Hayatı
Kaynaklarda Dîvâne Rüşdî Efendi’nin hayatı hakkında verilen bilgiler oldukça yetersizdir. Onunla ilgili bilgileri Mustafa Safâyî Efendi’nin Nuhbetü’l-Âsâr Min Fevâidi’i-Eşâr adlı tezkiresi, yine bu tezkireden özetlenmiş Kemiksiz-zâde Saffet Mustafa’nın Nuhbetü’l-Âsâr Fî-Ferâ’idi’l-Eş’âr adlı eseri, Sâlim Efendi’nin Tezkiretü’ş-Şuarâ’sı ve İsmail Belîğ’in Nuhbetü’l-Âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘âr’ında buluyoruz.
Bu tezkirelerin verdiği bilgelere göre Rüşdî Efendi’nin asıl adı Mehmed’dir. İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Bekirzâde veya tezkireci Salim Efendi’nin ifadesiyle Bekir Ağazâde diye şöhret bulmuştur. Buradan hareketle babasının adının Bekir veya Bekir Ağa olduğu anlaşılmaktadır. Bekir Ağa’nın, bu “ağa” unvanından hareketle bazı önemli görevlerde bulunduğu düşünülebilir.
17. yüzyılda yaşayan 1022 şairin 307’si ilmiye mesleğine mensuptur. Mesleği belli olmayan 481 kişilik şair grubu sayılmazsa bu sayı dönemin şairlerinin en çok ilmiye mesleğini tercih ettiğini göstermektedir (Kılıç, 1998: 202). Rüşdî de ilmiye mesleğine mensup şairlerdendir. Kaynakların belirttiğine göre o mülazım ve müderris olmuştur. Fakat onun hangi medreselerde görev yaptığıyla ilgili elimizde herhangi bir bilgi yoktur.
Rüşdî müderrislik görevinden azledilmiş, kırk yaşından sonra zihnî melekeleri zaafa uğramış, İstanbul’da bulunan Sivâsî-zâdeler Tekkesi’ne sığınmış ve burada inzivayı tercih etmiştir (Çapan 2005: 207). Bu hadiseden sonra şâir, Dîvâne Rüşdî Efendi diye tanınmaya başlamıştır. Şairin bu lakabı Dîvân’ın bazı yazma nüshalarında görülmektedir.
Rüşdî, kaldığı tekkede cezbe hâlindeyken vefat etmiştir (Özcan, 1989: 110). Kaynaklardan anlaşıldığına göre Rüşdî Efendi’nin cezbesi devamlı olmuş, o bu hâlden çıkamamıştır. Safâyî ve Sâlim Efendi, şairin 1105 (M. 1695) senesinde vefat ettiğini kaydetmektedir.
Eski kültürde insanların, vefat ettikten sonra genel olarak bağlı bulundukları dergâh, tekke, zaviye gibi yapıların içine, çevresine, haziresine defnedildikleri bilinmektedir. Rüşdî’nin Sivâsîzâdeler Tekkesi’nin haziresine defnedilmesinden ötürü onun bu tekkeye bağlı olduğu düşünülebilir.
Rüşdî’nin Hz. Peygamber sevgisiyle dolu bir şair olduğu özellikle naat türünde yazdığı kasidelerinden ve kaside nazım şekliyle kaleme alınmış miraciye ve mevlidinden anlaşılmaktadır. Dîvân’ın kasideler bölümü sadece Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt için yazılmış şiirlerden müteşekkildir.
Rüşdî’nin çevresi hakkında elimizde net bilgiler bulunmamaktadır. Fakat bazı manzumelerinde zikrettiği ve şiirlerine nazireler yazdığı Nâbî, Sabrî, Nazîf ve ölümüne tarih düşürdüğü Nedîm-i Kadîm gibi şairlerle yakınlık kurduğunu düşünmek mümkündür.
Rüşdî’nin bilinen tek eseri Dîvân’ıdır. Kaynaklarda şairin başka herhangi bir eseri zikredilmemektedir.
