Seyahatimiz Divriği Ulu Camiyi görmek için Divriği’ne doğru trenle yola çıktık. Divriği Ulu Cami ve şifahanesiyle türbeleri barındıran Divriği külliyesi 1985 yılında Anadolu’nun UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilen ve yaklaşık 8 yıl süren (2015-2024) bakım tasarım ve tadilat projeleri tamamlanmıştı. Anadolu’nu bu en güzel ve ihtişamlı eserinin bulunduğu Divriği ,Sivas’ın 180 km. güney doğusunda ve demiryolu güzergâhındaydı.Külliye 1250 rakımlı dağ yamacında bulunmaktadır. Kesme taştan geleneksel taş işçiliği örneklerinin en ince işçiliğinin uygulandığı en iyi bir yapıt olan bu yapı aynı zamanda farklı süslemeleri bakımından da oldukça eşsiz bir eser sayılmaktadır.
Külliye’ye aşağıdan yukarıya doğru tırmanırken şehrin doğusundaki tepede kuzey-güney doğrultulu yapıların birbirine eklemlenmiş tek kütle halindeki görünümüyle muhteşem külliyeyi görüyoruz. Külliyenin sol yanındaki yani kuzeyindeki tepede büyük Divriği kalesi görülüyor. Külliye’nin şehre bakan ön tarafı (Batısı) yeşillendirilerek fidan dikilmiş (Baca dumanlarından uzaklaştırmak ve önünün açılmasını sağlamak amacıyla) İlk görüşüm bu kadar büyük bir külliyenin burada ne işi var? Oldu.İkinci görüşüm ise bu yeşil alandaki ağaçlar büyüdüğünde külliyenin görüntüsünü kapatır olduğuydu..Mesela bu yeni yeşil sahanın alt tarafına normal ağaçlar dikilirken üst tarafın ise tamamına bodur ağaç fidanları dikilmeliydi. Ama biz galiba hep aynı hataları tekrarlayıp sanat eserlerimizi görünmez kılıp gizliyoruz. Üçüncü görüşümü ise külliye sahasına çıktığımızda yaşadık. Külliye’nin şehre bakan ön tarafı ile kaleye bakan sol tarafına mini amfitiyatro düzeni basamaklama yapılmış. Doğrusu buna mimari bir çözüm bulunabilirdi, çünkü uzaktan bakınca bir miktar yine külliye görüntüsünü kapatmış oluyordu.
Divriği Külliyesini daha önceden biliyordum ama ilk defa yakından inceleyip gözlemlerimle birlikte aktaracaktım. Diğer Selçuklu beyliklerinde olduğu gibi her beylik büyük devlet olabilme iddiasını sürdürebilmek adına beylik merkezlerine görkemli Ulu Camiler ve medreseler inşa etmişlerdi (Beyşehir, Birgi, Karaman Ulu camileri gibi) Ancak bu yapı beylikler dönemi yapılarının hepsinin üstünde olduğu gibi Türkiye Selçuklu yapılarının da, erken dönem Osmanlı yapılarının üstündeydi. Üstelik alışagelmişin dışında külliyede medrese yerine şifahane ve türbe yapılmıştır.(Külliyelerde türbe bulunmakla birlikte ana yapıya eklemli olmayıp aynı avlu içinde bulunabiliyordu) Külliye bu haliyle geleneksel külliyelerden farklı tasarlanmıştır. Külliyelerde genel olarak; Cami, Medrese, Hamam. aşevi v.s. bulunurken Divriği külliyesinde; Ulu Cami, şifahane ve türbe bulunmakta, hamamı ise bilerek külliyenin 100 metre aşağısında yapılmıştır. Burada anlaşılan *Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah çağının üstünde evrensel bir abidevi yapıt öngörmüştür.
Genel mimari özellikler
Türkiye Selçukluları Devletine tabî (Vassal) *Mengücekoğulları Beyliğinin şaheser yapıtı Divriği Külliyesi yani birbirine eklemli yapılar topluluğu dikdörtgen planlı olup kaleye bakan kısa kenarı +32 metre, şehre bakan uzun kenarı ise +63 metre uzunluğuyla alanı 2122 metrekareye ulaşmaktadır. Külliyenin ihtişamlı 4 taç kapısı ve bir minaresi (minareyi 1565 de Kanuni yeniletmiştir) Ulu Cami giriş taç kapısı kuzey, şifahane taç kapısı ise batıya bakmaktadır.Yapının en yüksek noktası cami mihrabı üstünde bulunan onikigen kubbe olup yüksekliği 25 metredir.Minare 23,75 m. Cami yüksekliği 9.85 m. Şifahane yüksekliği 12,5 metredir. Külliye içindeki türbeye şifahaneden geçiş olduğu gibi, camiden de şifahanedeki havuzda akan su sesi duyulacak bir tasarım yapılmıştır.
Tarihçe
Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah cami yapımından önce kaleyi tamir ettirmiş, kentin imar ve iskânına önem vermiş, şehre su getirtmiştir. Külliyenin inşasına 1228 yılında başlanmış olup 1243 yılında tamamlanmıştır. Ulu Cami, *Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah tarafından cami ile bitişik olarak inşa edilen şifahane ise eşi Melike Turan Melek Hatun tarafından inşa ettirilmiştir. Cami inşasına başlanıldığında Türkiye Selçuklu Sultanı Alâattin Keykûbat tahttaydı ve *Mengücekoğullarının Erzincan/Kemah koluna son vermiş, Divriği koluna ise dokunmamıştı. Buradan bu beyliğe verilen önemi anlayabiliyoruz. Ayrıca Melike Turan Melek Hatun, Anadolu’da ün yapmış Gevher Nesibe, Nihavend ve Mama hatunlar gibi önemli ve güçlü bir şahsiyet olduğunu ayrıca Erzincan Meliki Fahreddin Behram Şah’ın kızı olması da bu durumu kuvvetlendirmektedir. Yapının baş mimarı ve tasarımcısı Ahlatlı Hürrem Şahtır Ahlatlı Nakkaş Ahmet, Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet, Hattat Mehmed ve Mehmet oğlu Ahmet diğer ustalardır.Külliyenin tamamlanmasını Ahmet Şah’ın oğlu Prens Hasan gerçekleştirmiştir.
1-Divriği Ulu Cami
Cennet kapı’dan başlıyoruz. Kapının asıl tanım adı ; kıble/giriş kapısı olmasına rağmen Taç kapı bezemelerinde Cennet tasvirinden dolayı Cennet kapı , giriş/kıble kapısı ve kale yönünde olduğu içinde kale kapısı gibi adlandırmalar yapılmıştır. Ulu Cami Taç kapısı diğer Selçuklu yapı portallarından(Yapıların görkemli giriş kapı süslemeleri) daha fazla bezemeli olup 14,5 m. yükseklikte ve 11,5 m. eninde, 4.5 m. derinliğindedir; yapı kenar çizgisinden /duvarından 1,5m. dışarıya doğru çıkıntılık verilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’deki Cennet ile ilgili ayetlerden yola çıkılarak sonsuz Cennet nimetlerinin kapı üzerindeki motiflerle tasvir edilmesiyle bu tanım adını almıştır. Yapıtın dört kapısından her biri ayrı bir güzelliğe sahip olsa da kapılar içerisinde en ihtişamlı olan Cennet kapıdır. Kapı üzerinde, hayat ağacı motifleri ile sonsuzluğu ifade eden semboller de mevcuttur. Hayat ağacı motifi ile ebediyet, Ahîret hayatı ve Cennet anlatılmak istenmiştir. Selçuklularda Cenneti tasvir eden 8 köşeli yıldız , yapıtın diğer bölümlerinde olduğu gibi cennet kapıda da kullanılmıştır.
Cennet kapının sol tarafında Âyet-i Kerime olarak, “”Allah’u lâ ilahe illa hüvel hayyul kayyum”” yazmaktadır. Taç kapının Tepesinde Selçuklu hükümdarı Alâattin Keykubat için, “”Sultanın Muazzama halifenin yardımcısı adaletin keskin kılıcı Alâeddin Keykubad”” yazıyorken;
Taç kapı kitabesinde ki 5 bölümde bitki motifleri çerçevesi içinde “”Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah Allah’ın affına muhtaç aciz kul 626 hicri aylarının birinde bu caminin yapılmasını emretti”” yazmaktadır.
