Dünya denen çukur kaç kere doldu boşaldı.
Dini kaynaklar Nuh tufanından hareketle bu çukurun suyla dolmasından bahsederler. Hadisenin en çarpıcı yönlerinden biri tufan sonrasında koskoca dünyanın özü itibariyle bir gemiye sığmasıdır.
İnsan bu hengâmede şunu fark eder: Ne suya biteviye dayanacak gücü vardır ne de suyun kendi yatağına ne zaman döneceğini hissedecek öngörüsü. Anlatılara göre bir kuş ağzında zeytin dalıyla gelene kadar sürer bu ürkütücü karanlık. Suyun yavaş yavaş çekilmesiyle umutlar yeniden yeşermeye, toprağın kavrulmuş yüzü göğün mavi hayalleriyle tekrar göz göze gelmeye başlar.
Oysa kaç kere doldu boşaldı dünya, kaç kere mürekkebi kurudu kalemlerin. Şeyh Galip’in ateşten denizlerle anlatmaya çalıştığı da bu dünyaydı. Ateşle dolmuştu bu sefer dünya denen çukur. Ateşten elbiseler biçilmişti bütün varlıklara. Bu yangında mumdan gemiler düşmüştü nasibine âşıkların. Mumdan gemilerin ateş denizinde sefere çıkmalarının sırrı da aşkta gizliydi. Mevlana’nın, bugünün kıyılarını okşamaya devam eden sevgi ve hoşgörü dalgalarının kaynağında da bu ateş vardı; Yunus’un, içine sonsuzluğun gizemini sığdırdığı özleyişinde de. Zira insan topraktan, aşk-âşık muhabbetten yaratılmıştı. Muhabbete hükmü geçmez ateşin.
…
Nemrutlar yakışır dünya denen çukura, İbrahimlerin nasibi ateşe atılmaktır.
Herkesin ateş gördüğü yerde gül bahçesi görmektir İbrahim olmak. İsyanın fitili tutuşturulduğunda dosttan gelen her cefaya bin canla boyun eğmektir İbrahim olmak. Kırmızıda maviyi, kuru odunda mâhiyi, bitmemiş dalda bülbülü hissetmektir İbrahim olmak. Hâsılı, gönlü şüphe çölünden geçirmeden yanmaya “eyvallah” demektir İbrahim olmak.
…
Boş kalmadı dünya denen çukur. Bazen su doldurdu bu sessiz vadiyi bazen ateş. Bazen kapkaranlık isyanlar doldurdu, az zaman umut. Ama hiçbir şey göründüğü gibi olmadı, olduğu gibi görünmedi burada. Kabuktan öze geçenler bilirler ki arındırır zannedilen su kirletir bazen, yakar denen ateş arındırır.
…
Gün geldi modern bir zamana erişti bu çukur ve bu çukurda yaşayanlar.
Kendisini çukurun tek sahibi zanneden bencil varlık, nefretiyle, kiniyle, kıskançlığıyla doldurdu her metrekaresini buranın. Aç gözünden, zalim hırsından, şımarık ve azgın aklından doğan dev canavarlar bütün varlıklarını/birikimlerini yutmaya başladı bu çukurun. Özleyiş neşideleri feryatlara bıraktı yerini, muhabbet nağmeleri nefretlere. Ne akan suyun akışına saygı duydu bu azgın varlık ne dinlenen denizin mavi huzuruna ne rüzgârın âşıklara can veren esintisine.
Ne karıncanın telaşından ders çıkardı ne göç eden kuşların kaderinden.
Ne geçmişin ve bugünün tufanlarını sorguladı ne Nuh’un kurtuluşu muştulayan gemisini anladı. Ne mumdan gemileri ateş denizinde maharetle yüzdüren Dede’sine hürmet etti ne atası İbrahim’in dost bahçesine.
…
Öyle katılaştı ki yüreği sevgi hırkası onun yüreğine dokunamaz artık. Şiirin kadife sesi kulağının çeperini aşamaz. Merhamet semtinden geçemez.
Kerberos’un yasını tutmak bize yakışmaz ama korkarım dünya denen çukurda şeytanla yaptığı yarışı da kazanacak bu nankör varlık. Toprak ateşi geçecek, toprak ateşi yakacak.
İnsanın gayyası oldu dünya denen çukur.