Mevlüt UYANIK
Yeni bir din dili oluşturmak bir nevi İslam Aklının Eleştirisini yapmakla mümkün olabilir. Müslüman coğrafyada ilk dönemden itibaren Emevi-Abbasi siyasal erk kavgasıyla başlayan savaşlarda dinin meşruiyet aracı olarak kullanım sürecini incelemek, burada gömülü Müslüman aklının iktidarlarca yüzyıllarca nasıl kullanıldığını, Peygamberimizin Veda Hutbesiyle dünya kamuoyuna açıkladığı cahili sistemin yeniden güncellendiğini ve nasıl dönüştürüldüğünü görmektir. Bunu yapmak demek, Makasidu’l-Kuran, yani gönderilen temel ilkeleriyle, Makasidu’-şeria yani bunun farklı zaman ve mekânlarda, farklı dillerde, farklı soru ve sorunlara çözüm üretmek için kullanılan yol ve yöntemleri mukayeseli bir şekilde incelemek, günümüze neyi nasıl söyler üzerinde düşünmektir.
Bana göre, yeni bir din dili oluşturmak, “kaygıları paylaşmak ve seçenekleri artırmak” için gereklidir. “Tahsilu’s-saade” yani mutluluğu elde etmek şeklindeki genel felsefe tanımının nihai amacı olan saadetü’l-kusva’ yani nihai esenliğe ulaşma kaygısını paylaşmak için de gereklidir. Bu dünyada refah ve mutluluk, huzur, ahirette de En Yüce İyi’nin bilgisine ulaşmak, Rabbimizin rızasını kazanmak, yani mutlak kurtuluşa, felaha ulaşmaktır. Din bu anlamda nihai kaygımızın hali/nesnesidir.
• Felsefi ve Kelami Düşünme Tarzları
Bu anlamda felsefe, varoluşun yapısı hakkında ontolojik sorular sorarken, teoloji/kelam nihai kaygının yapısı hakkındaki aksiyolojik/değer sorularıyla ilgilenir. Kelam, varoluşsal anlamda gelen/edinilen vahyi bağlamda bu soruların cevaplandırılmasını hedeflediği için bir anlamda felsefe ile yapılan diyalogdur. Felsefe bu arayışı evrensel terimlerle yaptığı için aralarında bir çatışma ve/ya sentez aramanın bir anlamı da yoktur; zira felsefe ve teoloji birbirinin yanındadır.
Kelami yargılar, son tahlilde “Tanrı merkezli bir hayat” içinde işlevseldir. Yani bu kelami yargıların işlevlerini, değerini ve tasavvur değerleriyle tasdik süreçlerini bu Tanrı merkezli hayata göre inceleyerek kullanımları keşfedilebilir. Halbuki din felsefesi, oluşturduğu din diliyle dini inançların sistematik bir formülasyonu olan teoloji/kelam-ilahiyat anlamında bir araştırma değil; aksine felsefenin bir disiplini olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü düni düşüncenin yanı sıra, dinin kavramlarını ve inanç sistemlerini de inceler. Kelam teolojik dille bunları ifade eder; Tanrı Hakkında Konuşmalar” üzerine bir “konuşma” yaparken Din Felsefesi dini ifadelerin dayanaklarını araştırır.
Böylelikle şeraitlerin ortaya koyduğu teolojik yapıları felsefi bilgi araçlarıyla analiz eder, dinin zaman ve mekân üstü özünü yakalamaya çalışır. Bunun yapılması demek, ed-Din ile bunun farklı zaman ve mekânlarda farklı dil ve farklı kavimlere indirilen vahyin uygulanmasının akli olgu olarak incelenmesi; şeriat şeklinde belirlenen bu uygulamaların kavramsallaştırmaları, önermelere dönüştürülmesi ve yapılan kıyasların temel öncülleri değillemesiyle ortaya çıkan tahrifleri de olgusal doğru bağlamında incelemektir.