İç mekân
Divriği Ulu camii ‘ye taç kapıdan girildiğinde doğruca mihraba ulaşılır.Ancak camiden çıkarken taç kapı kullanılmaz , aynı kapıdan çıkılırsa mihraba saygısızlık olmasın düşüncesiyle , insanlar camiden çıkarken sırtını mihraba (Kıble yönüne) dönmesinler diye çıkış kapısı caminin batı yönüne konmuştur. Ulu Cami kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen şeklinde bir yapıdır. Ulu cami özgün plan tipi ve süsleme olarak benzeri olmayan bir cami’dir. Dikdörtgen planlı harim (İç mekan ibadet alanı) mihraba dik beş sahından(Harim’in içinde sütün sıraları ile ayrılan alan) oluşur. Orta sahın en geniş olanıdır. Ulu caminin yapı tavanı sekizgen planlı 16 sütunla taşınan , 2 kubbe ve 23 tane farklı tonoz örtüsü vardır. Kubbelerin en büyük ve yüksek olanı ki külliyenin de en yükseği (25 m.) olup oniki gen planlıdır. Bu kubbe iç ve dış görünümü ve geometrisiyle dıştan kümbete benzeyen pramit şekilli bir örtüsüyle tek örnektir. Orta sahında Kıble ile Batı(Çıkış) kapısının kesişme aksında/koordinat noktasında tavanda bir ışıklık ve zeminde kar kuyusu yer alır. Ulu camii içinde iki emanet sandığı ile birde geleneksel sadaka taşı bulunmaktadır.
Camide sahınların hepsi birbirinden farklı yıldız tonozlarla (2 yüksek kubbelisi hariç) örtülmüştür. Bu camide hem Türkistan’dan itibaren süregelen Selçukluların avlulu plan tipi, hem de Endülüs plan tipini bir arada görmekle beraber Dünyada bu anlamda tek örnektir. Külliyenin birbirine eklemli yapılarında hiçbir zaman tekrarlanmayan bitkisel, geometrik ,figürsel motifler ve yazılı süslemelerle adeta dantel gibi süslenip bezenmiştir.Figürsel bezemelerde bitki ve diğer camilerde görülmeyen hayvan figürleri de yapılmıştır.
Minber
Minber en dayanıklı ağaç olan abanoz ağacından oniki yılda Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet tarafından yapılmıştır. Minber 7 metre yükseklik 4 m. derinlik ve 1 m. genişliktedir.Minber kündekâri olarak (ahşap geçme sistemleri) ile yapılmıştır Minberin her iki yan yüzeylerinde de 57’şer tane beş köşeli yıldız işlenmiş ki toplamı 114 rakamına ulaşılır ki bu rakam Kuran-ı Kerim’in toplam sûre sayısı olan 114 sûre sayısını simgelemektedir. Minberde 3 kitabe 18 ayet-i kerime ve hadisi şerif olmak üzere toplam 21 kabartma yazıları Selçuklu Sülüs’ü denilen hat yazılarıyla uygulanmıştır.
Mihrap
Ulu caminin ana kubbesinin (Onikigen pramit şeklinde en yüksek kubbedir) altında yer alan mihrap, (Mihrap ; kıble yönünü gösterir) büyük taşlarla sivri kemerli bir niş şeklinde inşa edilen adeta bir saray kapısı gibi taç kapıyı andırmakla birlikte diğerlerinde olduğu gibi yine tek örnektir.Mihrap kubbesinde 4 küçük pencere konmuştur. Mihrap 8.6m. yüksekliğinde, 9.2m eninde olup bezemelerle süslüdür. Mihrap üstü kubbe dört büyük kemere oturtulmuştur. Mihrap kubbesinde dört küçük pencereler yıldız şeklinde uygulanmıştır. Mihrap nişinin (Duvarın oyulmuş kısmı) üstünde süslemelerin bitiminde(Üstünde) iki adet “”Elif”” harfi, ortada bir “”Lale”” motifi ve Lalenin altına da “”Hilâl”” konularak ““Bütün ibadetler ancak Allah’a yapılır “” lâfzı anlatılmıştır.
Şah kapı ve Şah mahfili (Hünkâr Mescidi)
Şah kapısı; külliyenin 4. kapısı olup yapıların doğu tarafında yer alır ve şah mahfiline açılmaktadır. Hünkâr kapısı da denilen kapı Selçuklu mimarî tarzında yapılmıştır. (Hünkâr mescidi; suikastlara karşı bir önlem olarak camilerde genellikle zeminden yükseğe inşa edilen ibadet mekanlarıdır) Kapının insan boyundan kısa yapılmasının amacı: Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah’ın camiye eğilerek girmesi ile “”Beyler sadece Allah’ın huzurunda eğilir” “ anlamını belirtmek içindir.Kitabesinde: “”Mülk Kahhar ve tek olan Allaha aittir” “yazmaktadır. Caminin sol köşesinde yani yapının Güneydoğudaki şah mahfili bileşik tonoz örtüsü şeklinde örtülmüş olup bu bölümün bazı kısımları günümüzde eksiktir(?) Mahfil duvarında açıkça kiriş izleri görülebiliyordu. Ahşaptan yapılmış Divriği Ulu Cami Hünkâr mahfili Anadolu’daki en erken örneklerden biridir.
Batı Kapı
Batı kapı caminin sağ tarafında yani külliyenin batısında, şehir tarafında yer alır. Asıl tanım adı çarşı/çıkış kapısı olmasına rağmen Batı kapı ince taş işlemeciliğinin zirvesindeki kapı bezemelerinde adeta dantelli bir şekilde örülmüş seccade/kilim tasvirinden dolayı ve çıkış yönünde yani şehre baktığından tekstil/ çarşı kapısı gibi tanım adları verilmektedir. Taç kapı üst kemerinin tam tepeden dışarı çıkıntılı olan taş, kilit taşıdır ki bütün taşları tutmakta olan ana noktadır. Ucunda demir kanca bulunan taş aydınlatma fenerlerinin kullanılması amacıyla yapılmıştır Alt kısmında laleler işlenmiştir. Batı kapının üç satırlık kitabesinde; “”Şahinşah oğlu Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah Allah’ın affına muhtaç aciz kul adaletli melik bu caminin yapılışını 1228 yılında emretti. Allah mülkünü daim etsin”” demektedir. Kapının her iki tarafında denge sütunları vardır. Sağ tarafında “”ALLAH”” sol tarafında yatık “”ALLAH” “yazısı yazılmıştır Kapının sol tarafında bulunan çift başlı kartal; Selçukluların sembolü, boynu bükük olan doğan figürü; Mengüceklerin sembolüdür. (Mengüceklerin Türkiye Selçuklularına tabî olduğunu simgelemektedir)Mengüceklerin Türkiye Selçuklularına bağlılığını ifade etmektedir. Batı kapıda ikindi namazında görülen namaz kılan ve Kur’an okuyan gölgeleri biz göremedik. Çünkü gölgeler Mayıs-Eylül ayları arasında mevsimsel görülebiliyormuş
Minare
Ulu caminin tek minaresi caminin kuzeybatı köşesinde yer alır ve silindirik bir kaide üzerine silindirik gövdeli tek şerefeli kesme taş yapıdadır. Minarenin aslı yıkıldığından yenilenmiştir. Kanuni doğu seferlerindeyken bu camide namaz kılmış, minarenin harabiyetini görünce Mimar Sinan’dan yeniden yapılmasını istemiştir. Minare 1565 yılında Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir. (Caminin hasar gören batı duvarı da ayni tarihte Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir) Minare yüksekliği 23.75 metredir.
2-ŞİFAHANE
Külliye’de Ulu Caminin güney tarafına ve bitişik olarak, doğu-batı yönüne uzatılan dikdörtgen planlı inşa edilmiştir. Şifahane 770 metrekare büyüklükte asma katlı avlulu ve eyvanlı “avlulu medreseler “ grubunda bir yapıdır.Şifahanenin banisi Erzincan meliki Fahrettin Behram Şah’ın kızı olan ve Mengücekoğulları beyi Ahmet Şah eşi Melike Turan Melek Hatun’dur. Şifahane mimarı da yine camide olduğu gibi Ahlâtlı Hürrem Şah’tır. Divriği Şifahanesi Anadolu’da yapılan 3. Şifahane olup günümüze ulaşan en iyi korunmuş şifahanedir. (1206 Kayseri ve 1217 Sivas Darüşşifalarından sonra yapılan 3.şifahanedir) 18.yy.da medrese haline getirildiği için “Şifahiye Medresesi” de denilmektedir. Şifahane orta bölümü sekizgen ışıklık kubbesi ile örtülmüş, zeminde ise havuz vardır. Giriş ile birlikte dört eyvandan oluşur. (Eyvanın biri kapalıdır) Taç kapıdan girişte sağ ve sol tarafta birer oda bulunmaktadır. Şifahane avlusu etrafında küçük odalar yerleştirilmiştir. Şifahane sütunları daire ve sekizgen formdadır.
Caminin kuzey tarafında ki hamamdan camiye boru döşenmiş, bu borulardan gelen hamamın sıcak su buharı ile cami ve şifahane ısıtılması sağlanmış.
Şifahane Taç Kapısı
Şifahane’nin Taç Kapısı/Şifahane giriş kapısı süregelen Türkistan-Selçuklu geleneğine göre inşa edilmiştir. Doğu-Batı yönünde ve dikdörtgen planlı ve kesme taşlarla yapılmıştır. 14 m. yükseklikte ve 10,5 m. derinlikte olan taç kapının kemeri, işlemeleri ile bir kadın başı/ tacını andırmakta ve benzemektedir. Şifahane taç kapısında yer alan kitabesinde “”El Melik Es Seyit Fahrudden Bahram Şah’ın kızı Allah’ın affına muhtaç adaletli Kraliçe turan Melek Allah rızası için bunun mübarek şifa yurdunun inşasını emretti. “” yazmaktadır.
Şifahane taç kapısının üst alınlığındaki 22 tane beşgen yıldız abide eseri yaptıran Ahmet Şah ailesinin 22. kuşaktan Peygamberimizin(S.A.V) torunu olmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bilindiği üzere beşgen ve sekizgen yıldızlar Selçukluyu temsil etmektedir. Yapılara konulan/uygulanan denge sütunları üç adettir. Bunlardan ikisi cami kısmına, bir tanesi ise şifahane kısmına yapılmıştır. Kapıdaki pencereyi ortadan ikiye bölen sekizgen silindirik sütun, denge sütunudur. (Bu sütun 1939 Erzincan depreminden sonra dönmemektedir) Pencerenin sağ ve solundaki Süleyman mührünü çevreleyen Hilâl; İslamiyet’in simgesi, ortasındaki motiflerle Haç; Hristiyanlık simgesi işlenmiş böylelikle şifahanenin her din mensubuna açık olduğu ifade edilmiştir. Pencerenin alt kısmında kitabesi yazılmışken, sağ tarafta kadın başı, sol tarafta erkek başı bulunmaktadır. Başlardan biri Güneşi, diğeri de Ay’ı temsil etmektedir. Bu tasvir aynı zamanda şifahaneden erkek-kadın ayrımı olmadan herkesin yararlanabileceğini anlatmaktadır.
Türbe
Camiin kıble duvarına bitişik yanı şifahanenin kuzeydoğu köşesinde üstleri tonoz örtülü dikdörtgen planlı ve kubbeli(Selçuklu kümbet tipinde), Ahmet Şah eşi Turan Melek Hatun ve Mengücekoğulları ailesinin kabirlerinin bulunduğu türbe yer almaktadır.
Havuz
Şifahane’nin merkezindeki havuzdan taşan su, havuzun etrafındaki kare planlı kanaldan etrafını dolaşıp, daire çizerek yapıdan tahliye edilir. Havuzun dolup-taşması ve kanaldan akan suyun çıkardığı sese, ney sesi üflenerek eklenmiş böylelikle ruh ve sinir hastalarının tedavisi sağlanmıştır.
Divriği Ulu camii ve şifahanesinin tasarımı; mimari ve süsleme olarak hem beylikler döneminin hem de Selçuklu döneminin hatta erken Osmanlı döneminin en büyük şaheser yapıtıdır. Divriği külliyesinin yapımında bölgenin mimari seviyesi ve koşullarıyla açıklamak mümkün değildir. Burada esas unsur elbette külliyenin sahibi Ahmet Şah ve ailesinin çağını aşan üstün bir estetik duygularının etkisiyle baş mimar Hürrem Şahla birlikte 6 mimarın sanatçılıklarının yoğun işbirliği ve koordinedeki öngörüleri sayesinde ortaya çıkmıştır.
Divriği’ne gelen Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde Divriği Külliyesi’ni “”Mermer ustası bu camiye öyle emek sarf edip duvar yüzlerini öyle bukalemun nakşı etmiştir ki ne Ayasulug’da Sultan Yakub Camii, ne Bursa’da Yıldırım Han’ın Ulu Camii, ne Sinop şehrindeki minber nakşı, ne Rum ülkesinde Atina’da Ebülfeth (Fatih) Camii ve ne Budin serhaddinde Estergon Kalesi Camii bu Divriği Camii’nin işçiliğindeki ustalığa denk olamazlar.”” Kısacası övgüsünü yapmakta ““Methinde Diller Kısır Kalır, Kalem Kırıktır “”şeklinde anlatmaktadır. Divriğindeki bu muhteşem abide Arslan Yanardağ’ın “Takiyettin Mengüşoğlu’yla konuşma” adlı eserinde Sivas doğumlu Takiyettin ‘in Almanya’da felsefe eğitiminden sonra Divriği’ne gelerek Divriği’nin taş eserlerini bir başka gözle incelemiş ve sonuçta burada o taş ustalarına seslenerek ; “”Yüzyıllar sonra bu şaheseri görenlerin ne düşüneceğini ve bunu yaparken ustaların nasıl düşündüğünü meydana getirdiğini .“”açıklamaya çalışmıştır. Divriği Külliyesinde İslâm inancının özelliklerini, sembollerini , çağın ilerisinde sayılabilecek modern bilimsel metodları da adeta göstererek karmaşık motifleri sanatsal olarak mükemmel bir şekilde taşlara işlenmiş/uygulanmıştır. İslâm sanat tarihinde de eşi olmayan bazıları 3 boyutlu olmak üzere bu taş yontuların yazıtların ve süslemelerin meydana getirilmesindeki çaba ve emeğe karşılık, bu kadar şaheser yapıtın tanıtımı ve üzerinde çalışılması yeterince yapılmadığı şeklinde bir kanaatim oluşmuştur.
Sonuç olarak Ahmet Şah ile eşi Melike Turan Melek Hatun ‘un Divriği Ulu Cami ve Külliyesini yaptırmalarındaki amaçları olan Allah aşkı ve Allah Resulune duyulan sevgilerini ustaların titiz çalışmalarıyla çeşitli motif ve sembollerle bir-kaç kez ifade edilmesi olarak yorumlanmaktadır. Divriği Ulu Camiine bir benzetme yapmam gerekirse; Bence Anadolu’nun Kurtuba’sı söyleyebilirim (Kurtuba camii 15.y.y. sonuna kadar yani Kiliseye çevrildiği tarihe kadar Dünyanın en büyük ve en güzel camisiydi)
*MENGÜCEKOĞULLARI BEYLİĞİ (1080-1228-1255)
Divriğinde muhteşem eserler inşa ettiren Mengücekoğulları/Mengücükler /Mengüçlüler ‘in Divriği kolu ilginç bir şekilde Selçukluların en güçlü döneminde varlığını sürdürebilmiştir. Mengüçoğulları Bölgesini korumaya çalışan, sanatı, mimariyi, ilmi, edebiyatı himaye etme amacı güden bir beylik olması mimari anıtları ve sikkeleri sayesinde bilgilenmemize rağmen tarihi kaynaklar çok bahsetmez.Bu konuda Necdet Sakaoğlu’nun araştırmaları dışında detaylı çalışma yoktur.Divriği Külliyesi gibi çağını aşan bir mimari yapıtın banilerini elbette ki biraz anlatılması gerekmektedir.
