Dünya’da Ve Türkiye’de Siyasî İdeolojiler: Milliyetçilik

Ersegün Eyüp KAHRAMAN

Dünya’da Milliyetçilik

Nation Latince doğmak anlamına gelen ‘‘naci’’ kelimesinden gelmektedir. Natio kullanımıyla doğum yeri sebebiyle birleşmiş insanların ifade ederken nation da siyasi bir anlam taşımasa da belli bir soyu ifade eder. 

Siyasi bir anlamda kullanımı ise 1789’da Jakoben karşıtı bir papaz olan Augustin Barruel tarafından gerçekleşmiştir.

  1. yy ile başlayarak günümüze kadar etkisini sürdüren milliyetçilik siyasi idarenin merkezinin ‘‘millet’’ olduğunu ifade ederek şekillenmiştir. Bununla birlikte her milletin kendi göbek bağını kesebileceği düşüncesiyle ulus-devlet anlayışının da kurucu fikridir. Milliyetçilik öncesi dönemlerde ‘‘vatandaşlık’’ kavramı olmayıp belirli bir hükümdara veya krallığa bağlı olan insanlar 19.YY’ın başıyla birlikte kitle hareketine benzer bir şekilde ‘‘millet’’ kavramına bağlanmaya başlamıştır. Benzer zamanlarda var olan bir diğer ideoloji sosyalizme karşı da ‘‘istikrar’’ vaat eden bir anlayışla hızla yükselen bir ideoloji olmuştur. Özellikle kıta Avrupası’nda imparatorlukların kendi içindeki hareketlilik tehlike arzederken mevcut sömürgelerinde de başlayan bu veya başlayacak olan hareketlilik sarsmaya devam edecekti.

Millet, organik toplum, kendi kaderini tayin ve kültürcülük angajmanlarıyla temellenen milliyetçiliğin başlıca gelenleri Jean-Jacques Rousseau, Mazzini, Johann Gottfried Herder ve Mohandas Gandi gibi isimlerdir.

Millet;  milliyetçiliğin temel inancı siyasi örgütlenmenin merkezinin millet olması gerektiği olduğundan bahsetmiştim ancak millet kelimesi gündelik hayatta ırk, devlet gibi kelimelerle karıştırılmakta aynı zamanda millet kelimesini net bir şekilde anlatan ifade bulmak güçtür; çünkü milletler subjektif yapılardır. Genel kabûl gören ifade milletin ortak kültür ve gelenekle birleştirici bağlar kuran bir toplum olduğudur. Bu bağların aslî unsuru milletten millete göre farklılık göstermiştir mesela ‘‘dil’’ millet olmanın net bir sembolü olarak kabul edilip Alman milliyetçiliğinin temelini de oluşturmuştur; ancak aynı dili kullanan İngiltere, ABD, Avustralya vatandaşlarının aralarında millete yakın olan bir bağ bile bulunmamaktadır. Başka bir bağ ‘‘din’’ ise özellikle orta doğuda kendisini gösterir, vatandaşlık bağını sağlayan temel unsur İslam inancı olmuştur. Bir diğer unsur olan ‘‘ortak tarih’’ ise özellikle Şükran Günü, Bastille günü, Mütareke günü gibi özel günlerle İngiltere, Fransa ve ABD vatandaşlığının ana unsuru olmuştur. 

Çok kültürcü anlayışının kullandığı basitçe ‘‘yurttaş’’ kavramından faşizmin temel angajmanı olan ‘‘etnik’’ anlayışa kadar millet kavramı genişletilebilmesi millet olma durumunu sağlayan kültürel birliğin tespitini ne kadar zor olduğunu göstermektedir.

Organik toplum; Milleti tanımlamakta farklılık gösteren milliyetçiler organik toplum konusunda adeta yêk vücutturlar. Milliyetçilere göre millet, tarihin sürekliliği içinde hep var olmuş birbirlerine daha yüksek bir sadakat ile bağlı daha derin bir siyasi anlam taşıyan bir kavramdır. Diğer toplumlarda olan sınıf bağları da güçlü olsa da onlarla kıyaslandığında zamana karşı dayanaklı, köklerinin çok daha eskiye dayalı psikolojik, kültürel ve biyolojik bağlara sahip ‘‘primordial’’ bir yapıdır. Sosyalistlerin milliyetçiliğe temel eleştirileri de buradan gelmektedir. Onların varsayımlarına göre millet sanayi devrimi sonrası modern çağın bir ürünüdür, kapitalizmin işlevselliğinin sağlamlaştırmak amacıyla oluşmuş, arz-talep dengesinin sürekliliğini sağlayan bir yapı olarak tanımlanmıştır.

Kendi kaderini tayin; Milliyetçiliğin siyasi örgütlenmesinin en üst noktasını oluşturan bu fikir öncelikle ‘‘milleti’’ oluşturmuş bir toplumun birleşmesi ardından yaratacağı ulus-devlet düzeni ile bağımsızlığının kesinleşmesi bunu da milletin menfaatine uygun bir şekilde kendi kendini yönetmesi ile taçlanmasıdır.

Kültürcülük; Siyasi nitelik taşıyan milliyetçilik anlayışına karşı oluşan bir düşüncedir, bu düşüncede milliyetçiliğin asıl milli kültürü koruma ve devam ettirme niteliğinde olması gereken daha mistik bir eğilime sahip olduğunu düşünmektedir. Bu düşünce yüksek kültürden ziyade halka, geçmiş ritüellere inen bir taraftan da modern karşıtı bir düşünceye benzeyen bir yapıdır.

Milliyetçilik diğer klasik ideolojilere nazaran daha basit bir mantığa sahip olmasına rağmen bu onun zor tarafını da doğurmuştur. Diğer ideolojilere göre ‘‘şizofrenik’’ bir karaktere sahip olan milliyetçilik 19. Yy da ilerici bir hareket olmuşken 20. Yy da gerici bir hareket olarak görülmüştür. Ortaya çıktığı zamana kadar hümanizm dünyayı sarsan dini otoriteyi sarsan bir yapı ve insanlığın ‘‘zirvesi’’ olarak görülmüşken insanın kendisinden daha önemli bir kavram olarak düşünmeden can vereceği ‘‘millet’’ kavramını yaratan milliyetçilik yarattığı ulus devlet anlayışıyla dünyadaki etkisini eksiltmeden sürdürmektedir. Liberallerin, muhafazakârların, faşistlerin hatta sosyalistlerin bile bir yerinden çekiştirerek milliyetçilikten faydalanmaları milliyetçiliğin etkisini çok net göstermektedir. 20. Yy başlarında varolan milliyetçilik daha yayılmacı bir anlayıştayken, post modern toplumlarda daha minimalist yaklaşımlar göstermekte ama yine de milliyetçiliği devam ettirmektedir.

Türkiye’de Milliyetçilik

Ülkemizde milliyetçilik, tartışması bitmeyen, anlatılması en güç olan ideolojidir diyerek başlamakla abartmış olmayız. Nation kelimesinin Türkçe karşılığının tam olmaması ve bir imparatorluk bakiyesi olmamız bunun ana kaynağıdır. Nation kelimesi ilk çıktığı zamanda ülkemizde o dönem Müslüman tebaayı ifade edecek şekilde kullanılmıştır nitekim o dönemde Namık Kemal’in koyduğu ‘‘vatan’’ kavramı da İslamcılık merkezlinde gerçekleşmişti. İlerleyen dönemlerde de bu kavramın yerine ırk ulus gibi terimler alırken en son millet kelimesi terminolojimize yerleşti. 

Ülkemizde milliyetçiliğin filizlenmesiyle başlayacak olursak İmparatorluğun dağılma döneminde bir kurtarıcı refleks olmasıyla kıta Avrupası’ndaki milliyetçilikten keskin bir çizgi ile ayrılan Türk milliyetçiliği Türk Ocağı çatısında kurulup Türkiye Cumhuriyetini yani Türk ulus-devletini kuran unsurdur. 

Burada değinmek istediğim bir husus kaynakların liberal, muhafazakâr diye bahsettiği birçok aydın (Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip, Kâzım Karabekir gibi) aslında Türk milliyetçisidirler. Milliyetçiliğin şizofrenik yapısı bundan sonra kendisini göstermiş, bağımsızlığın sağlanması ve kurucu ideolojinin milliyetçilik olduğu zaten belliyken bundan sonraki tartışma siyasi alanda nasıl bir milliyetçilik olacağına dair tartışmalarda görülmüştür. Kimi aydın daha liberal, kimi aydın daha muhafazakâr bir görüşü savunmuştur ama bunu onların Türk milliyetçisi olmadıklarını göstermez.

Türk milliyetçiliğinin asıl doğuşu Kazan Türkleri ile başlatılabilir. Rusya’daki Türkçü aydınların 20. Yy da tahsil için veya Rusya’da uğradıkları takibat sebebiyle İstanbul’a sığınmaları ve buradaki politik yapıya dahil olup milliyetçi düşüncenin doğuşunda önemli bir yer edinmişlerdir. Özellikle İsmail Gaspıralı’nın Tercüman mecmûatı ile Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaseti bu alanda başyapıtlardır. Türk milliyetçiliğinin diğer bir ayağını da Diyarbakırlı bir Türkmen olan Ziya Gökalp oluşturacaktır. 

Türk milliyetçiliği Cumhuriyet’i kurmasıyla birlikte Akçura’nın ve Gökalp’in önderliğinde iki farklı ekole sahip olmuştur. Akçura’nın ifade ettiği milliyetçilikte soy kimliği daha ön plandaydı, şüphesiz bu Akçura’nın Kazan Türkü olmasının, yaşadığı zamanın Türklerin ‘‘azınlık’’ statüsüne ittirildiği bir döneme denk geldiği düşünülürse bu pek de mantıksız sayılmaz. Ayrıca Akçura sahip olduğu statünün de etkisiyle ifade ettiği milliyetçilik alt sınıfların entegrasyonunu hedefler. Gökalp ise bir imparatorluk aydınıdır, onun millet anlayışında inanç çok önemli bir yerdedir, kendisinin yelpazesi daha geniştir ki Gökalp’de ki milliyetçilik ‘‘halk’’ anlayışından başlar. Aynı zamanda imparatorluk aydını olmasının bir sonucunu onun Turan anlayışında da görürüz. Tabii kendisinin bu anlayışı ‘‘emperyal’’ olmadığı gibi ‘‘beynelmilel’’ de değildir.

Gökalp’in vefatından sonra Türk Milliyetçiliği Kemalizmin elinde bir müddet silah olarak kullanılmıştır, özellikle onların ‘‘millet’’ kavramı,  modern bir kavram olması sebebiyle ‘‘milleti yaratma’’ anlayışında folklorden uzaklaşıp kendi çizdikleri usule ön plandadır. Nitekim Güneş Dil Teoremi ve Türk Tarih Tezi anlayışı bu düşüncenin ürünüdür. Aslında buradaki yanlışı Niyazi Berkes, Akçura’nın milliyetçilik anlayışını daha doğru bulduğunu ancak Türk toplumu için uygun olanın Gökalp’in anlayışı olduğu şeklinde ifade eder.

Erken Cumhuriyet dönemindeki milliyetçiliğin temel amacı aslında bir ‘‘vatandaş’’ kavramı yaratmak olmuştu. Ulus devlet kurulmuştu; ancak imparatorluk bakiyesi altındaki bir toplumun hem refah seviyesini yükseltmek hem de onları bir çatıda toplamak gerekiyordu. Bu durumu İsmet Paşa 1932’de şöyle ifade ediyor; ‘‘Türk milliyetçisi ve Türk vatandaşı olmak için bu memlekette herhangi bir fertten anormal hiçbir şey istemiyoruz. Türk olmayı sevmek ve Türk olmayı kabul etmek, Türk milletine mensup olmanın verdiği bütün haklara malik olmak için kâfidir.’’ Anayasaya göre de kanunlaşan bu düşüncenin en kısa özetini Gazi Paşa ‘‘ne mutlu Türk’üm diyene’’ vecizesi ile yapmıştır. Bu vatandaşlık anlayışı dönemin sol düşünce insanlarının bile kabul ettiği bir anlayıştır. Bu düşünce biz de şehitlik kavramının getirdiği inanç ile daha da mistik bir hâle gelmiştir ki ‘‘vatan için ölelim ne bilelim ne düşünelim’’ dizeleri ortaya çıkmıştır. 

Türk vatanı ve Türk kavramı ile oluşturulan millet kavramı ile birlikte milliyetçilik ülkemizde hâkim düşünce olarak kısa süre durabilmiştir. İlerleyen zamanlarda her hükümet farklı bir anlayışı ülkeye getirmeye çalışmış ancak kurucu düşüncenin duvarına çarparak milliyetçiliğin bir o yanından bir bu yanından tutarak kullanmaya çalışmıştır. 

Mesela Şükrü Saraçoğlu açıkça mecliste Türkçü olduğunu ifade ederken birkaç yıl sonra 1944’te Türkçülük ‘‘yargılanmıştır’’, Kıbrıs zaferi sonrası Ecevit milliyetçiliği sokak duvarlarına değil Kıbrıs’ın duvarlarına yazdığını ifade ederken 6 sene sonra ise Türk milliyetçiliği askeri davada ‘‘yargılanmıştır’’. Milliyetçiliğin karşısında liberal bir anlayışa sahip olan Demirel SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Alparslan Türkeş’e ‘‘dış Türkleri bir anlatın’’ ifadesinde bulunarak desteklemediği ‘‘esir Türklere’’ yaklaşmıştı. 1990lı yıllarda da PKK’nın etkisine karşı popülerleşen milliyetçilik 2002’den sonra ‘‘kan emici’’ bir düşünce olarak gösterilmiş ancak 15 Temmuz’dan sonraysa sığınacak bir dal olmuştur.

Bu süreçte yaratılmak istenen bir kavram da ‘‘Beyaz Türk’’ olmuştur. 2000’li yıllarda ortaya çıkan bu kavram milliyetçiliğin temel angajmanlarından uzak bir düşünceydi. Beyaz Türk tanımı yapılırken şehirde yaşayan, iyi yaşayan, iyi tüketen gibi ifadeler kullanılır. Anayasanın yapmış olduğu ‘‘Türk milleti’’ tanımını çiğneyen bu ifadeler esasen AKP’nin etkilediği taşra kesiminde yaşayan insanları dışlama maksatlı bir oluşumdur. Bu düşünce milliyetçiliğin ‘‘organik toplum’’ anlayışını tamamen ortadan kaldırıp 1930larda Kemalist aydınlarının kendi çizdiği insan modelinin Türk olduğu düşüncesine benzemektedir.

Değineceğim son noktaysa milliyetçiliğin bir fikir hareketi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu milliyetçiliğin güncel olmasının da bir sebebi, milliyetçilik sürekliliği olan yeni kavramlar yeni yol haritaları üreten bir fikirdir, bir duygu değil. Bu kavramda ‘‘millet’’ anlayışına sahip veya Türklüğe değer veren herkesi milliyetçi fikre sahip demek yanlış, milliyetçiliğin hedeflediği şey de bu değil. Milliyetçilik bir insan yaratır. Nitekim ABD de muhafazakâr partilerde liberal partilerde ABD milletinin menfaatini savunur bu onların ABD milliyetçisi olduğunu göstermez.

Ülkemizde milliyetçilik erken Cumhuriyet dönemi, 1990-2000 arası ve 2016 sonrası süreç dışında ülkemizde MHP, Türk Ocakları, Ülkü Ocakları gibi kurumlar haricinde kabul görmeyen, âdeta düşman ilan edilen bir fikirdir. Hatta erken Cumhuriyet döneminde milliyetçilik bir ‘‘insan’’ yaratma hedefindeyken siyasi tarihimizin diğer bütün dönemlerinde ancak bir kriz anında milliyetçiliğin vatandaşları ‘‘yekvücut’’ etme özelliği amacıyla kullanılmıştır. Tarihimizin ezelden beri dinamik olduğunu düşünecek olursak milliyetçilik ne olursa olsun ülkemizde sanıyorum ki asla terk edilmeyecek bir düşüncedir.

Yazar
Eyüp Ersegun KAHRAMAN

Eyüp Ersegün Kahraman, 1996 yılı Osmaniye doğumludur. Lise, ortaokul ve ilkokul öğrenimini Osmaniye'de tamamladı. Öğrenimine Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde devam etmektedir. İlgi alanları  bilim, basketbol, tarih, edebiyat v... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen