Aşağıdaki yazı sayın Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ’ın http://www.kasgarlimahmud.org/zeynep_korkmaz.htm sayfasında yayınlanan yazısından alınmıştır.
DİVANU LÛGATİ’T-TÜRK’ÜN YAZILIŞ SEBEBİ
Divanu Lûgati’t-Türk, adından ve Arap dilinin kurallarına göre düzenlenmiş olmasından da anlaşılacağı üzere, aslında Araplara Türkçe öğretmek üzere kaleme alınmış bir eserdir. Ancak, onun yazılışını böyle tek bir sebebe bağlamak da doğru değildir. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud bu görevi yerine getirirken hem Türk dili ile Arap dilinin karşılaştırmasını, daha doğrusu bir muhakemesini yapmış, hem de Türk dili ve kültürü ile ilgili geniş ve çok yönlü bilgiler vermiştir. Böylece, o, Türkçenin ve Türk kültürünün o çağın îslâm topluluğu içindeki yerini belirtmeye çalışmıştır. Bu noktaya biraz daha açıklık verebilmek için, öncelikle o devir Türk dünyası ile İslâm ve Arap dünyası arasındaki karşılıklı bağlantılara şöyle bir göz atmak yerinde olur sanıyoruz. XI. yüzyıl Türk dünyası, ta Çin sınırlanndan Bizans sınırlarına kadar uzanan bir genişlikte idi. Asya’yı bir başından öteki başına kadar kaplayan bu geniş alanın doğu kesimi Uygur ve Karahanlıların, batı kesimi de Selçukluların elinde bulunuyordu. Bu siyasi sınırlar içinde, Uygur, Karahanlı ve Selçuklu Türkleri dışında Oğuz, Türkmen, Türkiş, Karluk, Yağma, Toxsı, Çigil, Kırgız, Kıpçak, Uğrak, Çaruk, Suwar, Bulgar gibi adlar almış, birbirinden ayrı ağız ve lehçeler konuşan çeşitli boylar ve unsurlar yaşamakta idi. Böylece, XI. yüzyılın ikinci yarısında bir yandan ta Bizans sınırlarına bir yandan da Irak‘ta Abbasî halifesinin oturduğu Bağdat şehrine varıncaya kadar Türk üstünlük ve hâkimiyeti yayılmış bulunuyordu. Öte yandan, Türkler Budizmi ve Manihaizmi bırakıp toplu olarak İslâm dinini kabûl ettiklerinden, artık İslâm medeniyeti alanına da girmiş bulunuyorlardı. Ayrıca, bu yeni medeniyet dolayısıyla, Orta Asyada bilim ve kültür dili olarak Arapça da hâkim duruma geçme savaşı veriyordu.
Maveraünnehir bölgesi ile Buhara, Semerkant ve Kâşgar gibi Türk illeri İslâm kültürünün de önemli merkezleri durumuna yükselmişti. Türk ülkelerinde, Türkçe eserler yanında Arapça ve Farsça eserler de yazılıyordu. Öyle ki, Türk kültürü ile İslâm kültürü, Türk dili ile Arap dili karşı karşıya geçerek birbirlerini yenme savaşı veriyorlardı. Dinî bakımdan Abbasî halifesine bağlı olan İslâm âlemi, o günün tarihî ve sosyal şartları dolayısıyla Türk’ün üstünlüğünü, maddî ve manevî gücünü de kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu bakımdan İslâm-Arap âlemi Türkleri tanımak ve dillerini öğrenmek gereğini duymuştu. İşte Kâşgarlı Mahmud bu gereği karşılamak üzere bir yandan Araplara Türk dilini öğretmek isterken bir yandan da Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber gittiğini ispatlamak istemiştir. Bu işi yaparken de dolayısıyla Türk kültürünün değer biçilmez bir hazinesini ortaya koymuş oluyordu. O, eserini yazıp bitirdikten sonra Bağdat‘ta devrin halifesi Ebü’ l-Kasım Abdullah‘a sunarken, Arapçanın bütün İslâm dünyasında, kültür dili olarak hâkim olduğu bir çağda: “Tanrı yeryüzündeki erki (gücü) Türklere vermiştir. Bunların dilini öğrenmekte yarar vardır. Bu kitabı Araplara Türkçe öğretmek için ve Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye yazdım” diyebilecek kadar üstün bir Türklük sevgisine, üstün bir ana dil şuuruna sahip bulunuyordu. Bu konu ile ilgili bazı satırları eserin tercümesinden olduğu gibi aktaralım:
“İmdi bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini[1] döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin -ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleri ile konuşmaktan başka yol yoktur”. “And içerek söylüyorum, ben Buhara’mn sözüne güvenüir imamlarımn birinden ve başkaca Nasaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki, yalavacımız (Peygamberimiz S.A.) kıyamet belgelerini, ahir zaman kanşıkhklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklannı söylediği sırada Türk dilini öğreniniz; çünkü, onlar için uzun sürecek egemenlik vardır, buyurmuştur”. “Bu söz (hadis) doğru ise (sorgusu kendilerinin üzerine olsun) Tiirk dilini öğrennıek çok gerekli (vâcib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse akıl da bunu emreder”[2]. “Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye HaliFin Kitabü’l-ayn’ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak ara sıra yüreğime doğar dururdu”[3].
Divanu Lûgati’t-Türk‘ü, sıradan herhangi bir sözlük gibi kabul etmek doğru değildir. Çünkü, o, yazarının üstün şahsiyeti ve birçok alandaki geniş bilgisi dolayısıyla, XI. yüzyıl Türk kültür tarihini pek çok yönleri ile aydınlatabilen bir kaynak eser vasfı kazanmıştır. Kâşgarlı Mahmud’un, XI. yüzyıl Türk dünyasına yayılmış bütün Türk boylarının yaşadıkları bölgelerden, oturdukları büyüklü küçüklü yerleşim merkezlerinden buraları bizzat dolaşarak malzeme toplamış olması; Karahanlı yazı dilindeki sözleri verirken, onları öteki Türk lehçe ve ağızlarından topladığı örneklerle karşılaştırması, gerekli yerlerde bunlar için ses bilgisi ve gramer açıklamaları yapmış olması, onun eserini, modern dilcilik metodlarına göre hazrrlanmış ansiklopedik bir sözlük; geniş çapta karşılaştırmalı bir gramer durumuna getirmiştir.
Elimizde, Türkçenin eski devirlerini ele alan bu vasıfta, bu genişlik ve derinlikte başka bir eser bulunmadığından, Divanu Lûgat-it-Türk, Türk lehçe ve ağızları için değer biçilmez bir kaynak durumuna girmiştir. Bunun dışında, Kâşgarlı Mahmud ele aldığı Türk boy ve kavimlerinin oturdukları yerleri uzun uzun anlatmış, kullandıkları alfabe sistemlerinden, dillerindeki ses ve yapı ayrılıklarından, boy teşkilâtlarından söz etmiş; onların etnografyalarından tutunuz da inançlarına, gelenek ve göreneklerine, edebiyat ve folkloruna varıncaya kadar ayrıntılı bilgiler vermiş, bu bilgileri gerektiğinde hadisler, atasözleri, şiir parçaları ve dörtlükler gibi canlı örnekler sıralayarak açıklamaya çalışmıştır. İlk Türk dünya haritası ve en eski Türk savları (atasözleri) onun kitabında yer almıştır. Kâşgarlı Mahmud’un, eserinde oldukça geniş ölçülerle yer verdiği Türk kavimlerinden biri Uygurlardır. VIII. yüzyılda Moğolistan’da, IX. yüzyılda da Doğu Türkistan’da yüksek seviyede şehirli bir Türk kültürü geliştirmiş olan Uygurlar hakkında, Uygur devri metinlerinde tarihî bilgiler mevcut değildir. Bu kavim komşularınca da az tanınmış olduğundan, XI. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud’un kendi eserinde Uygurlar için vermiş olduğu bilgiler hayli değerlidir. Ayrıca, Kâşgarlı Mahmud, Uygurlardan doğrudan doğruya kendi adları ile bahseden ve haklarında çok yönlü bilgi veren ilk Islâm dil tarihçisi vasfını da taşımaktadır. Bu konuda verilen bilgiler arasında, Kâşgarlı Mahmud’un mensup bulunduğu Karahanlı Devleti ile Uygurlar arasındaki savaşlara ait tarihî hatıraların izleri olarak bir destan parçası durumundaki bazı dörtlüklere rastlanmaktadır. İşte bir örnek:
Kimi içre oldurup Ilav suvın keçtimiz Uygur tapa başlanıp Mınğlak ilin açtımız (Gemi içine oturarak Ila suyunu geçtik; Uygur memleketine yönelerek Manglak elini fethettik).[4]
Uygur eline yapılan bir gece baskını anlatılırken de:
Tünle bile bastımız Tegme yanğak bustumız Kesmelehn kestimiz Mınglak erin bıçtımız (Geceleyin baskın yaptık, her yandaki pusuya girdik. Öyle ki, atalarının perçemlerini kestik ve Mınglak erlerini öldürdük) denmektedir.