Türkler, Abbasi ordularında (Bilhassa Samarra ordugâhı Anadoluya yakındı) askerleri olarak, Doğu Anadolu’yu 9. yüzyıldan itibaren tanımışlardı.Dolaysıyla 1015 ‘ten itibaren Selçuklu seferlerine klavuzluk yapmışlardı. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın D.Roma ordusunu bozguna uğratmasından(1071-Malazgirt) ve İmparator ile yapmış olduğu anlaşmanın uygulanmamasından dolayı(Çünkü mağlup imparator öldürülerek tahttan indirilmişti) verdiği emir üzerine Anadolu’nun fethi başlamıştır. Mengücekoğulları beyliğinin kurucusu Malazgirt savaşına katılan Alparslan’ın Artuk, Saltuk, Danişmend, Çavlı ve Çavuldur gibi emirlerinden biri olan Mengücek Gazidir. Malazgirt Savaşının Selçuklular lehine neticelenmesiyle Emir Mengücek Gazi Mengücekoğulları Beyliğini, Anadolu’da Erzincan merkez olmak üzere, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar, Tunceli, Elazığ yöresinde kurmuş bir Türkmen emiridir.
Anadolu’nun fethi sonrası Anadolu’ya göç eden Türkler, bu topraklara yerleşerek, bu coğrafyayı kendilerine vatan kılmışlar az zamanda ülkenin adı Türkiye olarak anılacaktır. Yeni kurulmaya başlanılan bir ülkenin hâkimiyetinin kalıcı olabilmesi için askeri gücün yanısıra idarî teşkilatlar ile kalıcı kültür eserleri meydana getirerek yönetimi sürekli halde tutmalarının farkındaydılar. Bu amaçla fetih de bulunarak kurulan hem beylikler hem de Türkiye Selçuklu Sultanlığı kültür ve sanat ortamı oluşturmak, adalet ve hoş görüyle dolu şehirlerde imar faaliyetlerine girişmişlerdir.
Beyliğin kurucusu olan Mengücek Gazi’nin hem Anadolu’nun fethinde önemli bir isim olması hem de aynı zamanda Danişmendli Gümüştekin’in kızını aldığı, akrabalık bağı kurarak beyliğinin gücünü sağlamlaştırdığı bilinmektedir. Mengücek Gazi, Anadolu gazalarından birindeki çarpışmalarda şehit düştü Mengücek Gazi’den sonra başa Emir İshak geçmiş, buna müteakip Beylik Türk adetleri gereğince 1118’den önce öldüğü düşünülen Mengücek Gazi Oğullarından Davut’a Erzincan kentini ve Kemah Kalesi’ni, Süleyman’a ise Divriği’yi bırakmıştır. Kemah kolu Behram Şah’ın ölümüyle tekrar ikiye ayrılmış ve 1227-1228 yıllarında Şebinkarahisar ve Kemah kolu, Alaattin Keykubat tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştır
Divriği kolunun, ilk emiri Süleyman’ın oğlu Şahinşah’tır. Divriği Kalesi’nde 1180 tarihli ilk caminin kitabesinde Şahinşah’ın adı yazılıdır. Divriği’deki en önemli yapılardan biri olan Sitte Melik Türbesi’nin kurucusu da Emir Şahinşah’tır. Şahinşah’ın iki oğlundan biri olan Süleyman, Divriği Ulu Camisi’ni yaptıran Ahmed Şah’ın babasıdır. Ahmet Şah’ın vefatı üzerine Külliyeyi, Ahmet Şah oğlu Hasan tamamlamıştır.
Mengücekoğullarının Divriği kolu da 1252 yılında Türkiye Selçuklu Devleti’nin yönetimi altına alınarak beyliğin devri sona erdirilmiştir. Bu beylik Türkiye Selçuklu Devleti’ne bağlanan son Türk beyliği olmuştur.
Rifat Günday
Başöğrt.Tarih(E)
Kaynaklar:
- Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
- Sivas Valiliği
- Divriği Ulu Camii -Sanatın Yolculuğu
- Divriği Ulu Camii Matematik Modellemesi (Blog : https://www.besoglu.com/sivas-divrigi-ulu-camii-ve-darussifasi-matematik-modellemesi-ve-sonuclarin-degerlendirilmesi/ )