World Inequality Report-2018 F.Alvaredo, L Chancel, Thomas Piketty, E. Saez, G. Zucman hazırladı. www.wid.world’ den güncel verilere ulaşmak mümkün. Araştıran herkes doğru bilgi kaynaklarına ulaşabilir, böyle egünceler yazabilir. GREENWASHING %1 anlatan devletler üstü finans mekanizması; ne yaparsa yapsın her ülkede, her şehirde, her köyde bir Greta Thunberg çıkabiliyor.
Egüncer olarak WID, dünya eşitsizlik raporundan bazı alıntılar ile giriş yapacağım, egünceme.
“Dünyanın en zengin %1 nin gelir payı bugün yaklaşık %20 dir. ABD modelinde eşitsizliğin hızla büyüdüğü senaryoya göre, dünya nüfusunun yoksul yarısı 2050 yılında kişi başına 4500 avro, buna karşı AB modelinde eşitsizliğin yavaş büyüdüğü senaryoya göre ise 9100 avro olacağı kabul edilmiştir. Artan oranlı gelir vergisi, dağılımın tepesindeki, yükselen gelir ve servet eşitsizliğiyle mücadelede kullanılabileceğini kanıtlamış araçtır.
Şu anda vergi cennetlerinde tutulan servet dünya GSYH sinin %10 undan fazladır. Vergi cennetlerinin yükselişi, küreselleşmiş dünyadaki serveti ve sermaye gelirlerini doğru düzgün ölçmeyi ve vergilendirmeyi zorlaştırmaktadır. Merkezi Kayıt Kuruluşları denen finans kuruluşları zaten finans varlıkların sahiplerine ait bilgi toplamaktadır. Bu veriler küresel finans sicili oluşturulması için seferber edilebilir.”
Bugün devletler üstü finansman mekanizması gezegeni yok etmekte ve “%1 “ grubuna giren insanlar vergi cennetlerinde tuttukları servetlerini korumak ve devletin zenginlerden aldığı vergi oranlarını düşük tutmak için finasmanını sağladığı lobiler ile greenwashing anlatıyor, COP26,27 lerde.
Greta Thungberg COP26 greenwashing festivalinizde ben yokum diyor.
%99 (we are the 99%) yeşil masal yazan, milyonlarca Greta Thunberg , iklim davaları açıyor, doğayı savunuyor.
Yüzde doksandokuzun bildiği bir gerçek var.
EU GREEN DEAL iklim değişimi 2 derece tutabilmek için tek yoldur. Başka yol yok.
#StopFakeGreen
Deal. The green new deal.
Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Türkiye’yi de yakından ilgilendiren yeni bir uluslararası ticaret sistemi kurgulanmakta, yeşil ve dijital dönüşüme öncülük eden AB’nin politikaları ve getirdiği standartlar küresel ticareti dönüştürmektedir. Gümrük Birliği kapsamında AB ile mevcut ticari entegrasyonunun yanı sıra dâhil olduğu değer zincirleri dikkate alındığında, Türkiye’nin uyuma yönelik atacağı adımlar, ürünlerin çevresel anlamda karşılaması gereken standartların ve kriterlerin yerine getirilebilmesini ve AB başta olmak üzere uluslararası piyasalarda rekabet gücünü sürdürmesini sağlarken, aynı zamanda
Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele çabalarına, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusundaki gündemine ve yeşil dönüşüm hedefine önemli katkı sunacaktır.
Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında AB’de gerçekleştirilen tüm gelişmelerin yakından ve zamanlıca takip edilmesinin yeşil dönüşüme yönelik ve AB’ye ‘Aday Ülke’ statüsü kapsamında uyuma yönelik çalışmalar açısından, ayrıca AB ile Türkiye arasında tesis edilen ‘Gümrük Birliği’ kapsamında ticarette rekabetin sürdürülebilmesi açısından önemlidir.
Yeşil dönüşüme yönelik politikalara ağırlık veren AB, uzun zamandır kaynak ve enerji kullanımını, üretimin ve tüketimin çevre ve iklim üzerindeki etkilerini gezegensel sınırlar içinde tutmak istemekte, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve döngüsel ekonomiye geçiş doğrultusunda çevresel faydaları da içeren ekonomik fırsatların önünü açmayı ve yeşil pazarların büyümesini hedeflemektedir.
1999 yılında Oxford İngilizce Sözlüğüne eklenen ‘yeşil MASAL= GREENWASHING’ terimi, ‘çevreye karşı sorumlu bir kamu imajı sunmak için bir kuruluş tarafından yapılan dezenformasyon; bir kuruluş için veya kuruluş tarafından ilan edilmiş ancak asılsız veya kasıtlı bir şekilde yanıltıcı olarak algılanan çevresel sorumluluk imajı’ olarak tanımlanmaktadır.
Greenwashing anlatan işletmelerin çevre üzerindeki etkilerinin ve çevresel ayak izlerinin standart bir metodoloji kullanılarak değerlendirilmesi ve yanıltıcı yeşil iddiaların önüne geçilmesi, Avrupa Birliği’nin yeşil dönüşüme öncülük etme ve Avrupa’nın 2050 yılında ilk iklim nötr kıta olma hedefini ortaya koyan Avrupa Yeşil Mutabakatı ve 2020 yılında açıkladığı Yeni Döngüsel Ekonomi Eylem Planı kapsamında üzerinde durulan temel konulardan olmuştur. Ürünlerin ve işletmelerin çevresel performansına ilişkin kapsamları birbirlerinden çok farklı etiketlerin ve raporlama girişimlerinin bulunması, verilerin kıyaslanabilir olmaması, ayrıca sunulan bilgilerin güvenilirliğine ilişkin kaygılar bu alanda bir düzenleme ihtiyacı doğurmuştur. Bu doğrultuda açıklanan ‘Ürün ve Kurumsal
Çevresel Ayak İzi Metodojilerini Kullanarak Çevresel İddiaların Doğrulanması Girişimi’ , yalnızca aldatıcı yeşil iddialarla mücadeleyi kapsamamakta, aynı zamanda benzer metodolojiler dâhilinde işletmelerin ve ürünlerin çevresel performansına ilişkin iddialarının AB genelinde güvenilir, karşılaştırılabilir ve doğrulanabilir olması, aldatıcı uygulamaların önüne geçilmesi ve böylelikle güvenilir çevresel bilgilerin, tüketicileri, işletmeleri ve yatırımcıları kapsayan piyasa aktörlerinin daha yeşil kararlar almasına olanak tanınarak yeşil dönüşümün desteklenmesini hedeflemektedir.
Yeşil İddiaların Doğrulanması Girişimi, Yeni Döngüsel Ekonomi Eylem Planı kapsamındaki yeşil dönüşüme tüketicilerin aktif katılımı için AB tüketici mevzuatının revizyonunu içeren ‘Yeşil Dönüşüm için Tüketicilerin Güçlendirilmesi’ girişimi ve ürünleri daha iklim nötr, kaynak verimli ve döngüsel ekonomiye uygun hale getirmeye odaklı ‘Sürdürülebilir Ürün Politikası’ girişimi başta olmak üzere diğer girişimlerle yakın koordinasyon içinde geliştirilmektedir.
30 Mart 2022 tarihinde Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nın uygulanması için Komisyon tarafından kabul edilen yeni pakette, yeşil dönüşüm için tüketicilerin güçlendirilmesi başlığında yeni tüketici haklarının getirilmesi ve yeşil masalların yasaklanması için AB tüketici mevzuatında değişiklik getiren bir düzenleme önerisi sunuldu. Buna ilave olarak Komisyon, yeşil iddiaların doğrulanması için ürün ve kurumsal çevresel ayak izi metodolojilerine dayalı daha spesifik kurallar üzerinde çalışmaya devam etmektedir.
