Dünyayı etik değil, finans ve teknoloji politikaları belirliyor

Tam boy görmek için tıklayın.

Mehmet ÖĞÜTÇÜ

Küresel düzeni belirleyen, insan hakları ya da etik değerler değil, doğrudan finans-politik ve teknoloji politikaları. Türkiye ne yapmalı?

Doğru ya da yanlış tartışmasına girmeden yukarıdaki başlığın günümüzde ve önümüzdeki dönemde çıplak bir gerçek olduğunun, ona göre ülkelerin, şirketlerin ve bireylerin gelecek adımlarını belirlemeleri gereğinin altını çizmek istiyorum.

Dünya, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu değişimin merkezinde ekonomik güç kaymalarından teknolojik devrimlere, finansal sistemlerin yeniden şekillenmesinden jeopolitik mücadelelere kadar pek çok dinamik yer alıyor. Artık sadece güçlü ekonomiler ve ordular değil, veri, inovasyon ve stratejik akıl sahibi olanlar ayakta kalabiliyor.

Elbette hepimiz insanı değerlerin, adalet, demokrasi ve özgürlüklerin her şeyin önünde gelmesini istiyoruz, bu amaçla çalışmaya hazırız. Gündemi izlerken medya, kamuoyu ve birçok politikacının hala etik değerleri, insan haklarını, demokrasiyi ve özgürlüğü dünyayı yönlendiren temel unsurlar olarak görmeye devam ettiğini, bu doğrultuda pozisyon geliştirdiklerini görüyoruz.

Dünya sistemi nasıl şekilleniyor?

Doğrusu, naif olduğumu bile bile, aynı değerleri savunuyor, aynı güzergah üzerinde yol almaya çalışıyorum.

Bu kavramlar, neredeyse bir nevi kutsal değerler gibi tüm küresel sahnede, ulusal politikada, kahvelerde, rakı ya da şarap sohbetlerinde sürekli dile getiriliyor, savaşlarda milyonlar katledilirken, açlık ve susuzluktan, enerji yoksunluğundan dünyanın önemli bir kısmı hâlâ mustarip iken.

Ancak karşı karşıya olduğumuz gerçek, ne yazık ki bu yüzeysel algının çok ötesinde ve rahatsız edici. Çünkü küresel düzeni belirleyen, insan hakları ya da etik değerler değil, doğrudan finans-politik ve teknoloji politikaları. Elbette ki bunun üzeri çoğu zaman değerler maskesi ile örtülüyor ki kabulü kolay olsun.

İster beğenelim ister yerin dibine batıralım, dünya sistemi bugün bu iki temel unsurun derin işbirliğinde şekilleniyor. Hayatlarımızı bugün onlar belirliyor, gelecekte de kuşkunuz olmasın onlar belirlemeye devam edecek.

Finans ve politika: birbirini besleyen ikili

Günümüzün küresel dünyasında finans, yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmıyor; finans ve politika, Cumhur Doğan’ın deyişiyle, birbirini besleyen kardeşler olarak karşımıza çıkıyor. Modern siyasetin her yönü, finansal yapılar ile politika arasındaki karşılıklı bağımlılıklar tarafından şekilleniyor. Süper güçler, sadece askeri veya diplomatik hamlelerle değil, finansal ve teknolojik güçleriyle de dünya üzerindeki hakimiyetlerini sürdürüyorlar.

Etik değerler ve uluslararası anlaşmalar, artık manzaranın yalnızca görünen kısmı. Gerçek işin mutfağı, Washington’daki finans merkezlerinde, Wall Street’te, Londra borsalarında ve Silicon Valley’deki teknoloji devlerinin ofislerinde dönüyor. Küresel ekonominin rotasını çizen sadece politikalar değil; bu politika ve finans ikilisi birbirini besleyerek, ülke ve dünya siyaseti üzerinde derin etkiler yaratıyor.

Örneğin, ABD’nin küresel hegemonya kurmasının en büyük nedenlerinden biri, hepimiz biliyoruz ki, doları dünya rezerv para birimi olarak kullanması. Bu güç, yalnızca askeri değil, aynı zamanda finansal etkiyle de pekiştiriliyor.

Yeniden seçilen Trump’ın, Amerika’nın uluslararası hegemonyasını yeniden inşa etmek için yoğunlaştığı alanlardan biri de doların uluslararası gücünü korumak ve güçlendirmek. Komşuları Meksika ve Kanada, müttefikleri Avrupa Birliği ve rakibi Çin’e yönelik uyguladığı yaptırımlar, doğrudan askeri müdahaleden çok, finansal ve ticari araçlarla, teknoloji yaptırımlarıyla gerçekleştiriliyor.

Washington, Pekin

ABD’nin dolar hegemonyası, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir silah olarak da kullanılıyor. SWİFT sistemi ve ekonomik yaptırımlar, stratejik çıkarlarını koruma araçları haline geldi.

Çin’in dijital yuan ile başlattığı finansal devrim, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilere alternatif bir yol sunuyor. Türkiye’nin Merkez Bankası’nın dijital Türk Lirası projesi, bu bağlamda hızlandırılmalı ve bölgesel ödeme sistemlerinde öncü bir rol üstlenmelidir. Türkiye’nin dış borcunun GSYH’ye oranının yüzde 43 seviyesinde olması, ekonomik kırılganlığı artırarak dış baskılara açık hale getiriyor.

Bu durum, dünya siyasetinin artık Pentagon’da değil, Washington’daki finans merkezlerinde şekillendiğini gösteriyor. Pekin’i de bu denkleme dahil etmek, artan ölçüde önem kazanmaktadır.

Hep söylüyorum, önümüzdeki onyılları Çin ile ABD arasındaki küresel rekabet belirleyecek. Donald Trump ve Xi Jinping ana aktörler.

Çin’in teknoloji ve finans alanındaki ilerlemesi, Batı dünyası için ciddi bir tehdit olarak görülüyor, hatta NATO tarafından “hasım” olarak bile tanımlandı.

Batı, özellikle Amerika ve Avrupa, dijital gözetim ve veri ekonomileriyle bireylerin alışkanlıklarını, tercihlerinden siyasi kararlarına kadar tüm yönlerini şekillendiriyor. Sonuç olarak, bu yeni dönemde sadece askeri gücün değil, aynı zamanda finansal ve dijital gücün ön plana çıkması, küresel dengeleri yeniden kurguluyor.

Dijital imparatorluklar ve yeni güç dinamikleri

Bugün sadece bankalar değil, teknoloji devleri de dünya düzenini yönlendiren aktörler haline geldi. Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg gibi isimler, yalnızca teknoloji sektöründe değil, aynı zamanda finansal sistemlerin şekillenmesinde de büyük rol oynuyorlar. Bu devler, finansal sistemlerin temel yapı taşlarına hâkim olmaktan çok daha öte, küresel güç dinamiklerini yeniden kurguluyorlar.

Artık doğal kaynaklar değil, veri en değerli varlık haline geldi. Teknoloji şirketlerinin toplam piyasa değeri, pek çok ülkenin ekonomisinden büyük. Hatta 20 Ocak’tan bu yana yeni başkan Trump’ın etrafında kümelenerek küresel vizyonlarını hayata geçirmeye hazırlanıyorlar.

2023 itibarıyla sadece Google (Alphabet), Amazon, Apple ve Microsoft’un piyasa değerleri yaklaşık 8 trilyon dolar civarında. Yani, 2023 sonu itibarıyla toplam Gayri Safi Milli Hasılaları 7.6 trilyon dolar civarında olan Türkiye, İngiltere, Rusya ve İspanya’dan bile daha fazla bu dört şirketin değeri.

Teknolojik yenilikler, finansal sistemleri baştan aşağıya dönüştürmekte; kripto para birimleri, dijital ödeme sistemleri ve yapay zekâ destekli finansal hizmetler, geleneksel sistemleri zorlamakta. Kripto para birimlerinin yükselmesi, finansal sistemin kontrolünü merkezi otoritelerden alıp bireylerin ellerine bırakıyor, devletlerin bu yeni düzene karşı kontrolünü zorlaştırıyor.

Merkezi olmayan finans sistemleri, sadece bireylerin banka sistemlerine olan bağımlılığını azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda devletlerin finansal kontrol yeteneklerini de tehdit ediyor. Teknoloji ile finansın birleşmesi, sadece yeni dijital para birimlerinde ve ödeme sistemlerinde değil, aynı zamanda yapay zekâ ve büyük veri analitiğinde de kendini gösteriyor.

Doğu’nun yükselişi oyunu değiştiriyor

Tarih boyunca ekonomik güç merkezleri sürekli değişim gösteriyor. Son yüzyılda Batı’nın tartışılmaz bir üstünlüğü söz konusuydu; ancak bugün bu tablo hızla değişiyor. Çin ve Hindistan gibi Asya ekonomileri, sadece ucuz iş gücüyle değil, aynı zamanda yüksek teknoloji ve finansal inovasyonlarla sahneye çıkıyor. Bu ülkeler, büyümenin ve inovasyonun motorları haline geliyor. Batı’da ise nüfus yaşlanması, rekabet azalması, göçmen sorunları ve demokrasiye dair çeşitli yol kazaları yaşanıyor.

2023 yılı itibarıyla Dünya Bankası verilerine göre, Çin’in küresel GSYH içindeki payı %18 civarındayken, ABD’nin payı %24 seviyelerine gerilemiş durumda. Singapur, Tayvan, Hong Kong ve Makao gibi bölgeleri eklediğinizde, Büyük Çin Ekonomik Alanı askeri güç haricinde hemen her alanda dünya lideri konumuna geliyor. Hindistan ise halen dünyanın beşinci büyük ekonomisi; önümüzdeki beş yıl içinde üçüncü büyük ekonomi olma hedefiyle ilerliyor.

Bu değişim, Türkiye gibi yükselmekte olan ekonomiler için bir uyanış çağrısı niteliği taşıyor. Yeni ticaret rotaları, finansal sistemler ve teknoloji iş birlikleri konusunda stratejik adımlar atılmazsa, küresel rekabetin gerisinde kalmak kaçınılmaz olacaktır.

Etik değerler ve siyasi dengeler: İkinci planda kalan kavramlar

Gerçek şu ki, etik değerler, insan hakları ve demokrasi gibi kavramlar, finans ve teknoloji politikalarının gerisinde kalıyor. Otoriter yönetimlerin yükselişi, bu süreçte etik ve insani söylemleri etkisiz hale getiriyor. Büyük güçlerin çıkarları ve finansal stratejileri, bu kavramları arka planda bırakıyor. Orta Doğu’daki çatışmalar, Rusya-Ukrayna savaşı, ABD-Çin kavgası ve Afrika’daki sömürü, hala stratejik enerji kaynakları ve finansal çıkarlar etrafında şekilleniyor.

“Parayı izle” sözü, bu gerçeği en iyi özetleyen ifadedir. Her taşın altından finansal çıkarlar çıkıyor; binbir kılıf içinde başka görüntüler sunulsa da gerçeklik değişmiyor. Teknoloji devleri, sosyal medya platformlarında kullanıcıların düşüncelerini şekillendirirken, büyük veri ve algoritmalarla toplumu yönlendiriyor. Bu süreç, aynı zamanda siyasi manipülasyon aracı haline geliyor.

Etik yatırım, Yeşil Mutabakat, ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) ve benzeri kavramlar kullanılarak, finans ve teknoloji hiyerarşisi kendisini meşrulaştırıyor. Bu durum, etik değerlerin ve demokratik ilkelerin gerilemesine, otoriter rejimlerin yükselişine neden oluyor. Sonuç olarak, şunu anlıyoruz ki, etik değerler, ancak güçlü bir finansal ve teknolojik altyapı üzerine inşa edilebilir.

Türkiye için vizyon ve eylem planı

Uzun zamandır hem finans da hem de teknoloji de yoksul olduğumuz ortada.

İkisinde de dışa göbeğimizden bağımlıyız. 2024 sonunda Türkiye’nin toplam iç ve dış borcu yaklaşık 500 milyar dolar civarında. Yüksek teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki payı yalnızca yüzde 3 seviyesinde; şayet kıyaslamak isterseniz bu oran Güney Kore’de yüzde 30’a yakın.

“Dünya beşten büyüktür” ve “biz de varız bu denklemde” diyebilmek için finans ve teknoloji gücünüz “olmazsa olmaz”dır. Megafon diplomasisi hiçbir işe yaramıyor. Böyle bir gücümüz olsa (nüfus büyüklüğü, din, coğrafya gibi engellemelere çarpmaz) çoktan Avrupa Birliği üyesi olurduk. Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar (şayet onlara teknoloji ve finans gücümüzü yansıtabilseydik) bugün bizden sorulurdu. Oysa Çin’den Almanya’ya Rusya’dan Suudi Arabistan’a uzanan geniş bölgenin ekonomide, nüfusta, silahlı kuvvetlerde ve girişimcilikte en önemli gücü olmamıza rağmen etkimiz sınırlı.

O yüzden, küresel oyunun ve yeni dinamiklerin içinde var olabilmemiz için kendi finansal ve teknolojik altyapımızı güçlendirmek stratejik bir zorunluluk. Dijital ekonomiye entegre olurken, yalnızca finansal bağımsızlık değil, aynı zamanda teknoloji politikaları konusunda da güçlü adımlar atılmalı. Sadece küresel güç oyununda yer edinmek için değil, aynı zamanda devletin iç yapısını güçlendirmek, vatandaşlarının refahını artırmak ve ekonomik başarıyı sağlamak için de gerekli.

  1. yüzyılın belirleyici gücü finans ve teknoloji ikilisinde yatıyor, bu gücü doğru anlamayan, o yönde hareket etmeyenler sadece tarihsel bir seyirci olmaktan öteye geçemeyecekler.

Neler yapmalı, peki?

– Yapay zeka, büyük veri, savunma teknolojileri ve dijital ödeme sistemleri gibi alanlara daha fazla kaynak ayırmalı. Yenilenebilir enerji, elektrikli araçlar, depolama sistemleri, tarım, gıda, turizm, tekstil ve inşaat sektörlerinde de en ileri tasarım ve teknolojiyi benimsemek hayatı önem taşıyor. Yerli teknoloji devlerini kıstasları iyi belirlenmiş teşviklerle desteklemek ve küresel pazarlarda rekabet edebilecek seviyeye getirmek şart.

– Finansal bağımsızlık ve yeni kaynaklar yaratmak için alternatif modeller geliştirilmesi de önemli. Dijital paralar ve Asya merkezli finansal sistemlere entegrasyon, Türkiye’nin dolar bağımlılığını azaltacak ve dijital Türk Lirası konusunda atılacak lider adımlar bu süreci hızlandıracak.

– Eğitim reformu, Türkiye’nin teknoloji ve inovasyon temelli bir gelecek için eğitim sistemini köklü bir dönüşüme tabi tutmasını gerektiriyor. Kodlama, yapay zeka ve robotik teknolojiler eğitim müfredatının vazgeçilmez parçaları olmalı.

– Bölgesel ve küresel işbirliklerini artırmak da şart. Türkiye, Asya-Pasifik ülkeleriyle stratejik ilişkileri güçlendirirken, ABD ve Avrupa ile dengeli bir ilişki kurmalı, köprü rolünü daha fazla vurgulamalı. Ayrıca, Afrika’nın yükselen ekonomileriyle ticari ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek de gerekli.

– Değişimin sosyolojik ve kültürel boyutunu göz ardı etmemek gerekiyor. Ekonomik ve teknolojik dönüşümler, bireylerin yaşam biçimlerini de etkiliyor. Türkiye, bu dönüşüm sürecinde kendi kültürel değerlerini korurken, dünya ile entegre bir yaşam biçimi benimsemeli. Dijital okuryazarlık, bireysel veri güvenliği ve inovasyon odaklı düşünce yapısının topluma kazandırılması hayatı önem taşıyor.

Treni yine kaçırmayalım

Eğer mevcut fırsatları değerlendirirsek, akıllı bir liderlik, ehil kadrolar ve girişimcilerimiz sayesinde Türkiye sadece bölgesel bir güç değil, küresel arenada da söz sahibi olacak bir ülke haline süratle gelebilir. Bu hedefe ulaşmak için gereken enerji ve potansiyel mevcut, ancak mevcut yönetişim modeli bu büyük hedeflere odaklanmamıza pek izin vermiyor.

Ülke içinde istikrar sağlanmadığı ve herkesi kucaklayıcı bir liderlik oluşturulmadığı sürece, bu vizyonu gerçeğe dönüştürmek çok zor olacak. Bu yüzden, hiç vakit kaybetmeden dünyadaki akımın dışında kalma riskini bertaraf ederek bu değişimi gerçekleştirmek için şimdi harekete geçmeliyiz; yoksa bir fırsat penceresi daha kapanacak, yine treni kaçıracağız.

—————————————

Kaynak:

https://yetkinreport.com/2025/02/03/dunyayi-etik-degil-finans-ve-teknoloji-politikalari-belirliyor/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen