Rusya, ekonomi ve dış politikasını enerji politikaları üzerine inşa eden bir ülkedir. Söz konusu ülke, bütçe gelirlerinin %40’tan fazlasını enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Buna karşılık AB ise doğalgaz ihtiyacının %41’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Dolayısıyla Rusya için öncelik, enerji gelirlerinin devamlılığını sağlamak ve Avrupa doğalgaz pazarında tekel durumunu korumaktır. Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz rezervleri ve bu gazı Avrupa’ya taşıyacak Güney Gaz Koridoru ise Avrupa için Rus gazına alternatif oluşturabilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle Moskova, Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine dâhil olarak kıyıdaş ülkelerle ikili ilişkiler geliştirmeye ve böylece çıkarları doğrultusunda oyunu sürdürmeye çalışmaktadır.
*****
Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN[i]
Son günlerde Doğu Akdeniz’de yaşanan hareketlilik ve gerginliğin temel nedenleri; enerji kaynaklarının paylaşımı meselesi ile küresel ve bölgesel aktörlerin güç mücadelesidir. Doğu Akdeniz; hidrokarbon kaynakları acısından zenginliği, yeni keşfedilen enerji kaynakları, jeopolitik bakımdan sahip olduğu merkezi konumu, Ortadoğu bölgesine olan yakınlığı ve dünya deniz ticaretinde bir merkez olması gibi sebeplerle uluslararası politikanın en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Özellikle de dünyadaki enerji talebinin hızla artmasından dolayı söz konusu bölge, dikkatleri üzerine çekmektedir.
Dünyanın birincil enerji kaynaklarında, en yüksek tüketim artış hızı doğalgaza aittir. Bazı bölgelerde yerel gaz üretiminin düşmesi de arz-talep açığının artmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda Doğu Akdeniz bölgesinin enerji merkezi haline getirilmesine yönelik çabaların son yıllarda hız kazandığı görülmektedir. Ayrıca bahsi geçen bölgenin küresel güç̧ mücadelesinde hamle üstünlüğü kazandıracak bir önemi de bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010 yılındaki raporunda Kıbrıs Adası, Suriye, Lübnan ve İsrail ile Filistin arasında kalan Afrodit bölgesinde 3,45 trilyon m3 doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol rezervinin bulunduğu öne sürülmüştür. Nil Havzası’nda ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon m3 doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Buna ek olarak Kıbrıs Adası’nın etrafında 8 milyar varillik bir petrol rezervinin bulunduğu da tespit edilmiştir. Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası çevresindeki bölgede de 3,5 trilyon m3’lük doğalgaz olduğu bilinmektedir. Doğu Akdeniz’deki enerji rezervinin yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer olduğu tahmin edilmektedir. Bunun toplam değeri ise 1,5 trilyon dolardır. Kıbrıs Adası, Lübnan, Suriye ve İsrail arasındaki bölgede de 3 milyon 450 bin m3 doğalgaz ve yaklaşık 1 milyar 700 milyon varil petrol bulunmaktadır. Delta havzasında ise 7 trilyon m3 doğalgaz ve 1 milyar 800 milyon varil petrol olduğu düşünülmektedir. Kıbrıs Adası, İsrail ve Mısır arasında kalan alanda da 10 trilyon m3 doğalgaz ve 8 milyar varil petrol bulunmaktadır. Doğuya uzanan bölgede ise 3 trilyon m3 doğalgaz ve Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon rezervinin bulunduğu belirtilmektedir. Bu rezerv, Avrupa’nın 30, Türkiye’nin ise 572 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak seviyededir. Söz konusu zenginlik, bölgedeki rekabetin büyüklüğüne de işaret etmektedir.
2008 ile 2011 yılları arasında İsrail kıyılarındaki Tamar ve Leviathan sahaları ile Kıbrıs adası kıyılarındaki Afrodit sahasının keşfedilmesiyle, bölgenin enerji serüveni de başlamıştır. Keşfedilen bu kaynakların ihraç̧ edilebilmesi için boru hatlarından (Türkiye veya Yunanistan’a) LNG tesislerine (Kıbrıs Adası, İsrail ve Mısır) kadar çeşitli ihracat seçenekleri gündeme gelmiştir. Bu keşifler, bölgedeki ekonomik ve siyasi istikrar döneminin başlaması için teşvik edici bir katalizör rolü de üstlenebilir. Ancak mevcut durumda bu olasılık pek de kolay gözükmemekte ve ekonomik rekabetin silahlı çatışmaya dönüşme riski bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle hidrokarbon keşifleriyle birlikte, Akdeniz’in içinde bulunduğu kırılgan durumun Doğu Akdeniz’de askeri krizlere yol açması da mümkündür. Zira Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) 2002 yılından beri yabancı gemiler vasıtasıyla Türk kıta sahanlığına girme girişimleri olmuştur. Bu illegal girişimlere Türkiye izin vermemiştir. İfade edildiği üzere Ankara’nın bu girişimlere, güvenlik açısından askeri bir yanıt vermesi de olasılık dahilindedir. Ayrıca son dönemde GKRY’nin Fatih Sondaj Gemisi’nin çalışanları ve TPAO ile işbirliği yapan yabancı şirketlerin yöneticileri hakkında tutuklama kararı çıkarması da hukuksuzdur. Dolayısıyla GKRY tarafından uluslararası hukuk kuralları ihlal edilmektedir. Bu bağlamda Türkiye, Doğu Akdeniz’de oyunun kurallarını değiştirmek ve tarafları kendisinin de dahil olacağı bir müzakereye zorlamak için kıta sahanlığının ihlal edildiğini düşündüğü Kıbrıs Adası’nın batısında sondaj yapacağını açıklamıştır. Böylece Ankara, kendi kıta sahanlığı sınırlarını fiili olarak kabul ettirmeyi ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu geçersiz hale getirmeyi hedeflemiştir. Zaten Türkiye’ye yönelik tepkiler de Ankara’nın bu duruşundan sonra ortaya çıkmıştır. Reelpolitik açısından Türkiye’nin bu aşamada çok fazla seçeneği olmadığını da belirtmek gerekir. Ankara, kararlı tutumunun yanı sıra diğer bölgesel ve küresel aktörlerle koordineli bir şekilde hareket edebilir. Bu aktörlerden en dikkat çekici olanı ise Rusya’dır. Zira bölgedeki gelişmeler, Rusya’ya da bazı fırsatlar sunabilir. Bu çerçevede Türk-Rus yakınlaşması teşvik edilmektedir. Ancak mevzubahis ittifak sebebiyle Avrupa’ya giden doğalgaz sevkiyatı da istikrarsızlaşabilir. Bu nedenle de İsrail, Yunanistan ve GKRY’den oluşan üçlünün yürüttükleri konsorsiyumla Rusya’yı dengelemeye ve bir enerji monopolü olarak ortaya çıkmaya çalıştıkları görülmektedir. Türkiye ile Rusya’nın üzerinde anlaştıkları S-400 sevkiyatları ve ABD’nin bölgedeki varlığını engelleme çabalarını da son derece önemlidir. Zira bu noktada Moskova’nın temel hedefi, ABD’nin bölgedeki varlığının önlenmesi olarak ifade edilebilir.
Rusya, ekonomi ve dış politikasını enerji politikaları üzerine inşa eden bir ülkedir. Söz konusu ülke, bütçe gelirlerinin %40’tan fazlasını enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Buna karşılık AB ise doğalgaz ihtiyacının %41’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Dolayısıyla Rusya için öncelik, enerji gelirlerinin devamlılığını sağlamak ve Avrupa doğalgaz pazarında tekel durumunu korumaktır. Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz rezervleri ve bu gazı Avrupa’ya taşıyacak Güney Gaz Koridoru ise Avrupa için Rus gazına alternatif oluşturabilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle Moskova, Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine dâhil olarak kıyıdaş ülkelerle ikili ilişkiler geliştirmeye ve böylece çıkarları doğrultusunda oyunu sürdürmeye çalışmaktadır. Doğu Akdeniz’de Mısır’a ait ZOHR isimli sahanın %30’unu Ruslara ait olan Lukoil firması satın almıştır. Banyas’tan Tartus’a kadar Suriye’nin kıyı kesiminde 25 yıllık sondaj hakkı da Rus enerji firmalara aittir. Rusya, İsrail’le işbirliğini geliştirerek Tamar ve Leviathan sahalarındaki gazın bir kısmını LNG olarak Avrupa yerine, Doğu Asya pazarına satmayı da planlamaktadır. ABD’nin teşvikiyle kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu ise EXXCON Mobil’in bu oyuna dâhil olması nedeniyle hem Türkiye ve hem de Rusya açısından olumsuz mahiyettedir.
Türkiye, kendisini bölgedeki haklarından mahrum bırakmaya çalışan girişimlere ve doğalgaz arama faaliyetlerine karşı çıkmış̧ ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle (KKTC) yaptığı 2011 tarihli Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması aracılığıyla kendi enerji sahalarını belirleyip ilan etmiştir. Böylece Ankara, GKRY’nin tek taraflı olarak ilan ettiği sözde sahalarda hidrokarbon kaynağı aranmasına izin vermeyeceğini, GKRY’yle yaptıkları anlaşma çerçevesinde bölgede arama faaliyetleri yapan şirketlerin gemilerine müdahale ederek göstermiştir. Kısacası Türkiye, en önemli kıyıdaş̧ devletlerden biri olduğu Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarında, kendi hakkını koruma kararlılığını sürdürmektedir. Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de devre dışı bırakma çabaları ise bölgedeki keşiflerin Avrupa’ya aktarılmasını geciktirmekte ve Avrupalı devletlerin Rusya’ya olan bağımlılıklarının devam etmesine sebebiyet vermektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suriye ve Irak’ın kuzeyinin yanı sıra son dönemde Doğu Akdeniz’deki varlığını da arttırmıştır. Sismik araştırmalara koruma görevi yürüten Türk savaş gemilerine ek olarak Sahil Güvenlik Komutanlığı da KKTC’nin en büyük tatbikatı için gemilerini Kıbrıs açıklarına göndermiştir. Nitekim 2019 yılının Haziran ayında, üç gün süren KKTC’nin en büyük tatbikatı yapılmıştır. Bahse konu olan tatbikatın mahiyeti “Bir yolcu uçağının düşmesi durumunda, arama kurtarma” faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi şeklinde planlanmıştır. Görüldüğü üzere Türkiye, bölgedeki askeri yeteneklerini barışçıl amaçlarla sürdürmektedir. Bölgede sismik araştırma yapan Barbaros Hayrettin Paşa Gemisi’ni koruma görevinde bulunan Kemal Reis Fırkateyni de bu tatbikata katılmıştır. Tahmin edileceği gibi Rum kesimimin tek taraflı hidrokarbon arama faaliyetleri karşısında bölgedeki varlığını arttıran TSK, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini korumaktadır. GKRY ise söz konusu tatbikat, atışsız ve silahsız olmasına rağmen; tatbikatı barışçıl amaçlara hizmet etmediği gerekçesiyle eleştirmiştir. Aslında GKRY’yi rahatsız eden Ankara’nın kararlılığıdır. Çünkü Türkiye açısından Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol rezervleri hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple de Ankara, KKTC karasularında bulunacak enerji rezervlerini çıkarma ve global pazarlara iletme hedefini temel strateji olarak belirlemiştir. Yapılan tatbikat da Türkiye’nin kararlılığını ortaya koymuştur.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz; hem jeopolitik açıdan sahip olduğu merkezi konum hem de son dönemde keşfedilen enerji kaynakları bakımından uluslararası kamuoyunun gündemindeki mühim bir bölgedir. Türkiye’nin bölgede oynanan oyunun dengelerini değiştirmek üzere harekete geçmesi ise başta ABD olmak üzere GKRY ve Yunanistan gibi birçok aktörü rahatsız etmektedir. Güç dengesi açısından Türkiye, Rusya ve İran bölgede belirleyici olan devletlerdir. Ankara açısından bu konuda Moskova’nın desteğini almak oldukça önemlidir. Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimî üyesi olarak Rusya’nın Türkiye’yi desteklemesi, BMGK’nın bu konuda bir yaptırım kararı almasını zorlaştıracaktır. Ancak Moskova’nın Ankara’ya vereceği kısmi desteğin bir faturası da olacaktır. Zira Türkiye’nin bölgedeki sondaj faaliyetleri, Ankara’nın başarısı olduğu kadar; Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun arkasındaki Washington ve Brüksel’in başarısızlığı olarak da algılanabilir. Bu durumda ise Moskova, doğalgaz projeleri için güvenilir ortak konumuna gelerek işbirliği için yeni bir mevzi elde edebilir. Dolayısıyla Rusya’nın pragmatik yaklaşımı ve desteği, Türkiye’den alacağı tavizin büyüklüğüne göre şekillenecektir. Bu kapsamda Ankara, kriz derinleştikçe Moskova’nın desteğini almak için S-400 konusundaki kararlı duruşunu devam ettirebilir. Dahası Suriye’deki terörist unsurlara karşı, Fırat’ın doğusunda Rusya’yla ortak bir harekât da gerçekleştirebilir. Rusya’nın Türkiye’ye vereceği destek ise işbirliği yaptığı Mısır, İsrail, Lübnan ve GKRY’yle olan ilişkilerini koruyabilmesine bağlıdır. Suriye Krizi, Türk Akımı ve S-400’lerin tedariki gibi konularda iki ülke arasında stratejik ortaklık bulunduğundan bahsedilse de ikili ilişkiler, daha çok Rusya’nın çıkarları doğrultusunda şekillenmektedir. Bu nedenle de Rusya, Türkiye’ye destek verirken Doğu Akdeniz’de kurduğu ilişkileri tehlikeye atmak istemeyecektir.
————————————————-
Kaynak:
https://ankasam.org/dogu-akdenizde-yasanan-gelismelerin-turkiye-ve-rusya-baglamindaki-yansimasi/
————————
[i] Prof. Dr. Giray Saynur DERMAN, halen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halka İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Kişilerarası İletişim Anabilim Dalında görev yapmaktadır. 1991 yılında Lisans, 1995 yılında, Yüksek Lisans, 2003 yılında doktora eğitimini Marmara Üniversitesi’nde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde tamamlamıştır. 1992-2003 Yılları arasında Marmara Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi, 2004-2011 yılları arasında Sakarya Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. ve 2011-2016 yılları arasında Doç. Dr. Akademik ünvanıyla aynı üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünde çalışmıştır. Uzmanlık alanı Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Uluslararası ilişkiler üzerinedir. Başlıca ilgi alanları Türkiye- Rusya, ABD, AB İlişkileri, Ukrayna-Kırım, Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Orta Doğu ve Karadeniz Bölgesi’nin dış ve güvenlik politikaları olup, etnik çatışma alanları, ve dış politika analizi de ilgi alanları arasındadır.
Çok sayıda ulusal ve uluslararası bildiri, makale ve kitapları bulunan Prof.Dr. DERMAN, 1905-1907 Yılları Rusya Müslümanlarının Siyasi Kimlik Arayışı, (İst. Doğu Kütüphanesi Yayınları 2008), Blue Black Sea: New Dimensions of History, Security, Strategy, Energy and Economy, (İngiltere, Cambridge Scholars Publishing 2013), Ukranian Foreign Policy and the Internal Determinants, (Almanya, Berlin Lambert Academic Publishing 2015), Rus Dış Politikasındaki Değişim ve Kremlin Penceresinden Yeni Ufuklar, (Ankara SRT Yayınları, 2016) kitaplarının da yazarıdır. En son çalışması The Struggle for Power in Central Asia and the Caucasus: Geopolitics and the Great Game After the Cold War, (İngiltere Tauris 2017)’dır. Amerika Birleşik Devletleri University of Texas/UTD, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kırım Devlet Sanayi ve Pedagoji Enstitüsü’nde misafir akademisyen olarak görev yapmıştır. İngilizce, Rusça ve Kırım Türkçesi bilmektedir.