Depremde bütün altyapısı enkaz altında kaldığı için feryat eden ve hala yardım bekleyen organize sanayi bölgelerinde, düşük karbonlu endüstriyel teknolojilere yatırım yapılmasını beklemek gerçekçi olmayacak.
Havaalanlarını depreme dayanıklı inşa edemeyen, gonca kavşak yapılması gereken yere bat-çık kavşak yapan, yağmur drenaj sistemini çözemeyen, üstelik yağış beklentisi varken, araçların gözgöre göre sel sularına gömülmesine engel olamayan anlayıştan, ulaşımda iklim eylemine yönelik çalışmalar beklemek saçma olacak.
Orman alanlarını, orman vasfından çıkaran onlarca kararname ortada iken, ormanları ve tarım alanlarını koruma politikası geliştirilmesini de bekleyemeyeceğiz elbette.
*****
Filiz PEHLİVAN
Hatırlarsınız eminim: 9 Eylül 2009 günü, 8 kadın işçi, evleri ile vedalaşarak yola çıktılar.
Özlem, Naciye, Bircan, Nebahat, Altun, Nuriye, Güldane ve Fikriye… Yük taşımak için üretilen ancak personel servisine dönüştürülen minibüste cam yoktu. Tehlikeyi farkedemediler bile. İstanbul’u aniden etkisi altına alan yağmur ve ardından oluşan sel felaketi bu kadınların da canavarı oldu. Diğer 30’u aşkın insanımızla birlikte.
Her birinin hikâyelerini arkalarından yazılan satırlardan öğrendik. Birbirine benzeyen, göç, yoksulluk, işsizlik, zorundalık, gibi bir kaç kelimenin etrafında kurgulanan hikâyelerini.
Hükmedildiğinde, hayat kaynağımız olan “su”, çarpık kentleşme nedeniyle vatandaşlarımızı önüne katıp ölüme götürmüştü. Ben o gün, artık her yağmur yağdığında bu kadınları hatırlayacağım demiştim!
Aradan geçen 14 yılda pek çok vatandaşımızı daha önlenebilir felaketler nedeniyle kaybettik.
Felakete dönüşen afetler
Dünya tarihi nice doğal afetlerle dolu. İnsanoğlu bu afetlerle karşılaştıkça yenilerine karşı kendini korumak için yöntemler geliştirmiş. Kimi ülkelerde büyük afetler küçük zararlarla atlatılabiliyorken maalesef bizim de dâhil olduğumuz kimi ülkelerde ise küçük afetler bile büyük zararlara neden olabiliyor.
Depremle dost olarak yaşamayı öğrenen Japonya, aynı zamanda sularla çevrili bir adalar ülkesi olması nedeniyle sel felaketinden de çok çekmiş. Sel felaketini en aza indirebilmek için, su akışı ile kendiliğinden çalışan “su kapıları” inşa etmiş. Su basıncı, gerektiğinde kapıların açılması ya da kapanması için gerekli gücü sağlıyor. Suyla çalışan motorlar elektrik kullanmıyor ve böylelikle fırtınalarda meydana gelen kesintilerden de etkilenmiyor.
Nüfusunun yüzde 60’ı su seviyesi altındaki topraklarda yaşayan ve su ile dost olmayı başaran bir diğer ülke de Hollanda. Sular yükseldiğinde kapatılan duvarlar ve bariyerlerin üzerinden tanklara alınan su, Hollandalı mühendislerin kontrolü altındadır artık.
İngiltere’de Thames nehrinde gezinmenin bir anda felakete dönüşmesi çok mümkünken, seli önlemek için hareketli bariyerler geliştirmiş İngiliz mühendisler. Oluklu çelikten yapılan, normal zamanda gemilerin geçebilmesi için açık tutulan bariyerler üzerindeki su geçitleri, gerektiğinde kapatılarak, su seviyesi kontrol altında tutuluyor.
Bizi kıskanan Avrupa, afetlerle mücadelede mühendislik ve teknolojinin kurallarını uygularken, bilimden uzak, ranta ve haksız kazanca dayalı yapılaşmanın sonuçlarını üstüste yaşıyoruz bugünlerde. Mühendislik açısından doğru tasarlanmayan; uygulaması doğru yapılmayan ve yeterince denetlenmeyen yapıların makyajı dökülüyor birer birer. Ve ne yazık ki sonuçları çok ağır oluyor.
Şanlıurfa Abide Köprülü Kavşağı
Deprem bölgesinde büyük zorluklara karşı hayat mücadelesi verilirken bir de sel nedeniyle Şanlıurfa’da 16, Adıyaman’da 2 vatandaşımızı kaybettik.
Yağışta suyla dolan, vatandaşlarımızın araçları içinde mahsur kaldığı Abide Kavşağı Köprüsü ise gözgöre göre bir felakete neden oldu. Yetmezmiş gibi bir de kavşağı inşa eden müteahhitin depremzedelere konut yapacaklar arasında olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
O müteahhit, öncelikle o kavşağın yağmur suyu drenaj sisteminin hesaplarını ortaya koymalı. Nasıl bir tasarım yapıldı? Drenaj pompaları konuldu mu? Pompaların debisi neydi? Kullanılan boru çapları nasıl belirlendi? Acilen, yetkin bilirkişiler tarafından mühendislik hesaplarının doğru yapılıp yapılmadığı, uygulamanın ve işletmenin durumu denetlenmek zorunda.
Hiç kimse, Şanlıurfa ve Gaziantep’i birbirine bağlayan Abide Köprülü Kavşağı alt geçidinde meydana gelen fekaketi, fazla yağış aldı diye açıklamaya kalkmasın.
Hele ki Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin sarfettiği, “Kuraklık riski vardı, bir taraftan 15 canımızı aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu” cümlesini unutturmaya çalışmasın.
Sanki suçlu doğa ve yağmur; bizler de yağmura kızıyoruz neden yağdı diye. Elbette toprak suyla buluşmalı ama tam da bu kavşağın açılış töreninde, 2022 yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında söylediği gibi, övünülen beton parkelerle, beton yollarla suyun toprağa ulaşmasının önü kesildi.
Türkiye’nin gerçeği
Düşünsenize bu yönetim anlayışı, iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkacak aşırı hava koşulları, kuraklık, orman yangınları, bulaşıcı hastalıklar, gıda yetersizliği gibi olumsuz etkiler nedeniyle ölmeyi de normalleştirebilecek.
Binaları depreme dayanıklı yapamayan, altyapıyı sellere uygun inşa edemeyen anlayış; sıfır karbonlu binalar da inşa edemeyecek.
Depremde bütün altyapısı enkaz altında kaldığı için feryat eden ve hala yardım bekleyen organize sanayi bölgelerinde, düşük karbonlu endüstriyel teknolojilere yatırım yapılmasını beklemek gerçekçi olmayacak.
Havaalanlarını depreme dayanıklı inşa edemeyen, gonca kavşak yapılması gereken yere bat-çık kavşak yapan, yağmur drenaj sistemini çözemeyen, üstelik yağış beklentisi varken, araçların gözgöre göre sel sularına gömülmesine engel olamayan anlayıştan, ulaşımda iklim eylemine yönelik çalışmalar beklemek saçma olacak.
Orman alanlarını, orman vasfından çıkaran onlarca kararname ortada iken, ormanları ve tarım alanlarını koruma politikası geliştirilmesini de bekleyemeyeceğiz elbette.
Çünkü dünyanın “bizi kıskanan ülkeleri”, ar-ge için devlet finansmanını artırır, özel çıkarlara dayalı ilişkileri azaltıp, eşitlik, şeffaflık politikalarını güçlendirirken, depremler ve seller sonrası yaşadıklarımız bizim gerçeğimizi net bir şekilde ortaya döktü.
Sel nedeniyle su içinde kalan çadırlar
Deprem sonrasında çadırkentler kurulurken, muhakkak AFAD’ın elinde projeler vardır, mühendislere, teknik uzmanlara danışılmıştır, ama yine de uyaralım dedik. TMMOB, TBB de bu konuda bildiriler yayımladı.
Planlanan kamplar için yer seçiminin önemli olduğunu, topoğrafya, drenaj ve toprak koşullarının gözardı edilmemesi gerektiğini söyledik. Çünkü uygun olmayan bir kampın kurulması daha fazla yer değiştirmeyle sonuçlanabilir zaten deprem kaygısı içinde olan kişiler için daha fazla kayıp ve sıkıntıya neden olabilirdi.
Çadırkentlerin kurulacağı arazinin topoğrafyası kolay drenaja izin vermeli ve saha, sel seviyesinin üzerinde yer almalıydı.
Kayalık, geçirimsiz topraklardan kaçınılmalıydı.
İdeal olarak, iyi bir drenaj için seçilen sahanın eğimi yüzde 2 ila yüzde 4 olmalıydı.
Yağışlardan etkilenmemek için, bataklık veya su basması muhtemel alanlardan kaçınılmalıydı.
Ama görüyoruz ki, bunların hiç birine dikkat edilmemiş. Çadırlar ilk yağmurlarda sular içinde kaldı. İnsan olmaktan utandığımız manzaralarla karşılaştık. Hiç kimse bunları yaşamamalıydı. Yönetenler bütün bu olacakları öngörmeli ve önlem alabilmeliydi.
Korkarım ki, yangın konusunda da hiç bir önlem alınmadı ve bu konu da hala bir risk olarak duruyor.
Bütün bu yaşananların çözümünün olduğunu bilen bir mühendis olarak büyük üzüntü duyuyorum. Bilimsel bakış açısından uzaklaşıldığı için felakete dönüşen afetlerin, ya mühendislik hatalarından ya da mühendislik hizmeti alınmamasından kaynaklandığını gördüğüm için, taşın altına elimi koymak üzere ve TBMM’de daha çok mimar-mühendis temsilci olması gerektiğine inandığımdan, milletvekili aday adaylığı başvusu yaptım.
Yazılarımı okuyan herkese sonsuz teşekkürlerimle…
——————————————-
Kaynak:
https://yetkinreport.com/2023/03/18/dogal-afetler-felakete-donmesin-diye-bilim-var/