Dörtdivan Çiçekleri

Dörtdivan tam bir çiçek cennetidir. Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında her sene Dörtdivan ovası birçok çiçek çeşidinin göründüğü bir yer hâline bürünür. Bilebildiğim kadarıyla burada gelincik (gelingadun çiçeği veya gelinyüzü de denir), karahindiba (sarı çiçek denir), üçgül, papatya (akçiçek denir), köygöçüren, asarlık çiçeği, kekik, fesleğen (peslehan denir), ayçiçeği (aygamber ve bostan güzeli de denir), hardal çiçeği, emecen, kazayağı, tarhana çiçeği, orkide (salep veya sağlep de denir), altın çiçeği (solmayan çiçek veya solmaz çiçek de denir), Arap sümbülü veya muskari (karga soğanı denmekte), goçkûz çiçeği, kardelen (buna da karga soğanı denir), kartaron çiçeği, su çiçeği, ebegümeci (ebemgümeci de denir), altın diken veya sarı diken, mavihindiba, beniunutma çiçeği, dağ lalesi, şeytandili, menekşe, peygamber çiçeği, deve dikeni (çakır dikeni denir), yılan bıçağı, çiğdem (gökdede, geyik çiğdemi, kırkkabuk diye üç türü vardır), dedesığırı kuyruğu (sığırkuyruğu denir) ve daha birçok çiçek türü tarlalar ve yaylalar başta olmak üzere Dörtdivan’da hemen her yerde arz-ı endam ederler.

Burada isimleri sayılan çiçekler Dörtdivan’da bahar aylarından itibaren öylesine coşkun bir şekilde topraktan çıkarlar ki, insan bu hayatiyet ve güzellik karşısında kendinden geçer. Baharda yaylalar ve dağ yamaçları Arap sümbülü olarak bilinen mor sümbüllerle mosmor olur. Bunlara Dörtdivan’da karga soğanı da denir. Çiçeklerle ilgili derleme yaptığımız kaynak şahsiyetlerden Fahri Kayaalp bize, Dörtdivan’da karga soğanı olarak isimlendirilen bu mor çiçeklerin gövdelerini büyükbaş hayvanların yemesinden ötürü Dörtdivanlıların bahar aylarında ağız tadıyla yoğurt, tereyağı, peynir yiyemediğini ve süt içemediğini söyledi. Çünkü bu çiçeklerin bu hayvan ürünlerine verdikleri yabani soğan tadından ötürü bunların tadı pek de hoş olmazmış. Bu durum haziran ayına kadar devam edermiş.

Bu sümbül türüyle ilgili Dörtdivan’da rastlanan bir uygulama var: Bu sümbüller toplandıktan sonra evde hoş koku yaysın diye su dolu bir kaba konur. Böylece onun kokusunda istifade edilir.

Yukarıda ismi anılan emecen çiçeği ise Dörtdivan’da hâlâ kendisinden istifade edilen bir çiçek türüdür. Bunların çiçekleri teker teker alınır ve emilir. Çiçek insanın ağzına, şekerli ve hoş bir tat verir. Çiçeğin özünden böylece yöre halkı faydalanır. Hardal çiçeği ise yemek yapmada kullanır. Tercih edenler yapraklarından salata da yapabilir. Yine bu çiçeklerden kazayağı da tuzlanarak yenebilen çiçekler arasındadır.

Dörtdivan’da karahindibalar sarıçiçek diye isimlendirilir. Bu çiçekle ilgili bir oyun vardır: Çiçeğin sapı koparılıp ağza alınır. Bekletilir ve “kıvrıl, kıvrıl” denir. Çiçek ağızdan alındığında kopan yerden kıvrılmaya başlar. Oyunu oynayanlar bu vesileyle neşelenir.

