Bir edebiyat tarihçisinin günümüzde en büyük problemi ele aldığı metinleri ölü yığınlar hâline getirmesidir. Bence bunun temel sebebi araştırmacının tavrında gizlidir. Araştırmacıların büyük kısmı ve geniş bir kesim bu metinlerin günümüze hitap etmediğini düşünürler. Gerçek hiç de böyle değildir ve eski metinler tefekkür ve duygu zenginliği bakımından günümüze çok şey söylemektedirler.
Mesela, Divan Edebiyatı araştırmacısı eski metinlere her ne kadar arkeolojik bir titizlikle yaklaşsa bile nihayetinde bir “teknisyen” olmaktan öteye geçememekte ve ele aldığı metinlerde, metni hazırlayanın kendisi bile çoğu zaman bir duygu, bir düşünüş imkânı bulamamaktadır.
Halk edebiyatçıları ise metinleri folklorik bir yığın olmaktan ötede bir değerlendirmeye tâbi tutamamaktadır. Bu anlamda bizdeki edebiyat tarihçiliği kısır bir döngüye hapsolmuş durumdadır. Çoğu araştırmacı metinlerin bir ihtiyaçtan doğduğunu ve müelleifin veya şairin ruh hâlinde derin izler taşıdığı hakikatini teslim edememektedir. Halbuki bu metinler edebiyatçının olduğu kadar bir milletin de gerçeğini yansıtır. Onlardaki mevcut birikim ve derinlik, insandaki duyguyu, tecrübeyi, bilgiyi, hassasiyeti, varoluşa dâir soruları meydana çıkarmak için vardır.
Esasında eski metinlerin eski harfli olmasıyla akademik neşriyatın sonucunda ortaya çıkan durum arasında çoğu zaman “işlev” ve “sonuç” bakımından bir fark olmamaktadır. O metinler önceden raflarda dururken de okunmuyor ve üzerinde durulmuyordu. Neşirden sonra da dar bir akademik çevre haricinde bunların yine okunmadığını söyleyebiliriz.
Açıkça söylemek gerekirse akademik yayınlar aynen tozlu raflarda duran eski yazılı eserler gibi üzerinde durulmayan, tefekküre ve yeni sanat eserlerine ilham olamayan bir mevkide duruyorlar. Açıkçası eski metinler hâlâ okunmuyor ve bunların üzerinde düşünülmüyor. Bunun sebepleri üzerinde durulmalıdır. Biz bunun özellikle mevcut akamdemik tutum ve tavırdan ileri geldiğini zannediyoruz.
Burada bu metinlerle uğraşanların sırf teknik bilgiden hareketle bunları ortaya koymaya çalıştığını, o metinleri meydana getiren anlayış, duyuş, düşünüş hâlinden uzakta durduklarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Kısacası bu metinler daha onları yayına hazırlayanlar tarafından anlaşılamamıştır, diyebiliriz. Günümüzde bu durum biraz daha bariz bir hâl aldı. Çünkü akademisyenlerin çoğu o metinlerin yazarıyla herhangi ortak bir paydada buluşamıyorlar. Yani o metinleri yayına hazırlayanlar bizzat müellife veya şaire yabancı bir noktada duruyorlar. Dolayısıyla metnin dünyasına dâhil olamıyorlar.
Akademik incelemeler ise o metinleri anlamanın kıyısında gezinen ve çoğu zaman anlamın ötelendiği sayfalardan oluşuyor. Edebiyat tarihçisinin de meselesi aslında burada belirginlik kazanıyor: “Bu metinler anlaşılmaktan ve derin bir tahlilden uzakken edebiyat tarihçisinin görevi nedir?”
Bu metinlerin anlaşıldığı düşüncesinden hareketle uzun incelemeler yapmak ve bunların metinleri anlaşılır kıldığını sanmak bir yanılsamadır. Günümüzde anlam, metoda kurban ediilmiş bir hâldedir.
Şu bir gerçek ki, akademik incelemeler o metinlerin anlaşıldığı anlamına gelmez. Bunun sonucu olarak metinler bir anlayışa, bir tefekküre, bir çıkarıma müsaade etmemektedir. Dolayısıyla metinler çok dar bir çevrede, bunların anlaşıldığı vehminden hareketle ele alınmaktadır. Ortadaki bu yanılgıdan ötürü de geniş kitleler bunlardan istifade edememektedir.
Edebiyat tarihçiliğinde “İnsanlar bu metinlerden istifade edemiyorsa bunlar neden çalışılır? Bilim bunları hangi noktadan insanlığın hizmetine sunmaktadır?” sorularının cevabını bugün artık vermek gerekir. Halbuki bunlara mevcut ortamda cevap vermek oldukça güçtür.
Cevabı verilemeyen sorular bizleri şuna kabule zorlar:
Osmanlı Türkçesinden aktarılan bunca metin ve folklorik malzeme hâline indirgenen derlemeler meselenin henüz en başında olduğumuzu, metinler üzerinde derinleşmeye müsait ortamın henüz oluşmadığını ifade eder. Halbuki Osmanlı Türkçesinden aktarılmış bir metin için bugünkü bakış açımız, bunların anlaşılıp bittiği yanılgısından henüz kurtulmamıştır. Bilmediğimiz, anlamadığımız bir âlemin içinden söyleyenlere dâir yorumlar da tabiatıyla derine inememekte, kelimelerin ilk anlamlarından hareketle metinlere mana vermeye çalışan bir anlayışa da bizleri mahkûm etmektedir. Sonuç olarak özellikle Osmanlı dönemine ait edebî metinlerin anlaşıldığını sanmak bugün büyük bir yanılgıdır.
Elbette bu metnilerin kendi bağlamlarından hareketle yorumlandığı zamanlar da gelecektir. Fakat günümüzde Türk Edebiyatı Tarihçiliği metinleri anlamada hâlâ emekleme aşamasındadır.