir ilişki de vardır. Nihilizm (hiççilik) her türlü dini/ahlaki ve metafiziksel değeri yok sayar.[49] İşte tam bu noktada Cumhuriyet kurulurken bütün dini değerlere eşit mesafede ve müntesiplerinin sayısı açısından adaletli davranmayı öngören bir sistem olarak laikliğin önemi üzerinde durmak gerekir. Bütün dini tasavvurların barışçıl bir ortamda çoğulcu evrensellik tasarımıyla yaşamasının imkânını laiklik sağlayabilir ve din merkezli kamplaşmaların önüne geçebilir. Böyle olunca da siyaseti dini ve/ya dinsizliğe alet etmenin ortaya çıkardığı sorunlarda aza indirgenebilir ve çözümlenebilir hale gelir. Bu hususu çok önemsiyorum, çünkü siyaseti dine alet ederek erk ve yetki ulaşımını sağlamaya çalışanlara en büyük katkısı paradoksal bir şekilde “laikliği dinsel bir ideoloji olarak kullanmak” isteyenler yapmaktadır. [50] Bu paradoksu aralamak ve çözüm üretebilmek için de, “Seküler Modern Kimlik ve Dinsel Anti-Modern Kimlik Ayrımı”nın tutarsız olduğunu göstermek gerekir.
4. Dindar Demokrat: Dini Siyasete Alet Edilmesinin Engeli Olabilir
Dindar Demokrat, laikliğin siyasal ve toplumsal düzeyde çok boyutlu ve karmaşık niteliğinin ihmal edilerek; din-devlet ayrımı şeklinde monolitik, tek boyutlu ve indirgemeci bir tanımı sonucunda seküler modern kimlik ve dinsel anti-modern kimlik ayrımın pekişmesine [51] engel olabilir. Bu bağlamda seküler modern kimlik ve dinsel anti-modern kimlik ayrımının mantıksal analizini, kısaca yapacak olursak; laiklik ile modernliği özdeşleştirirken dindarlıkla çelişik olarak sunuluyor; biri diğerinin yokluğunu gerektirmez, orta bir kavrama ve anlayışa ulaşılabilir. [52]
Bu açıdan modern Türkiye’nin hem Müslüman bir ülke; hem de seküler olan bir ulus devlet şeklinde doğuşunun tahlili yapıldığı takdirde, fark işte tam bu noktada ortaya çıkacaktır. Temeli I ve II meşrutiyetlere kadar varan parlamenter sistem arayışının sonucunda[53], laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti; laiklik ile dindarlığın birbirinin çelişiği olmadığını, birinin varlığının diğerinin yokluğunu gerektirmediğini göstermektedir.
Sekülerleşme, hem Türk modernizesinin kurucu bir unsuru olarak geri kaldığı düşünülen toplumu seküler ve modern bir millet haline dönüştürme; hem de dini kimliğin tanınma ve farklılık iddialarını içeren hayati bir siyasi proje olarak işlev görmüştür. Dolayısıyla laiklik ve dindarlık birbirinin çelişiği değildir, ikisinin de, aynı anda, ama farklı alanlarda (laik devlet, dindar veya seküler birey) bir arada yaşayabilmesi için gerekli şartları hazırlanılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, modern ulusun inşasının, Batılı seküler mantık ve bilimsel rasyonaliteyle mümkün olacağını düşünen kurucu seçkin elit, nesnel sekülerleşmenin gerçekleşmesi için herkesin malumu olan bir seri radikal değişiklik yaptı. Din ve devlet ayırımın doğal sonucu, devletin bütün dinlere karşı tarafsız olma, birini diğerine tercih etmeme siyaseti olan laiklik, dini işlerin kurumsal ve anayasal düzeyde kontrol edilmesi olarak işlev görmeye devam etti ve Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Bu kurum, laiklik ile dindarlık arasında bir çelişki olmadığının; birinin diğerini yok saymadan, çoğulcu bir şekilde yaşabileceğinin araştırılmasıdır. Buradan amaç “Modern Bir Dindarlık Tipolojisi” geliştirerek dinin siyasal bir araç olarak kullanımını engellemekti.[54]
SONUÇ
Dindar Demokrat tutum; “Kötüyle yaşamak istemiyorsan, kötülük yapma ve hiç kimsenin hakkına tecavüz etme” şeklindeki ilke, zaman, mekân ve sınır tanımaz. Dolayısıyla mevcut kaos ve karmaşadan uzak durmak, çatışmaya taraf olmamak, haktan ve hakikatten yana taraf olmak demektir. Bu anlamda gerekirse mevcut siyasal yapılardan birisinin ehven-i şer diye de tercih edemez. A politik bir tavır içinde kalarak, doğru/adaletten bahsederek 9 köyden kovulma riskini alır, ama bilir ki 10. Köy kalabalıklaşmaktadır. Bir kişiye yapılan haksızlığın bütün insanlığa yönelik olduğunu bilincinde olduğu için de bundan rahatsızlık duymaz.
Bu anlamda “Dindar ve Demokrat” bir tutum, temelde a politik gibi durabilir; ama aslında bizatihi politik bir duruştur. Dolayısıyla Dindar Demokrat tutum, ezeli hikmetin/hakikatin özellikle de din ve dini değerler adına yapılan çatışmalarda daha fazla zedelenmemesi için, kırmadan dökmeden şiddete başvurmadan müspet hareket içinde kalarak, siyaseten muktesit/mutedil durmak aslında bizatihi taraf olmaktır.
Sayın Prof. Dr. Mevlut Uyanık; Hitit Üniversitesi, (Çorum) İlahiyat Fakültesi, 15 HFSA ve İstanbul Barosu’nun düzenlediği Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar –VIII (15-18 Mayıs 2017, İstanbul) sunulmuştur.
KAYNAKLAR
[1] Mevlüt Uyanık, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma yay. Ankara.2016, s.42 vd; Dünyada İslamfobia’yı Besleyen Unsur Olarak Neo-Selefi Öğreti- Bir Zihniyet Analizi- 21.Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:11; Nisan Mayıs Haziran.2015, ss.319-343; a.mlf, Arap Baharının Mezhepçilik ve Kabilecilik Bağlamında Analizi, Eski ve Yeni Dergisi, sayı:25, 2012, ss. 84-93; Arap Dünyasında Dönüşümler: Yemen, Kamu’da Sosyal Politika Dergisi, yıl 5, sayı.18, 2011/3, Ankara. Memur Sen, ss. 28-42.
[2] M.Ali Ağaoğulları, eski Yunan’da Siyaset Felsefesi, V yay. Ankara.1989, Platon için bkz. s.169-184, 203-205; 201-212, Aristoteles, s.244-253, 257-263; Epiküros s.272 vd; Batı’da Siyasal Düşünceler, edit. M. A. Ağaoğulları, İletişim yay. İstanbul.2014, s.98-164; Osman Elmalı, H.Ö.Özden, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, Arı yay. İstanbul.2013, s.117-188
[3] İslam Felsefesinin ilk düşünürü diye nitelendirilen Kindî bu husus üzerinde özellikle durmaktadır. “İlk Felsefe Üzerine”, Felsefî Risaleler içinde, çev. Mahmut Kaya, Klasik Yayınları, İstanbul 2014, s.127
[4] Rahim Acar, “İnsanı Sınırlarımız içinde Dini Çeşitliliği Yorumlamak”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, ULUSLARARASI AZƏRBAYCAN FELSEFE ARAŞTIRMALARI FƏLSƏFƏ VƏ SOSİAL-SİYASİ DERNEĞİ ELMLƏR ASSOSİASİYASI (U F A D) (A F S E A) FƏLSƏFƏ və sosial-siyasi elmlər Bakı – 2016 2 (39) elmi-nəzəri jurnal,s.112-129
[5] Julius Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. Fikret ışıltan, TTK, Ankara.1986; W.Montgormery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E.R.Fığlalı, Sarkaç yay. Ankara.2010
[6] Mevlüt uyanık, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi”, İstanbul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA). İstanbul Barosu yayınları, Kitap 21. İstanbul.2010, ss.296-309
[7]Mevlüt Uyanık, Kudüs’ü Gezi/yorum: ibrahimi Geleneğin Kalbi: Kudüs: http://www.anahabergazete.com/kudusu-geziyorum-1-haberi;29.Mart.2017; http://www.anahabergazete.com/kudusu-geziyorum-iii-ibrahim-mescidi-utanc-duvari-zeytindagi-haberi;13.Nisan.2017;http://www.akademi-haber.com/yazarlar/prof-dr-mevlut-uyanik/kudusu-gezi-yorum-ii-ibrahim-mescidi-utanc-duvari-zeytindagi/83/
[8] Mevlüt Uyanık, “ Türkiye’deki Kavramsal Kargaşanın Temel Terimleri: “Din” “Millet” ve “Şeriat”. Yeni Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı, 23-24, (1998) s. 2618 2629, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma yay. Ankara.2016,s.21-44
[9] Mevlüt Uyanık, Bir Sosyal ve Siyasal Kimlik Tartışması: Muhafazakar Demokrat mı; “Müslüman Demokrat” mı?” konulu (Muhafazakar Düşünce. Yıl. Sayı.1. yaz. 2004. 165-177; Siyasal kimlik kavramı: Müslüman Demokrat; http://yenisafak.com.tr/Yorum/?i=403709; 20/08/2010; Atilla Yayla “Muhazafakâr Demokrat mı; “Müslüman Demokrat” mı?” 03.08.2012 tarihli Zaman gazetesi; buna yönelik yazı için bkz. Uyanık Müslüman Demokrat, http://www.haberlotus.com/2012/08/24/musluman-demokrat/#.Vu5wv9KLTMw, 24/8/2012
[10] Mevlüt Uyanık, “Osmanlı Islahatlarının Nihai İfadesi Olarak Üç Tarz-ı Siyaset Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Etkisi” Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye, Ankara. 2002, 14/790-800; a.mlf; Osmanlı Düşünce Tarihinde Parlamenter Sistem Arayışları: İslamiyet’in Belirleyiciliği Üzerine Değerlendirmeler, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/2, s.47-60
[11] İhsan D. Dağı “AK Parti: “Müslüman Demokrat” mı “Muhafazakâr Demokrat” mı?” 09/01/2004. Zaman
[12] Hakan Yavuz Türk muhafazakârlığı; modern ve Müslüman” 10/01/2004 Zaman; Mevlüt Uyanık, “Bir Sosyal ve Siyasal Kimlik Tartışması Olarak Müslüman Demokrat” Ağu 2, 2012: http://www.haberlotus.com/bir-sosyal-ve-siyasal-kimlik-tartismasi-olarak-musluman-demokrat/#.WOZg3kXygdU
[13] S.Seyfi Ögün, Milliyet. 09/02/2004; krş. a.mlf, “Yerlici Kültüralizm: Kıyaslamaları Bir Değerlendirme” Globalleşme Söylemleri” Global-Yerel Ekseninde Türkiye” derleyenler E.Fuat Keyman ve A.Y. Sarıbay, Bursa. 2000s. 40-41; Ali Yaşar Sarıbay, Global Kapitalizm, aynı derleme içinde s. 14
[14] Nuray Mert, “Yerlilik” Şeffaf Bir Maske, Birikim; Yerlilik Özel Sayısı, sayı.111-112, 1998, s.100
[15] Mevlüt Uyanık, “Bir Sosyal ve Siyasal Kimlik Tartışması Olarak Müslüman Demokrat” Ağu 2, 2012: http://www.haberlotus.com/bir-sosyal-ve-siyasal-kimlik-tartismasi-olarak-musluman-demokrat/#.WOZg3kXygdU
[16] Türkiye Gazetesi.05/04/1995
[17] Mevlüt Uyanık, Medeniyetler Arası Diyalogda Müslüman Türkiye’nin Konumu ve Önemi, Yeni Türkiye; yıl. 2, sayı. 9, 1996; a.mlf Medeniyetler Arası Uyumun Simgesi: Türkiye; 04/10/2003 Cumartesi Yeni Şafak Gazetesi; Medeniyetler Arası Çatışma Tezlerinin Analizi:-Medeniyetler İttifakı ve Türkiye’nin Katkısı. An analysis of the Civilasation Conflict Thesis:Alliance of Civilisation and Turkish Contributions, ICAPA [International Conference of the Asian Philosophical Association]THe Path to Alliance of Civilisations, University of Indonesia, jakarta.4-6 November 2009,SS.427-438
[18] Mevlüt Uyanık, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma yay. Ankara.2016; a.mlf, Dünyada İslamfobia’yı Besleyen Unsur Olarak Neo-Selefi Öğreti – Barışcıl Bir Dünya Birlikteliği İçin Zihniyet Analizi- 8.İcapa Konferansı. 30 Nisan-03 Mayıs.2015. Isparta Isparta-Istanbul-Seuol 2015, ss.287-303, Mevlüt UYANIK Zaylabidin Acımamatov Selefi ve Felsefi Üslüp, Tarihte ve Günümüzde Selefilik, (8-10 Kasım 2013 ) İSAV ve Ensar İstanbul.2014, s.357-407
[19] Mevlüt Uyanık, “Günümüz İslam Dünyasında Fıkhı, Fikri ve Siyasi Özgürlük için Ebu Hanife’nin Yeniden Okunması ve Yorumlanmasının Gerekliliği” “ULUSAL İMAM-I AZAM SEMPOZYUMU”, 28-30 NİSAN 2015, editor: Ahmet Kartal, Hilmi Özden; ESKİŞEHİR 2015. 257, ss.403-412, a.mlf, Sivil İtaatsizlik Kavramı Bağlamında Bir Okuma- İslam Düşüncesinin Teşekkül Döneminde Ebu Hanife’nin Siyasi Yeri, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi. 6. Kitap.6 kitap. 2003, S.56-68; Sivil İtaatsizlik ve Dini Değerler, Elis Yayınevi, Ankara 2010, s.121-139