Dörtdivan’ın çiçek zenginliği kendini en çok bahar aylarında göstermektedir. Bilhassa mart ayında çıkan çiğdemler bu zengin tabiatın adeta süsü olurlar. Çiğdemler baharın habercileridir. Mart ayı geldiğinde Dörtdivan’da gözüken ilk çiçekler hatta bitkiler bu çiğdemlerdir. Bunların Dörtdivan’da “gökdede”, “kırkkabuk” ve “geyik çiğdemi” diye anılan üç türü vardır. Gökdedeye gökçiğdem, kırkkabuğa sarıçiğdem de denir. Gökdede, mor çiğdemlere, kırkkabuk da sarı çiğdemlere denir. Sarı çiğdemler toplanıp kurutulduktan sonra cenaze merasimlerinde kefenin üzerine serpilir. Bu çok ilginç uygulamanın Hıdrellez geleneği ve kadim Türk inanışlarıyla yakın bir ilgisi bulunmalıdır. Ayrıca bir inanışa göre Dörtdivan’da insanların öldükten sonra tıpkı baharda çiğdemlerin topraktan çıkması gibi çıkacaklarına inanılır. Çiğdem yapraklarının kefene serpilmesi aynı zamanda böyle bir sebebe bağlıdır. Bir de bu çiğdemlerin köklerine “düğmelik” denmekte ve bunlar yenmektedir. Çiğdemler yörede bazı şiirli söyleyişlere de konu olmuştur. “Çiğdem sarı ben sarı / Çiğdeme konmuş bir arı” bunlardan birisidir. Bunun devamı olduğu anlaşılmakla beraber kaynak kişimiz Fatma Özer’den bu kadar derlenebilmiştir.

Geyik çiğdemleri denen çiğdem türü yüksek rakımlı yerlerde yetişir. Özellikle yayla göçlerinde çiğdemlerin sapları birbirine örülerek genç kızlar bunlardan başlarına taç yaparlar. Dolayısıyla çiğdemlerin Dörtdivan kültüründe kendine hatırı sayılı bir yer edindiği söylenebilir.

Ben, gökdede veya mor çiğdemleri “Gökdede” adını verdiğim bir şiirimde şöyle konu edinmiştim:

Bu âleme uzak yoldan

Gökdedemiz çıkıp gelmiş

Seyyah olan nice kuldan

Bu yerleri haber almış

Uzun müddet kalmış kırgın

Bazen coşkun bazen durgun

Hep yürümüş yorgun argın

En nihayet yüzü gülmüş

Geldi artık Gökdedemiz

Doldu kalplere neşemiz

Yaylalarda dört köşemiz

Gökdede’yle sevinç bulmuş

Bu çiçeklerin bazıları Dörtdivan kültüründe kendine önemli bir yer edinmiştir. Derlemelerimiz sırasında gelinciklerin, düğünlerde gelinlerin yüzlerinin süslenmesinde (gelin yüzü yazmada) kullanıldığını öğrenmiştim.

Bu gelinciklerin Dörtdivan’da farklı türleri de bulunmaktadır. Yüksek rakımlı yerlerde turuncu renkte ve daha büyük gelincik çiçekleri de vardır.

Dörtdivan’da çocukların katıldığı ve “Göde Göde” adı verilen bir uygulamada üzerine çamur konan tahta parçası çiçeklerle süslenir. Yine Dörtdivan evlerinde “çiçeklik” denen, duvara oyulmuş ve kare biçimli bölmeler bulunur. Solmayan çiçekler Dörtdivan’da evlerin bir köşesine asılır ve bunlar durduğu yerde yıllarca kalabilir. Yukarıda ismi geçen kantaron çiçeği halk hekimliği uygulamalarında kullanılmaktadır. Bu çiçekler Dörtdivan’da hem aşağı hem de yukarı yaylalarda rahatlıkla bulunabilmektedir. Bu çiçek kaynatıldıktan sonra ağrıyan yerlere sarılır. Bu çiçeğin Dörtdivan’da yağından da istifade edilir. Yağı özellikle yanıklara iyi gelmektedir. Tecrübe edenlere göre hiçbir iz bırakmamaktadır. Yağı kırmızı olan daha makbuldür.