Kâşgarlı’nın, eserinde sık sık söz konusu ettiği kavimlerden biri de Oğuzlardır. Oğuzların dili, yani Türkiye Türklerinin atalarının konuşmuş oldukları Eski Oğuzca da öteki Türk boylarının lehçelerine bakarak daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Eserde Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde genişlemesine bilgi verilmiş olmasının sebebi, şüphesiz Oğuzların X, XI. yüzyıllar Orta Asya Türk dünyasındaki önemleri ile orantılıdır. Oğuz Türkmen boyları daha X. yüzyıldan ve Sirderya ırmağı kuzeyindeki steplerden başlayarak. Sirderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde önemli bir yer tutmuş bulunuyorlardı XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti’nin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlar ile, Oğuz hakimiyeti Azerbaycan, Irak bölgelerine ve devrin büyük kültür merkezlerinden biri durumunda olanBağdat‘a kadar uzanmıştı. Orta Asya Türk dünyasında bu kadar önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların Türk dili tarihi bakımından etkisiz kalmaları elbette söz konusu olamazdı. Kâşgarlı Mahmud’un eserinde Oğuzcaya çok sık yer vermiş olması, herhalde bu durumla ilgili olmalıdır. Kâşgarlı’nın Oğuzca hakkında verdiği bilgiler, dil tarihi açısından daha başka bir değer de taşımaktadır. Şöyle ki; VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar değişik bölgelerde müstakil, fakat ayrı birer yazı dili hâlinde yol almış bulunan Türkçe, tek bir kol hâlinde ilerlemiştir.
Oğuzcanın gerek Orta Asyada gerek Anadolu bölgesinde müstakil bir yazı dili hâlinde kuruluşu XIII. yüzyıldadır. Elimizde XIII. yüzyıldan önceye ait yazılış alanları belli metinler bulunmadığından bu gün için Oğuzcanın XIII. yüzyıl öncesi, sisli bir dönem durumundadır. İşte bundan dolayıdır ki, Kâşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği bilgiler bu lehçenin XI. yüzyıldan XIII. yüzyıl ortalarına kadar uzanan devresinin tayini bakımından çok değerlidir ve iki dönem arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Bütün konuşma ve yazı dilleri gibi, Oğuzca da sürekli bir değişme yolu izlediğinden, Divanu Lûgati’ t-Türk vasıtasıyla Oğuzcanın tarihî gelişme durumu hakkında da değerli bilgiler alınabilmektedir. Ayrıca, bu eser sayesinde, Oğuzcanın, o devrin ortak yazı dili olan Karahanlı Türkçesi ile öteki ağız ve lehçeler arasındaki yerini, onlarla birleşen ve ayrılan yanlarını da az çok öğrenebilmekteyiz. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud, eserinde herhangi bir kelime veya dil kuralı üzerinde dururken “Türklerce -yani Karahanlı Türklerince- böyle söylenir; Oğuzlarda karşılığı şudur; Oğuzlar bunu bilmezler; Çiğil, Yağma, Suvar ve Bulgar Türkleri ile Kıpçaklar bu söyleyişle ortaklaşırlar ya da ayrılırlar; onların başka bir diyaleği vardır” gibi ayrıntılı açıklamalara da girmiş; gerektiğinde bunlar için örnekler de sıralamıştır. Divanu Lûgati’t-Türk‘ün dil ve kültür tarihindeki yeri üzerinde ne kadar dursak, ne kadar yazsak azdır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kâşgarlı Mahmud, bu değerli eseri ile Türk milletinin kalbinde olduğu kadar Türk dil ve kültür tarihine de adını altın harflerle yazdırmaya hak kazanmış üstün değerlerimizden biridir. Sayın okuyucularımıza Türkçenin XI. yüzyılda nasıl bir dil yapısında olduğunu gösterebilmek ve günümüze gelinceye kadar ne gibi değişikliklere uğradığı hususunda bir fikir verebilmek için, yazımızı, aşağıda Divanu Lûgati’ t-Türk‘ten aktardığımız birkaç sav (atasözü) ve birkaç dörtlükle bitirmek istiyoruz.
SAVLAR
Erdem başı tıl ‘Erdemin, yani faziletin başı dildir.’
Ot tise ağız köymes ‘ Ateş demekle ağız yanmaz’
Közden yırasa köngülden yıne yırar ‘Gözden ıraklaşan gönülden de ıraklaşır.’
Tağ tağka kavuşmas kişi kişike kavuşur ‘Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.’
Öd keçer kişi tuymaz, yalanğuk oğlı mengkü kalmas ‘Zaman geçer kişi duymaz, insanoğlu baki kalmaz.’
Suv körmeginçe etük tartma ‘Suyu görmeden pabuç çıkarma.’
Tüzün birle uruş utun birle üsterme ‘Ağırbaşlı ile uğraş, yüzsüzle yarışma.’
Neçe munduz erse eş edgü, neçe egri erse yol edgü ‘Ne kadar ahmak olursa olsun arkadaş yalnızlıktan iyidir; ne kadar eğri olursa olsun, yol yolsuz kalmaktan daha iyidir.’
DÖRTLÜKLER
Begler atın arğurup Kadgu anı turgurup Mengzi yüzi sarğarıp Kürküm anğar türtülür ‘Beyler atlarını yordular, kaygı onları durdurdu, yani sardı; benizleri sarardı; sanki safran sürülmüştü’
Tumlığ kelip kapsadı Kutluğ yayığ tepsedi Karlap ajun yapsadı Et yin üşüp emrişür. ‘Soğuk gelip kapladı, kutlu yazı çekemedi; kar yağarak dünyayı kapattı vücut üşüyerek titriyor’
Yığlap udu artadım Bağrım başın kartadım Kaçmış kutug irtedim Yağmur küni kan saçar. ‘Arkasından ağlayarak bozuldum, bağrımın yarasını deştim, giden saadeti aradım, gözüm yağmur gibi kan saçar.’
Tümen çeçek tizildi Bükünden ol yazıldı Öküş yatıp üzeldi Yerde kopa adrışur ‘Yazın gelişi dolayısıyla, tümen tümen çiçek dizildi, yer altında yatmaktan sıkılan bitkiler yerden fışkırıyor ve birbirinden ayrılıyor.’
Yaşın atıp yaşnadı Tuman turup tuşnadı Adğır kısır kişnedi Ögür alıp okraşur ‘Bahar dolayısıyla: bulut şimşek çaktırdı ve bulutlar coştu; kısrakla aygır baharın geldiğini görerek kişnediler, her aygır kısrağını aldı.’
(*) Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C.1, TDK Yay.:629, Ankara 1995 Millî Kültür, C. 2, S. 10 (Mart 1981), s. 15-19.
[1]Çağın güneş batmaz imparatorluğu anlamıyla. [2]Divanu Lûgati’t-Türk Tercümesi, C. 1., TDK. Ankara 1939, s. 3, 4. [3]Not 1’de g.e., s. 6. [4]Divanu Lûgat-it-Türk Tercümesi, C. III, s. 178-1. Bu konuda geniş bilgi için bk. Tahsin Banguoğlu, “Uygurlar ve Uygurlar üzerine.” Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, 1958, s. 103-106.
………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Aşağıdaki yazı http://www.turkedebiyati.org/Divanu-Lugatit-Turk-ve-Ozellikleri.html sayfasından alınmıştır.
Divanü Lugati’t-Türk Özellikleri
– 11. yy’da (1072-1074)’da yazılmıştır.
– Ebul Kasım Abdullah’a sunulmuştur.
– “Türk Dili’nin Toplu Sözlüğü” anlamına gelir.
– Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır.
– 7500 Türkçe kelimenin Arapça karşılığı verilmiştir.
– Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla ve Arapça olarak yazılmıştır.
– Yazar Türkçe kelimelerin karşılıklarını göstermiş ve bunu halk dilinden derlediği örneklerle açıklamıştır. Eserin asıl önemi, bu derleme metinlerden ileri gelmektedir.
– Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önemli bilgiler vardır.
– Devrinin Türk dünyasını gösteren bir harita da esere eklenmiştir.
Divanü Lugati’t-Türk, Karahanlı döneminden –Kutatgu Bilig‘ten sonra- bize kalan ikinci önemli eserdir. Kaşgarlı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed tarafından hazırlanmış olan Türkçenin bilinen ilk sözlüğü Divanü Lugati’t-Türk’tür (asıl adı: haza kitabu divani lugati’t-Türk). Yazar hakkındaki bilgilerimiz kendi kitabında yazdıklarıyla sınırlıdır. Bu bilgilere göre babasının adı Hüseyin’dir. Kendisinin Kaşgar’da doğduğu eserinden anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken kullandığı bir ifadeden babasının Barsganlı olduğu düşünülmektedir. Yine eserinden anlaşıldığına göre, Türkçeyi, Türkçenin lehçelerini ve Arapçayı iyi bilmektedir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün tek yazma nüshası vardır. Bu nüsha Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi tarafından 1917 yılında bir sahaftan satın alınmıştır. Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış olan eser, sadece sözlük değildir; sözcüklerin anlamının yanı sıra verilen örnek cümleler, dörtlükler ve dilbilgisi bilgileri ile dönemin kültürü, dil ve ağız özellikleri hakkında da bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Eserin içindeki dörtlükler hece vezniyle yazılmıştır. Çoğu 4+3 duraklı 7 heceli, kimileri ise 4+4 duraklı 8 hecelidir. Beyitlerin çoğu ise aruz vezniyledir.
Kaşgarlı Mahmud eserinde ifade ettiği şu sözle böyle bir sözlüğü yazmaktaki amacını dile getirmiştir:
“Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye Halil’in Kitabü’l-Ayn’ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak, ara sıra gönlüme doğar dururdu……”.
Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin İslamiyetten dolayı Türklerin bulunduğu coğrafyada önem kazanmış olan Arapçadan geri kalmadığını göstermeye çalışmış; sözlüğünde yer verdiği lehçeler arasındaki farklılıklar, şiirler, atasözleri ve deyimlerle bu amacını gerçekleştirmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un bu sözlüğü yazmasındaki diğer önemli bir neden de Araplara Türkçeyi öğretmektir.
Divanü Lugati’t-Türk hakkında ilk çalışma Kilisli Rifat Bilge tarafından yapılmıştır: Kitabü Divânı Lugat-it-Türk, cild-i evvel 1333 (1917), cild-i sâni 1333 (1917), cild-i sâlis 1335 (1919), İstanbul. Kilisli Rıfat, dağınık olan eserin sayfalarını düzenlemiş, tıpkıbasımı yapılan metindeki Arapçayı normal duruma getirerek büyük bir hizmette bulunmuştur. Divan’daki sözvarlığı ise ilk defa Carl Brockelmann tarafından incelenmiştir: Mitteltürkischer Wortschsatz nach Mahmûd Al-Kâşgârîs Divân Lûgat at-Türk, Budapest 1928.
Eserin Besim Atalay tarafından Türkçeye çevrilmesinden sonra Divan üzerinde kitap, makale ve tez çalışmaları olmak üzere birçok yayın yapılmıştır, Türk dünyası için zengin bir malzeme olan eserle ilgili çeşitli çalışmalar devam etmektedir. Besim Atalay’ın çalışması 1939-1943 yılları arasında yayınlanmıştır:
- Divânü Lûgat-it-Türk Tercümesi I, Ankara 1939, TDK (19852, 19943)
- Divânü Lûgat-it-Türk Tercümesi II, Ankara 1940, TDK (19862, 19943)
- Divânü Lûgat-it-Türk Tercümesi III, Ankara 1941, TDK (19862, 19943)
- Divânü Lûgat-it-Türk Dizini “Endeks”, Ankara 1943, (19862, 19943).
James Kelly ve Robert Dankoff tarafından yapılan çalışma Atalay’dan sonra eseri bir bütün olarak ele alan ikinci çalışmadır: James Kelly-Robert Dankoff, Mahmud al-Kaşgarı, Compendium of the Turkic Dialects (Dıwan lugat at-Turk), I 1982, II 1982, III 1985.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Edebî Değeri ve İçeriği
Ansiklopedik bir sözlük olan Divanü Lugati’t-Türk (bundan sonra DLT şeklinde kısaltma kullanılacaktır), içerik olarak bize o dönemdeki Türk boyları, bu boyların kullandıkları Türkçe arasındaki farklılıklar ve en önemlisi de sözcükler hakkında bilgi veren geniş bir sözlüktür.
“Türk Lehçeleri Divanı” anlamını taşıyan DLT, eserin yazarının yaşadığı dönemdeki Türk toplulukları ve onların dili hakkında ses, biçim, anlam ve sözvarlığı konusunda bilgiler vermektedir. Araplara Türkçe öğretmek, sözvarlığı, anlatım özelliği, kültürel zenginlik açısından Türkçenin Arapçadan hiç de geri kalmayan bir dil olduğunu göstermek amacıyla meydana getirilmiş olan eser, Türkçenin en önemli kültür hazinesidir. DLT’nin temel sözvarlığını Kaşgarlı’nın kendisinin de mensubu olduğu dönemin ve ülkesinin yazı dili olan Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi, yazarın kendi tabiriyle “Türkçe” oluşturur. Bunun yanı sıra Hakaniye Türkçesinin yayılma alanına en yakın boyların dillerine yer verilmiştir. Bunlar Çiğil, Yağma, Karluk, Yemek, Oğuz, Bulgar, Suvar, Argu, Kençek, Basmıl’dır.
Kaşgarlı Mahmud eserini oluştururken bir alan araştırıcısı gibi çalışmış, böylece Türk dilinin lehçelere göre dilbilgisi kurallarını başarıyla ilk kez belirlemiştir. DLT sadece bir sözlük olarak değerlendirilmemelidir. Türk edebiyatının XI. yüzyıldaki durumunu edebî yapısını ve özelliklerini de öğrenmemize yarayan eşsiz bir eserdir. Kaşgarlı Mahmud, dilbilgisi özelliklerini verirken nasıl kendi mensubu olduğu lehçenin dışına çıkıp diğer lehçelere de yer vermişse edebiyat malzemesini sunarken de aynı yolu izlemiş; sadece kendi mensubu olduğu boyun edebiyat malzemesini değil, aynı zamanda kendi döneminde yaşamış olan ulaşabildiği bütün Türk boylarına ait edebî malzemeyi de yazıya geçirmiştir.
Eserini oluştururken nasıl bir yol izlediğini şöyle ifade eder:
“Ben onların (yani Türklerin) en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananı olduğum halde onların şarlarını (= şehirlerini), çöllerini baştan başa dolaştım. Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini, kafiyelerini belliyerek faydalandım. Öyle ki, bende onlardan her boyun dili en iyi şekilde yer etti. Ben onları en iyi surette sıralamış, en iyi düzenle düzenlemişimdir”.
Eserinde her lehçeye aynı derecede ağırlık vermemiştir. Örneğin yukarıda verdiğimiz kendi ifadesinde yer almasına rağmen eserde Kırgızların diliyle ilgili hiçbir bilgi yer almamaktadır.
DLT’nin edebî değeri hem bize ulaştırdığı bu sözcüklerden, hem de sözcükleri açıklarken örnek olarak verdiği manzum parçalar (dize sayısı 764’tür) ve atasözlerinden (289 tane) kaynaklanmaktadır.
İslamiyetin kabul edildiği dönemde meydana getirilmiş olan bu manzume ler üzerine eserin ilk yayımlandığı zamandan itibaren çalışmalar yapılmış ve şiirlerin hece ölçüsüyle mi aruz ölçüsüyle mi yazıldığı tartışılmıştır. Eserdeki manzumeler üzerine ilk yapılan çalışmalarda şiirlerin hepsinin hece ölçüsüyle yazıldığı görüşü hakimdir. Daha sonra başka araştırıcılar tarafından tam tersi görüş savunulmuş ve şiirlerin tamamının aruz vezniyle yazıldığı iddia edilmiştir. Sonuçta bu şiirlerin hem eski Türk halk şiiri örneklerini hem de XI. yüzyılda Karahanlılar çevresinde yetişen ilk müslüman Türk şairlerinin aruzla yazılmış eserlerinden alınmış manzum parçaları içerdiği, halk şiiri ve aydın zümre şiiri olarak iki kolda geliştiği ortaya konmuştur. Şiirlerde kullanılan nazım birimi ise beyit ve dörtlüktür. DLT’deki dörtlük ve beyitler madde başlarında verilen sözcüklere ilişkin örnekler olduğu için eserde dağınık halde bulunmaktadırlar. Bu manzum parçalar konularına göre bir araya getirilmiştir.
Manzumeleri örneklerle inceleyerek daha yakından tanıyalım:
Hece Ölçüsüyle Yazılmış Manzumeler
DLT’deki halk şiiri örnekleri, hece ölçüsüyle yazılmış dize sonu uyaklı şiirlerdir. 137 dörtlükte, yedili, sekizli ve on ikili hece ölçüsü kullanılmıştır. Bu şiirler içerik ve biçim yönünden şu şekilde sınıflandırılmaktadır: 1. Lirik şiirler, 2. Pastoral şiirler, 3. Savaş ve kahramanlık şiirleri, 4. Destanlar, 5. Ağıtlar. Bu şiirlerin bazılarından örnekler vererek inceleyelim:
Divanü Lugati’t-Türk’ten lirik bir şiir
Sevgi, aşk ve ayrılık konularını içeren bu şiirlerden ilki dört tane dörtlükten oluşmaktadır, 4+3=7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şiirde halk şiirinde çok kullanılan yarım uyak (artadım/ kartadım ve kaçar/saçar hariç) görülmektedir. İslamiyetten önceki Türk şiirinde görülen baş uyak ise sadece ikinci dörtlükte (Awlap…/Ayık…/Akar…) vardır. Şiirin uyak düzeni aşağıda gösterildiği gibidir:
Bulnar mini öles köz (a) Kara mengiz kızıl yüz (a) Andın tamar tükel tuz (a) Bulnap yana ol kaçar (b)
Awlap meni koymangız (c) Ayık ayıp kaymangız (c) Akar közüm uş tengiz (c) Tegre yöre kuş uçar (b)
Yıglap udu artadım (d) Bagrım başın kartadım (d) Kaçmış kutug irtedim (d) Yagmur kipi kan saçar (b)
Yüknüp manga imledi (e) Közüm yaşım yamladı (e) Bagrım başın emledi (e) Elkin bolup ol keçer (b)
Şiirin düz yazıyla dil içi çevirisi
O(nun) baygın göz(leri), pembe yüzü ve yüzündeki kara benleri beni tutsak ediyor; sanki bütün güzellikler ondan damlıyor, beni tutsak edip sonra da kaçıp gidiyor. Beni avlayıp koymayın, söz verip sözünüzden geri dönmeyin; işte gözlerim(den) deniz gibi gözyaşı akıyor, gözyaşlarımın etrafında da kuşlar uçuşuyor. (Giden sevgilinin) arkasından ağlayıp perişan oldum, bağrımın yarasını (yeniden) deştim, kaçmış olan mutluluğu aradım, (şimdi gözlerim) yağmur gibi kanlı yaşlar saçıyor. (Sevgilinin hayali) eğilip bana işaret etti, (böyle davranmakla) gözümün yaşını sildi, bağrımdaki yarayı tedavi etti, (sonra) bir konuk gibi geçip gitti.