Dîvân’ın bilinen dört nüshası vardır. Bu nüshalar Medine Ârif Hikmet Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi ve Millî Kütüphane’de bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi nüshasında H. 1090 (M. 1679/1680) yılına ait bir sah kaydı bulunmaktadır. Şair vefatından yaklaşık on beş sene kadar önce Dîvân’ını oluşturmuş gözükmektedir. Muhtemelen bu dönemde onun sağlığı yerindeydi. Safâyî de tezkiresinde “Cevâhir-i nazmın keşîde-i silk-i tedvîn ve dürârî-i sühanın muntazam-ı dürc-i tezyîn etmişdir.” (Çapan, 2005: 207) diyerek Rüşdî’nin hayattayken Dîvân’ını ortaya koyduğunu söyler. Sâlim Efendi de tezkiresinde şairin mürettep bir Dîvân’ı olduğunu söylemektedir (İnce, 2005: 359).
Dîvân’da 11 kaside, 2 mesnevî, 503 gazel, 3 kıt‘a, 13 rubâî yer almaktadır. Yaklaşık olarak 3750 beyitten oluşan Dîvân’da beş farklı nazım şeklinin örnekleri görülmektedir.
Rubâîleri
Burada bizim asıl söz konusu etmek istediğimiz husus, Rüşdî’nin bu yazı vesilesiyle ilk kez yayınlanacak olan rubâîleridir. Rubâî, Dîvân şiirinden günümüze kadar uzanan bir nazım şeklidir. (Dilçin, 2010: 350). Rubâî, Dîvân şiirinde daha çok bir tefekkür biçimi olarak karşımıza çıkmakta (Dilçin, 2010: 350) ve bu durum Rüşdî’nin rubâîlerinde de görülmektedir. Rüşdî, rubâîde ısrarcı olmamış, ancak zamanında oldukça rağbet gören bu nazım şekline de uzak kalmamıştır.
Ahrem kalıpları Türk şairleri tarafından pek kabul görmemiştir. Bu sebeple şairler âhengi sebebiyle ahreb kalıplarını tercih etmişlerdir. (Saraç, 2019: 407). Rüşdî Dîvânı’nda ahreb kalıplarıyla yazılmış 13 adet rubâî vardır. Bu rubâîlerde sevgili, geçen zaman, dikkatli hareket etme, sevgilinin yolunda yapılan fedakârlıklar, yaşanan kederler, feleğin rindlere zulmetmesi gibi hususlar konu edilmiştir. Şairin güçlü söyleyişler yakalayabildiği rubâîleri vardır. Onlardan biri şöyledir:
Erbâb-ı mahabbet geh olur deryâ-nûş
Bir katre-i kemterle ider gâhî hûş
Oldur reviş-i meşreb-i rind-i ‘aşk
Meyden gehî huşyâr olur geh bî-hûş
Rubâîler, şairlerin düşünce dünyasını anlamada bize yardımcı olan nazım şekillerindendir (Saraç, 2019: 408). Bu nazım şeklinin anlamı teksif etmesinin ve şairlerin az mısra ile duygu ve düşüncelerini ifade etmek istemelerinin bunda etkili olduğunu düşünüyoruz. Rüşdî’nin aşağıdaki rübâîsi bizce bu açıdan bir örnek teşkil etmektedir:
Tarh itdi zamâne keyf ü kâr-ı dilümüz
Mihmân-gede-i gam oldı dâr-ı dilümüz
Sâkî-i felek def‘ idemez zerre kadar
Peymâne-i mihr-ile humâr-ı dilümüz
Rüşdî, rubâî vezinlerinden ahreb kalıplarını bir gazelinde (G. 275) kullanmıştır. Şeyhülislam Yahyâ gibi devrin bazı şairlerinde de görülen (Saraç, 2019: 410) bu hususiyet Rüşdî’nin Dîvânı’nda dikkat çeken bir özellik olarak yer almaktadır.
Rüşdî’nin rubâîleri aşağıda toplu olarak verilmiştir. Rubâiler, Rüşdî Dîvânı üzerine tarafımızdan hazırlanan (Şen, 2021) doktora tezinden alınmıştır:
RUB‘İYÂT
Vasf eyleyene dehânını dil-berden
Nakdîne-i bahşı yiter müzd-i sühan
Hoşdur o dahı olmaz ise hâtırı ger
Olursa kadir-şinâs erbâb-ı sühan
(Sevgilinin ağzını anlatmak isteyen birine onun sözleri bir lütuf olarak yeter. Eğer onun gönlü olmasa bile söz erbabının kadir kıymet bilmesi de hoştur.)
*
Kıl rast sözün togrı özün olma sakîm
Olsun revişün miyân-ı ümmîd ile bîm
Her yirde sükûn kec hareketden yegdür
Zîrâ ki kabûl itmez anı tab‘-ı selîm
(Sözünü ve özünü doğru kıl. Yanlış yapma. Bu hayatta yaşayışın korku ile ümit arasında olsun. Her yerde sükûnet, yanlış hareketlerden iyidir. Üstelik selim bir akıl, yanlış hareketleri kabul etmez.)
*
İrişdi hazân geçdi o tâze çağlar
Kim şiddet-i rûzgârdan ebr ağlar
Fi’l-hâl ‘acebdür ki geçer fasl-ı bahâr
Gülzâr-ı cihân nakş-ı dîger-gûn ağlar
(Sonbahar erişti. O taze zamanlar geçti. Zamanın/rüzgârların şiddetinden bulutlar ağlar. Şaşılacak şeydir ki, şimdi bahar faslıdır. Cihan bahçeleri ve başka türlü nakışlar ve güzellikler de ağlar.)
*
Tavrın göricek sîm-ile zerden geçdüm
Zevk-i hazar u renc-i seferden geçdüm
Olsam n’ola her kanda gidersen hem-râh
Serden geçdüm yolunda serden geçdüm
(Ey sevgili! Senin tavırlarını görünce gümüşle altından geçtim. Bir yerde barış içinde yaşamanın zevkinden ve seferin zahmetinden geçtim. Her nereye gidersem gideyim ben bu serden geçtim, serden geçtim.)
*
Geh bâri nevâziş it dil-i dânâya
Çignetme bizi bâre-i istiğnâya
Ey şâh-süvâr-ı ‘işve besdür tutalum
Cevrün komamış tokunmaz şekvâya
(Ey sevgili! Bazen bu tecrübeli gönle iltifat et. Bizi istiğna yükünün altında çiğnetme. Ey işve atının binicisi! Farz edelim ki cevrin yeterlidir, o yine de şikâyete değmez.)
*
Âlâm-ile geldi dile ol denlü kelâl
Peymâne-i kâm ancak ider def‘-i melâl
Baksak yine her biri ‘acebdür ber-câ
Cünd-i gamı kılsa şâh-ı şevk istis‘âl
(Elemlerle gönlüme bıkkınlık geldi. Ancak arzu kadehi benim kederimi def edebilir. Gam askerlerini şevk padişahı söküp atsa da şaşılacak olan şu ki, baksak yine onların her biri yerli yerinde durmadadır.)
*
Dil mansıb-ı âmâli niyâz itse muhâl
Tevcîhe sezâ görmegi gerdûn-ı hayâl
Çekse ne kadar müddet eger zahmet-i ‘azl
Eyler yine bir dûna murâd îsâl
(Gönül, emellerinin erişmek istediği makamları ve hayal feleğinin kendisine yönelmesini niyaz etse de bu imkânsızdır. Bir kimse azil zahmetini ne kadar çekse felek yine bir alçak kimseye muradını gönderir de bana göndermez.)
*
Germ-âteş-i buhl eyledi gâyet tuğyân
Mahv oldı rutûbet-i gürûh-ı insân
İrişse kızgın felekden nem-i feyz
Hep geştime yağsa dür-i evânî-i bârân
(Cimriliğin sıcak ateşi yüzünden büyük bir tufan oldu. İnsanların bedenlerindeki rutubet, sıcak yüzünden mahvoldu. Bu kızgın felekten bir feyiz ıslaklığı erişse ve yağmurun testisinden inciler yağsa.)