[20] Mevlüt Uyanık, Çağdaş İslam Düşüncesi Bağlamında Varoluşsal Arayışlar Olarak “Bilginin İslamileştirilmesi” ve “İslami Bilim” Projeleri”, Bilim Tarihi ve Felsefesi: Tarih ve Problemler, editör Ömer Bozkurt, Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, s.159-194. Sömürgecilik Sürecinde “Çağdaş İslam Düşüncesi”nin Teşekkülü ve Türk Aydınların Konumu (the Formation of The Contemporary Islamic Thought During The Colonization and The Status of Turkish Intellectualism” “Proceedings Decolonization, Education, Arts and Humanities and Higher Education Leadership in the Asian Community” The 9th International Congress Of Asian Philosophy Association (ICAPA) 20-24 July/Temmuz 2016,s..49-65
[21] Mevlüt Uyanık, “Din Hegomonik Bir Siyasetin Aracı Olamaz”, Siyasi, Tarihi, Dini ve Kültürel Boyutlarıyla İslam ve Şiddet, edit. Mümtaz’er Türköne, Ufuk Kitapları İstanbul. 2007. s.43-63; Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, s.209-238
[22] Mevlüt, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak: İslam Felsefesinin Günümüzdeki Anlamı Üzerine Bir Deneme, İslamiyat. C.8.sayı.4. 2005y s.57-78 ; a.mlf ve Aygün Akyol “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak Projesinin Hareket Noktası Olarak Farabi ve İhsau’l-Ulum Adlı Eseri” Ebu Nasr el-Farabi, İlimlerin Sayımı, Telif ve Tercüme, Aygun Aykol ile Elis yay. Ankara. 2017, s.13-73; Mine Tokyürek, “Mevlüt Uyanık ile Uydurulmuş Dinlere Karşı İndirilmiş Din Üzerine Bir Söyleşi” İlesam Dergisi, yıl.2, sayı.3, Ocak-Şubat.2017, s.4-7
[23] Mevlüt Uyanık, Felsefesiz İlahiyat Mümkün mü? TYB Akademi, dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi, yıl.6, sayı.16, Ocak. 2016; s. 53-74; Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, s.293-320
[24] Mevlüt Uyanık, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi Kemalizm ve İslam Çatışmasıyla Açıklanabilir mi? Ağu 31, 2015, http://www.haberlotus.com/turkiye-cumhuriyetinin-kurulus-felsefesi-kemalizm-ve-islam-catismasiyla-aciklanabilir-mi/#.WOeSl0WLQdU
[25] Mevlüt Uyanık, Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu (K.Hamdi Okur ile beraber) Fecr. Yay. Ankara. 2012. S. 181-218; “Dini Verileri ve Olguları Yeniden Yorumlama Çabası Olarak İçtihad ve İslam Aklının Eleştirisi: Muhammed Arkoun Örneği” Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu’na Armağan, Editör Aynur Çınar, (Yıldız), Tıbyan yay. İzmir.2016, ss.571-612
[26]Muhammed.Abid el-Cabiri; el-Aklu’s-Siyasiyyu’l-Arabi, s. 372, türkçesi, (İslam’da Siyasal Akıl), çev. Vecdi Akyüz, Kitabevi, İstanbul.1997, s.732. Mevlüt Uyanık, İslam ve Demokrasi ilişkisinin Mahiyeti -Muhammed Abid Cabiri’den Hareketle Bir Okuma, Türkiye Günlüğü, sayı 51, (1998) s. 39-60. Muhammad Amara, “el-Fikru’l-Müslim el-Muasır: İslam, ve’l-Ahzab ve Demokratiyye” er-Rey (Ürdün) Gazetesi 22 Şubat 1993/1413. Bu söyleşinin çevirisi M.Uyanık tarafından yapılmış olup, İslam, Demokrasi ve Siyasal Partiler, başlığıyla (11-23 Agustos 1995 tarihleri arasında) Gündüz Gazetesinde yayımlanmıştır.
[27] Mevlüt Uyanık, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, s.47 vd
[28] Bayar’a göre, “Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ‘Türk Laikliği’ni Batı’dan almadı. Zannedildiğinin aksine, İslam içi kaynaklardan üretmiştir. Cumhuriyet kurumsallaşırken Mustafa Kemal, Meclis kürsüsünden konuşacak Sait Bey’den, şu cümleyi söylemesini istedi:‘Biz amelde Hanefi, itikatta Maturidi’yiz.’ Sonra, bugün Türkiye’nin en yaygın ‘Kur’an Tefsiri’ olan Elmalılı tefsirini yazdırdı. Bunun için Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a ‘Bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır.’şartı tefsir sparişi verildi. Daha sonra, Türk İslamı’nın geninde olan Maturidi itikadı Mustafa Kemal ve CHP tarafından kurumsallaştırıldı.” Atılgan Bayar, CHP İmam Maturidi”ye dönüyor Akşam, 27.11.2008; ttps://yorumsuz-anne.blogspot.com.tr/2008/12/chp-imam-maturidiye-dnyor.html?m=1, 4 Aralık.2008. http://toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=5348.0;
[29] Atılgan Bayar, “ Evet, Atatürk Maturidi meşrepdi ve teoloji bilmeyenler devleti yönetemez”, http://www.haberturk.com/yazarlar/atilgan-bayar/213129-evet-ataturk-maturidi-mesrebdi-teoloji-bilmeyen-nicin-devlet-yonetemez, 11 Temmuz 2007 Çarşamba
[30] Abbasi Halifesi Tuğrul Beye taç giydirdi ve ona “Dünya Sultanı”, kendine de Ruknüddin yani “Dinin Temeli” dedi. Böylece Türkler, İslam halifeliğini Abbasiler birlikte kendi himayelerine almış, 9 asırlık Türk İslam Saltanatı başlamıştır. Mevlüt Uyanık, “Milli Birlik ve Toplumsal Barışın Tesisinde Din ve Felsefesin Rolü -Yeni Bir Din Dili Oluşturmanın Gerekliliği Üzerine’ 23. Mart.2017 Ankara. İlesam’ın Tika, Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla düzenlediği Milli Birlik ve Beraberlik Sempozyumuna sunulan bildiri. A.mlf: Yusuf Has Hacib’e göre Mutluluk Bilgisi -Fârâbî’nin Tahsilu’s-Saade Tasavvuru Bağlamında Bir İnceleme” 18-20 Kasım 2016 İstanbul’da düzenlenen Yusuf Hashacip’in Doğumunun 1000.yılında Kutadgu Bilig-Türk Dünya Görüşünün Şaheseri uluslararası sempozyum İstanbul.2016, s.93-94, krş: Hulki Cevizoğlu, 1 Temmuz 2008 Salı günkü Yeniçağ Gazetesindeki ATATÜRK, LAİKLİĞİ SELÇUKLULAR”DAN MI ALDI” Başlıklı yazısında şunu söyler: Cengiz Özakıncı neler diyor:”1058 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul, Abbasi halifesi ile din işlerinin halife tarafından yürütülmesi ve saltanat işlerine karışmaması gerektiğinde anlaşır. Halife kendi belindeki kılıcı sultanın beline takar.”Peki bunun kaynağı var mı? “Bunun kaynağı Nutuk”tur. Nutuk”ta Belgeler bölümünde 18 sayfalık bir yer kaplar.”