Savaş ve kahramanlık şiiri
Eserde bu konuya yer veren dört manzume bulunmaktadır. Bu manzumelerden biri Budist Uygurlara, ikisi Yabakulara, biri de bilinmeyen bir düşmana karşı yapı lan savaşı anlatır. Örnek olarak vereceğimiz Budist Uygurlara Karşı Savaş manzumesinin eserde beş dörtlüğü bulunmaktadır.
Kemi içre oldurup Ila suwın keçtimiz Uygur tapa başlanıp Mınglak elin açtımız
Tünle bile bastımız Tegme yangak bustımız Kesmelerin kestimiz Mınglak erin bıçtımız
Beçkem urup atlaka Uygurdakı tatlaka Ogrı yawuz ıtlaka Kuşlar kipi uçtımız
Kelginleyü aktımız Kendler üze çıktımız Furhan ewin yıktımız Burhan üze sıçtımız
Kudruk katıg tügdümiz Tenrig üküş ögdümiz Kemşip atıg tegdimiz Aldap yana kaçtımız
Savaş ve kahramanlık şiirinin düz yazıyla dil içi çevirisi
Ila ırmağını kayıkların içine oturarak geçtik, Uygurlara doğru yönelip Mınglak ülkesini aldık. Atlara nişanlar takarak Uygur ülkesindeki Tatlara, hırsız ve adi köpeklere (doğru) kuşlar gibi uçtuk (saldırdık).(Atların) kuyruk(larını) sıkıca bağladık, Tanrı’yı çok fazla öğüp (dualar edip) atlarımızı düşman üstüne sürdük, aldatmak için tekrar geri çekilip kaçtık. (Onları) geceleyin bastık, her yana pusu kurduk, (sonunda) perçemlerini kestik ve Mınglak askerlerini biçtik.
(Uygurların üzerine) seller gibi saldırdık, şehirler(inin) içine girdik, tapınaklarını yıktık, Burhan (=Buda) heykellerinin üstüne pisledik.
Manzume, 4+3 = 7 ya da 2+2+3 =7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Bu durak sadece şu dizelerde bozulmaktadır: Uygurdakı / Tatlaka; Kesmelerin/kestimiz; Kelginleyü/aktımız. Her dizede yer alan redifli uyaklar (seç-timiz, aç-tımız, uç-tımız, kaç-tımız, bıç-tımız, sıç-tımız gibi) şiirdeki ahengi sağlamaktadır.
Aruz Ölçüsüyle Yazılmış Manzumeler
Divan’da kullanılan ölçü hece ölçüsü olmasına rağmen, aruz ölçüsüne uyan şiirler de bulunmaktadır; yeni uygulanmaya başlanan bu ölçü sisteminde ölçüyü aksatan kısımlar olsa da Divan’daki şiirler üzerine ayrıntılı çalışmalar yapan I. V. Stebleva ve Talat Tekin (ayrıntılı bilgi için bkz. Talat Tekin “Karahanlı Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı I (Eski Türk Şiiri), sayı: 409, Ocak 1986, s. 81-253) bu konuya ayrıntılı olarak değinmişlerdir.
Dörtlükler ve beyitler halinde yazılmış olan bu manzumeler halk şiirinden farklı olarak az ya da çok İslam etkisi altında oluşturulmuş şiirlerdir. Bu şiirlerin konusunu ise genellikle şunlar oluşturmaktadır: Savaş ve kahramanlık, av ve avcılık, aşk, doğa, dinî-ahlakî öğütler ve övgü.
Savaş ve kahramanlık şiirleri içinde en uzunu olan Katun Sini (Hatun Mezarı) halkı ile Tangutlar arasında yapılan savaşı anlatan manzume on bir dörtlükten oluşmaktadır. 4+4=8’li hece ölçüsüne uymakla birlikte şiirin mefâ’îlün mefâ’îlün kalıbıyla yazıldığı belirlenmiştir; çünkü uzun heceye denk gelen ünlüler genel eğilime uygun olarak harekeyle değil, uzatma harflerini gösteren elif, vav, ye ile yazılmıştır. Eser içinde dağınık olan dörtlüklerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan manzumenin dörtlük sayısının kimi araştırıcılar tarafından on dokuz ya da yirmi olduğu da ileri sürülmüştür. Şiirin hepsini buraya almak mümkün olmadığından ancak birkaç dörtlüğü örnek olarak veriyoruz:
DLT’de aruzla yazılmış dörtlükler
Begim özin ogurladı Yarag bilip ugurladı Ulug tengri agırladı Anın kut kıv tozı togdı
Katun Sini çogıladı Tangut begin yagıladı Kanı akıp jagıladı Boyun suwın kızıl sagdı
Eren alpı okıştılar Kıngır közün bakıştılar Kamug tolmun tokıştılar Kılıç kınka küçün sıgdı
Telim başlar yuwıldı-mat Yagı andın yawaldı-mat Küçi anıng keweldi-met Kılıç kınka küçün sıgdı
Dörtlüklerin düz yazıyla dil içi çevirisi
Beyim kendisini (düşmandan) gizledi, (düşmana saldırmak için) uygun zaman kolladı. Yüce Tanrı (onu) onurlandırdı. Böylece (onun) devlet ve bahtının tozu (göğe kadar) yükseldi.
Katun Sini (halkı) savaş naraları attı, Tangutların beyini düşman kabul etti. Bu nedenle kanı (su gibi) çağlayarak aktı. Boyunlarından kırmızı su (gibi) kan (süt sağılıyormuşcasına) aktı.
Kahraman erler birbirlerini çağırdılar, öfkeli gözlerle birbirlerine baktılar. Bütün silahlar(ıy)la savaştılar. Kılıçlar (üzerinde kuruyan kanlardan dolayı) kınlarına güçlükle sığdı.
Çok başlar yuvarlandı, düşman bu yüzden yavaşladı. Onun gücü azaldı. Kılıçlar (üzerinde kuruyan kanlardan dolayı) kınlarına güçlükle sığdı.
Aruz ölçüsüye yazılmış dörtlüklerin dışında başka beyitler de bulunmaktadır. Beyitlerin konusu da savaş, aşk, doğa, av ve avcılık, dinî ve ahlâkî öğütler ile övgü çevresinde toplanmıştır.
Doğa tasviriyle ilgili beş beyitten oluşan aşağıdaki şiir, varlıklı bir şahsın köşkünü ve çevresindeki çiftliği tasvir eder. Müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün ölçüsüyle yazılmıştır:
Beyitlerle yazılmış bir şiir
Mende bulnur sewinç otı kadgu atar Karşı körüp sağdıç anı uçmak atar
Korday kuğu anda uçup yumgın öter Kuzgun yangan sayrap anın üni büter
Kölüm komı kopsa kalı tamıg iter Körse anı bilge kişi sözke büter
Tamga suwı taşra çıkıp tagıg öter Artuçları tegre ünüp tizgin yeter
Bolsa kiming altun kümüş irle iter Anda bolup tengrigerü tapgın öter
Şiirin düz yazıyla dil içi çevirisi
Kaygıyı, üzüntüyü gideren, sevinç (ve mutluluk) veren ilaç bende bulunur. Köşk(ü) gören dost (onun güzelliği karşısında) ona ‘cennet’ adını verir.
Orada uçuşan kuğular, pelikanlar (türlü) seslerle ötüşürler. Kuzgunlar ve alakargalar (var kuvvetleriyle) öttükçe öterler de sesleri kısılır.
Gölüm dalgalansa (köşkümün) duvarına vurur. Akıllı, bilgili kişi bunu görürse söz(üm)e inanır. Irmak suları (yataklarından) taşarak dağların üstünden aşar, (ırmağın) çevresindeki ardıç ağaçları (bu taşkınlığı engellemek için) onu dizginler.
Kimin altını ve gümüşü olursa (kendisine) bir yurt edinir. Orada oturup (yüce) Tanrıya ibadet eder.
Sadece ikinci dizesi ölçüye uymayan bu manzumenin diğer dizelerinde aruz ölçüsü açısından uyumsuzluk görülmemektedir. Manzumenin uyak düzeni aa/aa/aa/aa/aa biçimindedir. Atar=giderir, atar=ad verir. Ayrıca birinci beyitte cinaslı uyak, ikinci ve üçüncü beyitlerde baş uyak vardır:
Korday…../Kuzgun, Kölüm…/Körse….
Belirli sesleri içeren sözcüklerin tekrarıyla da ayrı bir ahenk sağlanmıştır:
Kölüm komı kopsa kalı tamıg iter (k) Tamga suwı taşra çıkıp tagıg öter (t) Artuçları tegre ünüp tizgin yeter (t) Anda bolup tengrigerü tapgın öter (t)
DLT’de sözcükleri açıklamak için örnek olarak verilen dörtlük ve beyitlerin dışında atasözleri de sıkça kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud bu sözler için ‘sav‘ sözcüğünü kullanmıştır. Halkın bilgeliğini yansıtan bu atasözleri şiirlerde olduğu gibi dil, huy, inanç sevgi, iyilik, kötülük, sağlık, çalışma, yardımlaşma, zenginlik, yoksulluk, açgözlülük, hile, kadın, yönetim, korku, töre, saygı, gibi birçok konuyu içermektedir.
