Fatih AKMAN
Geçtiğimiz günlerde Amasra’ya gittim. Ailemle beraber güneşli bir günde meşhur Çekiciler Çarşısı’nda gezerken, çarşının tam ortasına denk gelen sokakta bulunan bir kahvehanenin önünde çocuklar toplanmışlar, gülüp eğleniyorlardı. Kahvehanenin camından içeri bakıp, orada oturan Down Sendromlu bir bireye “canavar amca” diye bağırıp duruyorlardı. Çocuklar gülüyordu, neşeliydiler, Down Sendromlu birey de onlara mukabele ediyordu her şeyden habersiz bir şekilde… (Neyse ki mahalleli çocukları oradan uzaklaştırdı.)
Bu manzara engellilerin yahut yetersizliği bulunan bireylerin yaşadığı ya da maruz kaldığı hadiselerin belki de en masumu. En masumu ama en tehlikelisi de… Henüz çok ufak yaşta farklılıklarla alay etmeye odaklanmış, bunu eğlence amacı olarak gören bu masum çocuklar, yarının büyükleri, yarının öğretmenleri, yarının velileri, yarının devlet yöneticileri…
Sadece gelecekte olabilecek ya da geleceğin büyüklerinin sorunu değil bu manzara. Bugünün büyüklerinin de bu küçük ve belki de bu eylemleri masum bir eğlence olarak gerçekleştiren çocuklardan farkı yok.
Üniversite okumuş, belki de okulda özel eğitim dersi almış bir sınıf öğretmeninin kaynaştırma öğrencisini sınıfında istememesi, o öğrenciye yönelik en basitinden Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı yapmayı yük olarak görmesi çok ciddi bir sorun.
Başarı oranı yüksek bir okulda, çocuğuyla aynı sınıfta bulunan kaynaştırma öğrencisinin kendi çocuğunun başarısını etkilediğini her ortamda dile getiren, sürekli olarak kaynaştırma öğrencisinin o sınıftan uzaklaştırılması için mücadele eden veli de çok ciddi bir sorun.
Hala üst geçitlerde engelliler için oluşturulmuş engelli asansörlerinin önünde sıraya giren insanlar çok ciddi bir sorun.
Metroda, otobüste, bekleme alanlarında, park yerlerinde engellilere ayrılmış alanları işgal eden insanlar da çok ciddi bir sorun.
Demek ki özel eğitim ile ilgili, engellilerle yahut yetersizliği bulunan bireylerle ilgili çok mühim bir farkındalık sorunu var. Bunun için de yapılması gereken işler var. Topyekün, birçok bakanlığın, sivil toplum kuruluşunun ortaklaşa atması gereken adımlar var. Merhamet yahut acıma duygusundan, bir günlük engelliler günü etkinliklerinden, bir dakikalık haber bülteni gösterimlerinden daha fazla işe, daha fazla faaliyete ihtiyaç var. Toplumu bu hususta dönüştürmek, toplumda bu hususta sıhhatli bir zihniyet inkılabı oluşturmak zorundayız.
Engelli bireyleri kamu kurumlarında çalışan personel olarak, gittiğimiz bir lokantada, kafede çalışan garson olarak, fabrikada çalışan bir işçi olarak, resepsiyonda çalışan bir görevli olarak daha çok görmek, daha çok onlarla karşılaşmak ve bir noktada bunun tabii bir durum olduğunu içselleştirmek zorundayız.
Bunun için de öncelikle engelli bireylerin yararlandığı özel eğitimdeki uygulamalı, işlevsel ders sayılarını artırarak işe koyulmalıyız. Staj seçeneklerini, staj saatlerini artırmalı, hayatın içinde, reel hayatta ihtiyaç duyulan ürünlerin üretimi ile ilgili yeni eğitim programları ortaya koymak zorundayız. Bütün okullarda sürekli olarak öğrenci, veli, öğretmen paydaşlarının bir arada olduğu eğitimler, farkındalık çalışmaları, ziyaretler gerçekleştirmeliyiz. Medyaya bu hususta devlet eliyle zorunlu programlar, tanıtımlar, kısa filmler, kamu spotu yaptırmalıyız.
Hem engelli bireyleri hem de bu bireylerin ailelerini sokağa çıkmaktan, toplu taşıma kullanmaktan, bir lokantaya gidip yemek yemekten dahi çekindikleri bir ortamdan kurtarmak zorundayız.
Son olarak mensubu olduğumuz Türk Ocakları gibi önemli sivil toplum kuruluşlarına da bu hususta çok büyük görevler düştüğünü ifade etmek gerekir. Ocaklarda yapılan entelektüel faaliyetlerin arasında hem bilimsel bir konu olarak özel eğitimin, hem de toplumsal bir mesele olarak engelli bireylere yaklaşım ve farkındalık ile ilgili ciddi çalışmalar yapmak zorundayız. Bütün farklılıklarıyla “Biz hep birlikte Türk milletiyiz.” sloganının içini daha iyi doldurmalıyız.