Türkiye, daha önceden kıta sahanlığı konusunda alınmış uluslararası yargı kararlarını referansla, “Denizde bir egemenlik tartışması varsa, bu tartışmanın kıtalardan başladığını, denizlerin kıtaya hâkim olamayacağını, aksine kıtaların denize hâkim olacağı” ilkesini esas almaktadır. Anlaşmazlığa esas olan, Türkiye ve Kıbrıs’ın deniz yetki alanları olduğuna göre, denizlere hâkim olması gereken Türkiye’dir.
*****
Prof.Dr. Celalettin YAVUZ[i]
Ocak 2001’den itibaren Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) basınında Doğu Akdeniz’de, özellikle Kıbrıs’ın güney ve güney doğusunda zengin petrol ve doğal gaz yataklarının varlığına dair haberler yer almaktadır. Bu gelişmeyle, Ege’ye ilaveten Yunanistan ve Türkiye arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırması konusundaki yeni bir uyuşmazlık sahası ortaya çıktı.
Batı kıyıları dışında karasuları genişliği 6 deniz mili olan Yunanistan, “karasularının hemen dışında ve ötesinde, deniz yatağı ile altında, ada kıyılarına bitişik deniz yatağında ya da altında 200 m derinliğe kadar ya da bunun ötesindeki sularda” yani uluslararası sözleşmelerle kabul edilen kıta sahanlığında münhasır hakları olduğunu ileri sürmektedir. Benzer konuda Türkiye de her ne kadar 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmasa da kendi ekonomileri olmayan adaların kıta sahanlığı olamayacağını ileri sürmektedir. Ayrıca, GKRY’nin iddia ettiği münhasır ekonomik bölgelerde (MEB), Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmaları sebebiyle Kıbrıs Türklerinin (KKTC) de hakkı olduğunu ileri sürmektedir.
İki farklı iddia sebebiyle taraflar arasında olduğu gibi, özellikle Rum-Yunan ikilisinin ruhsat verdiği firmalar sebebiyle de, başta bazı AB ülkeleri olmak üzere Türkiye ile bölge dışı ülkeler arasında da gerilim yaşanmaktadır.
RUM-YUNAN İDDİALARI VE HAMLELERİ
Yunanistan; Girit ile Menteşe Adaları’ndan (On iki adalar) Rodos ve Meis hattının güneyinde, kendi kıta sahanlığı hakkı olduğu iddiasını diplomatik girişimlerle desteklemeye çalışmaktadır. Ayrıca, Türkiye’ye ait bu deniz sahalarında, “bölgedeki ilgili devletlerden biri olarak, (kıta ya da adalara ait) kıyıları karşılıklı devletlerarasında kıta sahanlığı ya da MEB sınırlandırmasının ilgili Uluslararası Hukuk kurallarına uygun olarak eşit mesafe/ortay hat ilkesi esasında yapılması gerektiği”ni ileri sürmektedir.
Nisan 2004’teki bir yasayla “24 mil genişliğinde bitişik bölge ve 200 mil genişliğinde MEB” ilan eden GKRY ise, Mısır’la Şubat 2003’teki MEB sınırlandırmasına ilişkin anlaşmayı Şubat 2004’te BM’ye tescil ettirdi. Bunun üzerine Türkiye Mart 2004’te “GKRY-Mısır Antlaşması”na itiraz notasını referans göstererek ve kendi iddialarını ortaya koyarak Mısır’la da kıta sahanlığı sınırlandırması görüşmelerine başladı.
GKRY, 2007’de Lübnan, 2010’da İsrail ile de MEB sınırlandırma antlaşmaları imzaladı. GKRY’nin Ocak 2007’de, Türkiye’yi hesaba katmadan belirlediği MEB’inde 13 adet sahada petrol arama ruhsatı verileceğini ilan etmesi üzerine anlaşmazlık su yüzeyine çıktı. Zira bu sahalardan 5’i (1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı sahalar) Türkiye’nin ileri sürdüğü kıta sahanlığı ve MEB’i ile kısmen örtüşen tartışmalı sahalardı. Ayrıca bu sahalarda Kıbrıslı Türklerin de hakkı vardı. Bu sebeple KKTC, Kıbrıs çevresindeki doğal kaynaklar üzerinde Kıbrıs Türk halkının da eşit hakları olduğundan hareketle, GKRY’nin 13 adet petrol sahası ihale ve arama ruhsatına itiraz ederek BM’ye gönderdiği yazılarla uluslararası hukuka uygun, tüm tarafları içine alan bir anlaşma gerektiğini vurguladı.
Ancak GKRY çalışmalarını sürdürerek, 12. parselde ABD’nin Noble Enerji, 2., 3. ve 9. parsellerde İtalyan ENİ, 10. ve 11. parsellerde ise Fransız Total şirketine petrol ve doğalgaz arama izni verdi. Tüm bunlara ilaveten Yunanistan da Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarını birleştiren hattı esas alarak, Mısır ve Libya ile münhasır ekonomik bölge sınırı üzerinde çalışmalara başladı.
SEVİLLA HARİTASI VE AB’NİN TARAF OLMASI
GKRY’nin münhasır ekonomik bölgeyle ilgili çabaları yukarıda özetlenen şekilde sürerken, asıl dayanağı da üyesi olduğu AB’den kaynaklanmaktaydı. Soruna dâhil olan AB, İspanya’daki Sevilla Üniversitesi’ne konuyla ilgili bir çalışma yaptırmıştı. “Sevilla Haritası” adı da verilerek yayımlanan bu çalışmada GKRY ve Yunanistan’ın tezlerini destekler nitelikteki bir MEB haritası öngörülmektedir. Sevilla haritasının öngördüğü GKRY-Yunan ikilisinin iddialarının geçerliliği halinde, Türkiye Akdeniz’de, kendi tezinde belirtilen MEB’den 109 bin km2 civarında bir kayba uğramaktadır. Bu sahanın yaklaşık 75 bin km2si batıda Yunanistan’ın MEB’i, 34 bin km2 kadarı da GKRY MEB’i içerisinde kalmaktadır.
Doğu Akdeniz’de paylaşılamayan MEB’in önemi, bölgedeki doğalgaz yataklarının mevcudiyetidir. İlk kez 2003 yılındaki sondajlar sonucu Mısır’ın Nil Deltasının açıklarında 42 milyar m3’lük bir doğalgaz rezervi bulunduğu öğrenildi. Bunun devamında Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki MEB’i içerisinde 15 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları olduğu bilgisi duyuldu. Bir süredir Nil Deltası’nda ve sahillerine yakın MEB sahasında üretime devam eden Mısır, 2011-2012 döneminde toplam 30 ayrı sahada petrol ve doğalgaz arama ruhsatı tahsis etti.
GKRY Endüstri eski Bakanı Nikos Rolandis de Şubat 2007 tarihli açıklamasında Kıbrıs civarında 6-8 milyar varillik, o dönemdeki rayiçle 300-400 milyar dolarlık petrol bulunduğunu bildirdi. İsrail’in de daha 2010 yılında Tamar sahasında 238 milyar m3 ve Leviathan sahasında 450 milyar m3 doğalgaz yatağı tespit ettiği bilinmektedir. Hayfa Limanı’nın 80 mil kuzeyindeki Leviathan Bölgesi’nde “NOBLE Enerji” adlı ABD şirketi tarafından 29 Aralık 2010’da ilan edilen bilgilere göre bölgede yaklaşık 16 trilyon feet3 doğalgaz rezervi mevcuttu. Bölgedeki doğalgaz rezervleriyle ilgili yeni bulgular ortaya çıktıkça, Fransız ve İtalyan enerji firmalarının bölgeye olan ilgilerinin artmasıyla, AB de bu konuya müdahil olmaktadır.
TÜRK TARAFININ TEZLERİ
Türkiye, daha önceden kıta sahanlığı konusunda alınmış uluslararası yargı kararlarını referansla, “Denizde bir egemenlik tartışması varsa, bu tartışmanın kıtalardan başladığını, denizlerin kıtaya hâkim olamayacağını, aksine kıtaların denize hâkim olacağı”nı esas almaktadır. Anlaşmazlığa esas olan Türkiye ve Kıbrıs’ın deniz yetki alanları olduğuna göre, burada kıta, yani denizlere hâkim olması gereken Türkiye’dir.
