“Bizim Kırşehir’in düğünlerinde bir adet vardır. Düğün sadece düğün sahibinin evinde olmaz. Düğünün ikinci günü düğün sahibinin istediği ve işaret ettiği evlerde de devam eder… Hastası varsa, düğüne gelemediği için onun evine gidilir ve orada onun istekleri doğrultusunda çalınır ve çığırılır…
Neşet Ertaş bir köyde düğün çalmaktadır… Gittiği evdeki hasta bir gençtir ve o dönemin en onmaz hastalığı olan vereme yakalanmıştır. Başında da anası sürekli gözleri nemli gelene gidene hizmet etmektedir.
Neşet Ertaş alır bağlamasını eline, yanan sinesine yaslar ve ilk türküsünü havalandırır.
Anam ağlar başucumda oturur
Derdim elli iken yüze yetirir
Bu dert beni yiye yiye bitirir
El çek tabip el çek benim yâremden
Ölürüm kurtulmam ben bu veremden.
Anama babama yüzüm kalmadı
Bir su ver demeye sözüm kalmadı
Doktora tabibe lüzum kalmadı
El çek tabip el çek benim yaremden
Ölürüm kurtulmam ben bu veremden.
Neşet Ertaş daha çocuk yaşlarda annesi Döne’yi kaybetmiş ve aşağıdaki türkü de annesinedir. Mahlası “Garip” ya Neşet Ertaş’ın. İlk mısradaki kelime de “işveli” değil, “şiveli” efendim.
Şu garip hâlimden bilen şiveli nazlım
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen
Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen
Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen
Bütün dertlerim anlayıp göynümü bilen
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor
Hiçbir tabip bu yarama merhem olmuyor
Boynu bükük bir Garib’im yüzüm gülmüyor
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen.
Muharrem Ertaş’a, hanımı Döne’ye, Neşet Ertaş’a Allah rahmet eylesin.
Mehmet Ali Kalkan