[31] Mevlüt Uyanık “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi Kemalizm ve İslam Çatışmasıyla Açıklanabilir mi?” http://www.haberlotus.com/turkiye-cumhuriyetinin-kurulus-felsefesi-kemalizm-ve-islam-catismasiyla-aciklanabilir-mi/#.WO8u4kWLQdU, Ağu 31, 2015; http://www.anahabergazete.com/turkiye-cumhuriyetinin-kurulus-felsefesi-kemalizm-ve-islam-catismasiyla-aciklanabilir-mi-haberi-0, 05 Eylül 2015; http://www.haberlotus.com/turkiye-cumhuriyetinin-kurulus-felsefesi-kemalizm-ve-islam-catismasiyla-aciklanabilir-mi/#.WO82cUWLQdU, 31. Ağustos 2015:
[32] Mevlüt Uyanık, A ksiyon Felsefesi Olarak Anadoluculuk ve Nurettin Topçu, 7 Eylül 2015, http://www.anahabergazete.com/aksiyon-felsefesi-olarak-anadoluculuk-ve-nurettin-topcu-haberi; http://www.haberlotus.com/aksiyon-felsefesi-olarak-anadoluculuk-ve-nurettin-topcu/#.WO82bkWLQdU;
[33] Mevlüt Uyanık, “eni Bir İslam Medeniyeti Tasavvuru İçin Ehl-i Sünnet Öğretilerini Yeniden Okuma. 3 Şubat. 2016, http://www.anahabergazete.com/yeni-bir-islam-medeniyeti-tasavvuru-icin-ehl-i-sunnet-ogretilerini-yeniden-okumak-haberi.
[34] Mevlüt Uyanık, “Yeni Selefilik Tehlikesine Karşı Hanefi Maturidi Gelenek Niçin Öncelenmelidir? 13 Haziran 2014;http://www.haberlotus.com/yeni-selefilik-tehlikesine-karsi-hanefi-maturidi-gelenek-nicin-oncelenmelidir/#.WO831EWLQdU; Hadari-Özgürlükçü Söylem Maturidilik, Haz 18, 2014; http://www.haberlotus.com/hadari-ozgurlukcu-soylem-maturidilik/#.WO8310WLQdU.
[35] Mevlüt Uyanık, “Yeni Bir Türk-İslam Medeniyeti Tasavvuru İçin Hoca Ahmed-i Yesevi ve Yönteminin Önemi, http://www.anahabergazete.com/yeni-bir-turk-islam-medeniyeti-tasavvuru-icin-hoca-ahmed-i-yesevi-ve-yonteminin-onemi-haberi, 21.Temmuz. 2016; 21.Temmuz. 2016; http://www.haberlotus.com/hay/#.WO82a0WLQdU, 04 Şubat 2016.
a.mlf, “Hedef Her Zaman Enerji; Müslümanlar Batı İçin “Kıyı Mevzi”24. Temmuz.2014; http://www.haberlotus.com/hedef-her-zaman-enerji-muslumanlar-bati-icin-kiyi-mevzi/#.WO82ikWLQdU
“Bir Korku ve Şiddet Simgesi Olarak IŞİD ve Horasan Örgütleri”, 3 Ekim 2014; http://www.haberlotus.com/bir-korku-ve-siddet-simgesi-olarak-isid-ve-horasan-orgutleri/#.WO82gUWLQdU; Harici ve Batini Zihniyetlere Karşı Ahmed-i Yesevi Yöntemi ve Alp-eren Tavrı, 20. Ağustos 2016; http://www.anahabergazete.com/harici-ve-batini-zihniyetlere-karsi-ahmed-i-yesevi-yontemi-ve-alp-eren-tavri-haberi,
[36] Mevlüt Uyanık Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma yay. Ankara.2016; Arap Baharını Kışa Çeviren Etken: Mezhepçilik ve Kabilecilik” Nis 10, 2012, http://www.haberlotus.com/arap-baharini-kisa-ceviren-etken-mezhepcilik-ve-kabilecilik/#.WO87DUWLQdU
[37] Mevlüt Uyanık, 15 Temmuz Terörist Saldırısının Ardından Yeni Bir Din Dili Oluşturmanın Gerekliliği, http://www.anahabergazete.com/15-temmuz-terorist-saldirisinin-ardindan-yeni-bir-din-dili-olusturmanin-gerekliligi-haberi-0; 16.Mart.2017
[38] Mevlüt Uyanık, Barışçıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Evrensellik Tasarımları” Bu metin Timav tarafından düzenlenen “Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumu, Bosna Hersek Saraybosna. 19-21 Mayıs 2016” sunulmuştur. A.mlf, “Din Uzlaşmanın mı; Çatışmanın mı Unsuru Olacak? Nis 22, 2013, http://www.haberlotus.com/din-uzlasmanin-mi-catismanin-mi-unsuru-olacak/#.WO846kWLQdU
[39]Mevlüt Uyanık, “İslam, Demokrasi ve Şiddet Bağlamında Kökten(Din)cilik Kavramının Tahlili
http://www.haberlotus.com/islam-demokrasi-ve-siddet-baglaminda-koktendincilik-kavraminin-tahlili/#.WO872UWLQdU, Oca 21, 2012
[40]Levent Köker, iki Farklı Siyaset, (Bilgi Teorisi-Siyaset Bilimi İlişkileri Açısından Pozitivizm ve Eleştirel Teori), Ayrıntı Yay. İstanbul.1990, s.81-82, krş. Mevlüt Uyanık, Yerlilik ve Millilik, Ekim 26, 2014, http://www.haberlotus.com/yerli-ve-milli-olmak/#.WOeSF0WLQdU; http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/1486-yenilik-ve-millilik;
[41] Ankara’da 14 Şubat 2016 tarihinde Kızılay ve Askeri bölgeye yakın yerde; 14 Mart 2016 tarihinde Kızılay’ Güvenpark da; 19 Mart İstanbul istiklal caddesinde patlamalar oldu. Geçen yıl da 10 Ekim 2015 Ankara’da patlamalar olmuştu. Türkiye Tarihinin en kanlı olayında 95 kişi hayatını kaybetmişti. Son saldırılarla birlikte Ankara, Bağdat sonrasında dünyanın 2. Terör başkenti olarak anılmaya başlandı. http://www.kamusaati.com/gundem/ankara-da-siddetli-patlama-patlamada-son-durum-siddetli-patlama-bomba-yuklu-aracla-yapildi-kac-olu-var-h6015.html http://www.haberedevam.com/gundem/Ankara-da-patlama-SON-DAKIKA-Ankara-Kizilay-da-17-Subat-2016-patlama-Kac-kisi-oldu–h1176.html; http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-istanbul-istiklal-caddesinde-patlama-meydana-geldi-40071967
http://www.diken.com.tr/ankarada-baris-mitingi-oncesi-patlama/
[42] Mevlüt Uyanık 5 Temmuz Terörist Saldırısının Ardından Yeni Bir Din Dili Oluşturmanın Gerekliliği
http://www.anahabergazete.com/15-temmuz-terorist-saldirisinin-ardindan-yeni-bir-din-dili-olusturmanin-gerekliligi-haberi-0, 16.03.2017; http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/2022-15-temmuz-terorist-saldirisinin-ardindan-yeni-bir-din-dili-olusturmanin-gerekliligi; http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/1398-sivil-anayasa-sivil-toplum-ve-demokratik-turkiye-icin-darbelere-karsi-muhsini-tavir; http://www.muhsiyad.com/haber.php?id=17&PROF-DR-MEVLUT-UYANIK-SIVIL-ANAYASA-SIVIL-TOPLUM-VE-DEMOKRATIK-TURKIYE-ICIN-DARBELERE-KARSI–MUHSINI-TAVIR
[43] Nitekim Ruşen Çakır’a göre, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Milli Görüş’le ilgisiyse tartışmalıdır. MNP’nin Kuruluş Beyannamesi’ndeki şu cümlede beş partinin de adının yer alıyor olması, Milli Görüş partilerinin geçirdikleri bütün değişim ve dönüşümlere rağmen hep aynı istikamette gittiğinin sembolik bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor: “Milletimizin fıtratındaki yüksek ahlak ve fazilet kuvveden fiile çıkacak, Milli Nizam Partisi’nin muntazam kanallarından dört bir yana dağılarak bütün yurt sathında, her tarafa refah, saadet ve selamet götürmeye başlayacaktır.http://rusencakir.com/Milli-Gorus-hareketi-Dun-bugun-yarin/2020; 20.05.2013;
”Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Zahit Kotku, Bayburtlu Paşa Dede gibi isimlerle istişareden sonra Necmettin Erbakan Milli Nizam Partisini kurdu. 12 Mart Askeri darbesinin ardından laikliğe aykırı bulunduğu iddiasıyla kapatılıyor, Erbakan İsviçre’ye gidiyor. Milli Selamet Partisi kuruluyor ve 1973 Erbakan Başbakan Bülent Ecevit’in Yardımcısı oluyor. 26 Ocak 1974. CHP ile koalisyonundan sonra da AP ve MHP ile birlikte Milliyetçi Cephe’de hükümet ortağı olur. 12 Eylül 1980 ihtifaliyle burası da kapatılır. 9 Temmuz 1983 Refah Partisi kurulur. 7 Haziran 1996 başkanlık görevini üstlenir.28 şubat 1997 post modern darbe oldu. 30 Haziran 1997 görevinden ayrıldı. Refah partisi de kapatıldı. Üç kez başbakan yardımcılığı, bir kez de başbakanlık yaptı. Ardından Fazilet partisi kuruldu. 2001 de bu da kapatılınca Saadet partisi kuruldu. Adalet ve Kalkınma Partisini kuran ekip, burada yer almayıp yeni bir oluşum başlattı. http://www.timeturk.com/tr/2011/02/27/iste-milli-gorus-partileri.html, 27/02/2011; http://www.milligazete.com.tr/prof_dr_necmettin_erbakan_kimdir_milli_gorus_hareketi_nedir/450704, 01.02.2017;
Ufuk Güçlü, Erbakan’ın Partileri, http://ufukguclu.blogspot.com.tr/2008/01/erbakann-partileri.html; 10/01/2008; https://tr.wikipedia.org/wiki/Necmettin_Erbakan,
[44] Nahl sûresi 16/125.
[45] Amaçları riyaset ve din tacirliği olanlardaki haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlık, gerçeğin nurunu görmelerini engeller. Saldırgan ve zalim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsülere korumak için elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insani erdemlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları din tacirliği ve riyasettir, oysa kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir.”Kindi, “İlk Felsefe Üzerine” Kindi: Felsefi Risaleler. çev. Mahmut Kaya, iz Yay. İstanbul. t.y, s.4-5.
[46] UYANIK Mevlüt, AKYOL Aygün İslam Ahlak Felsefesi, Elis yay. Ankara.2014,s.78-94; Mevlüt Uyanık, “Din Hegomonik Bir Siyasetin Aracı Olamaz” Siyasi, Tarihi, Dini ve Kültürel Boyutlarıyla İslam ve Şiddet, edit. Mümtaz’er Türköne, Ufuk Kitapları İstanbul. 2007. s.61-62
[47] Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, Elis yay. Ankara.2014, s.78-94
[48] S. Rıdvan Karluk, “Avrupa Birliği ile Müzakereler Konusunda Referandum (Plebisit) Yapılırsa Ne Olur?”http://www.turkishnews.com/tr/content/2017/03/27/avrupa-birligi-ile-muzakereler-konusunda-referandum-plebisit-yapilirsa-ne-olur/, 27/3/2017
[49] Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, s.199
[50] Mevlüt Uyanık, Sivil İtaatsizlik ve Dini Değerler, Elis yay. Ankara.2010, s.25-58, 172-175: a.mlf, Dünyada İslamfobia’yı Besleyen Unsur Olarak Neo-Selefi Öğreti – Barışcıl Bir Dünya Birlikteliği İçin Zihniyet Analizi- 8.İcapa Konferansı. 30 Nisan-03 Mayıs.2015. Isparta-Istanbul-Seuol 2015, ss.287-303
[51] E. Fuat Keyman, “Türkiye’de Laiklik Sorunu Düşünmek: Modernite, Sekülerleşme, Demokratikleşme” Doğu Batı Düşünce Dergisi, yıl 6, sayı 23, 2003
[52] Çelişik ve karşıtlık terimleri için bkz. Özlem Doğan, Mantık, İstanbul. 1999; ss.83-84
[53]Uyanık, “Osmanlı Düşünce Tarihinde Parlamenter Sistem Arayışları, -İslamiyet’in Belirleyiciliği Üzerine Düşünceler Liberal Düşünce Topluluğu II. Hukukçular ve Siyaset Bilimciler Kongresi. 26-29/10/2002 Ürgüp; makale olarak neşri: Gazi Üniv. Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi. C.1.sayı.2002, ss. 47-60
[54] Uyanık, Sivil İtaatsizlik ve Dini Değerler, s. 21-25, Din Hegomonik Bir Siyasetin Aracı Olamaz, Siyasi, Tarihi, Dini ve Kültürel Boyutlarıyla İslam ve Şiddet, edit. Mümtaz’er Türköne, Ufuk Kitapları İstanbul. 2007. s.43-63