Doğu Akdeniz’de en az ‘Kıbrıs Türk Halkı’ kadar önemlidir, ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’. Doğu Akdeniz’in batı yakasında ‘Kıbrıs Türk Halkı’; öte yakasında ise ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ arada deniz olmasına karşın yüzlerce yıldır birleşik ve bütünleşik olmuşlardır, anavatanları Türkiye ile. Aralarında su olmasına karşın, milli tutku ve tutarlılıklarından su sızmamıştır. Kuşkusuz, Doğu Akdeniz’in kilit taşlarından biri Kıbrıs ise, diğeri Türkmen Dağı’yla bütünleşen Bayır-Bucak bölgesidir. ‘Ergenekon Destanı’ndaki diriliş ve türeyiş gibi Millî Mücadele sonrasında Anadolu’da derlenen toparlanan Türkiye Cumhuriyeti, ilk huruç harekâtını Hatay’ın ilhakı ile 23 Haziran 1939’da ikincisini ise 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’yla gerçekleştirmiştir.
‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ ya da bütünüyle ‘Suriye Türkmenleri’ sorunsalının temelinde Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması’ndan sonra bölgeyi terk eden Fransa’nın devrettiği Suriye’nin, Türkiye’yi hedef alan ve uluslararası hukuku hiçe sayan fütursuzca hareketleri olmuştur. Fransızlarla 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 7’nci maddesine göre Türkiye’nin Suriye Türkmenlerinin garantörü olduğu cihetle ve Hatay’ın 23 Haziran 1939 tarihinde Türkiye’ye katılmasının ardından ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ ya da bütünüyle ‘Suriye Türkmenleri’ nin statüsü konusunda Suriye ile hiçbir anlaşma yapılmamış olmasıdır. Tekraren söylemekte yarar var, Türkiye Cumhuriyeti Suriye Türkmenlerinin garantörüdür. O yüzden Suriye’deki soydaşlarımızın yüzleri Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüktür. Aynı durum 1923 Lozan Barış Antlaşmasında zikredilen Batı Trakya Türkleri ve Adalar Denizindeki Menteşe Adaları (Rodos, 12 Ada ve Meis)’nı 1947 Paris Antlaşmasıyla Yunanistan’a devreden İtalya için de söz konusudur. Her iki Dünya Savaşının getirisi uluslararası hukuka göre soydaşların garantörlüğüdür.
Efendim, ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ nde ulus bilinci, ulus kültürü ve bütünleşik kültürel yapıları son derece gelişkin olduğu için, yaşadığı topraklar sadece kendileri için değil, bütün Türk dünyası için de bir o kadar önemlidir. Anımsadınız değil mi, ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’nin kendilerine özgü millî marşları bile vardır, dinlediğinizde benliğinizde, DNA ve RNA moleküllerinizde derinlemesine duyumsarsınız, onun haykıran ezgilerini. Bayır-Bucak Türkmenleri, Türk dünyasına “Bölük-bölük göçler ile / Atlar ile kervan ile / Düştük gurbet ellerine biz / sözleriyle coşan dombrasını haykırırken, bu muhteşem ‘Diriliş’ millî marşı ile kendinizden geçersiniz. Azerbaycan’ın başkenti Tebriz şehrini temsil eden, ama bırakın İran’ı, tüm dünyadaki Türklerin gönlünde taht kuran Traktör takımını teşyi eder gibi olursunuz, Bayır-Bucak Türklerinin millî marşını dinlerken.
AB (D)’nin ‘Çevreleme Stratejisi’ne karşı Türkiye’nin Fırat’ın hem batısına hem de doğusuna yönelik ezber bozan hamleleri Bayır-Bucak Türkmenlerini bir anda rahatlatmış, yüzyıldır bekledikleri bu anla adeta bütünleşmişlerdir. Çünkü onlar, Doğu Akdeniz’e ulaşan Terör Koridorunun denize çıkış bölgesinin üzerinde bulunmaktaydılar. Yine onlar, kendilerini Türkiye’ye destek çıkan tek ve yegâne güç konumunda ve bilincinde görmüşlerdir. Bir başka deyişle, AB (D)’nin eyleme koyduğu ‘Çevreleme Stratejisi’ne karşı Türkiye’nin batıda Yunanistan, Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), güneydoğuda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve Kuzey Suriye’de de PYD/YPG çevrelenmesini bozacak tek millî unsurun, kendileri ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ olduğunun bilincinde olmuşlardır. Sadece AB(D) mi, öte yandan İsrail ve İsrail’in arkasında saf tutan Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Darbeci Sisi ve Darbeci Hafter de karşıt cepheyi oluşturmuşlardır. Diğer yandan BM Güvenlik Konseyinin yüzyıllardır beklediği sıcak denizlere inme politikasıyla bütünleşen RF, Suriye hava sahasının kontrolünü ele geçirip, deniz ve hava üslerini de kurup ya da genişletip bu toprakları bütünüyle kendi toprakları olarak belleyip Bayır-Bucak Türkmenlerini hedef tahtasına oturttuktan sonra… Türkiye’nin ezber bozan harekâtına tek başına arka çıkarak bir başına mücadele etmişler, karşılarındaki dev boyutlardaki nisbî muharebe gücünü göz ardı ederek savaşmışlardır. Ancak onlar mangal kadar büyük yürekleri ile bu harekâtı desteklemişler, fakat “Son Mohikanlar” gibi güçleri yeterli olmamıştır. Bir de üstüne üstlük, Reyhanlı saldırısının emrini veren, Öcalan’ı ‘kadim dost’ olarak belleyen ve Suriye’de birçok katliamın baş aktörü olarak bilinen, RF’nin arkaladığı THKP-C lideri Mihraç Ural’ın yönettiği ve Esad yanlısı 2 bin kişilik silahlı bir güç olan ‘Mukaveme Suriyye’ adlı örgütle Esad güçlerine destek olarak Bayır-Bucak Türkmenleri, BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamında insanlığa karşı işlenen suçlardan ‘etnik temizlik’e maruz kalmışlardır. İngiliz Times Gazetesi de Bayır-Bucak Türkmenlerine yapılan etnik temizlikten Mihraç Ural’ı doğrudan sorumlu tutmuştur.
Bir yanda vatansız milletken yurtlarına kavuşan ‘Kıbrıs Türk Halkı’; öte yanda en az ‘Kıbrıs Türk Halkı’ kadar binlerce yıllık ulus kültürü olan ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’ maalesef, yurtlarını yitirmek zorunda kalmışlardır. Fransa ile TBMM Hükûmeti arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşmasına göre bugünkü Suriye sınırımız çizilmiş, Hatay gibi Bayır-Bucak bölgeleri Suriye tarafında kalmıştır. Ancak, üzülerek ifade etmek gerekir ki, Hatay’ın kapı komşusu iken kendilerine Hatay sınırları içinde bir yer edinememişler, Ali Cengiz oyunu gibi bir Fransız oyunuyla Lazkiye’ye bağlanarak Suriye’ye devredilmişlerdir. Diğer bir deyişle Türkiye ile bütünleşememişler hele şimdilerde ise doğdukları, büyüdükleri ve yetiştikleri topraklarından da çıkmak zorunda kalmışlardır. Oysaki, onlar tarihin ilk evrelerinden bu yana Kıbrıs-Girit-Mora yarımadası üzerinden geçen ‘Deniz İpek Yolu’nu Avrupa’ya bağlayan coğrafyada kendi kolonilerini sevgi, akıl ve çağdaşlıkla kurmuş “Tüccaran Derviş” olmuşlardır.
Onlar, Yayladağ’ın hemen altındaki Türkmen Dağından, Kesep’te Doğu Akdeniz’e paralel Çalma Dağından ve Karaduran Limanından baktıklarında silme Doğu Akdeniz üzerinden Magosa’dan Dip Karpas’lara kadar görürlerdi, Beşparmak Dağlarını, sanki Kıbrıs’ın bir parçası gibi benliklerinde hissederlerdi. Kıbrıs’ın doğusundaki Doğu Akdeniz’i karşılayan kıta sahanlığı doğrudan Bayır-Bucak Türkmenlerine aitti. Tuna’ya gömülen Türk adası: Adakale gibi, Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi gibi bütünüyle katışıksız Türk oğlu Türk’tüler. 16 Mart 1937 tarihli Tan Gazetesinin Cenevre mahreçli haberine göre, bugünkü Birleşmiş Milletlerin büyük babası sayılan Milletler Cemiyeti (league of nations) ya da özgün adıyla “Cemiyet-i Akvam” gözetiminde Cenevre’de Hatay anayasası üzerinde çalışan komite “Hatay sınırları içinde olması gereken Bayır, Bucak ve Hazine nahiyeleri halkının tamamen Türk olduğunu dünyaya haykırmış ve tescillemişti. (1) O kadar ki, Cenevre’deki Hatay Anayasası üzerine çalışan Komite, 28 bin nüfusu olan Bayır, Bucak ve Hazine nahiyelerinin 27 binin Türk olduğunu, bölgede bir Ermeni ve bir de Sünni Arap köyünün olduğunu resmi kayıtlarına geçirmiştir. Hazine nahiyesi ise külli Türk nüfustan meydana gelmiştir.
Osmanlı Devleti indinde en az Çukurova bölgesindeki Ramazanoğulları kadar kıymetliydi, ‘Bayır-Bucak Türkmenleri’. Ama aslı ‘Bayır-Bucak Türkleri’dir, tıpkı ‘Azerbaycan Türkleri’ denildiği gibi. Azerbaycan Türklerine ısrarla ‘Azerî’ diyenleri kapsama alanı dışında bırakıyorum. ‘Türk’ ve ‘Türkmen’ gibi bir ayırım da yapmak istemiyorum ama bir galat-ı sahih olarak istemeyerek de olsa ben de zorlamayla bu modaya uyuyorum. Efendim, “Tur” Türkün ortak adıdır, “-an” ekiyle yapılan “Tur-an” Türkler demektir, tıpkı inananlar anlamında “Müslüm-an” sözcüğünde olduğu gibi. ‘Türkmen’ sözcüğünü de ifadelim, aslı ‘Tur-Koman’dır. Kökenleri itibariyle “Koman Türkleri”nin ortak adıdır. Balkanlardaki ‘Kumanova’ yerleşim yeri söyleminde olduğu gibi. Yoksa ne âlâka, kente yerleşmiş olana kısaca ‘Türk’; taşraya, kırsala, dağa yerleşmiş olan “Türkmen” deniliyormuş gibi bir algı yaratmanın bu zorlama söylemlerle hiçbir ilgisi yoktur. Şunu da hatırlatalım, Onlar Suriye’nin kuzeyine “Malazgirt Meydan Muharebesi’ sonrası bu topraklara gelmemişler, tarihin başlangıcında şimdilerde İngiliz İstihbarat Servisi söylemiyle ‘Orta Asya’ olarak isimlendirilen Türkistan’daki ‘Issık Deniz’in kurumaya yüz tutmasıyla bölgeyi vatan edinerek Suriye’de otantik Türkler olmuşlardır. Finikeliler zamanından beri Suriye’de görünmeye başlayan Oğuz boylarının akıncıları olan Koman Türkleri 7., 10.ve 11. yüzyıllarda bu bölgeye yoğun göçler gerçekleştirmişlerdir.
Suriyeli Türkmenler Osmanlı kayıtlarında “Halep Türkmenleri” olarak yer almıştır. Genelde çoğu konar-göçer gruplar halinde yaşıyorlardı; kışları Halep civarında, yazlarını ise Sivas’a kadar uzanan Anadolu yaylalarında geçirirlerdi. Bütün Osmanlı toprakları padişaha ait olduğundan Halep Türkmenleri “padişah hassı” olarak anılmışlardır. Buradaki has sözcüğü Osmanlı toprak bölümlenmesindeki “has, tımar ve zeamet” olduğunu anımsayalım. Bu statü onlara görece bir serbestlik sağlamakla birlikte padişah fermanlarındaki askeri garnizon tesisi, koruma amaçlı yerleşim fermanlarını ayrılık, sıla hasreti gibi insancıl katlanmalar çıkarsa bile emir telakki etmişlerdir. Akkâ Muharebesi için bölgeye gelen ve Siyonizm’in babası sayılan Napolyon Bonapart sonrası, içinde su da bulunduran Kudüs’ün Zeytin Dağı, Cebel Kasyun, Madaya, Ez Zabadani, Cebel-i Lübnan ve en çok da Golan Tepelerinin konumu gibi stratejik kabarıntıların korunmasıyla görevlendirilmişler ve görevlerini de bihakkın yerine getirmişlerdir. Birinci Dünya Savaşında Osmanlının savaş ettiği dokuz cephenin, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Bağdat’ta, Kanal seferinde, Gazze’de, İran içlerinde, Arabistan çöllerinde, Gazze’de, Makedonya’da, Galiçya’da, Romanya’da hep en ön saflarda olmuşlardır.
Suriye İç Savaşının başlangıcına kadar ağırlıklı olarak Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep ve Rakka kentlerinde ve köylerinde bulunmaktaydılar. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmeni denilmekteydi. Hatay’ın Yayladağı ilçesinden başlamak üzere Lazkiye’ye kadar 60 kilometre derinlikteki ve doğu-batı yönünde 30-40 kilometre genişliğindeki Bayır-Bucak bölgesinde tamamen Türkmenler yaşamaktaydılar. Tamamına yakını Sünni olan Türkmenler, Lazkiye şehir merkezindeki Ali Cemmel Mahallesi başta olmak üzere Basit, Bayır ve Keseb nahiye ve köylerinde bulunuyorlardı. Sınırları içinde Türkmen Dağı ve Cebel-i Ekrad’ı da barındıran Bayır-Bucak bölgesi, coğrafi konumu, sahip olduğu hâkim tepelerle Lazkiye kırsalının en önemli kabarıntıları ve demografik unsurları itibarıyla stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin hemen sınır hattında yer alan Bayır-Bucak, konumu itibarıyla Cisre’ş-Şuğur ve İdlib kentlerine de açılan kapı konumundadır.