*
Vaz‘-ı sitem-âmîz-i sipihre her gâh
Hayretde kalur ehl-i dil itdükçe nigâh
Rindân-ı hıredmende gubâr-ı gam olur
Derd-i dili eyledükçe mukaddem âh
(Zulme bulanmış feleğin durumuna gönül ehli baktıkça her zaman hayrette kalır. Gönül derdiyle öncekilerin eylediği âhlar, anlayışlı rintler için gam sebebidir.)
*
Tarh itdi zamâne keyf ü kâr-ı dilümüz
Mihmân-gede-i gam oldı dâr-ı dilümüz
Sâkî-i felek def‘ idemez zerre kadar
Peymâne-i mihr-ile humâr-ı dilümüz
(Zamane, gönlümüzün keyfini ve ilgilendiği şeyleri bir kenara attı. Gönül yurdumuz gam misafirhanesi oldu. Felek sâkîsi, güneşin kadehiyle gönlümüzün sarhoşluğunu zerre kadar def edemez.)
*
Ol şem‘ olalı incinmez ârâ-yı nazar
Pervâne-sıfat oldı dile şu‘le makar
Sundukca eser ḳılsa sabâ sûziş-i âh
Dâmânını şû‘le-i şem‘e çeker
(O, bir mum olduğundan beri düşüncelerim incinmez. Pervane gibi mumun alevi gönlümüzde yer edindi. Sabah rüzgârı, âhlarını ona sundukça bu, eser kılsa bile o mum gibi olan sevgili eteğini mumun alevine çeker.)
*
Gûş itmeyicek ne sürûr u handân
Bin nâle vü zâr itse hezâr-ı nâlân
Gördükçe olur zahmı füzûn dilde nʾola
Hâr ile keş-â-keş olsa hep kârı hemân
(Sevgili bizi dinlemeyince sevinç ve gülümseme nedir! İnleyen bülbül bin kere bağırıp feryat etse de dikeni görünce gönüldeki yarası büyür. Bu yüzden bülbül dikenle sürekli mücadele hâlindedir.)
*
Erbâb-ı mahabbet geh olur deryâ-nûş
Bir katre-i kemterle ider gâhî cûş
Oldur reviş-i meşreb-i rind-i ‘aşk
Meyden gehî huşyâr olur geh bî-hûş
(Muhabbet ehli, bazen denizler gibi içer. Küçücük bir damlayla bile bazen coşarlar. Aşk rindinin meşrebi şöyledir: Onlar bazen şaraptan dolayı sarhoş olurlar bazen de o şaraptan akılları başına gelir.)
Kaynaklar
ABDULKADİROĞLU, Abdulkerim (1999). İsmail Belîğ Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr, Ankara, AKM Yay.
ÇAPAN, Pervin (2005). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-Âsâr Min Fevâ’idi’l-Eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks, Ankara, AKM Yay.
DİLÇİN, Cem (2010). Fuzulî’nin Şiiri Üzerine İncelemeler, İstanbul, Kabalcı Yay.
GÜZEL, Bilal (Haz.) (2018). Kemiksiz-zâde Saffet Mustafa Nuhbetü’l-Âsâr Fî-Ferâ’idi’l-Eş’âr, Ankara, TTK Yay.
İNCE, Adnan (Haz.) (2005). Salim Efendi Tezkiretü’ş-Şu’arâ, Ankara, AKM Yay.
KILIÇ, Filiz (1998). XVII. Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değerlendirmeler, Ankara, Akçağ Yay.
ÖZCAN, Abdulkadir (Haz.) (1989). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiü’l-Fudalâ, C. 2, İstanbul, Çağrı Yay.
SARAÇ, M. A. Yekta (2019). Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat ve Biçim-Ölçü-Kafiye, Ankara, TDK Yay.
ŞEN, Yasin (2021). Dîvâne Rüşdî Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük), Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
(Bu yazı şurada yayınlanmıştır: “Dîvâne Rüşdî Efendi’nin Rubâîleri” Rubai Dergisi, Sayı 6, Kasım/Aralık 2021, s. 24-29.)