Önce bi dur, sonra dinle, sonra gör, sonra dokun…
Ve hisset…
Nefesinden başlayarak Yaradanın varlığını, sunduğu sonsuz güzellikleri,
Fark et olanın da olmayanın da olan en güzel olduğunu.
Ve şükret,
Onca rengin birlikte en güzel olduğunu.
Birlikte, şen, esen ve şölen olduğunu,
Ve sor,
Bugün dünden daha güzel nasıl olur diye,
Ve işine bak.
Sen sadece işine baktığında içinin en bilge rehber olduğunu bilerek,
İnanarak, güvenerek
Tebessümün şifası, neşenin ışığı ile,
Çünkü alem rengârenk…
Ve sen renklerin en güzelisin,
Sonsuz hesapsız şükür,
Gün ay dın gün,
Günaydın BİZ,
Hmm bi de renkler!
Onlar kimseye ait olamazlar,
Tıpkı gökyüzü gibi…
…
Bir Şimdi İz’i
Kült Kitap
Arasıra yolumun düştüğü bir antika&kitap evi.
Bugün girip kokladım, gözledim, dokundum biraz.
Neler yok ki. Buram buram geçmiş kokan ölü yaşanmışlıklarda. Fotoğraflar, kasetler, askılar, lambalar, plaklar, gazeteler, fotoğraflar, kaneviçeler, müzik setleri, abajurlar, biblolar, mektuplar… Ve sayamayacağım o kadar çok şey.
Yaşıyorlar tarhin, zamanın şimdisine düşen izinde. Belli ki sahipleri çoktaan yoklara karışmışlar. İzleri buralarda ama. Aslında yitik izler. Ve kokuları; toz, eski, kağıt, küf kokusunun harmanlanarak havayı ağırlaştırdığı kesif yakıcı his. Zamanın ağırlığını ve onca insanın duygularının yoğunluğunu da üzerinize sindiren ağır rutubet. Dokunulmuş, bir virüs gibi ten yoluyla şimdiye varmış virüsler sanki. İçinize sinen. Buruk, kırık dökük. Sararmış ve solmuş.
Hazin hatıralar.
Kült öbjeler.
Galiba hepimizin bilinç altı böyle. Küf, rutubet, is, toz kokan loş bodrum katları gibi.
Ağır havasıyla hastalıklı ciğerler gibi nefesimizi kesen, ayaklarımızı prangalayan, bakışımızı bulandıran, yönümüzü yitirten kalabalık kirli arşivler.
…
Düşünecek ne çok şey var. Antikacıdaki şeylerden yola çıkılarak varılacak şeyler.
En güzel şey tanımı sığdırır zaten onca şeyi içine. Söz biter, yetmez, sığmaz, tıkanır da… Şey der doldurursun işte. Onca doluluğun boşluğunu.
…
Bizden neler düşecek acaba, gelecek zaman birilerine şimdi olduğunda, bir antikacının nem kokan loş boşluğuna…
…
Kimler tefekküre dalacak adıma imzalı bir kitap, evimden çıkmış bir tablo, konsolumun üzerinden bir biblo, çekmecemden düşmüş bir fular, takı kutumdan yitmiş bir yüzüğün dilinde.
Tabi biliyorlarsa o da, hâl lisanını.
Hoş ben de bilmiyorum ya. Onlar sessizlikleriyle dilegeldiler de ben sökmeye çalıştım hecelerini çata çata.
Bir kedinin mırıltısında.
Ve eskimiş müzik setinden yayılan ecnebi müziğin namesinde.
Barbra Streisand, Memory eşliğinde…
Bu arada kediciğin adı da FıtıFıtı imiş.
Ömrün uzun olsun FıtıFıtı.
Hatıraların da daima aziz ve şen olsun…