Halil ÖNER
Türk Modernleşmesine Kısa Bir Giriş
Osmanlı imparatorluğu yükselme döneminde kendisini her açıdan Avrupa’dan üstün görüyordu. Ancak, bu üstünlük imparatorluğun gerilemeye başlamasıyla kaybedilmiştir. Batı’nın özellikle Sanayi Devrimi ile başlayan hızlı yükselişi ve Osmanlı’nın bu yükselişe ayak uyduramaması özellikle 18. yüzyılda savaşlarda alınan yenilgiler sonucunda fark edilmiş ve bu alana yönelik askerî ıslahatlar yapılmıştır. III. Ahmet devrinde, İbrahim Müteferrika, matbaayı Osmanlı İmparatorlğu’na getirmiş, “Batı’nın askerî eğitimi ve teknolojisi konusundaki bilgilere imparatorlukta önem verilmeye başlanmıştır” (Mardin, 2014, s. 10). Fakat, Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) bu reformların yetersiz olduğu Batı’ya gönderilen Osmanlı hariciye memurları tarafından görülmüş ve Batı’nın genel bir “model” olarak kabul edilmesi görüşü yaygınlaşmıştır ve “topyekün Batılılaşma” fikri etkinlik kaznmaya başlamıştır.. Bu dönemde toprak reformları yapılmış, azınlıklara haklar verilmiş, askerlik ve eğitimde Avrupa örneğine göre düzenlemeler yapılmışıtır. Mamafih, bu reform hareketleri de imparatorluğun gerilemesine engel olamamış, imparatorluk çökmüş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. “Cumhuriyet devletini kuranlar ve rejimin “angaje” aydınları Osmanlı tarzı “uzlaşmacı” Batılılaşmanın yanlış ve yetersiz olduğu sonucuna varmışlar, bu uzlaşmacı tutum yüzünden hedefe erişilmediğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle, Cumhuriyet boyunca Batılılaşma radikalleşmiş, bir bakıma, Cumhuriyet ideolojisinin temel direği olmuştur” (Kahraman ve Keyman, 2012, s. 83).
Japonya Örneği
Modernleşme düşüncesi o dönemde sadece Osmanlıda hasıl olan bir düşünce değildi. 19. yüzyılda Osmanlı ile birlikte, dönemin bir diğer devleti Japonya da bir dönüşüme ihtiyaç duyuyordu. Japonlar bu “dönüşümü” 20 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirmeyi başardılar. Japonya’nın özellikle 1900’lü yıllarda Batılı güçlere karşı vermiş olduğu mücadele Türk aydınları tarafından dikkatle takip edilmiş ve Türk Batılılaşması için bir örnek teşkil edebileceği düşünülmüştür. İstiklal şairimiz Mehmet Akif, Japon modernleşmesini şu mısralarla anlatır: “Sorunuz şimdi de Japonlar nasıl millettir?/ Onu tasvire zafer-yâb olamam hayrettir./ Şu kadar söyleyeyim; din-i mübinin orada,/ Ruh-u feyyazı yayılmış yalnız şekli: Buda./ Siz gidin saffet-i İslam’ı Japonlarda görün./ O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün./ Müslümanlıktaki erkan-ı sıyanette ferid./ Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid.” (aktaran Çiğdem, 2003, s. 80).