Divan’da geçen atasözlerinden bazıları şunlardır
- Erdem başı tıl “erdemin, edebin başı dildir” (I.107)
- Kişi sözleşü, yılkı yıdlaşu “İnsan konuşarak, hayvanlar koklaşarak (anlaşır)” (III.104).
- Yüzge körme, erdem tile “Yüze bakma, fazilet ara (yüzün güzelliğine çirkinliğine bakma fazilet ara)” (II.8)
- İt ısırmas, at tepmes tème “İt ısırmaz, at tepmez deme; çünkü, bu onların yaradılışında vardır”
- Buzdan suw tamar “Buzdan su damlar (huyu babasına benzeyen kişiler için söylenir)(III.123)
- Tag tagka kawuşmas, kişi kişike kawuşur “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” (II.103)
- Közden yırasa köngülden yeme yırar “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” (III.366)
- Edgü er süngüki erir, atı kalır “İyi insanın kemiği erir, adı kalır” (III.367)
- Beş erngek tüz ermes “Beş parmak bir değildir” (I.121)
- Yazın katıglansa kışın sewnür ” (İnsan) yazın çalışıp çabalayan kışın sevinir” (III.159)
- Suw körmegünçe etük tartma “Suyu görmeden ayakkabını çıkarma” (III.426)
- Alımçı aslan, berimçi sıçgan “Alacaklı aslan, borçlu sıçan (gibidir) (I. 75)
- Tamu kapugın açar tawar “Mal (zenginlik) cehennemin kapısını (bile) açar” (III. 234)
- Aç ne yemes, tok ne temes “Aç önüne konan yemeği (tamamiyle) yer, tok alan da aç kimseye neler demez” (I.79)
- Kutsuz kudugka kirse kum yagar “Bahtsız, talihsiz kimse kuyuya girse üzerine kum yağar” (I. 457)
- Awçı neçe al bilse adıg ança yol bilir “Avcı ne kadar hile bilirse (kurnazsa), ayı da o kadar kaçıp kurtulacak yol bilir” (I.332)
- Etli tırngaklı adırmas “Et tırnaktan ayrılmaz” (I.77)
- Kuş kanatın, er atın “Kuş kanatla, adam atla (kuş amacına kanadıyla, insan da atıyla) ulaşır” (I.34)
- el kaldı, törü kalmas “Memleket kalabilir, bırakılabilir, ama töre bırakılmaz” (II.25)
- Alplar birle uruşma, begler birle turuşma “Yiğitlerle savaşma, beylere karşı gelme” (I.182)
Kaynak: Prof.Dr. Zühal ÖLMEZ, VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
………………………………………………………………………………………..
Not Yukarıdaki yazı, http://www.tdk.gov.tr/?option=com_dlt&kategori1=hikayesi, adresinden alınmıştır.
Bulunuş Öyküsünden Yayınlanışına Divanü Lugati’t-Türk
Ali Emiri Bey
Bugün tek nüshası İstanbul’daki Millet Kütüphanesinde olan Divanü Lugati’t-Türk’ün bulunuşu, yayımlanması ve çevirisi, ilgi çekici olaylar dizisidir. Eserin bulunuşu tamamen bir rastlantı sonucudur. Kitap dostu Ali Emiri’nin bilgisi, dikkati, kitap sevgisi ve çabaları olmasaydı eser bilgisiz ellerce belki de yok edilecek, dilimizin ve kültürümüzün en büyük hazinesinden mahrum kalacaktık.
Divanü Lugati’t-Türk’ten ilk söz eden Antepli Aynî diye de tanınan Bedreddin Mahmud’dur. İkdü’l-Cuman fi Tarih-i Ehli’z-Zaman adlı eserinin birinci cildinde Kâşgarlı Mahmud’un eserinden yararlandığı görülmektedir. Aynî, yalnızca bu eserinde değil kardeşi Şahabeddin Ahmed ile birlikte yazdığı Tarihü’ş-Şihabî’de de Divanü Lugati’t-Türk’ten yararlanmıştır. Daha sonra Kâtip Çelebi ünlü eseri Keşfü’z-Zünûn’da Divanü Lugati’t-Türk’ü anmıştır.
Başka birkaç kaynakta daha anılan ve bilgilerinden yararlanılan Divanü Lugati’t-Türk’ün varlığı bilinmekte ancak 1914 yılına gelinceye kadar tek bir nüshasına bile ulaşılamamaktaydı. OysaDivanü Lugati’t-Türk’ün bir nüshası eski Maliye Bakanlarından Nazif Bey’in kitaplığında bulunmaktadır. Türk dili ve kültürü bakımından önemini bilemeyen ancak değerli bir kitap olduğunu tahmin eden Nazif Bey, yakınlarından bir kadına kitabı verir ve:
–Bak sana bir kitap veriyorum. İyi sakla… Sıkıştığın zaman sahaflara götür. Altın para ile otuz lira eder, aşağıya verme! der.
Bir süre sonra paraya ihtiyacı olan kadın, kitabı Sahaflar Çarşısı’ndaki kitapçı Burhan Bey’e götürür ve otuz liraya satmak istediğini söyler. Divanü Lugati’t-Türk gibi bir eser için otuz lira hiç de yüksek bir miktar değildir ama bu kitabın önemini ve değerini bilmeyenler için yüksek bir bedeldir. Burhan Bey, yüksek bir fiyatla alır diye kitabı Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye götürür. Nazır da kitabı İlmiye Encümenine havale eder. Kitabı incelemek için bir hafta süre isteyen Encümen, bir hafta sonra kitaba on lira değer biçer. Kitabın kendisinin olmadığını, sahibinin otuz liradan bir para bile aşağıya inmediğini söyleyince Encümendekiler –Biz otuz liraya bir kütüphane satın alırız. Al kitabını, istemiyoruz, diyerek kitabı
Burhan Bey’e geri verirler.
Divanü Lugati’t-Türk’ün İlk Sayfası
İşte tam da o günlerde, ömrünü ve servetini kitaplara adayan, haftada birkaç kez Sahaflar Çarşısı’na uğrayıp, kitapçıları tek tek dolaşarak yeni bir şey olup olmadığını sormayı alışkanlık edinen Ali Emiri Efendi, kitapçı Burhan Bey’in dükkânına uğrar. Ali Emiri Efendi yeni bir şey olup olmadığını sorunca, Burhan Bey, –Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor, diyerek olanı biteni anlatır ve sürenin ertesi gün dolacağını, yaşlı kadının kitabı almaya geleceğini söyler. Eline aldığı kitabın adını okuduğu anda Ali Emiri Efendi, bayılacak gibi olur… Dünyada eşi benzeri olmayan, Türk dilinin en değerli eseri Divanü Lugati’t-Türk’tür elindeki kitap… Otuz değil, otuz bin liraya bile değerdir bu kitaba. Kendisini hemen toparlayan Ali Emiri Efendi, kesin alıcı görünmemek, kitapçıyı şımartmamak amacıyla: –Dağınık bir eser… Acaba tamam mı değil mi? Yazarı da Kâşgarlı adlı bir adammış… Kimdir, necidir, belli değil… Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Ama ne de olsa bir eserdir… Encümen on lira teklif etmiş, ben de on beş lira veririm… der. Burhan Bey: –Kitap benim olsaydı verirdim. Sahibi mutlaka otuz lira istiyor Alacaksanız bir kadına iyilik etmiş olursunuz, almayacaksanız sahibine geri vereceğim, diye söyleyince Ali Emiri Bey:
–İşte şimdi işin şekli değişti… Bir kadına yardımcı olmak gerekir. Peki, kabul ettim, diyerek kitabı satın aldığını söyler ama yanında yalnızca on beş lira vardır. Eve gidip gelecek olsa kitabın bir başkasına satılması ihtimali bulunmaktadır. Paranın üstünü daha sonra vermek üzere kitabı almak istese kitapçı bunu kabul etmeyecektir. Kitabı bırakıp gitmek de istememektedir. Böyle karmaşık düşünceler içerisindeyken kitabı Burhan Bey’le birlikte bırakır, bir rivayete göre dükkânın kapısını kilitleyip anahtarı cebine koyar ve bir tanıdığa rastlamak umuduyla çarşıya çıkar. Birkaç dakika sonra eski Darülfünun edebiyat hocası Faik Reşat Bey ile karşılaşır. Hemen yanına koşar: –Varsa, aman bana yirmi lira ver! der. Faik Reşat Bey’de on lira vardır, hemen onu verir. Geri kalanını getirmek üzere aceleyle evine gider. Ali Emiri Efendi de Burhan Bey’in dükkânına döner ve gönül rahatlığıyla Faik Reşat Bey’i beklemeye koyulur. Burhan Bey şaşkın vaziyettedir. Kitabın önemli bir eser olduğunu o da anlamıştır artık…
Birkaç dakika sonra Faik Reşat Bey elinde on lira ile gelir. Ali Emiri, otuz lirayı hemen verir ama Burhan Bey bir de bahşiş istemektedir. Üç lira da Burhan Bey’e verir ve Faik Reşat Bey ile birlikte dükkândan ayrılırlar, konuşa konuşa çarşıdan çıkarlar. Fakat Ali Emiri’nin gözü arkadadır, Burhan Bey’in satıştan vazgeçip arkasından gelip kitabı istemesinden korkmaktadır. Kimsenin gelmediğinden emin olunca –Oh… Elhamdülillah! diyerek evine gelir. Ne kadar değerli bir esere sahip olduğunu, kitabı incelemeye başladığında anlar. Dostlarına, arkadaşlarına kitabın değerini şöyle anlatır Ali Emiri Efendi:
Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir… Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka bir parlaklık kazanacak. Arap dilinde Seyyibuyihin kitabı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez… Bu kitapla Hz. Yusuf arasında bir benzerlik vardır. Yusuf’u arkadaşları birkaç akçeye sattılar. Fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana otuz üç liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem…
Ancak, Divanü Lugati’t-Türk’ün bulunduğu tarih konusunda kaynaklarda farklı bilgiler verildiğini de belirtmek gerekir. Bu bilgileri değerlendiren ve kaynaklardaki diğer verilerle yorumlayan Prof. Dr. Ali Birinci, Divanü Lugati’t-Türk’ün eldeki tek nüshasının Ali Emiri tarafından 1914 yılının ilk aylarında bulunmuş olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Ünü Yayılıyor
Ali Emiri Efendi’nin Divanü Lugati’t-Türk’ü bulduğu ve satın aldığı haberi önce İstanbul’da sonra ülkede ve daha sonra da dünyadaki Türklük bilimi âleminde dalga dalga yayılmaya başlamıştı. Haberi duyan ilk kişilerden biri olan Ziya Gökalp çok heyecanlanmış, o heyecanla eseri görmek üzere soluğu Ali Emiri’nin evinde almıştı ama kitaba gözü gibi bakan Emiri:
–Şimdilik gösteremem, belki iki ay sonra olabilir, diyerek Ziya Gökalp’ı gücendirmişti.
