Eski İstanbul’a yâni çocukluğumun ve genç kızlığımın o cennet İstanbul’una, bilhassa da doğduğum, büyüdüğüm, her şeyine hayran olduğum Kadıköy’üme hasretim arttıkça Allah rahmetine gark etsin Ragıp Akyavaş Hoca’nın iki ciltlik ÂSİTÂNE’sinin sahifeleri arasında kaybolur, günümüzün çirkinliklerinden sıyrılıp ferahlarım. Mesela paramparça edilmiş pantolonlardan, çılgınlık hâline gelmiş bir çıplaklıktan… Bir de son yıllarda kadın olsun erkek olsun insan cinsini istilâ eden döğme salgınından… Allah’ın yarattığı o güzelim ciltleri, hatta saçları dökülerek kelleşmiş çıplak kafaların derisini bile istilâ eden döğme çılgınlığından… Nedir bu döğme, tarihteki yeri nedir? Hangi coğrafyada doğmuş diye merak ederken bir de baktım ki rahmetli hoca ondan da bahsetmemiş mi? O sıcak ve tatlı uslûbu ile. Belki hoşunuza gider:
“ İstanbul limanını ziyaret eden müttefik Amerika Altıncı Filosuna mensup uçak gemisinde ilkokul öğrencilerine bir parti verilmiş. Gemiciler kollarındaki döğmeleri gösterince, küçükler bunları hayret ve merakla seyretmişler.
Ele, yüze, kollara. Elhâsıl vücudun muhtelif yerlerine iğne ile süs olarak yapılan resim ve işaretlere döğme derler. Döğme ve döğmecilik şarktan (Doğu’dan) garba (Batı’ya) yayılmıştır. Eski Trakyalılarda döğme asâlet nişânesi, eski Yunanlılarda da ahlâksızlık alâmeti idi. Daha eski zamanlarda hayvanların birbirine karışıp kaybolmaması, sahipleri için tanınması için ayaklarına, sağrısına, şurasına burasına döğmeler yapılırdı. Gitgide yayılıp insanlar arasında âdet oldu.
Anadolu’da vücuda döğme yapmak pek âdet olmamışsa da, güneyde bilhassa Urfa, Gaziantep ve Mardin taraflarında köylüler arasında yaygın sayılır. O havâlide döğmenin eller ve bilhassa şakaklar üzerini yapılması tercih olunur. Çöldeki bedevî kadınları ve Mısır köylüleri arasında, elini, yüzünü, çenesini ve dudaklarını döğme ile süslemeyen kadın yok gibidir. Bu damga gizli bir dine veya bir zümre ve cemaate mensubiyeti de gösterir. Suriye’de ekseriyâ Nusayrîler ve İsmailiyye mensup olanlar tarafından yaptırılır. Döğme yaptıran kadın bununla kime âit olduğunu gösterir, bir vesika hükmündedir.
Tarihimizde döğme yeniçeriler arasında pek salgın bir halde idi. Her bölük ve orta erlerinin kollarında veya baldırlarında hususî bir işaret bulunurdu. Balık, üç çatal bayrak, balta, kalyon demiri vesâire gibi resimler. Döğme yapılacak vücut kısmına boyalı mürekkep sürülür, hangi model arzu ediliyorsa kan fışkırtılarak batırılıp çıkarılır. Bu esnada kol şişer, iltihaplanır ve ateş yapar. Meraklılar saatlerce devam eden da bu acıya, günlerce devam eden ateşine ve rahatsızlığına tahammül ederler. Bugün döğme Amerika’da ve Avrupa’da hususî bir âlet vasıtasıyla yapılıyor, döğmenin profesyonel ustaları da Japonya’da bulunuyormuş. Döğmeye alelûmum denizciler, bilhassa İngiliz ve Amerikan bahriyelileri pek düşkündürler.
Sultan İkinci Mahmud Yeniçeri Ocağını ilgâ edip, mensuplarını şiddetle tenkil ettiği zaman sokak sokak dolaşan devriyeler kimin kolunda döğme işareti görürlerse kellelerini uçururlardı. Ocak ve orta ağaları kelleyi kurtarmak için kollarına kezzap dökerek veya o nahiyeyi ustura ile yüzerek döğmeleri kazımaya çalışırlardı. Sultan Mahmud devrine yetişen büyük babamın babası Hacı Emin Ağa Kadıköyü’nde otuz birinci orta ağası imiş. Tuna boylarından olan refikası çocukluğumuzda bize şöyle hikâye ederdi: ‘Dedeniz Sultan Mahmud’un kahır ve hışmından kurtulmak için kezzap döktürmek suretiyle kolundaki balık işaretini silmeye çalıştı. Kezzabı ben bizzat döktüm. Fakat devriyeler kimin kolunu sarılı gördülerse kellesini uçurdular. Buna da çare bulamayınca Mısır’a kaçtık.’ derdi Bugün memleketimizde döğmecilik İstanbul gibi büyük şehirlerde hemen hemen ortadan kalktı. Yalnız külhanbeyleri ve ayak takımı arasında kaldı”
6 Şubat 1890’da dünyaya gelmiş olan Ragıp Akyavaş Hoca 13 Ekim 1969’da arkasında çok şerefli bir geçmiş ve isim bırakarak Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.
Sene 2005, 2006 da döğme merakı yeniden başlamış, 2007, 2008 derken 2021’de de parçalanmış yırtık pantolonlarla el ele gözlerimize ziyafet çekmeğe devam etmekte… Kısacası gençlerimiz ve genç kalmak isteğiyle dolu olgunluk çağına doğru yürüyen pek çok insanımız, güya ne külhanbeyi ne da ayak takımından olmayan insanımız doğudan gelen döğme ile batıdan gelen yırtık pantolon gibi çirkin ve çok sakil moda ile gözlerimize ziyafet! çekmekte yarış ediyorlar. “Güzele olana hasretimiz inşaallah tez zamanda biter” diyerek dua etmekten başka çaremiz yok.
Aziz okuyucularım bir takvim yaprağından haberim oldu. Dil bayramı” imiş… Bu bayramınızı da ne yazık ki Rahmetli Arif Nihat Asya Hocamız gibi “Acaba dilin kurban bayramı mı” diye sorarak, başta “Hâtıra” kelimesi gibi şiirlerimizi, nesirlerimizi şarkılarımızı süsleyen nice güzel kelimemizi kullanmayan, daha doğrusu kullanamayan bir gençliğe, dört yüz, beş yüz kelimeyle konuşmaya ve yazmaya çalışan bir gençliğe bakarak kutlamak zor. İnşaallah gerçek “Dil bayramlarını kutlamak da nasip olur efendim.