Grenwashing işletmelere bazı kazanımlar getirse de kamu sağlığına ve kamu güvenliğine ciddi zararlar vermektedir
Çevreyle ilgili aldatıcı uygulamalarla mücadelede ulusal düzeyde parlamentoların, hükümetlerin, kamu kurumları ile denetim ve gözetim otoritelerinin önemli bir rolü bulunmaktadır. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın hedefleri ve iklim değişikliği ile mücadele doğrultusunda AB’nin yüksek denetim kurumu olan Avrupa Sayıştayı’nın (ECA) önümüzdeki dönemde daha fazla inisiyatif üstlenerek, karbonsuz bir Avrupa idealine ulaşılmasına katkı vermesi beklenmektedir. Uygulamalar hayata geçirildiğinde, ECA’nın denetimleri aracılığıyla, en iyi uygulamaları teşvik ederek ve yayarak, kurumsal öğrenmeyi kolaylaştırarak, yerel, ulusal ve AB düzeyinde hem resmi hem de sivil hesap verebilirlik aktörlerini bilgilendirmek suretiyle daha geniş bir hesap verilebilirliği tetikleyerek bu alanda da destekleyici bir rolünün olacağı, üye ülke Sayıştaylarına da önemli görevler düşeceği değerlendirilmektedir.
Ayrıca, yakın bir gelecekte bu alanda önemli fırsatlar sunan dijital dönüşüm ile denetime tabi kurumların iş yapma yöntemleri, üretimden iletişime kadar tüm süreçleri daha rahat denetlenebilecek, denetimlerin daha hızlı, verimli ve etkin yürütülmeleri sağlanabilecektir.
Diğer bağlantılı bir girişim olan ‘Sürdürülebilir Ürün Politikası Girişimi’ kapsamında getirilmesi öngörülen dijital ürün pasaportları ile de tüm değer zincirleri boyunca ürünlerin çevresel etkilerine ilişkin bilgilere erişim ve denetimler kolaylaşacaktır.
İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) 12 Kasım’da sona ererken, geride tartışmalı birçok konu bıraktı. Bunlardan biri de fosil yakıt lobilerinin COP26’ya 503 delege göndererek, konferanstaki en büyük temsiliyeti elde etmesi oldu.
Glasgow sokaklarını dolduran binlerce iklim aktivistine önderlik eden Greta Thunberg, iklim krizinden en çok etkilenen güney ülkelerinin yeterince temsilci bulamadığı konferansa fosil yakıt lobilerinin damga vurmasını sert eleştirdi ve COP26’yı “greenwashing festivali” diye niteledi.
Böylece iklim krizinin en tartışmalı konularından “greenwashing” anlatan, devletler üstü finansman mekanizması kısaca % 1 servetleri, Dünya eşitsizlik raporlarında gün ışığına çıktı. Greenwashing; dünya eşitsizlik raporu incelenmeden anlaşılamaz.
1988’den beri insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğiyle ilgili veriler yayımlayan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonların küresel ısınmanın baskın nedeni olduğunu söylüyor. Örneğin 2018 tarihli bir rapor, küresel karbon emisyonlarının yüzde 89’unun fosil yakıt endüstrisinden ve ürünlerinden kaynaklandığını göstermişti. Bu nedenle fosil yakıt sektörü iklim kriziyle mücadelenin odak noktası konumunda.
Endüstriye yönelik en büyük eleştiriler arasında firmaların iklim zirvelerindeki abartılı vaatlerine ters düşen faaliyetleri yer alıyor. Bu eleştiriyle karşı karşıya kalan dünyanın dört bir yanından çok sayıda fosil yakıt firması var. Ancak bunlardan birkaçı özellikle ürün pazarlamasında başvurdukları aldatıcı tekniklerle göze çarpıyor.
“Mucize” yakıt mavi hidrojen, o kadar da mucizevi değil. Endüstrinin son dönemde iklim çözümü diye lanse ederek yatırım yaptığı ürünler arasında mavi hidrojen göze çarpıyor. Öte yandan ABD’li bilim insanları, mavi hidrojenin evlerde ve ağır sanayide doğalgaz kullanımına kıyasla yüzde 20 daha fazla emisyona sebep olabileceğini belirtiyor.
Uzmanlar, yan ürün olarak sadece oksijenin ortaya çıktığı, yenilenebilir enerjiyle üretilen yeşil hidrojene odaklanılmasını öneriyor. Ancak yeşil hidrojen üretiminin daha maliyetli olması nedeniyle petrol şirketlerinin büyük kısmı buna yatırım yapmaktan kaçınıyor.
The Guardian’a göre mavi hidrojene yatırım yapan firmaların başında Norveç devletine ait petrol şirketi Equinor ve Birleşik Krallık’ın en büyük hidrojen tesisini kurmayı planlayan enerji devi BP geliyor. Öte yandan BP, 29 Kasım’da yaptığı açıklamada BK’de mavi hidrojen tesisinin yanı sıra büyük ölçekli bir yeşil hidrojen projesi de planladığını açıkladı.
Güney Koreli petrol firması Hyundai Oilbank de 2025’e kadar yıllık 100 bin ton üretim kapasitesine sahip bir mavi hidrojen ekosistemi kuracağını duyurmuştu.
Karbon ayak izi propagandası: “BP, iklim krizini bireysel önlemlere indirgedi.”
Dünyanın en büyük enerji firmalarından BP, karbon ayakizi hesaplama kampanyası nedeniyle eleştiriliyor. 2004’te imajını geliştirme amacıyla halkla ilişkiler firması Ogilvy & Mather’le anlaşan enerji firması, “karbon ayakizi hesaplayıcısını” dünyaya tanıtmıştı. Kampanya bireyleri kendi faaliyetlerinden kaynaklanan karbon emisyonlarını hesaplamaya yöneltmişti.
Karbon ayak izi her bireyin enerji tüketimi veya satın aldığı her türlü ürün neticesinde atmosfere yayılmasına neden olduğu karbon miktarını temsil ediyor. Çevreciler arasında son derece popüler olan bu ölçü, genellikle bireylerin yaşam tarzlarını çevreyi kirletmeyecek şekilde değiştirmesi gerekliliğini ifade ediyor.
Buna eleştirel yaklaşan kesimler ise petrol ve gaz üreticilerinin söz konusu propaganda aracılığıyla sorumluluğu tüketicilere yıkmaya ve bireysel önlemlere indirgemeye çalıştığını savunuyor.
Zira 2017’de yayımlanan büyük ölçekli bir araştırma, BP’nin de aralarında bulunduğu 100 büyük şirketin 1980’lerden bu yana küresel emisyonların yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu olduğunu ortaya koymuştu.
Ayrıca Greenpeace, BP’nin yatırımlarının neredeyse hepsini petrol ve gaza yaptığını vurguluyor:
BP, harcamalarının yüzde 96’sını petrol ve gaza yönlendirirken tüketicileri yenilenebilir bir şirket olduğunu düşünmeleri için yanıltıyor.
Birleşik Krallık-Hollanda merkezli petrol firması Shell de GREENWASHING akla gelen ilk örneklerden. Örneğin firmanın Eylül 2021’de başlattığı bir reklam kampanyası, sansasyonel bir protestoya sahne olarak dünya gündemine oturmuştu. AB ülkelerinden 80 iklim aktivisti, Shell’in Hollanda’nın Rotterdam kentindeki ana limanında şirketin GREENWASHING faaliyetlerini protesto etmişti.
Greenpeace aktivistleri Shell’in bölgedeki petrol rafinerisinin girişindeki protestoya ellerinde “Kömür + Gaz = İklim Kaosu” yazılı pankartla gitmişti (Greenpeace).
Söz konusu kampanyada Shell, benzin ve mazot satın alanlara karbon dengelemesini finanse edecek ekstra bir ücret ödeme seçeneği sunmuştu.
Firmanın kendisi ise 2021 boyunca petrol ve doğalgaza 14 milyar euronun üzerinde yatırım yapmış yenilenebilir enerjiye ise sadece 2 milyar euro ayırmıştı. Birkaç yıl içinde doğalgaz işini de en az yüzde 20 büyütmeyi planlayan firmanın karbon dengelemesi için müşterilerden ekstra ücret beklemesi bu nedenle tepki çekmişti.
Hollanda merkezli gözetim kurumu Reklam Yasaları Komitesi, Shell’in bu kampanyasını GREENWASHING diye nitelemişti.