Akif kısa sürede bu gelişimi gösteren Japon’lara olan hayrınlığını gizleyemiyor ve onların daha fazlasını başardığını görmezden gelemiyor. Akif, bir bakıma Batılılaşırken örnek alınması gereken toplumun Japonya olduğunu Türk aydınına gösteriyor. Ziya Gökalp, “koruyarak değiştirmenin” cumhuriyetle yaşıt düşünürü, “Japonlar, dinlerini ve milliyetlerini muhafaza etmek şartıyla, Batı Medeniyeti’ne girdiler. Bu sayede her hususta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar böyle yapmakla, dinlerinden, millî kültürlerinden hiçbir şey kaybettiler mi? Asla. O halde biz niçin tereddüt ediyoruz? Biz de Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı muhafaza etmek şartıyla, Batı Medeniyeti’ne kesin olarak giriş yapamaz mıyız?” (aktaran Çiğdem, 2003, s. 80). Gökalp Batılılaşmanın korkulacak bir tarıfı olmadığını, kültürümüzden bir şey kaybetmeyeceğimizi belirtir. Tabi burada Gökalp’ın hars (kültür) ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırdığını bilmemiz gerek. Bu konuya aşağıda değineceğim. Peyami Safa da Türk Batılılaşmasının Japonya’dan gerekli dersi alamadığını şöyle özetler:
(…) Osmanlı Meşrutiyetinin mütefekkirleri ve onlardan ilham alan inkılâpçılarımız, Japonya’ya ait her şeyi bilselerdi, millî benliğini ve mânevî hüviyetini kaybetmeden Avrupalılaşmanın daha kestirme yollarını öğrenecekler, yirmi sene gibi kısa bir zamanda dünyanın en ileri milletleri hizasına yükselmenin sırrına ereceklerdi (…) Japon inkılâbı, Avrupa metod ve sistemlerini kabul etmeğe, kendi sosyal dünyasını değiştirmekle, derebeyliği tasfiye etmekle başlamıştır. Böylece satıhta kalmaktan kurtulan ve sağlam temellere dayanan Japon inkılâbı, millî geleneklerinden ve dinî itikadlarından hiçbirinin feda etmek zorunda kalmamıştır. Hattâ Japon alfabesi denilen ve harfleri yukarıdan aşağı ve sağdan sola yazılan o acayip ve zengin böcek koleksiyonunu aynen muhafaza etmiştir. Çünkü millî kültürünün ve millî benliğinin yıkılmasına râzı olmamıştır. (Safa, 1976, s. 203-5)
Safa’nın bahsettiği millî kültür ve millî benliğin yıkılması olayı Cumhuriyet’ten sonra Türk toplumunun yaşadığı büyük “değişim”dir. Dil devrimi, kılık kıyafet inkılâpları ve ezanın Türkçeleştirilmesi gibi Türk milletinin yüzyıllardır yaşayıp, özümsediği millî kültür ve millî benlik otuz yıl içinde yıkılmıştır. Ancak, Safa’nın da bahsettiği üzere, önümüzde her ne kadar Japonya örneği varsa da; bu örnek iyi bir şekilde incelenmemiş ve o seviyeye ulaşılamamıştır. Bu yüzden münevverlerimiz farklı okumalar yapmışlardır. Münevverlerimize göre Japonların örnek alınmasının en önemli nedeni onların modernleşirken kültürlerinden hiçbir şey kaybetmemeleridir.
Ziya Gökalp Hars (kültür) ve Medeniyet Ayrımı
Ziya Gökalp, bir toplumda bulunan iki gerçeklikten bahseder: Hars (kültür) ve medeniyet (civilization). Baltacıoğlu (t.y.), Ziya Gökalp Konferansı’nda yaptığı konuşmasında bu durumu şu şekilde özetler: “(…) Gökalp’a göre hars bir milletin malıdır, bir millete göredir, milletten millete değişir. Dil, ahlâk kaideleri, efsaneler, atasözleri… gibi değer konularıdır. Kültür milletin özü demektir. Medeniyete gelince, bu cemiyetin değer hükümleri ile bir alakası olamayan, ekonomi, ziraat, bilim, fen gibi objektif akılla ilgili olan gerçek hükümlerdir” (s. 3). Yukarıda bahsettiğim Japonya örneği bu tanıma iyi bir örnek teşkil etmektedir. Safa’nın da bahsettiği millî kültür ve millî benlik kavramları Gökalp’ın hars ve medeniyet ayrımı teorisini destekler niteliktedir.
“Gökalp’a göre hars millidir, medeniyet beynelmieldir. Milletlerin yaşayışında üç yönelge vardır: “Millet, ümmet, medeniyet”. Bu üç yönelge şeniyet, gerçektir. Türkler millet olarak ahlâkta, zevkte Türklüğe, medeniyette Avrupa’ya, dinde İslâm ümmetine yönelmelidir” (Baltacıoğlu, t.y., s. 3). Bu yüzden Ziya Gökalp Batılılaşmada her hangi bir sakınca görmüyor. Batıyı bir medeniyet olarak gören Gökalp, Avrupa’dan hars almadığımız sürece Batılılaşmanın Türk kültürüne büyük bir etkisi olacağını düşünmüyor. “Şu halde, Batılılaşma Avrupa’da bulunan medeniyet deposundan şeyler ve yöntemler almaktır. Asıl mesele Avrupa’dan hars almamaktır” (aktaran Berkes, 1965, s. 110). Bu sebeplerden ötürü, Ziya Gökalp, millî kültürün kuvvetlendirilmesi gerektiğini savunur. Ziya Gökalp, “Millî kültürü kuvvetli, fakat medeniyeti zayıf bir milletle, millî kültürü bozulmuş, fakat medeniyeti yüksek başka bir millet, siyasî mücadeleye girince, millî kültürü kuvvetli olan daima galip gelmiştir” (alıntılayan Çiğdem, 2003, s. 73).
Bilindiği gibi Gökalp Cumhuriyet döneminde yapılan inkılâpların fikir babalarından birisidir: Türkçe ezan, Türkçe dua gibi… Gökalp bunun Türk kültürü ve benliğini yücelteceğini söylemiştir (bkz. Ziya Gökalp Vatan şiiri).
Erol Güngör’ün Türk Münevverine Eleştirileri
Erol Güngör (1978), her ne kadar süratle modernleşmemiz gerektiğini söylese de münevverimizin bizi “muasır medeniyetler seviyesi”ne ulaştıracak ehliyetten yoksun olduğundan dem vurur. Ayrıca Güngör Türkiye’de iki farklı kültürün oluştuğunu söyler: Halk kültürü ve münevver kültürü. Güngör’e göre, bu iki kültürün birbirlerine bakışları çok farklıdır. “Halka göre münevver kibirli, maddî menfaat düşkünü, yabancı taklitçisi, maneviyat düşmanı, saygısız ve köksüzdür… Münevvere göre ise halk cahil, hurafeci, kıt ve dar görüşlü, her şeye kolayca inanan (!) bir kitledir” (Güngör, 1978, s. 31). Güngör, Türk münevverinin kendi kültürüne düşman olduğunu, Batı’nın terk etmeye başladığı şeyleri –pozitivizm gibi- Türk münevverinin sahiplendiğini ve taklitçi bir Batılılaşmanın oluştuğunu söyler. Ayrıca, Münevvere göre din Batılılaşmanın önündeki en büyük engeldir.
Halka göre ise Türk milleti dindar oldukça yükselmiş ve yücelmiş, dinden uzaklaştıkça da gerilemiştir. “Çağdaş medeniyet denince daha ziyade lâiklik ve pozitivizmi anlayan daha önceki sıkıntıların esas amilini Osmanlı klerikalizminde, Arap harflerinde, feste ilh. bulan bir düşüncenin sanayi medeniyeti üzerinde fazla durması beklenemezdi” (Güngör, 1990, s. 41).
Halkın ve onun kültürel değerlerinin görmezden gelinmesi, ne düşündüklerinin önemsenmemesi Türk Batılılaşmasının önündeki en büyük engeldir Güngör’e göre. Halktan uzak bir devrim nasıl halka mal edilebilirdi ki? Ayrıca, Erol Güngör (1990), yaşanılan kültürel bunalımın ülkeye giren modern teknolojiden kaynaklanmadığını; tersine, modern teknoloji gelmediği halde millî kültürden çok şeyler gitmiştir der. Ve Güngör özetle şöyle devam eder: Sağlam bir millî kültür kurulması gerektiği, çünkü Batı’dan alınmak istenen şeyin yanında ister istemez istenmeyen şeylerin de gelmesi kaçınılmazdır. Eğer millî kültür kuvvetlendirilmez ise
Batı kültürünün etkisi giderek artacak ve Türk kültürünün ayakta kalma şansı giderek azalacaktır (s. 46). Mümtaz Turhan da yapılan devrimlerin halka mal edilmesi gerektiğini aksi takdirde millî kültürün tehlikeye gireceğini söyler: “(…) Bilhassa ilim ve tekniğe sahip olunabilirse, bunların topluma maledilebilmesi nispetinde Batılılaşmak mümkündür. Bu yol dışında her şey taklit, kısır iğreti kalır. Aynı zamanda sosyal inhiâller ve buhranlar gibi tehlikelerle de karşılaşırız” (aktaran Tunaya, 2010, s. 164).
Sentez Fikrini Savunanlar
Sentez fikrî savunucuları, gelenekçi muhafazarlar, Batı’nın yanında Doğu’nun da önemli bir yere sahip olduğunu ve Doğu’nun unutulmamasını söylemişlerdir. Bazı Türk düşünürleri tarafından bir senteze ihtiyaç duyulduğu söylenegelmiştir. Peyami safa (1976) Doğu Batı Sentezi kitabının ön sözünde şu iafedelere yer veriyor: “Doğu-Batı sentezi bizim, yani bütün insanların tarih ve ruh yapısı, kaderimizdir. Doğu ile Batı arasındaki mücadele, her insanın kendi nefsiyle mücadelesine benzer. Bunların sentezi, insanın var olmak için muhtaç olduğu vahdetin ifadesidir. İnsan bütünlüğünü ve tamlığını ancak bu sentezde bulabilir” (s. 12).
Safa’nın da dediği gibi Doğu ve Batı bir bütündür. Bilim ve teknolojinin, Yunan filozoflardan Müslüman alimlere oradan da günümüz modern Batı medeniyetini oluşturan bilim insalarına geçtiği gerçeği yadsınamaz. Bu işte bir “sentez”dir. Batılılaşmanın her ne kadar gerekliliğinden bahsedilse de, sentezci düşünürlerimiz Batı teknolojisinin Türk kültürüne uyarlanmasından yanadırlar, Batı kültürünün değil. Türk edebiyatı ve düşüncesinin önemli isimlerinden Halide Edip Adıvar, Batılıaşmak hakkındaki görüşlerini şöyle anlatıyor: “Batılılaşma “milletlerin kendi kültür ve benliklerini muhafaza etmek şartıyla”, “ani bir taklit ve moda hissiyle değil, az çok köklerini koparmadan tekâmül yoluyla” olmalıdır” (Çetinsaya, 2003, s. 91).
Bu düşüncenin savunucuları arasında aşırı dinî görüşlü insanlar da vardır. İskilipli Âtıf Edendi onlardan biridir. Şapka kanununa muhaliffliği yüzünden idam edilen İskilipli Mehmet Âtıf Efendi’nin Batılılaşma hakkındaki görüşleri şöyledir:
Şu halde Avrupa’nın sefahat şaibesinden ve milliyet renginden ayrılmış ve bütün insanlığın maddî tekâmülerine hizmetkâr olan ilimlerin, fenlerin, sanatların ve sanayiin, araç ve gereçlerin hepsini almak, kabul etmek ve bu hususlarda onları taklit etmek meşrudur ve rağbet edilen bir şeydir. Fakat meyhane, kerhane, dans, bar, tiyatro ve diğer sufli müesseseler ve sefîhane telakkiler gibi dinî hüviyetin ve İslâmın faziletli ahlâkının mahv ve izalesine sebep olan bâtıl olan inançlar, kötü huylar, rezil alışkanlıklar, kötülenmiş fiil ve amellerini almak, kabul etmek ve bu husuta onları taklit etmek gayrimeşrudur ve bu nefret edilen bir şeydir. (aktaran Çiğdem, 2003, s. 79)
Aslında İskilipli Âtıf Hoca burada bir nevi “sentez”den bahsediyor. Avrupa’dan ilmini ve tekniğini alıp, kendi medeniyetimize uyarlamak gerektiğinden yoksa diğer türlü bir kültür yozlaşması yaşanabileceğini anlatıyor.
Sonuç
Batılılaşma düşüncesi 18. yüzyılda başlamasına rağmen hâlâ bir sonuç alınamadığı açıktır. Teknolojik Batılılaşmadan çok “Külütürel Batılılaşma” olmuştur. Özellikle Cumhuriyet’ten sonra kültürel bir yozlaşma yaşanmıştır. Eski kültürden kurtılma çabaları kendini açık bir biçimde göstermiştir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu alaturka müziğinin yasaklanmasından sonra şöyle demiştir: “Alaturka musiki irtica musikisidir, ona müdahale etmek lazımdı” (aktaran Deren, 2003, s. 398). 1930’ların müzik politikaları, radyolarda Şark müziği ve Türk halk müziğinin yasaklanmasına kadar varmıştır. Bunun sonucunda, halk Arap radyolarını dinlemeye başlamış ve böylece kurtulunmak istenen Doğu külürü kendini “arabesk” olarak göstermiştir, ve Türkiye’nin büyük bir bölümünü etkilemiştir (Deren, 2003, s. 399).
Batılılaşmanın Meşrutiyet dönemlerinden Cumhuriyet’e kadar ve devamında uygulanma biçimindeki yanlışlıkları, bu konu hakkında gerçekten elle tutulur şeyler söylemiş aydınlarımız açıkça söylemişlerdir. Erol Güngör, Peyami Safa, Mümtaz Turhan ve daha niceleri Batılılaşmanın bir kültür transferi değil bir medeniyet transferi olduğunu söylemişlerdir. Yani, Batı medeniyetini Türk kültürü ile harmanlamak. Ancak, her ne kadar bu konu hakkında söylenmiş şeyler çok olsa da kaynakların dağınıklığı ve birinci elden ulaşılmasının zorluğu hasebiyle konunun derinlemesine incelenmesi zor olmuştur. Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi Doğu-Batı sentezinin mümkünlüğü münevverlerin halk ile kaynaşması, yapılan reformların halka mal edilebilmesi nispetinde mümkün gözüküyor.
Kaynaklar
- Berkes, N. (1965). Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler. İstanbul: Yön.
- Baltacıoğlu, İ.H. (t.y). Ziya Gökalp. Otruzüçüncü Konferans.
- Çetinsaya, G. (2003). “Halide Edip Adıvar” ”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık içinde (Cilt 3, ss. 88-91). İstanbul: İletişim.
- Çiğdem, A. (2003). “Batılılaşma, Modernite ve Modernizasyon”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık içinde (Cilt 3, ss. 69-81). İstanbul: İletişim.
- Deren, S. (2003). ). “Kültürel Batılılaşma”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık içinde (Cilt 3, ss. 383-401). İstanbul: İletişim.
- Güngör, E. (1978). Türk Kültürü ve Milliyetçilik. İstanbul: Ötüken.
- Güngör, E. (1990). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. İstanbul: Ötüken.
- Kahraman, H.B. ve Keyman, E.F. (2011, Ekim). “Kemalizm, Oryantalizm ve Modernite”. Doğu Batı, 2, 75-88.
- Mardin, Ş. (2014). Türk Modernleşmesi. M. Türköne ve T. Önder (Ed.). İstanbul: İletişim.
- Safa, P. (1976). Doğu Batı Sentezi. İstanbul: Yağmur.
- Tunaya, T.Z. (2010). Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.