Benzer yaklaşım Kıbrıs’a ilaveten Ege’nin güneyindeki Yunan adaları ve Meis bölgesi ile Türkiye için de geçerlidir. “Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında deniz yetki alanlarının paylaşımına dair antlaşmaların imzalanması” ile Türkiye’nin kabul edemeyeceği bir tablo ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin doğal olarak sahip olduğu bu hakkı savunmaması halinde, Sevilla Haritası’na göre Rum-Yunan ikilisi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarından 101 bin km2’lik bir alanı çalmaya çalışmaktadır. Türkiye bunu kabul etmemektedir.
Burada ikinci anlaşmazlık noktası ise deniz hukuku dışında ve Kıbrıs’ta Türk ve Rum taraflarının uyuşmazlığıyla ilgilidir. Bölge ülkeleriyle deniz yetki alanları antlaşmaları imzalayan, yabancı enerji şirketlerine ruhsat dağıtan GKRY, Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti olmadığı gibi, Kıbrıslı Rumlar da adanın tek hak sahibi değildir. Kuruluş antlaşmalarına göre “2 toplumlu” olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türklerin de hakkı mevcuttur.
GKRY ve KKTC de bu anlaşmaların yürürlükte olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla kuruluş anayasasındaki “Kıbrıslı Türkler ile Rumlar eşit haklara sahip” olmaya devam etmektedirler. O halde “GKRY’li Rumların hak iddia ettiği her yerde KKTC’li Türklerin de hakkı vardır.” Kuruluş antlaşmalarına göre üç garantör ülkeden biri olarak Türkiye de Kıbrıslı Türklerin bu hakkını savunmaktadır.
TÜRKİYE’NİN HAKLI MÜCADELESİ
Türkiye, Yunan-Rum ikilisinin oldubittilerine ilk tepkiyi 2 Mart 2004’te GKRY-Mısır MEB Sınırlandırması Antlaşması üzerine, BM’ye verdiği nota ile; MEB veya kıta sahanlığı sınırlandırmasının “Türkiye’nin yerleşik Uluslararası Hukuktan doğan mevcut hukuki egemen haklarının (ab initio ve ipso facto) var olduğu gerekçesiyle”, söz konusu antlaşmayı tanımadığını bildirdi. Bu açıklamasında “deniz yatağı, deniz yatağının altı ve üzerindeki su kitlesi dâhil olmak üzere, 32°16’18” boylamının batısındaki sınırlandırma sahası ile ilgili tüm hukuki haklarını saklı tuttuğu” bilgisi de yer aldı.
İlaveten Türkiye; Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumları “birlikte temsil edecek hukuki ya da fiili tek bir otorite bulunmadığını” da vurguladı. Türkiye ayrıca; GKRY ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarıyla ilgili girişimlerine karşı, uluslararası hukuktan doğan haklarını korumak maksadıyla kendisi de bazı faaliyetlerde bulundu.
Türkiye, 4 Ekim 2005 tarihli BM’ye verilen nota ile Türkiye’nin 32°16’18” ile 28° Doğu boylamı arasında 34°Kuzey enlemi kuzeyinde kalan deniz alanlarının kendi kıta sahanlığı olduğu ve 28° Doğu boylamının batısında Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan kıta sahanlığı sınırının Akdeniz’e ulaştığı noktaya kadar batıya uzanacağı bildirildi. 2006 yılında da Türk Deniz Kuvvetleri bölgede Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nı başlattı. Uluslararası hukuktan kaynaklı haklarını koruma kaygısı içerisindeki Türkiye, GKRY’nin tespit ettiği MEB’i ve bu sahalarda belirlediği petrol/doğalgaz ruhsatlarını tanımamakta, arama çalışmalarını askeri gemiler kullanarak önlemektedir.