Hemşehrisinden aldığı bu cevap üzerine Diyarbakır milletvekillerini Ali Emiri Efendi’ye ricacı gönderen Ziya Gökalp, yine eseri görme emeline ulaşamayacaktır. Ali Emiri evine kapanmış gün boyu Divanü Lugati’t-Türk’ü okumakta, akşamları da âdeti olduğu üzere uğradığı kıraathaneye gitmekte, gün boyu okuduğu kitaptan bilgileri ballandıra ballandıra dostlarına anlatmaktadır.
Ziya Gökalp’tan Sadrazam Talat Paşa’ya Divanü Lugati’t-Türk’ü Yayımlatma Girişimleri
Bulunuş öyküsü ve kitabın içeriği gazetelere haber konusu olmakta, herkes kitabı merak etmektedir. Orhon Yazıtları’nın okunuşuyla birlikte Türklere ait olduğunun ortaya çıkışından birkaç yıl sonra Türkçenin ilk sözlüğü Divanü Lugati’t-Türk’ün bulunması, ülkede büyük bir sevinç yarattığı gibi Türkçenin köklü ve güçlü dil olduğu düşüncesi Türk toplumunun öz güveninin artmasını sağlamıştı. Yıllarca Türkçenin evde, sokakta, çarşıda, pazarda konuşulan dil olduğu; bilim, sanat, edebiyat ve öğretim dili olamadığı yolunda düşüncelerin ileri sürüldüğü bir ortamda Kâşgarlı Mahmud’un Türklerle ve Türkçeyle ilgili sözleri toplumda yayılıyor, Türkçeye bakış hızla değişiyordu. Türklere Türk adını Tanrı’nın verdiği, Türkçe öğrenmenin gerekliliği ve Türkçenin Arapça ile eş değerde dil olduğu konusundaki bilgiler millî bir dil ve edebiyat anlayışının yaygınlaşmasını da sağlamaktaydı. Divanü Lugati’t-Türk’ü gözü gibi koruyan Ali Emiri Efendi, bir hafta sonra Kilisli Muallim Rifat Bey’i evine davet eder. Kilisli Rifat Bey, Ali Emiri’nin evine geldiğinde kitabın ortada olduğunu görür. Ali Emiri Efendi: –İşte Divanü Lugati’t-Türk, buyurun mütalaa ediniz, diyerek eliyle kitabı gösterir. Kitabı inceleyen Kilisli Rifat Bey,
–Cenabıhak yayımlanmasını nasip etsin, deyince bu söz Ali Emiri Efendi’nin çok hoşuna gider ve:
–Bu sözü başkasından duymadım, inşallah yayımlarız, tashihini de sen yaparsın. Rifat, bu kitap ne kadar yüksek dersek o kadar yüksek, ne kadar kıymetli dersek o kadar kıymetli… Fakat bunun mühim bir kusuru var. Kitabın şirazesi çözülmüş, formaları dağılmış, yaprakları karışmış, başı sonu belirsiz olmuş. Sayfalarının karşılığı yok, sayfa başlarında numara yok. Kitap tamam mı değil mi? Düzenlenmesi mümkün mü değil mi? Rifat, sana rica ediyorum. Her gün gel, bir iki saat bu kitap ile meşgul ol.
Kilisli Rifat bu teklifi seve seve kabul eder. Yaklaşık iki ay süresince her gün birkaç saat çalışarak, birkaç kez bir araya getirip düzen tutmadığını görerek yeniden düzenlemeye çalışan Kilisli Muallim Rifat sonunda sayfaları tam olarak sıraya dizer ve eserin eksiksiz olduğu müjdesini Ali Emiri Efendi’ye verir. Günlerdir bu müjdeyi bekleyen Ali Emiri Efendi sevincinden ağlar ve evinin yarısını Kilisli Muallim Rifat Bey’e vermeyi teklif eder… Kilisli bu teklifi kabul etmeyerek kendisine verilecek en büyük ödülün kitabın yayımlama izni olduğunu belirtince Ali Emiri Efendi:
–İnşallah o da olur, fakat biraz sabrediniz, der…
Bu sözlerden kitabın yayımlanmasına razı olacağını anlayan Kilisli Rifat Bey araya hatırlı kişilerin girmesi durumunda Ali Emiri Efendi’nin hayır diyemeyeceği düşüncesindedir. Araya öyle hatırlı kişi girmelidir ki Ali Emiri Efendi hayır diyemesin…
Kilisli Rifat’ın Divanü Lugati’t-Türk’ü gördüğü, dağılmış sayfaları topladığı haberinin duyulmasından birkaç gün sonra Ziya Gökalp Kilisli Rifat Bey’e gelir: –Bahtiyar Rifat… Sen bu kitabı hem gördün hem okudun değil mi
–Evet, gördüm de okudum da…
–Rifat, ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum. Görmek için ne yaptımsa olmadı. Bu kitabı hem almalı hem de yayımlamalıyız. Bu hazinenin anahtarı senin elindedir. Gel bana yardım et, şu kitabı kurtaralım. Bütün Türklere armağanımız olsun. Haydi, bana çaresini söyle.
Aslında bir çaresini de bulmuştur Kilisli Rifat… Ali Emiri Efendi’nin Talat Paşa’yı çok sevdiğini, ricacı olması durumunda ona hayır diyemeyeceğini bilmektedir. Ziya Gökalp, Talat Paşa’ya konuyu açarsa, Talat Paşa da Ali Emiri Efendi’ye Divanü Lugati’t-Türk’ün yayımlanması için izin vermesini rica ederse bu iş olacaktır… Ancak, Talat Paşa’nın Ali Emiri’nin ayağına gitmesi mümkün değildir. Ali Emiri’nin Babıali’ye veya merkeze çağrılması da hoş olmayacaktır. Sonunda Ziya Gökalp ve Kilisli Rifat Bey şöyle bir plan yaparlar:
Ali Emiri Efendi, Adliye Nazırı İbrahim Bey’i de çok sevmekte, sık sık Koska’daki evine gitmektedir. Ramazan ayında oldukları için Adliye Nazırı İbrahim Bey’in, Ali Emiri Efendi’yi iftara davet etmesi, Talat Paşa’nın da o akşam iftardan bir saat kadar sonra birkaç arkadaşıyla İbrahim Bey’i görmeye gelmesinin sağlanması konusunda mutabakata varırlar. Bu planı gerçekleştirmek üzere hemen harekete geçerler.Birkaç gün sonra Adliye Nazırı, Ali Emiri Efendi’yi iftara davet eder. Nazır, Ali Emiri’yi her zaman olduğu gibi izzetüikramla karşılar. Davetli, yalnızca Ali Emiri Efendi’dir. Top atılır, iftar edilir. Ali Emiri bundan sonra olanları şöyle anlatacaktır:
İftardan sonra konuşmaya daldık. Bir saat kadar zaman geçti. Derken ağası geldi. Efendim, Talat Paşa teşrif buyurdular dedi. İbrahim Beyefendi hemen karşıladı. Misafirleri bulunduğumuz odaya aldı. Gelenler Talat Paşa ile beş altı kadar arkadaşı idi. Ben bunlardan yalnız Talat Paşa’yı tanırım. Misafirler içeri girdikten sonra İbrahim Beyefendi misafirleri tanıtmaya başladı. Bu tanıtmadan sonra beni onlara tanıtmak için en yüksek metihlerde bulundu. Bu misafirler, Emiri adını duyunca başta Talat Paşa olmak üzere birden ayağa kalktılar. İlk evvel Talat Paşa bana doğru yürüdü, geldi Hay üstadımuhterem, mübarek elinizi öpmekle kesbişeref etmek isterim. Müsaade buyurunuz dedi. Elimi tekrar tekrar öpmek istiyordu. Sonra ötekiler de öyle yaptılar.
Ben o gece belki otuz üç kere estağfurullah çektim. Ben istiğfar ettikçe onların aşkı artıyor, elimi bırakıp eteğimi öpmek istiyorlardı. Bu istiğfar faslı bittikten sonra Talat Paşa ayağa kalktı Divanü Lugati’t-Türk hakkında bazı malumat vermemi rica etti. Ben de dilimin döndüğü kadar anlattım. Ben malumat verdikçe onlar bayılıyorlardı. Sonra hepsi birden böyle bir kitaba malik olduğum için beni tebrik ettiler.Talat Paşa tekrar ayağa kalktı:
–Üstadımuhterem, huzurufaziletinizde söz söylemeye utanırım. Fakat müsaadenizle arz etmek isterim ki kitapların da insanlar gibi tabii bir ömrü vardır. Bir kitap binlerce sene yaşayamaz, çürür, fena bulur. Kitapları yaşatmak için eskiden istinsah usulü varmış. Fakat bunun da faydası mahduttur. Medeniyet bunun için yegâne bir çare bulmuş, o da tabı usulüdür. Tabı sayesindedir ki bir kitap bin olur, on bin olur, yüz bin olur. Mademki Divanü Lugati’t-Türk büyük bir ehemmiyeti, kıymeti haizdir; o hâlde müsaade buyurun, bu kitabı her şeyden evvel bastıralım. Baş tarafına da namıâlinizi koyalım. Bütün dünyaya yayılsın. Cihan size minnettar olsun. Bu lütfu bizden esirgemeyin…
Bu sözlerden Ali Emiri Efendi çok memnun olur. Kitabın basılması için iki şartı vardır. Birincisi bu işi Kilisli Rifat’ın yapması, ikincisi de kitabın baskı süresince yalnızca Kilisli Rifat’ta kalması, başkasına verilmemesidir. Talat Paşa bu şartları hemen kabul eder ve Ali Emiri Efendi ile aralarında şu konuşma geçer:
–Büyük üstad, bugün ne vazifede bulunuyorsunuz?
-Defterdarlıktan mütekaidim…
-Hayır, sizin gibi faziletli, tecrübeli bir zatın mütekait olmasına gönlüm razı olmaz. Elhamdülillah kemaliafiyettesiniz. Daha senelerce çalışabilirsiniz. Üstad, defterdarlık mı valilik mi şûrayıdevlet azalığı mı nazırlık mı ne arzu buyurursunuz? Lütfen söyleyin şimdi burada tayin etmek için emrinize amadeyim…
Ali Emiri Efendi bu sözler karşısında duygulanır ve şu cevabı verir:
–Ben milletime edecek hizmeti yaptım… Bugün nazarımda hiçbir memuriyetin
kıymeti yoktur. Teveccühünüze, lütfunuza teşekkür ederim…
Divanü Lugati’t-Türk’teki Dünya Haritası
Divanü Lugati’t-Türk’ün İlk Yayımlanışı
Birkaç gün sonra Ali Emiri Efendi Divanü Lugati’t-Türk’ü Kilisli Rifat’a şartlarını da söyleyerek verir. Kitap Kilisli Rifat’a geçtikten sonra Talat Paşa Ali Emiri’ye “küçük bir mükâfat” olarak üç yüz lira gönderir. Ancak Ali Emiri Efendi bu parayı kabul etmez. Bütün servetini Türk kültürünün kaynağı olan kitaplara harcayan Ali Emiri Efendi, yayımlanmasından sonra Divanü Lugati’t-Türk’ü hiçbir bedel istemeden kitaplığındaki diğer eserlerle birlikte kurduğu kütüphaneye bağışlayacaktır.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Kilisli Rifat tarafından yayımlanması Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlamıştır. Kâğıt ve mürekkep bulmak zordur… Basımevindeki harfler yıpranmıştır… Hatta baskı makinesi tekleyerek çalışmaktadır. İşte böyle bir ortamda Kilisli Rifat bu büyük eserin baskı işine girişmiştir. Divanü Lugati’t-Türk’ün başına bir iş gelir diye sağlam bir çanta alan ve bir buçuk yıl süren baskı işi süresince çantayı yanından ayırmayan Kilisli Rifat üç cilt hâlinde basımını gerçekleştirir.
Kilisli’nin yayımı aslında Divanü Lugati’t-Türk’ün matbu olarak tıpkıbasımıdır ancak bu yayında dağınık sayfalar düzenlenmiş, eser bir araya getirilmiş, madde başları belirginleştirilmiş, harekesiz olan Arapça bölümler harekelendirilmiştir. Böylece Divanü Lugati’t-Türk yazılışından yaklaşık sekiz yüz elli yıl sonra bu kez baskı makinesiyle basılarak çoğaltılır ve yok olmaktan kurtulur.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Türkçeye Çevrilmesi
Baskı sürerken Millî Tetebbular Encümeni, Kilisli Rifat’a Divanü Lugati’t-Türk’ün Türkçeye çevirisini yapması işini de teklif eder. Kilisli Rifat, defalarca okuduğu eseri basım işi bittikten sonra çevirmeye başlar. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Kilisli Rifat, eseri yirmi iki defter hâlinde Türkçeye çevirir. Yüz yirmi lira karşılığında çevirisini Maarif Nezaretine teslim eder.
Kilisli Rifat’ın çevirisi Telif ve Tercüme Heyetine gönderilir ama yayımlanması mümkün olmaz. Oradan da Darülfünun kütüphanesine gönderilir. Aradan geçen zaman içerisinde ülke felaketli günler yaşamış, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde Millî Mücadele başlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi işte o günlerde, Divanü Lugati’t-Türk’ün Türkçeye çevrilmesi işini, daha sonra Türk Dil Kurumunun kurucu başkanlığına getirilecek olan Sâmih Rifat ile İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Âkif’e verir.
Kilisli Rifat bu haberi duyunca Sâmih Rifat’a bir mektup yazar ve kendi çevirisinden söz eder. Üniversitenin Edebiyat Kütüphanesindeki çevirilerinden yararlanılması, kendi adının da çevirenler arasında yer alması dileğini bildirir. Sâmih Rifat Bey bu çevirileri Ankara’ya getirtir. Mehmet Âkif ile Kilisli’nin çevirisini incelerler ve eserin yeniden çevrilmesine gerek olmadığına, Kilisli Rifat’ın çevirisinin yayımlanmasına karar verirler.
Divanü Lugati’t-Türk’ten haberdar olan Gazi Mustafa Kemal, Kilisli Rifat’ın yirmi iki defterden oluşan çevirisini okumak üzere Çankaya Köşkü’ne getirtmiştir. Atatürk’ün Kilisli Rifat çevirisini okuduğu Sâmih Rifat’ın Kilisli Rifat’a yazdığı mektuplarda belirtilmektedir. Atatürk’ün okuduğu bu defterlerden çekimlenen beş defter, bugün Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Bu arada Konyalı Abdullah Atıf Tüzüner ve Abdullah Sabri Karter de Divanü Lugati’t-Türk’ü ayrı ayrı Türkçeye çevirmişti. Van mebusu Tevfik Demiroğlu da eserin dizinini hazırlamıştı. Bunlardan Atıf Tüzüner’in çevirisi Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde, Abdullah Sabri Karter’in çevirisi ise Bursa İl Halk Kütüphanesindedir.
Atatürk’ün öncülüğünde 26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dili Kurultayı’nın ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Divanü Lugati’t-Türk’ün söz varlığını dizin hâlinde toplama ve eseri çevirme görevini Kilisli Rifat’a verir. Birinci çevirisi yayımlanmayan Kilisli Rifat, Divanü Lugati’t-Türk’ü Türkçeye ikinci kez çevirme ve dizinini çıkarma işine girişir. Kilisli Rifat’ın Ankara’ya gönderdiği fişlerde Kurum düzeltmeler yapılmasını ister. Bu konudaki sorunları çözümlemek üzere Kilisli Rifat, Türk Dil Kurumu Genel Sektereri İbrahim Necmi Dilmen ve Besim Atalay ile Dolmabahçe Sarayı’nda görüşür, ancak bir anlaşma sağlanamaz.
Bu arada Divanü Lugati’t-Türk’ün iyi bir çevirisinin yayımlanması bilim çevreleri tarafından sabırsızlıkla bekleniyordu. Kurum yönetimi, özellikle Genel Sekreter İbrahim Necmi Dilmen, çeviri işini Besim Atalay’ın üstlenmesini istemektedir. Bu ısrarlar üzerine 1937 yılının sonlarına doğru Besim Atalay Divanü Lugati’t-Türk’ün çevrilmesi işini üzerine alır. Besim Atalay, kendisinden önce yapılan çevirileri değerlendirir ancak eleştirdiği yönler dolayısıyla bunlardan yararlanmadan kendi çevirisini yapar. Bununla birlikte ara sıra şüphelendiği yerlerde bu çevirilere baktığını belirtir, ancak güvenemediği için hiçbir zaman bu çevirilerden doğrudan aktarma yapmadığını yazar.