Burada bahsetmek istediğimiz bir diğer tür kekiktir. Kekik, Dörtdivan kültüründe hayli önemli bir yere sahiptir. Bu hususta Dörtdivanlı şair Servet Yüksel’in şu sözlerini sizinle paylaşmak istiyorum:

“Bizim Söğütlü yaylamızın bir mevkisinin adı Kekikli’dir. (Mahallli ağızda ‘Keküklü’ derler). Hakikaten her taraf kekik kokar, rayihası pek hoştur. Ben fırsat buldukça topluyorum, çayı da fevkalade güzel. Avrupa’da bitki çaylarının en pahalılarından biridir. Maalesef bizim halkımız pek işin bu tarafıyla ilgilenmiyor. Kekik kayaların dibinde çıkar ve üstüne doğru büyür, Bu bakımdan çamur falan olmaz, tertemiz toplanabilir. Haziran sonuna doğru çiçek açar, tohumlanır. Bir de rahmetli dedem bizim Seyricek yaylasında (yani Aladağ ‘da) olan fesleğeni çok severdi. Enfes bir kokusu olan bu çiçek özellikle yüksek yerlerde biter. Çobanlar gördükleri zaman mutlaka bir kaç dal koparıp yakalarına, şapkalarına hatta kulaklarına takarlardı. Dedem bu çiçeği (bu arada mahalli ağızda ‘peslehan denir) Mushaf’ın yaprakları arasına koyar, hatta evin bir köşesine güzel koksun diye bağlayıp asardı. Yeni nesillerden bu çiçeği muhtemelen bilen yoktur. Ben Aladağ’a gittiğim zaman mutlaka arar bulur, o bayıltan kokusunu içime çekerek şükrederim. Solana kadar yakamda gezdiririm.”

Başka çiçeklerin nerelerde ve nasıl kullanıldığı, çiçeklerle ilgili bu zengin kültür daha ayrıntılı bir şekilde araştırılıp tespit edilmelidir. Dörtdivan’ın diğer bitki türleriyle beraber bu çiçek zenginliği tespit edilip kayıtlara alınmalı, fotoğraflanmalıdır. Endemik türler var mı, araştırılmalıdır. Dörtdivan gibi bence zengin bir ekosisteme sahip bir yer bunu fazlasıyla hak ediyor.

Buradan bir adım öteye gidelim:

Ülkemiz genelinde yetişen çiçekleri araştıran, bunlar hakkında yayın yapan, tohumlarını depolayan, yeni ve farklı türler üzerinde çalışan bir merkez veya enstitü kurulması çok yerinde olurdu. Bu vesileyle yok olmuş türler varsa bunlar tespit edilmelidir. Yok olmaya yüz tutanlar korumaya alınmalıdır. Çiçeklerin yetiştiği iklim şartları incelenmelidir.

Bütün bunları Dörtdivan’ın çiçekleri vesilesiyle söylüyorum. Ayrıca şunu da belirteyim ki, özellikle Osmanlı Devleti döneminde bizim çok zengin bir çiçek kültürümüz vardı. Lale bahçeleri, rengârenk ve çeşit çeşit güller ve bunlar hakkında yazılan şükûfenâmeler (çiçek kitapları) bunu göstermektedir. Aynı zamanda edebî metinlerimiz birer çiçek bahçesi gibidir. Bütün bu zenginliklerin tespit edilip kayıtlara geçmesi milli kültürümüz açısından ne büyük bir hizmet olurdu!

Dolayısıyla Anadolu’daki çiçek zenginliğimiz korunmalı, türler tespit edilmeli ve bunlarla ilgili çalışmalar yapılmalıdır.

Dörtdivan’a geldiğim ilk zamanlardan itibaren buradaki çiçek zenginliği beni adeta cezbetmişti. Ben de bu yazının sonunda bu çiçekler için kaleme aldığım ve “Dörtdivan Çiçekleri” adını verdiğim aşağıdaki mısralara yer vermek istiyorum:

Dörtdivan’da kıyı bucak

Her yanımız olmuş çiçek

Nerden gelmiş yeryüzüne

Bu çiçekler salkım saçak

Bu çiçekler gel solmadan

Toplayalım kucak kucak

Bu yazının yazımı esnasında merhum Servet Yüksel (Adakınık Köyü’nden-Almanya’da yaşıyordu), Fahri Kayaalp (Deveciler Mahallesi’nden-Bolu’da ikamet ediyor), Fatma Özer (Dörtdivan-Kadılar Mah.) ve Mustafa Doğan (Kadılar Mah.)’dan kaynak kişiler olarak oldukça istifade ettim. Bir teşekkür borcu olarak bunu burada ifade etmek isterim.

Yazar
Yasin ŞEN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen