Nuri GÜRGÜR
Bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın Cuma gününe denk gelmesi dini alanda ciddi bir kutuplaşmanın yaşandığını ortaya koydu. Gittiğim Beytepe Mahallesi (eskiden köydü) camisinde imamın kâğıttan okuduğu uzunca hutbede, cihatla ilgili birçok ayete yer verilerek Allah yolunda savaşmanın, vatan savunmasının önemi anlatılırken Zafer Bayramı’ndan, Büyük Zaferin Başkomutanından tek cümleyle bile bahsedilmemesi tepkilere neden oldu.
Oldukça kalabalık olan cemaatten çok sayıda insan hutbenin sonuna doğru bağırarak ikaz etti; imam duymazlıktan gelince ayağa kalkarak itirazlarını sürdürdüler. Bazıları bunları susturmak isteyince cami karıştı. “Bu imamın arkasında namaz kılınmaz” deyip çıkanlar oldu. İmam “bana bağırmayın itirazınızı Diyanet’e yapın” diyerek hutbeyi alelacele tamamlayıp namaza başladı. Böylelikle huşu içinde eda edilmesi gereken bir ibadetin Diyanet eliyle nasıl ifsad edildiğini yüreğim sızlayarak yaşamış oldum.
Benim gördüğüm münferit bir olay değildir. Diyanet teşkilatında en başındakinden başlayarak ciddi bir zihniyet ve kalite sorunu yaşanıyor. İslami muhabbet, kardeşlik ve güven duygularını güçlendirerek huzurlu yaşama ortamı hazırlaması gereken Diyanet, bu misyonunu yapamadığı gibi, tam tersine bu günkü haliyle, dini bağların zayıflaması, insanların camiden uzaklaşmasına yol açıyor.
Çok büyük bir bütçeye sahip olan Diyanet, objektif bir araştırma yaptırmış olsa tablonun ne kadar vahim olduğunu, toplumun teşkilata, başkanına ve görevli hocalara güveninin ne kadar sarsılmış olduğunu fark edebilir.
Ancak bu konuda tek ve hatta birinci sorumlu ne Diyanet‘tir ne de din görevlileri. Öncelikle caminin siyasetten uzak tutulmasının ne kadar gerekli olduğunu evvela siyasi iktidarın görmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki bunun tam tersi cereyan ediyor; görevlendirmelerde liyakat ve ehliyet yerine, bürokraside kural haline gelen sadakat ve bağlılık duygusu bu kurumda da geçerli olunca bugünkü tablo doğal hale geliyor.
Aslında siyasallaşan bir Diyanet’in siyasetçiye de yararı olmuyor. Cemaat bölünüyor, siyasetçi kendine sadık taraftarlarının dışında kalan mütedeyyin kesimleri bir daha kazanmamak üzere kaybediyor. Diyanetin siyasetçiye hizmet çabasıyla hazırladığı sade suya tirit kabilinden hutbeler, vaazlar dinlenmiyor. Cemaat olup namazını kılmak maksadıyla gelenlerin birçoğu vakti beklerken cep telefonuyla meşgul oluyor.
Diyanet’ in kısa süre önce hazırladığı raporda ülkemizdeki tarikat-cemaat meseleleri ele alınıyor, bu alanda yaşanan boşluklardan kaynaklanan sorunlara değiniliyor, faaliyetlerinin kontrol altına alınmaları isteniyor. Ama keşke insanların buralara kaymalarında kendi kusur ve eksiklikleri de görülüp belirtilseydi. Manevi tatmin ihtiyacı duyan insanlardan bazıları, camilerde bu duygularını tatmin edecek bir ortam, şahsiyetiyle, üslubuyla, konuşmalarının içeriği ve belagatıyla görevinin hakkını verebilen bir hoca bulamadıkları için ya içlerine çekiliyorlar, yahut buralara yöneliyorlar. 103 ilahiyat fakültesi, binden fazla imam- hatip okulunun olduğu Türkiye’de kaliteli bir dini eğitim verilemediğinden bazı muhteris şarlatan ve ahlaksız tiplerin İslam adına insanları sömürmeleri zor olmuyor. Sonuçta “dindar nesiller” yetiştiriliyor zannedilirken, özellikle gençler ve aydın kesimlerde bu düzene tepkili, nihilist ve güvensiz bir ortam giderek yaygınlaşıyor.
Siyasetçinin bir an önce dini alandan, camiden elini çekmesi, Diyanet camiasının misyonunun hakkını verecek, görevini yerine getirecek, bilginin ve ilmin geçerli kılındığı, siyasetçiye yaranma çabalarının olmadığı, vakur ve şahsiyetli bir görünüme kavuşması, sorumluluğunun bilincinde olması gerekiyor.