Besim Atalay’ın çevirisi üç cilt olarak 1940 – 1941 yıllarında yayımlanır. Bu arada Kurum, Divanü Lugati’t-Türk’ün yeni bir tıpkıbasımını da 1941 yılında yapmıştır. Atalay’ın çevirisini bütünleyen dizin bölümü ise 1943 yılında yayımlanır. Dehri Dilçin’in Arap alfabesine göre hazırladığı Divanü Lugati’t-Türk dizini Türk Dil Kurumu tarafından 1957 yılında basılır. Bir başka dizin yayını ise Divanü Lugati’t-Türk’ün yazılışının 900. yılı dolayısıyla 1972 yılında yine Türk Dil Kurumu tarafından çıkarılmıştır. Aslında bu yayın, 1943’te Besim Atalay’ın hazırladığı dizinin yeniden düzenlenmiş biçimidir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Diğer Çevirileri
Türk Dil Kurumunun yayımladığı Besim Atalay’ın Divanü Lugati’t-Türk çevirisi Türk dili ile ilgili çalışmalarda uzun süre kaynak olarak kullanılacak, bazı ülkelerde yapılan çevirilerde de esas alınacaktır.
Bu çevirilerden ilki Özbekistan’da gerçekleştirilmiştir. Salih Mutallibov tarafından 1960 – 1963 yıllarında Özbek Türkçesine çevrilen eser, Türkiy Sözlar Devani (Devanü Lugatit-Türk) adıyla üç cilt hâlinde Özbekistan SSR Fenler Akademisinin yayımcılığında Taşkent’te çıkmıştır. Eserin dizini Gani Abdurrahmanov ve Salih Mutallibov tarafından hazırlanmış ve 1967 yılında dördüncü cilt olarak yayımlanmıştır. Divanü Lugati’t-Türk’ün Çin’de birkaç kez Yeni Uygur Türkçesine çevirisi ve yayımlanması işine girişilmiştir. Bu uğurdaki ilk girişim 1955 yılında Muhemmed Peyzi ve Ehmed Ziyaî kardeşler tarafından yapılan Divanü Lugati’t-Türk çevirisidir. Daha sonra 1963-1966 yılları arasında Uygur Sayrani tarafından Divanü Lugati’t-Türk’ün ikinci kez çevirisi yapılmıştır. Ancak dönemin siyasi koşulları yüzünden bu çevirilerin yayımlanması girişimi başarıya ulaşamamıştır.
Nihayet 1978 yılında Divanü Lugati’t Türk’ün Çağdaş Uygur Türkçesine ve Çinceye çevrilmesi işi resmen gündeme getirilmiş ve Devlet Sosyal Bilimler Araştırma Planı çerçevesinde Şinciang Uygur Özerk Bölgesi Sosyal Bilimler Akademisince oluşturulan Şinciang Uygur Özerk Bölgesi Sosyal Bilimler Akademisi Divanü Lugati’t Türk’ü yayıma hazırlama komisyonu tarafından çevirisi gerçekleştirilmiştir. Üç cilt olarak hazırlanan ve Şinciang Halk Yayınevince Mehmut Kaşkari, Türki Tiller Divanı adıyla yayımlanan Divanü Lugati’t-Türk çevirisinin birinci cildi İbrahim Mutiî’nin sorumlu redaktörlüğünde İmin Tursun’un ise redaktörlüğünde Abdusalam Abbas, Abdurehim Ötkür, Abdurehim Hebibulla, Damolla Abdulhemit Yüsüfî, Helim Salih, Hacı Nurhacı, Osman Muhemmetniyaz, Sabit Rozi ve Mirsultan Osmanov tarafından hazırlanmıştır. Ürümçi’de 1981 yılında yayımlanan birinci cildi 1983 yılında yayımlanan ve Abdusalam Abbas, Abdurehim Ötkür, Abudureşit Karım Sabit, Helim Salih, Osman Muhemmetniyaz, Sabit Rozi’nin hazırladığı, İbrahim Mutiî’nin sorumlu redaktör, İmin Tursun ve Mirsultan Osmanov’un redaktörlüğünü yaptığı ikinci cildin yayımı izlemiştir. Eserin üçüncü cildi ise 1984 yılında yine İbrahim Mutiî’nin sorumlu redaktörlüğünde, Mirsultan Osmanov’un redaktörlüğünde Abdusalam Abbas, Abudureşit Karım Sabit, Helim Salih, Osman Muhemmetniyaz, Sabit Rozi tarafından hazırlanarak Ürumçi’de yayımlanmıştır.
Eserin İngilizce çevirisi ise Amerika’da Harvard Üniversitesinde yayımlanmıştır. Robert Dankoff, öncekilerden farklı olan bu çeviriyi James Kelly’nin katkılarıyla gerçekleştirmiştir. Üç cilt hâlinde 1982 – 1985 yıllarında Amerika’da Şinasi Tekin ve Gönül Alpay Tekin’in yayımcılığında Mahmud al-Kaşgari Compendium of Turkic Dialects (Diwan Lugat at-Turk) adıyla yayımlanan eserin üçüncü cildini sözlük ve ayrıntılı dizin oluşturmaktadır. Divanü Lugati’t-Türk’ün Kazak Türkçesindeki yayımı ise 1997 – 1998 yıllarında Asgar Kurmaşulı Egeubayev tarafından gerçekleştirilmiştir. Mahmut Kaşkari, Türik Sözdigi adıyla yayımlanan çevirinin birinci ve ikinci ciltleri 1997 yılında, üçüncü cildi ise 1998 yılında Almatı’da basılmıştır.
Eserin Çin’deki ikinci bir yayımı ise Yeni Uygur Türkçesi ile yayımlanan çeviriden yararlanılarak Çince yapılmıştır. Mirsultan Osmanov ve Chen Hua’nın denetmenliğinde He Rui, Ding Yi, Xiao Zhongyi, Liu Jingjia’nın çevirdiği ve Mirsultan Osmanov ile Niu Xiaoli’nin düzeltmenliğini yaptığı Çince Divanü Lugati’t-Türk’ün birinci cildi Milletler Yayınevince Pekin’de yayımlamıştır. Eserin ikinci cildi Hao Guanzhong’un denetmenliğinde Xiao Zhongyi, Liu Jingjia’nın çevirmenliğinde ve Qi Qingshun ile Tahircan Muhemmet düzeltmenliğinde; üçüncü cildi ise Li Jingwei’nin denetmenliğinde, Xiao Zhongyi çevirmenliğinde ve Qi Qingshun ile Tahircan Muhemmet’in düzeltmenliğinde 2002 yılında aynı yayınevince basılmıştır. Prof. Dr. Hüseyin Düzgün (Hüseyin Mohammedzadeh Sadigh)’in Farsçaya yaptığı çeviri Divanü Lugat-it Türk adıyla 2004 yılında Tahran’da çıkmıştır. Akhtar Neşriyat tarafından yayımlanan bu çeviri tek cilttir.Türkiye Türkçesine yapılan bir çeviri de Kabalcı yayınevi tarafından 2005 yılında yayımlanmıştır. Divanü Lugati’t-Türk’ün Azerbaycan Türkçesiyle yayımı ise 2006 yılında gerçekleştirilmiştir. Ramiz Esker tarafından yapılan bu çeviri dört cilt olarak Bakü’de yayımlanmıştır. İlk üç cilt eserin çevirisi, dördüncü cilt ise dizindir.
Son Söz
Bugüne kadar tam metni Türkiye Türkçesine, Özbek Türkçesine, Kazak Türkçesine, Yeni Uygur Türkçesine, İngilizceye, Çinceye, Farsçaya ve Azerbaycan Türkçesine çevrilen ve dokuz ayrı yayımı gerçekleştirilen Divanü Lugati’t-Türk, pek çok bilimsel araştırmaya ve çalışmaya konu olmuştur. Doğrudan doğruya Divanü Lugati’t-Türk’ü konu alan veya Divanü Lugati’t-Türk’ten yararlanarak Türk dilinin tarihsel dönemlerini ve lehçelerini inceleyen binlerce makale yazılmış, bildiri sunulmuş, kitap yayımlanmıştır.
Türk dilinin hangi dönemini, hangi konusunu işlerse işlesin her yayında mutlaka Kâşgarlı Mahmud’un ve Divanü Lugati’t-Türk’ün adına rastlanır.İşte bu nedenle Kâşgarlı Mahmud Türklük biliminin kurucusu, Türk dünyasının ilk dil bilgini, ilk derlemecisi unvanını kazanmıştır. Eseri Divanü Lugati’t-Türk ise her okuyuşunuzda Türk diline, Türk edebiyatına, Türk kültürüne ait yeni bir şeyler bulacağınız büyük bir kültür hazinesidir.
Türk soylu halkların ortak atasıdır Kâşgarlı Mahmud…Türk lehçelerinin kökleridir Divanü Lugati’t-Türk… Bin yıl önce Kâşgarlı Mahmud’un doğumu, Türk dilinin anıtsal eserinin müjdecisiydi… Kâşgarlı Mahmud’un adı, bizlere armağan bıraktığı Divanü Lugati’t-Türk’le bin yıl sonra yaşıyor…
Binlerce yıl da yaşayacak…