Teslimiyeti, polise el kaldıran suçlu gibi, imanı laf ezberlemek ve asla anlama şartını görmemek olarak mütâlaa etmek; itaati (kime ve nasıl?), inanma zannetmek hastalığı, bendenize göre İslâm değildir.
Teslimiyet, varlığı ve hayatı, hayattaki Tevhid’i “anlayarak barışmak”; îman ise varlıktaki birliğin sergilediği âhenkte Zât-ı İlâhî’yi “görmek”, yâni şehadet temelli küll-cüz ilişkisinin bir mensubu olduğunu bittecrübe duymaktır.
Görebilme, anlama şartına tâbî.
Anlamadan bakanın Tevhid’i idraki, şehadeti ve Hakk’ı varlığında duyması imkansız.
Şahsiyete saygısız cemaatlere mukabil, muhatabını Hakk bilenlere dikkat edin. Allah’a hürmet ile insana hürmet arasında kopmaz köprüler görmektedirler. İnsana Nefha-i İlahî olarak bakmaktadırlar. O’nu “Şah damarından yakın” bilmekte, yabancılaşmaya düşmemektedirler!
Şahsiyette Hakk’ı görmeyen, göremeyenler insanı nesnelleştiriyor. Eşya gibi görüyor. Sınıflı yapılara yöneltiyor. Sınıfsız Türk toplumu, bu cinnete kapıldığı zamandan, sınıflı Arap, Kürt ve Hint kökenli yaklaşımları benimsediğinden beri geri gitti. Kişilik erozyonlarının acılarını yaşadı…
Hâlâ o yanlıştan meded ummak fikre yabancılıktır. Yaratıcı tefekkürü hiç tanımamış olmaktır.
“Her an bir işte olan”a, “Her an doğuş hâlindeki kudret”e bağlı olduğunu iddiâ edenlerin, donmuş muhakemelerle O’na nasıl yabancılaştıklarını anlamalarına dua ediyorum bu sabah.