Çevre örgütü Greenpeace’in bu yıl yayımlanan “Sözler Eylemlere Karşı” başlıklı raporunda Avrupalı 6 fosil yakıt firmasının GREENWASHING faaliyetlerine mercek tutuldu.
Örgüt, Shell’in yanında Fransa merkezli Total Energies, İsveç merkezli Preem, İtalya merkezli Eni, Finlandiya merkezli Fortum ve İspanya merkezli Repsol’ün reklamlarını inceledi.
Raporda söz konusu firmaların reklamlarının yüzde 50’sinin iklim teması üzerine kurulduğu belirtildi. İncelenen firmalar arasındaki “en kötü yeşil yıkamacılar” Shell, Fortum ve Preem oldu. Söz konusu firmalar reklamlarının yüzde 81’ini yeşil GREENWASHING ayırmıştı.
İklim krizi söz konusu olduğunda moda endüstrisi genellikle “çöp” üretimiyle anılıyor. Kar amacı gütmeyen çevreci moda derneği ReMake’e göre, dünya genelinde tüketicilerin kullanmaktan vazgeçtiği tekstil ürünlerinin yüzde 80’i yakılıyor veya çöpe atılıyor. Sadece yüzde 20’si yeniden kullanılıyor veya geri dönüştürülüyor.
Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’nin verilerine göre, dünya genelinde yılda yaklaşık 80 milyar yeni giysi “tüketiliyor”. Üstelik tüketim 20 yıl öncekine göre yüzde 400 arttı.
ABD, Avrupa ve Asya’daki ikinci el ya da satılmamış kıyafetler için bir merkez haline gelen Şili’deki Atamaca Çölü’nde kıyafet atıklarından tepeler oluştu (AFP),
Çevreciler, bu kullan-at kültürünü, podyum trendlerini az maliyetle seri üretmeye dayalı “hızlı moda (fast fashion)” anlayışına dayandırıyor. İsveç merkezli moda markası H&M, bu akımın en önemli temsilcilerinden biri kabul ediliyor.
H&M son yıllarda giderek popülerlik kazanan “yeşil moda” trendinin de önde gelen örneklerinden. Marka 2019’da, “Bilinçli (Conscious)” adlı yeşil giyim serisini piyasaya sürmüştü. 2020’de ise İsveçli geri dönüşüm firması Re:newcell’le işbirliği yaptığını duyurmuştu.
Bu işbirliği kapsamında H&M’in sattığı ürünlerin yarısının, geri dönüştürülmüş pamuklu kumaştan elde edilen ve Re:newcell tarafından üretilen Circulose adlı malzemeden; diğer yarısının da ahşaptan elde edilen viskoz karışımı Circulose/Viskon’dan oluşacağı açıklanmıştı. Bu kampanyalar H&M’in dünyanın önde gelen sürdürülebilir moda markalarından biri olarak görülmesini sağlamıştı.
Haziran 2021’de yayımlanan bir yeşil yıkama raporu ise buzdağının görünmeyen kısmına işaret etmişti. Kar amacı gütmeyen Changing Markets Foundation’ın Avrupa merkezli moda markaların çevreci reklamlarını değerlendirdiği raporda H&M, yanlış iddiaların sayısı bakımından en ön sırada yer almıştı.
Raporda şirketin iddialarının yüzde 96’sının Birleşik Krallık’ın düzenleme kurumu Rekabet ve Piyasa Otoritesi’nin (CMA) yeşil yıkama yönergelerini çiğnediği ortaya çıkmıştı. H&M’i yüzde 89’la ASOS ve yüzde 88’le M&S izlemişti.
Raporun en şaşırtıcı verisi ise H&M’in Bilinçli Koleksiyon’unda kullanılan sentetik elyaf oranının, ana koleksiyondan daha yüksek olmasıydı. Ana koleksiyon yüzde 61, “çevreci” koleksiyon ise yüzde 72 oranında sentetik elyaf içeriyordu.
Uzmanlara göre petrol ürünleri gibi çeşitli kimyasalların sentezlenmesiyle üretilen kumaş çeşitlerinin de aralarında yer aldığı sentetik elyaflar, doğaya ve sağlığa en zararlı tekstil malzemelerinden biri.
Changing Markets Foundation’ın kampanya danışmanı George Harding-Rolls, söz konusu verilerle ilgili değerlendirmesinde, “Bunlar insanların güvendiği markalar” ifadelerini kullanmıştı:
Ancak moda endüstrisinde çok sayıda çevreci marka tanıtımına bakarsanız, bunların sadece dış görünüşü yansıttığını görürsünüz. Bunlar size herhangi bir bilgi vermez.
Amazon’daki ormansızlaşmada Zara’nın da payı olabilir
İspanya merkezli giyim markası Zara da iddialı sürdürülebilirlik hedefleriyle öne çıkıyor. Marka, özellikle “Join Life (Katıl Hayata)” başlıklı koleksiyonuyla çevre dostu bir imaj çiziyor.
Koleksiyonun açıklamasında ürünlerin kullanım ömrünü uzatan ve ömrü dolduğunda ham madde olarak yeniden üretim zincirine dâhil olmalarını sağlayan döngüsel bir ekonomi modeli üzerinde çalışıldığı ifade ediliyor.
Marka yetkilileri ayrıca iki yıl önce yaptıkları bir açıklamada kıyafetlerinin 2023’e kadar tamamen sürdürülebilir kumaştan üretileceğini duyurmuştu.
Öte yandan 30 Kasım’da yayımlanan bir rapor Zara, H&M, Adidas, Nike’ın da aralarında yer aldığı bir dizi büyük giyim markasının Amazon’daki ormansızlaşmada rolü olabileceğini öne sürdü. Rapora göre bu rol, Amazon ormanlarındaki tahribatın nedenlerinden biri olan büyük baş hayvan derisi ticaretiyle ilgili.
Çevre örgütü Stand.earth’ün yürüttüğü araştırma, söz konusu markaların Brezilya’nın en büyük deri ihracatçısı JBS’le iş yaptıklarını ortaya koydu.
Kar amacı gütmeyen çevreci kuruluş Slow Factory’nin raporla ilgili açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
Deri ayakkabı, deri kemer veya deri bir çanta taşıyorsanız, büyük olasılıkla Amazon yağmur ormanlarının yok edilmesine katkıda bulunan dana derisinden yapılmıştır.
Teknoloji milyarderlerinin yeşil yıkama karnesi
İklim krizi, başta Elon Musk ve Jeff Bezos olmak üzere birçok teknoloji patronunun gündeminde üst sıraları işgal ediyor. Ancak çevreciler teknoloji girişimcilerinin iklim hassasiyetlerini PR amaçlı kullandığına inanıyor.
Teknoloji firması Amazon’la uzay firması Blue Origin’in kurucusu Jeff Bezos, 17 Şubat’ta, iklim krizini çözmek için çalışan bilim insanlarına, aktivistlere ve sivil toplum kuruluşlarına kendi servetinden 10 milyar dolar aktarma sözü vererek büyük bir PR hamlesi yaptı. Bunu COP26’da ağaç dikimi için 2 milyar dolar daha ayırma sözü izledi.
Öte yandan Amazon’un karbon emisyonlarını açıklamada isteksiz davranması nedeniyle Bezos’un taahhütlerine yönelik güvensizlik hâkim. Eleştirmenler bu tür bağış kampanyalarını yeşil yıkama faaliyeti olarak görüyor.
Nisan 2019’da 8 bin 702 Amazon çalışanı, firmanın yönetim kuruluna imzalı bir mektup göndermişti. Şirketin fosil yakıtlara yaptığı yatırımların sorgulandığı mektupta karbon emisyonlarının açıklanması talep edilmişti. Baskıların sonucunda Amazon, çevre üzerindeki etkisini ayrıntılı açıklayan bir rapor yayımlamıştı. Raporda firmanın 2018’de atmosfere 44,4 milyon ton karbondioksit eşdeğeri yaydığı anlaşılmıştı. Bu miktar, kabaca Norveç’in yıllık emisyonlarına eşitti.
Amazon’un çevre raporu, iddialı taahhütleri de beraberinde getirmişti. Firma 2030’a kadar yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanma sözü vermişti. Ancak 20 Eylül’de yayımlanan bir başka rapor; Amazon, Apple, Alphabet, Facebook ve Microsoft’un Temmuz 2020 ile Haziran 2021 arasındaki milyonlarca dolarlık lobi faaliyetlerinin yalnızca yüzde 6’sının iklim politikalarıyla ilgili olduğunu ortaya koymuştu.
Dünyanın en zengin kişisi Elon Musk, elektrikli otomobil firması Tesla’yı sürdürülebilir bir gelecek için en önemli çözümlerden biri olarak lanse ediyor. Teknoloji milyarderi verdiği röportajlarda sıklıkla Tesla’nın sürdürülebilir enerji hamlelerinde yol aldığını vurguluyor.
Stratejistlere göre Tesla’nın yalnızca elektrikli araçlar üreterek ve onları çok iyi pazarlayarak otomobil endüstrisini altüst ettiğini inkâr etmek mümkün değil. Zira Model 3 2017’de piyasaya sürüldüğünde Tesla; General Motors ve Ford’un başarısız olduğu elektrikli otomobil sektörünü kalkındırmayı başardı. Ancak çevre karnesi konusunda büyük şüpheler de var.
Çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (ESG) diye bilinen sürdürülebilirlik kriterlerini baz alan varlık yönetim şirketi Arabesque, karbon emisyonlarını bildirmeyenler arasında öne çıkan şirketler sorulduğunda “Tesla” cevabını veriyor.
Üstelik şirket Tesla’nın şeffaflıkta Ford ve General Motors’un çok gerisinde kaldığını vurguluyor. Buna göre Tesla, karbon emisyonlarını yalnızca grafiklerle gösteriyor ve tam sayıları açıklamaktan kaçınıyor. Ayrıca, doğrudan ve dolaylı emisyonları veya bu grafiklerin kapsadığı operasyonların yüzdeleri gibi ayrıntıları da vermiyor.
Bunun yanı sıra Alman yetkililer, elektrikli otomobil firmasının eski bataryaları müşterilerden geri alma gibi yükümlülüklerini yerine getirmediğini açıklamıştı. Tesla, Nisan 2021’de bu yüzden 12 milyon euro para cezasına çarptırılmıştı.
Çevrecilere göre Bezos ve Musk’ın iklim krizine öncelik veren iş insanı imajı, iklim hedeflerine aykırı kişisel projelere harcadıkları çok daha büyük meblağların üstünü örtüyor. Örneğin, Musk’ın uzay firması SpaceX’in ve Bezos’un Blue Origin’inin turistik uzay uçuşları bu nedenle büyük eleştiri topluyor.
Teknoloji girişimcileri uzay turizminin bilimsel hedeflere de hizmet ettiğini savunsa da eleştirmenler turistik gezilere yapılan yüklü yatırımın çevresel amaçlar için kullanılabileceğini vurguluyor.
Örneğin Blue Origin’in Temmuz 2021’de gerçekleştirdiği 10 dakikalık turistik uçuş için yaklaşık 5,5 milyar dolar harcanmıştı. Bu parayla 5 milyar ağaç dikilebileceği, 37,5 milyon insanın açlıktan kurtulacağı ve yoksul ülkelere koronavirüs aşısı sağlayan COVAX girişiminin iki kez finanse edilebileceği belirtilmişti. Üstelik Bezos da bu eleştirileri büyük ölçüde haklı bulduğunu söylemişti.
Jeff Bezos, uzay uçuşunu eleştirenlerin “büyük ölçüde haklı” olduğunu söyledi
Fırlatmaların atmosferde yarattığı tahribat da eleştirilerin odak noktasıydı. Roketlerden kaynaklanan karbon emisyonları şu anda havacılık endüstrisinden önemli ölçüde daha düşük. Ancak uzay yolculuğunu ticari hale getirmek yakın gelecekte bunu değiştirebilir.
Örneğin SpaceX, her yıl uzayda 395 uçuş yapmayı hedefliyor. Üstelik firmanın tek bir uçuşu toplam 278 kişinin karbon ayak izine eşdeğer. Falcon 9 motorunun yakıtı, yandığında çok fazla karbondioksit oluşturan gaz yağı ve sıvı oksijenden oluşuyor. Bu nedenle SpaceX, iki haftada bir fırlatma planlarına ulaşırsa yılda 4 bin ton karbondioksiti atmosfere salacak.
Blue Origin’in kullandığı yakıt türüyse sektördeki en temiz türlerden biri olarak kabul ediliyor. Sıvı hidrojen ve sıvı oksijeni birleştiren roket yakıtı karbondioksit yerine atmosfere su salıyor. Öte yandan bu da Blue Origin’in uzay uçuşlarının temiz olduğu anlamına gelmiyor.
University College London’dan hava kirliliği uzmanı Eloise Marais, “Blue Origin, bizi zararlı ultraviyole radyasyondan koruyan ozon tabakasını tüketen büyük miktarlarda kirletici (azot oksitler) ve su buharı yaydı” diye konuştu:
Yaydığı su buharı, üst atmosferde iklimi değiştiren bulutlar da oluşturuyor.
Tüm bu örnekler, “Reklam kampanyalarındaki yanıltıcı çevreci mesajları denetleyen kimse yok mu?” sorusunu akla getiriyor. İklim aktivizminin son yıllarda daha popüler hale gelmesiyle yeşil yıkamayı engelleme çabaları da kendini daha çok göstermeye başladı. Şikayetler karşısında reklamlarını geri çeken birçok firma mevcut.
Birleşik Krallık yeni yasaları hayata geçiriyor
Birleşik Krallık’ın Rekabet ve Piyasa Otoritesi (CMA), 20 Eylül 2021’de tüketicileri yanıltıcı çevresel iddialardan korumayı amaçlayan Yeşil İddialar Yasası’nı çıkardı.
Reklam, ürün etiketleme ve ambalajlama veya ürün adları için geçerli olan yasa kapsamında firmalar 2022’den itibaren denetlenmeye başlayacak. Yasalara uymayan markaların tüketicilere tazminat ödenmesini gerekecek.
Denetime tabi tutulacak sektörlerin başında moda ve tekstil endüstrisi geliyor.
Yeni yasalar öncesinde konuyla ilgili şikâyetlerle ülkenin Reklam Standartları Kurumu (ASA) ilgileniyordu. Örneğin kurum, 2020’de petrol devi Aramco’nun “daha sürdürülebilir bir geleceğe güç vermekle” övündüğü, çevrimiçi bir reklam videosu hakkında ASA kurallarını ihlal ettiğine yönelik şikâyetler almıştı. Bunun üzerine firma söz konusu reklamı geri çektiğini duyurmuş ve dosya kapanmıştı.
ABD’de ise yeşil yıkama yasalarının çıkışı çok daha eskiye dayanıyor. Federal Ticaret Komisyonu (FTC) “Yeşil Kılavuzları” ilk kez 1992’de yayımladı. Yeşil masallara karşı etkin koruma amacıyla yönergeler 2012’de revize edildi.
Diğer ülkelerde ise yanıltıcı çevresel mesajlar reklam denetleme kurumlarının kontrolüne tabi. Örneğin 2020 başında İtalyan petrol devi Eni, ülkede yeşil yıkamadan yargılanan ilk kurum olarak tarihe geçmişti. İtalya’nın reklam denetim kurumu, hurma yağı bazlı dizel yakıtı “yeşil” diye lanse ettiği için firmayı 5 milyon euro para cezasına çarptırmıştı.
Kısa süre önce de Fransa’daki gözetim kurumu Reklam Etiği Jürisi de giyim markası Adidas’ı yeşil masallarından dolayı suçlu bulmuştu. Markanın reklamlarında, Stan Smith serisindeki spor ayakkabılarının en az yüzde 50 oranında geri dönüştürülmüş malzemeden yapıldığı iddia edilmişti.Stan Smith serisindeki ayakkabılar, plastik şişeleri ezerken resmedilmişti (Adidas).Fransız kurum ise bu iddianın net olarak açıklamadığı için “yanıltıcı olabileceği” sonucuna varmıştı. Ancak kurumun para cezası verme yetkisi bulunmuyor.
Öte yandan uzmanlar ülkelerdeki standart reklam denetiminin yeşil yıkama söz konusu olduğunda yetersiz kaldığını düşünüyor. Zira birçok gözetleme kurumunun yasal yaptırım yetkisi bulunmuyor. Bu nedenle uzmanlar yeşil yıkamaya odaklanan yasaların yaygınlaşmasını talep ediyor.
Birleşmiş Milletler de uluslararası arenada faaliyet gösterecek bir gözlemci örgütü kuracağını açıkladı. COP26’da ilan edilen Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) adlı bu organizasyon, endüstrilerin iklim taahhütlerini yerine getirip getirmediğini takip edecek.
https://www.clientearth.org/projects/the-greenwashing-files/
Yeşil masal kavramının kapsamı giderek genişlemiş, işletmeler dışında şahıs ve hükümetler için de kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin, Fransız hükümetinin Paris Anlaşması kapsamında taahhütte bulunduğu 2021 iklim planının ‘hırslı’ olduğu iddiasının, planın ekolojik hedeflerin çok uzağında kalmasına rağmen ekolojik hedeflere ulaşılacağına dair yanlış bir izlenim sunması nedeniyle ‘hükümet yeşil masalı’ olarak tanımlanabileceği verilen örneklerdendir.
Schumacher, iklim krizine ilişkin artan hassasiyetlere yönelik ‘sözde’uygulamalar için ‘karbon yıkama’ terimini türeterek karbon emisyonlarının azaltılmasıyla ilgili yeşil yıkama tehdidine dikkat çekmektedir. İklim kriziyle mücadelede karbon azaltımının evrensel bir hedef olması ve kurumsal karbon performansına bağlı finansal değerler nedeniyle, karbon yıkama tehdidinin yeşil masal çok daha şiddetli olarak devam ettiği vurgulanmaktadır.
Çevreyle ilgili kaygılar ve çevre dostu ürünlere yönelik sürekli artan talep, kuruluşları, kendilerini çevre dostu bir kuruluş olarak tanımlamaya yöneltmektedir. Yeşil bir imaj sunulması rekabet avantajı sağladığı için bu avantajı yakalamak isteyen işletmeler, tüketicileri çekmek için genellikle kanıtlanamayan ve zaman zaman yanlış olan çevre dostu iddialarda bulunmaktadır. Pek çok işletme, ‘yeşile dön’, ‘toprak dostu’,‘çevre dostu’ ve ‘gezegeni kurtar’ sloganlarını kullanarak çevre dostu olduğunu göstermeye çalışmakta, yeşil ve iklim dostu bir marka imajına sahip olduklarını vurgulamaktadır.
Net sıfıra eşdeğer olarak ‘sıfır karbon’, ‘net sıfır’, ‘karbonsuz’ veya ‘karbon nötr’ gibi terimlerin kullanımı yaygınlaşsa da, çevre dostu olduğuna dair abartılı pazarlama beyanlarının çoğunun yeşil yıkama olduğuna ilişkin endişeler artmaktadır.
İşletmeler, olumlu marka imajını artırmak için çevre üzerindeki olumsuz etkilerini göstermekten kaçınabilmekte, çevresel veya sosyal performansları hakkında seçici olarak sadece olumlu verilerini yayınlayarak aslında yeşil masal anlatmaktadır.
Yeşil masal çevresel ürünlere yönelik artan bir talep olduğu için artmakta, şirketler çevreye duyarlı görünmek adına bütçelerini çevresel performanslarını iyileştirmeye ayırmak yerine yeşil faaliyetlerini öne çıkaracak reklamcılık, pazarlama ve halkla ilişkiler departmanlarına ayırabilmektedir.
Yeşil masalların; hem işletmeler, hem tüketiciler hem de yeşil ekonomiye geçiş açısından olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Ürünlerin ‘yeşil’ imajı sunan yanıltıcı ve iddialı reklamlarının, bunların çevresel özelliklerle ilişkilendirilmesinin tüketicide kafa karışıklığı yarattığı; bazı durumlarda tüketicinin ürünün gerçekten çevre dostu olup olmadığını anlayamadığı; bu nedenle tüketicinin tutumunun, ürünün çevresel özellikleri hakkında olumsuz yöne kaydığı belirtilmektedir.
Kurumsal sosyal sorumluluk beyanlarının da paydaşların sürdürülebilirlik açısından gerçekten olumlu bir performansı ayırt etmede zorluk yarattığına dikkat çekmektedir. İşletmelerin yeşil kampanyalarının, çevre sorunlarını göz ardı eden ve yalnızca işletmenin pazarlama stratejisinin bir parçası olduğuna dair kaygılar bulunmaktadır. Diğer bir endişe ise, çevre dostu ürünleri teşvik ederken, işletmenin yalnızca çevresel kaygılarla değil, daha çok kâr odaklı hareket ettiğidir. Tüketicilerin artan kuşkuları nedeniyle bir ürünün özellikle çevre dostu olduğunu vurgulayan reklamlara kolay kolay güvenmediği, yeşil şüpheciliğin arttığı ve bunun yeşil dönüşüme engel olmaktadır.
Sürdürülebilirliği ve çevreci sosyal sorumluluk kampanyalarını bir misyon olarak belirlememiş kurumların, kurumsal çevreci pazarlama anlayışı temelinde, ürünlerinin çevresel faydaları konusunda kamuoyuna yanlış ve yanıltıcı temsiller sunması sürdürülebilirlik krizlerine yol açabilmektedir.
Aslında pek çok şirket çevreci kampanyalar yürütürken veya ardı ardına sürdürülebilirlik raporları yayınlarken, arka planda çevreye verdikleri tahribat devam etmektedir. ‘Üzerinde yaşadığın mavi dünyayı düşün’ (Think Blue) kampanyasını yürütürken dizel araçlarının emisyon değerleriyle oynayarak yanıltıcı değerler sunan ve ortaya çıktığında çok ciddi yaptırım ve tazminatlarla karşılaşan Volkswagen’in yaşadığı kriz, bu krizler arasında önemli bir örnektir.
Araştırmalar, yeşil masalların arttığında ürünün artan risk algısının ürünle ilgili tüketici memnuniyet düzeyini azaltabileceğini göstermektedir.
Yeşil masal anlatan markalara karşı tüketicilerin güveni, tatmin düzeyi ve algılanan kalite algısı azalmaktadır.
Çevreyi yeşillendirmeye özen gösteren iyi işletme performansının eşlik etmediği pazarlama iletişimleri, işletmenin çevreci görünme konusunda reklam yapmama seçeneğine göre daha olumsuz bir durumla sonuçlanmakta yeşil yıkama işletmenin finansal performansına zarar verebilmektedir.
Yeşil MASALLARIN, yeşil ürün satın almak isteyen tüketiciler, sürdürülebilir yatırımları desteklemek isteyen yatırımcı ve finansman kuruluşları ve çevre dostu işletmeler üzerinde yarattığı olumsuz etki; yeşil DÖNÜŞÜMÜ de engellemektedir.
Tüketiciler çevresel iddiaları güvenilmez bulduğunda, tüm çevresel iddiaları göz ardı etmeye başlamakta ve böylece aslında çevre için daha iyi olabilecek herhangi bir üründen kaçınabilmektedir.
Artan şüphecilik nedeniyle, çevre dostu işletmeler çevreye daha az zararlı olma yönündeki gerçek iddiaları sonucunda kazanabilecekleri herhangi bir rekabet avantajını kaybedebilmektedir.
Tüketiciler ve yatırımcılar çevresel beyan ve imajlara daha az inanır hale geldiğinden, gerçekten çevre dostu ürün üretmek isteyen işletmelerin kazanımı ve motivasyonları daha düşük olacaktır. Bu durum, gerçekte yeşil olan ürünlerin alımının sınırlanmasına ve bu alanda yatırımların kaçırılmasına, dolayısıyla YEŞİL DÖNÜŞÜMÜ için fırsatların kaçırılmasına yol açmaktadır.
Yeşil İddiaların Doğrulanması Girişimi, 2020 tarihli Döngüsel Ekonomi Eylem Planı kapsamındaki yeşil dönüşüme tüketicilerin aktif katılımı için AB tüketici mevzuatının revizyonunu içeren ‘Yeşil Dönüşüm için Tüketicilerin Güçlendirilmesi’ girişimi ve ürünleri daha iklim nötr, kaynak verimli ve döngüsel ekonomiye uygun ürün haline getirmeye odaklı ‘Sürdürülebilir Ürün Politikası’ girişimi başta olmak üzere diğer girişimlerle yakın koordinasyon içinde geliştirilmektedir.
Girişimin amacı, iddiaları AB genelinde güvenilir, karşılaştırılabilir ve doğrulanabilir hale getirmek ve çevresel etkileri hakkında yanlış izlenim vermeye çalışan ‘yeşil MASAL” ları azaltmak, tüketici ve yatırımcıların daha sürdürülebilir kararlar almasına ve tüketicilerin yeşil etiketlere ve bilgilere olan güvenlerinin artmasına yardımcı olmaktır (EC, 2021a).
AB’de hâlihazırda ulusal yetkili makamlar, mevcut AB Tüketici Hakları Direktifi ve Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi uyarınca, vaka bazında Yeşil MASALLAR İle Mücadele: Avrupa Birliği’nde Yeşil İddiaların Doğrulanması Girişimi değerlendirme yaparak yalnızca yanıltıcı buldukları çevresel iddiaları yasaklayabilmektedir. Girişim kapsamında işletmelerin ürün ve hizmetlerinin çevresel ayak izi hakkında ileri sürdükleri iddiaları, bunları ölçmek için standart metodoloji kullanarak kanıtlamaları üzerinde çalışılmakta, ayrıca yeşil Masal anlatılmasını engelleyici tedbirler değerlendirilmektedir.
Girişime ilişkin olarak, 20 Haziran 2020 tarihinde Komisyon tarafından ön etki değerlendirmesi yayımlanmış, istişare ve danışmalar gerçekleştirilmiştir.
Avrupa Parlamentosu’nda ise, 26 Ekim 2020 tarihinde İç Pazar ve Tüketicinin Korunması Komitesince girişimle bağlantılı ‘İşletme ve Tüketiciler için Sürdürülebilir Tek Pazar’ başlıklı rapor kabul edilmiş, Genel Kurulda yapılan tartışmanın ardından 25 Kasım 2020 tarihinde konuya ilişkin karar kabul edilmiştir.
Kararda yeşil iddiaların doğrulanmasına ilişkin sunulacağı duyurulan mevzuat önerisinin memnuniyetle karşılandığı belirtilmiş ve yeşil iddialar için güçlendirilmiş ekoetiket sertifikalarına dönüşecek açık kılavuzların ve standartların geliştirilmesi çağrısında bulunulmuştur.
Karar, ayrıca onaylanmış ve yasaklanmış çevresel iddiaları listeleyen bir Avrupa kamu kayıt sisteminin oluşturulması olasılığının yanı sıra bir iddiada bulunmak için atılacak koşulların ve adımların değerlendirilmesini de tavsiye etmiştir (EP, 2021).
30 Mart 2022 tarihinde Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nın uygulanması için Komisyon tarafından açıklanan yeni paketin yeşil dönüşüm için tüketicilerin güçlendirilmesi başlığı kapsamında yeni tüketici haklarının getirilmesi ve yeşil yıkamanın yasaklanması için mevcut AB tüketici mevzuatında değişiklik öngören bir düzenleme önerisi sunulmuştur (EC, 2022b).
Tüketiciler ve yatırımcılar, sürdürülebilir kararlar almak için güvenilir, karşılaştırılabilir ve doğrulanabilir bilgilere ihtiyaç duymaktadır.
Günümüzde, dünya genelinde 457 gönüllü çevresel etiketin bulunduğu; yalnızca AB’de 100’den fazla etiketin aktif olduğu belirtilmektedir. Bunlardan birçoğu genellikle net anlaşılmamakta, çevresel etkilerini ölçmek ve değerlendirmek için birbirleriyle kıyaslanabilir metodolojiler bulunmamaktadır. Farklı etiketler, iklim değişikliği ve enerji verimliliği, sağlıklı veya tehlikeli maddeler, doğal kaynaklar ve atıklar, eko-tasarım gibi çevresel performansa ilişkin birçok bilgiyi farklı şekilde sunabilmektedir. Farklı içerikte bilgiler, tüketiciler, işletmeler, yatırımcıları içeren piyasa aktörlerinin bu içerikleri anlama, ayrıca çevresel iddialara güvenme konusunda işini zorlaştırmaktadır (EC, 2020b).
Eurobarometer sonuçlarına göre, Avrupalı tüketicilerin yaklaşık yarısı, çevre dostu olan ve olmayan ürünler arasında ayrım yapmanın kolay olmadığını düşünmekte ve sadece yaklaşık yarısı üreticilerin çevresel performansları hakkındaki iddialarına güvenmektedir.
AB’de tüketicilerin %59’u ürün etiketlerinin yeterli bilgi sağlamadığını, % 48’i ise etiketlerin net olmadığını düşünmektedir (EC, 2021a).
AB’de ürünlerini çeşitli Üye Devlet pazarlarında ‘çevre dostu’ olarak pazarlamak isteyen işletmeler de kafa karıştırıcı bir dizi metodoloji, etiketleme ve sertifikasyon seçenekleriyle karşı karşıyadır.
Farklı pazarlar için farklı uygulamaları kullanmak zorunda kalmaları, işletmeler için ilave maliyete ve tüketiciler için kafa karışıklığına neden olmaktadır. Örneğin ürününü Fransa, İtalya ve İsviçre› de yeşil ürün olarak pazarlamak isteyen bir işletmenin, farklı ulusal pazarlarda çevresel performansa dayalı olarak rekabet edebilmek için farklı sistemlere uyması ve farklı beyanlarda bulunması gerekmektedir. Fransa’da, Fransız yöntemine (BPX30-323) uygun olarak bir çevresel değerlendirme gerçekleştirmesi gerekirken; İsviçre’de İsviçre yaklaşımını uygulaması; İtalya’da, hükümet tarafından tanınan karbon ayak izi planına katılması ve başka bir analiz yapması gerekmektedir.
Aynı işletmenin İsviçre pazarı için ISO 14025’e dayalı bir çevresel ürün beyanı geliştirmesi de gerekmektedir. Tümü ISO 14025’e dayansalar bile, dünya genelinde farklı özelliklere sahip en az altı rakip çevresel ürün beyanı sistemi olduğundan, işletmelerin farklı ülkelere ihracatlarında birden fazla çevresel ürün beyanı sunmaları gerekebilmektedir (EC, 2021a).
Yanıltıcı iddiaların sayısı da önemli bir boyuttadır.
2020 Eurobarometer çalışmasının sonuçlarına göre AB’de on vatandaştan üçü ürünlerin çevre üzerindeki etkisine ilişkin abartılı veya yanıltıcı ifadeler ile karşı karşıya geldiğini belirtmektedir.
Bu durum, gerçekte yeşil olan ürünlerin alımının sınırlanmasına ve dolayısıyla döngüsel ve yeşil bir ekonominin geliştirilmesi için fırsatların kaçırılmasına yol açmaktadır (EC, 2021a).
Bu sorunun arkasındaki ana sebepler ise aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (EC, 2020b):
Piyasa başarısızlıkları: Piyasa, iklimle ilgili iddialar da dâhil olmak üzere çevresel etkilerin sayısallaştırması için sonuçların karşılaştırılabilirliğini garanti edecek tek ve güvenilir bir metodoloji üzerinde anlaşmaya varamamıştır. Bu da çevresel performansta haksız rekabete ve işletmeler için maliyete sebep olmaktadır.
Düzenlemede başarısızlık: Komisyon, ürün ve kurumsal Çevresel Ayak İzi (PEF ve OEF) metodojilerine ilişkin 2013/179/EU sayılı Tavsiye Kararını kabul etmiştir. Bu metodojilerin kullanımı gönüllülük esasına dayanmaktadır ve işletmeler diğer metodojileri de kullanabilmektedir.
Çevresel performansın değerlendirmesine yönelik diğer girişimler arasında tam bir uyum yoktur; AB Eko-etiketi ve ulusal etiketler, AB Eko-Yönetim ve Denetim Sistemi (EMAS), Finansal Olmayan Raporlama Yönergesi gereklilikleri, AB Taksonomisi ve Emisyon Ticareti Planı (ETS), Küresel Raporlama Girişimi gibi farklı uluslararası standartların farklı gereksinimleri bunlara örnek olarak verilebilir.
Eksik bilgi: Piyasa aktörlerinin ürünlerin çevresel performansı hakkında basitleştirilmiş, acil ve güvenilir bilgilere erişimi bulunmamaktadır. Bu tür bilgiler, AB Eko-etiketi ve örneğin Nordic Swan, Blue Angel vb.eşdeğer ulusal/bölgesel sistemlere başvuruda bulunmayı tercih eden belirli bazı ürünler ve bu ‘sınıfının en iyisi’ sistemlerinin kapsadığı ürün grupları için mevcuttur. Ancak, piyasadaki ürünlerin büyük bir kısmı için bu bilgiler mevcut değildir.
Girişim, çevresel iddialar açısından tüm bu sorunları ele almayı amaçlamakta ve 2020 tarihli Döngüsel Ekonomi Eylem Planı altında bağlantılı olduğu diğer girişimler tarafından sağlanan çözümleri de dikkate almayı taahhüt etmektedir (EC, 2020b).
Güvenilir ve güncel bir yaşam döngüsü değerlendirmesi olmadan işletmelerin çevresel performanslarını iyileştirmek için doğru kararlar alması güçleşmektedir. Bu durum işletmeler için maliyetlere, tüketiciler için belirsizliğe ve çevreye saygılı, gerçekten sürdürülebilir ürünleri teşvik için fırsatların kaçmasına neden olmaktadır.
Avrupa Komisyonu’nun işletmelerin çevresel iddialarını kanıtlamak için kullanılmasını önerdiği AB ürün ve kurumsal çevresel ayak izi metodolojileri, Komisyonun Ortak Araştırma Merkezi (JRC) tarafından geliştirilmiş olup, bir dizi ürün grubu ve sektör için 16 çevresel etki kategorisi kullanılarak, hammaddelerin çıkarılmasından ömrünün sonuna kadar değer zinciri boyunca bir ürün veya kuruluşun çevresel performansını ölçmektedir. PEF, bira, mandıra, kuru makarna, paketlenmiş su, dekoratif boyalar, deri, tişörtler ve ısı yalıtımı için, OEF ise perakende sektörü ve bakır üretimi için kullanılmaktadır (EC, 2021c).
İklim değişikliği ve su, hava, kaynaklar, arazi kullanımı ve toksisite ile ilgili etkiler, kapsanan 16 çevresel etki arasındadır. Genel yöntemler, benzer ürünler ve benzer sektörlerde faaliyet gösteren işletmeler arasındaki çevresel performansların karşılaştırılmasını sağlayan ürün veya kuruluşa özel hesaplama kuralları ile tamamlanmaktadır. Temel ilkeleri yaşam döngüsü değerlendirmesine dayanan bu metodolojilerin, sanayiyi daha iyi çevresel performansa sahip ürünler üretmeye teşvik etmesi, AB’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı ve döngüsel ekonomi hedeflerine de katkıda bulunması beklenmektedir
Girişimin, işletmelerin ve tüketimin daha iyi bir çevre performansıyla sonuçlanması ve döngüsel ekonomi açısından faydalı olması, AB’nin 2030 ve 2050 iklim değişikliği hedeflerine ulaşılmasına katkıda bulunması beklenilmektedir.
Getirilecek yeni kuralların tüketiciyi daha fazla koruması, ürünleri satın alırken bilinçli ve çevre dostu seçimler yapabilmelerine olanak sağlaması öngörülmektedir.
Metodolojilerde kapsanan 16 çevresel etkinin ürünlerin tasarımında ve tedarik zinciri işbirliğinde çevresel açıdan iyileşmeleri beraberinde getirmesi; daha çevre dostu seçeneklerin belirlenmesinin kolaylaşacak olması nedeniyle, AB’deki bir kısım tüketim, kamu tedariği ve yatırımların daha yeşil ürünlere ve işletmelere kayması beklenilmektedir (EC, 2020b).
Döngüsel Ekonomi Eylem Planının uygulanması için 30 Mart 2022 tarihinde Komisyon tarafından kabul edilen yeni paketin odağını, sürdürülebilir ürünlerin AB’de norm haline getirilmesi ve ürünlerin çevresel sürdürülebilirliğine ilişkin düzenleyici çerçevenin ortaya konulması oluşturmaktadır. Paketin içeriğini Sürdürülebilir Ürünler için Eko-tasarım Tüzüğü tasarısı; 2022-2024 Eko Tasarım ve Enerji Etiketleme Çalışma Planı; Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstiller için AB Stratejisi; Yapı Ürünleri Tüzüğü’nün revizyonu ve Yeşil Dönüşüm için Tüketicilerin Güçlendirilmesine ilişkin düzenleme tasarısı oluşturmaktadır.
Sürdürülebilir Ürünler için Eko-tasarım Tüzüğü tasarısı mevcut ekotasarım çerçevesinin kapsamını genişleterek enerji verimliliğinin yanısıra ürünlerin döngüselliğini artırmak ve çevresel ayak izlerini azaltmak için asgari kriterlerin belirlenmesini öngörmekte, mümkün olan en geniş ürün yelpazesini kapsamakta, dijital ürün pasaportlarını ve zorunlu kamu tedariği kriterlerini getirmektedir.
AB tüketici mevzuatının ‘yeşilleştirilmesini’ sağlamak ve tüketicileri yeşil dönüşüm için güçlendirmek amacıyla 2011/83/AB sayılı AB Tüketici Hakları Direktifi’ne ve 2005/29/AT sayılı Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi’ne değişiklik öneren tasarıda, tüketicilerin sürdürülebilir ürünlerin satın alımlarını engelleyen yeşil yıkama ve erken eskime gibi ticari uygulamalar hedef alınmaktadır.
Önerilen değişikliklerle, tüketicilere, satış noktasında bir ürünün ne kadar süre dayanacak
şekilde tasarlandığını ve nasıl onarılabileceğini bilme hakkı getirilmekte,‘yeşil MASAL’ ve ürünlerin ömrü ve dayanıklılığı konusunda ‘erken eskime’gibi tüketicileri yanıltıcı uygulamalar yasaklanmaktadır. Tasarı kapsamında ‘yeşil’, ‘çevre-dostu’, ‘çevre için iyi’ gibi yeterince gerekçelendirilmemiş ve doğrulanmamış belirsiz çevresel iddiaların kullanımına yasaklama getirilmektedir.
Getirilen yeni kuralların, tüketicilerin aldatıcı ticari uygulamalara karşı korunmasını güçlendirmesi, tüketicilerin ürünlerini satın alırken bilinçli ve çevre dostu seçimler yapabilmelerine olanak sağlaması öngörülmektedir (EC, 2022b).
Sunulan tasarı kapsamında, 2011/83/AB sayılı AB Tüketici Hakları Direktifi’ne değişiklik önerilerek, tüketicilere ürünlerin dayanıklılığı ve onarılabilirliği hakkında bilgi verilmesi zorunlu kılınmaktadır:
- Dayanıklılık: Tüketiciler, ürünlerin garantili dayanıklılığı konusunda bilgilendirilmelidir. Bir tüketim malının üreticisi iki yıldan fazla bir ticari dayanıklılık garantisi sunuyorsa, satıcı bu bilgiyi tüketiciye vermelidir.
Enerji kullanan mallar için satıcı, üretici tarafından ticari bir dayanıklılık garantisi sağlanmadığı zaman tüketicileri de bilgilendirmelidir.
- Onarımlar ve güncellemeler: Satıcı, tamir edilebilirlik puanı (varsa) gibi onarımlarla ilgili bilgileri veya yedek parçaların mevcudiyeti veya onarım kılavuzu gibi üretici tarafından sağlanan diğer ilgili onarım bilgilerini de sağlamalıdır. Akıllı cihazlar ve dijital içerik ve hizmetler için üretici tarafından sağlanan yazılım güncellemeleri hakkında da tüketicinin bilgilendirilmesi gerekmektedir.
- Üreticiler ve satıcılar, ister ambalajın üzerinde isterse web sitesindeki ürün açıklamasında yer alacak şekilde bu bilgileri tüketiciye sunmanın en uygun yoluna karar vereceklerdir. Her durumda, tüm bu bilgiler satın almadan önce açık ve anlaşılır bir şekilde sağlanmalıdır.
Tasarı kapsamında, yeşil yıkama ve planlı eskimenin yasaklanması için,2005/29/AT sayılı Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi kapsamında önerilendeğişiklikler ile ilk olarak, piyasa tacirlerinin tüketicilere yanıltıcı bilgi verdiği takdirde haksız uygulama olarak nitelendirilecek ürün özellikleri listesi, çevresel veya sosyal etkilerin yanısıra dayanıklılık ve tamir edilebilirliği de kapsayacak şekilde genişletilmektedir. Açık, nesnel ve doğrulanabilir taahhütler ve hedefler olmadan ve bağımsız bir izleme sistemi olmadan gelecekteki çevresel performansla ilgili çevresel bir iddiada bulunmak gibi uygulamalar ile vaka bazında bir değerlendirmeden sonra yanıltıcı olduğu düşünülen yeni uygulamalar da haksız uygulamalar listesine eklenecektir.
Son olarak, ‘kara liste’ olarak isimlendirilen mevcut yasaklanmış haksız ticari uygulamalar listesine yeni uygulamaların da eklenmesi önerilmektedir. Bahse konu uygulamaların bir kısmı aşağıda sıralanmaktadır:
- Dayanıklılığı sınırlamak için tanıtılan özellikler hakkında bilgi verilmemesi, örneğin belirli bir süre sonra ürünün işlevselliğini durduran veya düşüren bir yazılım bulunması;
- Ürünün veya satıcının üstün bir çevresel performansının AB Eko-etiketi v.b. gibi güvenilir bir sistem dâhilinde kanıtlanamadığı durumlarda, genel, belirsiz çevresel iddialarda bulunulması;
- Gerçekten ürünün yalnızca belirli bir yönünü ilgilendirmekle birlikte,ürünün tamamı hakkında çevresel bir iddiada bulunulması (örneğin sadece ambalajı geri-dönüştürülmüş malzemeden üretildiği halde ürün için ‘geri dönüştürülmüş malzemeden yapılmıştır’ ibaresinin kullanılması);
- Bağımsız bir üçüncü tarafın doğrulama planına dayanmayan veya kamu yetkilileri tarafından oluşturulmayan gönüllü bir sürdürülebilirlik etiketinin sunulması;
- Orijinal üretici tarafından sağlanmayan sarf malzemesi, yedek parça veya aksesuarlar kullanıldığında, bir malın sınırlı işlevselliğe sahip olduğunun bildirilmemesi (EC, 2022b).
Çevre ve iklim konusunda artan hassasiyet, işletmeler için sürdürülebilirliği cazip hale getirmekte, çevre dostu imajı işletmelere yeşil meşruiyet ve avantajlar sağlamaktadır. Ancak yaratılan çevre dostu imajların birçoğunda işletmeler, gerçekte olmayan çevresel özelliklerini öne çıkararak veya olumsuz çevresel etkilerini saklayarak yeşil masal anlatmaktadır.
Yeşil masalların, çevre dostu ürün satın almak isteyen tüketiciler, yatırımlarını sürdürülebilir faaliyetlere yönlendirmek isteyen yatırımcılar ve çevre dostu işletmeler üzerinde yarattığı olumsuz etki, yeşil dönüşüm için bir engel olarak değerlendirilmektedir.
Aldatıcı bir şekilde yeşil masal anlatarak, ürünlerinin tercih edilmesini sağlayan işletmeler, arka planda çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki olumsuz etkilerini devam ettirebilmektedir. Bu tür uygulamaların tüketicilerde ve yatırımcılarda yol açtığı şüpheler, gerçekte çevre dostu olan ürün ve yatırımların da tercih edilmemesine, dolayısıyla doğru işletmelerin uygun finansman fırsatlarına ulaşamamasına sebep olabilmektedir. Bu durum gerçekte çevre dostu olan işletmelerin ve sürdürülebilir ürünlerin öne çıkamamasına, rekabet avantajı elde edememesine ve döngüsel ve yeşil bir ekonominin geliştirilmesi için fırsatların kaçırılmasına yol açmaktadır.
Bu kapsamda Yeni Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nda sürdürülebilir bir ürün politikası çerçevesi çizilerek, Komisyon tarafından üretim ve tüketim kalıplarını hedef alan birbirleriyle tamamlayıcı girişimlerin hayata geçirildiği görülmektedir.
‘Yeşil İddiaların Doğrulanması Girişimi’ kapsamında tüm piyasa aktörlerine çevresel etkilerle ilgili güvenilir çevresel bilgilerin sağlanması ve yeşil yıkama ile mücadele edilmesi hedeflenmekte, bu doğrultuda Komisyon tarafından üzerinde çalışılan kuralların sertifikalandırma ve doğrulama için uygun bir çerçeve içermesi öngörülmektedir.
Yatırımların daha sürdürülebilir projelere ve faaliyetlere yönlendirilmesini amaçlayan AB Taksonomi Tüzüğü gibi yeni AB düzenlemelerinde de çevresel etkilere ilişkin güvenilir bilgilerin sunulması öngörülmekte, çevresel ayak izi hesaplamaları için standart metodolojilerin kullanılması öne çıkmaktadır.
‘Sürdürülebilir Ürün Politikası Girişimi’ kapsamında dijital ürün pasaportlarında da ürünlerin değer zincirleri boyunca çevresel etkilerine ve sürdürülebilirlik özelliklerine ilişkin bilgilerin sunulması öngörülmektedir.
Tüm bu çaba ve düzenlemelerle yanıltıcı ve belirsiz iddiaların önüne geçilerek yeşil yıkama eğilimleri önemli ölçüde engellenecek, gerçekte çevre dostu olan ürün ve işletmelerin önü açılacaktır.
Vandana Shiva ve Kartikey Shiva nın yazdığı “ONENESS VS. THE 1%” kitabında yazdığı gibi “ %1 sadece bir rakam değil bir sistemdir; hem de toplumsal ve demokratik süreçlerle sınırlanması gereken dizginsiz bir açgözlülüğün ve birikim hırsının değer olarak görüldüğü bir sistemdir. Kimin ürettiği, ne üretildiği veya gerçekte üretilen bir şey olup olmadığı gibi soruların ekonomik denklemden kaldırıldığı bir modeldir.”
Devletler üstü finansman mekanizması gerçek üretim ekonomisinden kat ve kat fazla olan bir finansman türevleridir.
The Wall Street journal a göre 2008 mali krizinden onra dünyada ortaya çıkan ekonomik büyümeden en zengin %1 in aldığı pay %95 tir.
“%1 in ekonomisi, yalnızca birtakım ekonomik eşitsizlikler yaratan bir sistem olmakla kalmamakta; gezegenimiz, toplum ve demokrasi için bir takım maliyetler de ortaya çıkarmaktadır; Çünkü ayırmacılığa, ekstraksiyon ve imhaya dayalı bir düşünce sistemini ve entelektüel paradigmayı temsil etmektedir… Ekolojik krizler büyürken yoksulluk, sefalet ve dışlanma da onunla birlikte büyüyor.”
Kitaplarını okuduğum Vandana Shiva yı İzmir de iktisat kongresinde canlı izledikten sonra;
https://www.instagram.com/p/Cp_Aespr4Mr/?img_index=1
No Nauture, No future sözü dilime takıldı, kaldı…
Cahit GÜNAYDIN