Türkiye ayrıca, 2007 ve 2012’de Doğu Akdeniz’de TPAO’ya arama izni verirken, 2011’de KKTC ile kıta sahanlığının sınırlandırılması antlaşmasını imzaladı. Nisan 2012’ye gelindiğinde Türk Kıta Sahanlığında TPAO’ya 2007’de verilen ruhsat sahalarına yenileri eklenerek, bölgenin batı sınırları 28° Doğu boylamına kadar uzatıldı. Mart 2013’te ise AB ve BM’ye verilen nota ile, 32°16’’18’ Doğu boylamından başlayan ve Mısır-Türkiye kıyıları arasındaki ortay hattı takip eden, 28° Doğu boylamı arasında kalan bölgenin Türkiye’ye ait kıta sahanlığı olduğu, 28° Doğu boylamının batısındaki kıta sahanlığının ise ilgili ülkelerle anlaşma yaparak belirlenebileceği ilan edildi. Daha sonra BM’ye 18 Mart 2019’da verilen nota ile de sınırlar teyit edildi.
Aynı yılın Kasım ayına gelindiğinde bir nota ile 28º Doğu boylamının batısında, Türk kıta sahanlığının batı sınırının ilgili adaların karasularından geçtiği ifade edilerek, adaların Türk kıta sahanlığını kaplayamayacağı açıklandı. Bu süreçte deniz yetki alanlarında Türk araştırma ve sondaj gemileri, Türk Deniz Kuvvetlerinin himayesinde araştırma yaptı. Türkiye’nin izni olmaksızın icra edilen diğer ülke faaliyetleri de özellikle 2018’den itibaren engellendiler.
Türkiye, bu kararlılığını Kasım 2019’da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat imzalayarak sürdürdü. Bu sırada Ağustos 2020’de Yunanistan’la Mısır arasında da Türkiye-Libya deniz yetki alanlarının bir kısmını kapsayan ayrı bir deniz yetki alanları antlaşması imzalandı. Eylül 2020’de de GKRY-ABD arasında “Kara, Açık Denizler ve Liman Güvenliği Merkezi” kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalandı. Birkaç ay sonra Aralık’ta, AB Liderler Zirvesinde, Yunanistan-GKRY ve Fransa’nın hilafına Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri sebebiyle TPAO’lu bazı yetkililere yaptırım kararı alındı.
Fakat geçtiğimiz günlerde yeni bir gelişme yaşandı. ABD’de Biden yönetimi Yunanistan, GKRY ve İsrail arasında imzalanan Doğu Akdeniz boru hattı projesi “EastMed”ten desteğini çektiğini açıkladı. Bu açıklamadan hemen sonra, ABD enerji devi ExxonMobil, Fransız Total ve Yunan Hellenic Petrolleum şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyum da Girit adasının batısı ve güney batısında, enerji rezervleri için gerçekleştirecekleri sismik araştırmayı süresiz dondurma kararı aldı.
Tüm bu gelişmeler bugün gösteriyor ki; Türkiye ile Yunanistan’ı 1980’li ve 1990’lı yıllarda savaşın eşiğine getiren Ege Denizindeki deniz yetki alanları uyuşmazlığına 2007’den itibaren Doğu Akdeniz’de, çatışma riski taşıyan bir yenisi da eklendi. GKRY; Mısır, Lübnan ve İsrail’le, Yunanistan ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır’la anlaşmalar yaparken, KKTC’ye ilaveten sadece Libya ile deniz yetki alanlarına ilişkin mutabakat yapan Türkiye için siyasi yalnızlık iddiası, yeni bölgesel denklemdeki gelişmeler sonucu zayıflayabilir. Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki haklılığını diplomatik alana taşıyabilmek için Mısır ve İsrail’le ilişkilerini geliştirmesine ihtiyaç vardır. Bölgedeki doğalgazın pazarlanacağı en düşük maliyetli rotanın Türkiye üzerinden geçecek boru hattı olduğu dikkate alınarak, İsrail, Mısır ve Batılı şirketler ile işbirliği alanları geliştirilebilir.
———————————————
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/dogu-akdenizde-dengeler-degisiyor-mu-3731013
[i] İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Öğretim Üyesi