Demografik yapı bakımından, Suriye yönetimi tarafından azınlık olarak kabul edilmeyen ve gündelik yaşamda söylem olarak Türkmen olarak anılsalar da kayıtlarda “Müslüman” olarak geçmektedirler. Nüfus sayımlarında milliyetleri ile sayılmadıkları cihetle sayıları hakkında uluslararası toplantılarda geçerliliği olan resmî bir bilgi maddî delil olarak konulamamaktadır.
Bölgedeki DAİŞ tehdidine karşı silahlanan Türkmenler, sadece DAİŞ’e karşı değil, aynı zamanda kendilerini koruyamayan rejimin saldırısıyla da karşı karşıya kalmışlardır. İç savaşın başladığı günden itibaren bir başlarına kalan Türkmen köyleri önce DAİŞ’in, sonrasında PYD’nin, yani Suriye PeKaKasının tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. DAİŞ saldırılarının ardından Suriye PeKaKası tarafından köyleri boşaltılan Türkmenler bir süre sonra askeri teşkilatlanmaya gidip, örgütlenerek, kendilerini korumaya başlamış, ancak bu seferde devreye Suriye rejimi güçleri ve Beşşar Esad’ın Derin Devleti ‘Şebbiha’, girmiştir. Türkmen Dağı saldırısına karşı direnen gruplar ise; Türkmen Dağı’nda konuşlu Sultan Abdülhamid Tugayları ve bünyesindeki irili ufaklı Türkmen tugayları, İkinci Sahil Tümeni, Cebel İslam, Liva Aşur, Doğu Türkistanlılar, Şamil İslam ve Sultan Selim Tugayı’ olmuştur. Bu grupların Fetih Ordusu’na bağlı birlikler de Türkmen Dağı’ndaki muhaliflerin direnişine katılmıştır.
RF Suriye’nin kuzeyindeki Hmeymim’deki hava üssünden ve Doğu Akdeniz’deki gemilerinden bölgeyi bombalarken; RF ve İranlı komutanların yönetimindeki Şii milisler, Şii Lübnan Hizbullah’ı ile birlikte Türkmen Dağı’na saldıran rejim güçleri ve Şebbiha bölgenin kontrolünü ,ele geçirmiştir. Dünya kamuoyuna güya DAİŞ’e karşı operasyon başlatacağını duyuran RF, ilk günden itibaren Esad’a karşı savaşan başta Suriye Milli Ordusu ve muhalifleri hedef almıştır. Muhaliflerin büyük tepki gösterdiği operasyon dünya kamuoyunda yeterli tepkiyi göremeyince Suriye hava sahasını bütünüyle kontrol eden RF askeri uçakları Türkmen köylerine yönelmiş kadın, çoluk, çocuk ve yaşlı demeksizin bölgeyi havadan bombalamada herhangi bir beis görmemiştir. İşte bu nedenle Doğu Akdeniz’in güneyindeki ‘Gazze’den bile daha çok Bayır-Bucak Türkmenleri Doğu Akdeniz’in ilk kurbanları olmuşlar, katliama, toplu kıyıma tabi tutulmuşlardır. Bayır-Bucak bölgesinde savaşırken, olmak ya da olmamakla özdeşleşen bir mücadele verirken onlar yenilmemişler, vuruşa vuruşa yitmişler, günümüzde başta Türkiye olmak üzere binlerce yıllık anavatanlarından bilinmeyen diyarlara savrulmuşlardır.
Bayır-Bucak ya da Türkmen Dağı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz politikası için en az Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin konumu kadar önemlidir. Hem stratejik hem tarihî hem psiko-sosyal yönden Doğu Akdeniz’in kilit taşlarından biri KKTC ise, diğeri Bayır-Bucak bölgesidir. Ama her şeyden önce bu bölgede Bayır-Bucak Türkmenlerinin ortaya koymuş oldukları ‘Şanlı Direniş’tir. Böyle bir hengâmede ortaya koymuş oldukları ‘Şanlı Direniş’te Yüce Türk milletinin namus ve şerefini kendilerine bayrak yapmış, gazaları mübarek Bayır-Bucak Türkmenlerine selam olsun, sevgili okurlar.
Dipnotlar
(1) “Bayır, Bucak ve Hazine Nahiyeleri Halkı Tamamen Türk’tür!”, Tan Gazetesi, 16 Mart 1937, s1