• ed-Din, eş-Şeria(t), el-Mille(t)
Bu felsefi dili oluşturmak için de ed-Din, eş-Şeria, el-Mille(t) terimlerinin analizini yapmak gerekir: Merhum Elmalı Hamdi Yazır’dan hareketle söyleyecek olursam, ed-Din yani Hak Din Allah’a, el-mille(t) Peygambere aittir. Bunların hayata geçirilmesi için ortaya konan yollar (mezhepler) ise müçtehitlerce ana hatlarıyla belirlenmiştir. Bizim yol ve yöntemimiz Arap-Fars iktidar savaşlarının ve bunlara meşruiyet sağlayan din tasavvurlarının dışında gelişen Hanefi fıkhı ve Maturidi Akaidi’dir. Bunlara günümüz terminolojisiyle “Resmi İslam” dersek, belagat/hitabet ve şiir yöntemiyle yaygın hale gelmesi ve sıradan insanın hayatına nüfuz etmesi yani “Halk İslam’ı” ise Ahmet Yesevi ve Yusuf Has Hacip gibi alimlerimizin yol ve yöntemleriyle oluşmuştur.
Hanefi zihniyeti burhan yöntemiyle temel gidilecek yol (mezhep) belirlemiş, Maturidi cedel/diyalektik yöntemle diğer dini tasavvurlara karşı temel ilkelerin tutarlılığını ortaya koymuştur. Yesevi ve Yusuf has Hacip ise belagat/hitabet ve şiir yöntemiyle bu iki âlim ile talebelerinin oluşturduğu öğretiyi geniş halk kitlelerine yaymışlardır. İşte bu sacayağı dışında kalan veya bir şekilde bunların ortaya koyduğu öğretilerden sapan, dini bir meta haline getiren bütün oluşumlar uydurulmuş/yapay din tasavvurlarıdır.
• 15.Temmuz 2016 Öncesi ve Sonrası
15.Temmuz 2016 öncesinde dini cemaatlerin cemiyetleşmesi ve bir sivil toplum kuruluşuna dönüşmesi, Atayurt/Türkistan ve Anayurt/Türkiye kültürel sürekliliğini bütün dünyaya anlatan yumuşak güç (soft-power) olma ihtimalini önemsiyordum. Kolektif hak talebinde bulunan ve müntesiplerini önceleyen cemaat bilincinin bireysel hak ve özgürlükleri önemseyen cemiyetlere dönüşmesi gerektiğini de vurgulamıştık. Bu olmazsa bireylere cemaat/grap baskılarının artacağını ve si siyasal gücün baskı yapma ihtimalini gündeme getirmiştik. 15 Temmuz’da bir cemaat/grup siyasallaşarak devlet erkini ele geçirmeye çalıştı. Sonrasında yaşanılanlar da artık cemaatlerin her birini siyasi/iktisadi birim olduğunu, sıfır sermayeli dini değerleri pazarlayan şirketler ve gelişim durumlarına göre holdingler gibi davrandığını ortaya çıkardı. Artık 15 Temmuz terörist saldırısından gereken dersin alınmadığını görünce dinin bir ayrışma noktasına yeni bir din dili oluşturulması zorunluluk haline gelmiştir.
Bu yeni din dilinde Yesevi ve Yusuf Has Hacip gibi alimlerimizin yol ve yöntemini, bunun temel kodlarını anlayıp güncellenmesiyle olabilir. Bu açıdan öncelikle mevcut politik söylemlere meşruiyet sağlayan ve mutlak hakikat tezleri gibi sunulan, 73 fırka sözüyle meşruiyet sağlanmaya çalışılan zihniyetten yani ‘benim mezhepim/tarikatım kurtuluşa erendir, diğerleri sapkındır’ diyen cedel/diyalektik yöntemden kaçınmak gerekir. Burhan yöntemi gereği yanı hakikatin nesep ve sebep bağı bağlamında Arap-Fars iktidar savaşları ve bunlara meşruiyet arama yorumları dışında oluşan fıkıh/Hanefi, itikad/Maturidi merkezli bireysel ahlak ve zühdü önceleyen, sivil bir dini tavır nasıl olabilir bağlamında Yesevi ve Yusuf Has Hacip’i yeniden okuyabiliriz.
• Felsefe, Kelam ve Tasavvuf disiplinlerini Eşgüdümünü Sağlayarak Yeni Bir Din Dili Oluşturmak
Bunun yolu Felsefe, Kelam ve Tasavvuf disiplinlerini Eşgüdümünü Sağlayarak Yeni Bir Din Dili Oluşturmaktan geçmektedir. Bununla kastımız şudur: Dil, düşünce irtibatını irdeleyip, iç konuşma ve dış konuşma, tasavvur ve tasdikin mantıksal temellendirmesini yapmak. İster başlı başına bir disiplin isterse bir alet ilmi olarak alınsın Mantıksal sorgulama ile “delilin butlanından medlulun da butlanı gerekmeyeceğinden” yani “bir olgu/nesneyi ispat için ortaya koyduğunuz kanıtların geçersiz kılınması, o nesne/olgunun geçersizliğini gerekli kılmaz” tespitinden hareketle düşüncelerimizi, kavramlarımızı rasyonel eleştirel ve tutarlı önermeler haline getirmemiz şarttır. Buradan hareketle yapılan çıkarsamalar/kıyasların tutarlılığın temel önermelerimizle çelişip çelişmediği son yaşanılan darbe girişiminde de ortaya çıktı. Felsefi, kelami, batini ve sufi okumaların tutarlılıklarını yeniden gözden geçirmemiz de şart oldu. Dolayısıyla tefsir, tevil, batini okuma ile Anadolu’daki deyim ile “zırva tevil götürmez” şeklindeki aşırı yorumlarla tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf disiplinlerinin temel önermeleriyle irtibatını yeniden güncellemek gerekir.
Özellikle ilahiyat bağlamında söyleyecek olursak, Medeni/siyaset ilimleri olarak sunulan fıkıh, kelam ve ahlak-tasavvuf ilişkisini yeni bir din diliyle ifade etmemiz gerekir. Biz bunun FELSEFEYİ ANADOLU’DA YENİDEN YURTLANDIRMA adı altında yapmaya çalışıyoruz. Eğer Türkistan/Atayurt-Türkiye/Anayurt kültürel sürekliliğini felsefe, kelam ve tasavvuf disiplinlerini eşgüdümüyle birlikte okur ve güncellersek yeni din dilini oluşturabiliriz.
Bu çerçevede, felsefe, Burhan yöntemiyle ibrahimi geleneğin Musevi ve İsevi yorumların Platonculuk ve yeni Platonculuk üzerinden değerlendirilerek Muhammedi geleneğe aktarılması ve teolojik dilin önermeleri felsefi dil ile okuyarak evrenselleştirilme çabası içindedir. Kelam ilmiyle Mütekellim, inanç ilkelerini akli yollarla ispat etmeyi hedefler. Bu aslında içlem/kapsam ile önceki şeraitlerde bozulan yönlerin yeni Muhammedi şeraitle tashihini ve akli ispatlamalarını kullanmayı gerektirirken, bir süre sonra aynı şeriat içinde farklı dinlere dönüşme riski olan mezhep/tarikatler ortaya çıkaracak bir ötekileştirme süreci ortaya çıkmıştır. Tekfir ve ötekileştirmenin meşruiyeti ise 73 fırka gibi hadis/sözlerle temellendirilmek istenmiştir. Dolayısıyla Cedel/diyalektik yöntemi kelami birikimin değerlendirilmesini diğer geleneklere karşı yapması gerekirken, iç çatışmalara yol açabilen insanları kategorize eden ve ötekileştiren/kafir bir süreç içinde gitti. Gazzali ile birlikte mantık ilmi bilmeyenin söylediklerine itibar edilmez ilkesi yerleşince, delilin butlanından medlulunda butlanı gerekmeyeceği genel kabul gördü.
Bir kelamcının temel önermelerden hareketle yaptığı çıkarımın tutarsızlığını söylemek, 1. Kurucu öncülü inkâr etmek anlamına gelmez, dolayısıyla herhangi bir ötekileştirmeyi/tekfiri de gerektirmez, bu sadece o âlimin tutarsız olduğunu söylemek gerekir. Bunu söylemek, İslam düşüncesinde öz eleştiri ve özgüveni de tetikledi. Aslında bu fıkıh ilminde soru/n çözme bağlamında yapılan kıyaslar/içtihatlar bağlamında yapanlar, çıkarımlarında isabet etmezlerse bir sevap alır ilkesiyle zaten vardı, ama felsefe ve kelam dilinde temel öncülle çelişmeyen yorumlarda geçerli olmamıştı. Hatta fakihler, benim doğrum içinde yanlışı barındıran doğru, sizin yanlışınız içinde doğruyu barındıran (bana göre) yanlış olandır, derlerdi. Neticede mantıksal düşünmeyenin ilmine itibar edilmez düşüncesinin yaygınlaşmasıyla felsefi terimler kelam ve tasavvuf disiplinlerinin de belirleyici hale geldi. Kelam savunmacılığı bırakıp felsefi kavramlarla da temel önermelerini düzenleyince, bir nevi metafizik ortaya koyarak evrensel bir disiplin olmaya çalışmıştır. Felsefi kelamdan kasıt da budur. O kadar ki felsefe ve kelam arasında sınırlar bazen belirsiz bile olmuştur; ama felsefe salt metafizikten ibaret değildir ve hareket noktaları da farklıdır, dolayısıyla bu iki disiplini birbirine indirgemek tutarlı değildir.
Aslında İbn Teymiye, Gazzali, Şehristani gibi alimlerin İslam Felsefesindeki kurucu unsur Meşşai geleneğe yönelttiği eleştirilerle yeni bir bilinç durumu zaten oluşmuştu. Özellikle Fahruddin Razi (1210/606) Gazzali’nin sert eleştirilerini yumuşatarak felsefe, kelam ve tasavvuf ilkelerini yeni bir boyuta taşımıştı. Razi ile birlikte felsefi kelam, İbn Arabi (1240/638) ve Sadreddin Konevi (1273/672) felsefi tasavvuf İslam dünyasının (tikel) verilerini kelam ve tasavvuf (tekil) açısından evrenselleştirmeye çalıştılar. Böylelikle İslam dünyasında “yeni bir alim tipi” yani sufi, kelamcı ve fakih, felsefeyle iç içe bir zihniyet oluşumu belirdi. Bu açıdan yeni bir din dili oluşturmak için 13. Yüzyılı önceleyerek bir inceleme yapmak gerekir. Özellikle Tasavvuf: Belagat/hitabet ve şiir yöntemleriyle kelamin ötekileştirici, fıkıhın keskin dilini halkın anlayacağı ve uygulayabileceği bir sunumu sağladılar.
Sonuç:
Ahmed Yesevi bu yöntemiyle Hanefi Fıkhı, Maturidi Akaidinin verilerini Halkın anlayacağı bir dil ile sunduğu için başarılı oldu, etkisi yüzyıllardır devam etmesi de bunun göstergesidir. Onun bireysel ve/ya kolektif birlikteliklerin (cemaat ve tarikatlar) üzerindeki etkisi ortadadır. Fakat 15 Temmuz 2016 terörist darbe ve sonrasında yaşanılanlar karşısında kolektif yapıların, yani cemaatlerin hala cemiyetleşemediği ortaya çıktı. Onun için Yesevi yol ve yöntemini güncellerken kolektif haklar talebinde bulunmaya devam eden cemaatlerin olası yanlıklarına katkıda bulunmamak için Yusuf Has Hashacip ile de bireysel zühd ve takva ile donanmış kişi tasavvurunu güncellemek gerekir. İbn Bacce’nin bireysel yönetime (tedbiru’l-mütevahhid) dair tespitleri de bunun felsefi açıdan temellendirilmesini temin edecektir. Böylece özellikle devlet yönetiminde herhangi bir kolektif yapıya (cemaat ve gruba) ait olmadan başarı olma imkânı tekrar gündeme gelebilir. İlaveten diğer sorunlarla yüzleşmek için günümüz şartlarına yönelik bir hazır bulunuşluk temini de sağlanabilir.