Eğitimde Yaratıcılık ve Anadolu Rönesansı İlişkisi

Ülkemizin temel sorunlarının merkezinde yer alan insani sorunlarımızın çözümü için de eğitim sorunlarımıza neşter vurulması önemlidir. Çünkü ancak eğitimli bireylere insani sorunların çözümü noktasında yönlendirme yapılabilir. Eğitimle ulaşamadığınız bireyler, kendilerine etki eden unsurların asıl niyetlerini tam anlayamadan onların kötü emellerine alet olabilirler. Ve bunu da ciddi bir bağlanmışlıkla yaparlar. Çağdaş bilim öngörüleri ışığında bu yanlışlıklarını ortaya koyabilmeniz için sizin değerlerinize saygı duyması gerekir. Aksi takdirde sizi dikkate almayacak ve sonuçlarını okuyamadığı için saplanmışlıklarına devam edecektir. Ortaya çıkan olumsuz tezahürler tüm toplumu etkileyecektir.

*****

Prof.Dr. Adem ASALIOĞLU[i]

Günümüzde eğitim bilgiye ulaşmaktan ziyade bilginin rantabıl kullanılması ve üretme tekniğine dönüşmesi üzerine şekillenmektedir. Sınıfta öğretmen yeni bilgiler öğretme yerine, öğrenilmiş bilgilerin nasıl kullanılacağına dair rehberlik yapabilecek konuma gelmiştir. Öğrenme kanallarının artması, bilgiye erişim kolaylığı eğitmene ve öğretmene yeni bir formasyon ve sorumluluk getirmiştir. Artık öğretmen ‘ben öğretir geçerim’ demekle görevini yerine getirmemiş sayılır. Çünkü sınıf ortamındaki çocuğun tek ödevi öğrenmek değildir. Gelişen dünya şartları ölçüsünde,  yeni dengelere ayak uyduracak şekilde donanımlı hale gelebilmesi ve edinmiş olduğu bilgilerden çok yönlü fayda sağlayabilmesi gerekir. Bu tecrübeyi kazandıracak olan yetkinlik sahibi de öğretmendir.

21.yüzyıl insanlık bilim tarihinde çok şeyin yeniden gözden geçirildiği bir asır olmuştur. Bu açıdan bakıldığında baştan sona kadar tüm eğitim alanlarının yeniden ele alınması, eldeki teknolojik araçlar ve yöntemler perspektifinde tekrar değerlendirilmesi ve düzenlenmesi önem arz etmekte ve çağdaş öğrenme ve öğretme yöntemleri devreye sokularak,  gerekirse bireysel öğrenime geçilmelidir.

Türk milli eğitiminin her şeyin ötesinde bir yönlendirme ve rehberlik etme sorununun olduğu aşikardır. Çocuklarımızı en azından gelişi güzel ve tek tip dünya ideolojisi ufkuyla yetiştirmeden evvel, onun hangi bilgileri almaya hevesli olduğu ortaya çıkarılmalıdır. Zaten pedagojik formasyonun önemi de burada kendini göstermektedir. Pedagojik formasyon tecrübesiyle öğretmen adayına kazandırılan kişilik tanıma ve o kişiliğe göre eğitme becerileri aslında bu maksat için verilmektedir. Bir özeleştiri anlamında öyleyse ya pedagojik formasyon kriterlerimizde sorun var, ya da formasyon sahibi öğretmenler görevlerini yeterince yerine getirmiyorlar ki ortaya istenen sonuçlar çıkmıyor. Çocuklarımız ve gençlerimiz istemedikleri bölümlerde lisans eğitimi alıyorlar. Buralardan mezun oluyorlar ve sonuç olarak hem mutsuz hem de milli üretime katkı sunamaz hale geliyorlar.

Milli eğitimimizin önemli eksikliklerinden bir tanesi de müfredatımızda yaratıcılık konusunda dikkat çekici detayların olmaması. Alışıla gelmiş insan yetiştirme üzerine kurulan sistem yüzyılımızda bile değişmemek için direnç göstermektedir. Bu dirençten vaz geçerek, neslimizin yaratıcı tarafını ön plana çıkarabilecek değişimleri inşa etmemiz gerekmektedir. Geç kaldığımız her gün gelecekte bize geç kalınmış yıllar olarak karşımıza çıkacaktır.

Çocuklarımızın yaratıcılık ruhunu ön plana çıkarmak, onlara fırsatlar vermek zorundayız. Geç kaldığımız her dakikada dünyada köklü değişimler yaşanmakta, eğitim algıları boyut değiştirmektedir. Son yıllarda müfredatları değiştirmek suretiyle yaratıcılık konusuna ağırlık verildiği hissedilmektedir. Bu değişikliklerin altının doldurulmasını öğrencilerimize katkısını hep beraber takip edip göreceğiz.

Eğitimin temel sorunları bağlamında bizler Türkiye olarak henüz ilköğretim sorununu çözemedik. Dolayısıyla bu sorun ortaöğretime ve yükseköğretime sıçradı. Özellikle ilköğretimde sınıfların kalabalık olması, öğrencilerle birebir ilgilenmenin önüne geçmekte ve öğrenciyi tanıma ve yeteneklerini keşfetme konusunda büyük sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Haliyle tanınamayan öğrenciye de rehberlik yapmak zor hala gelmektedir.

Ülkemizde kreşler ve anaokulları henüz yerli yerine oturamadı. Devlet kreşlere destek konusunda yetersiz kaldı. Özel kreşler ise aileye ciddi yükler getirdiğinden bebek yaşından itibaren çocuklarımız ya televizyon başında hapis kaldı ya da evde tek başına ilgisiz bir şekilde büyüdü. Bu şekilde büyüyen çocuklarımız yeterince sosyalleşemedikleri için hem eğitim süreçlerinde hem de sonraki dönemlerde ciddi engellerle karşılaştılar. Tabii ki bu engelleri aşamadılar. Biriken bu sorunlar tüm toplumu etkiler hale geldi. Kimi zaman kişilik bozuklukları görülür oldu. Yurtdışında görev yaptığım yıllarda kreş eğitimlerine hayran kalmıştım. Devlet aynen ortaokul ve liseler gibi kreş ve anaokulunu önemsiyor ve ona göre eğitim planlaması yapıyordu. Dolayısıyla özellikle çalışan aileler çocuğumu ne yapacağım, nereye bırakacağım derdine düşmüyor. Kreşlerdeki muntazam eğitimle çocuk sosyalleşiyor, akıl ve zeka sağlığı korunuyor, gelişimine katkıda bulunuluyor. Normal yetişen çocuklar ise ülkenin gelişimine yeterli katkıda bulunuyorlar.

Bizde yeni evlenen çiftlerin en büyük korkusu çocuk bakımı. Eğer yanlarında ebeveyn anlamında birileri varsa nispeten daha kolay. Ama yanlarında anne-baba ve akraba adına kimse yoksa işleri daha zor. Bu şartlarda çocuk yetiştirmek hem maddi açıdan hem de sosyolojik-psikolojik açılardan çok zor. Bu nedenle yeni çiftler olabildiğince çocuk konusunu geciktirmeye, ötelemeye çalışıyorlar.

Bana göre yeteneklerin ve ilgi alanlarının keşfedileceği son durak olan ortaöğretimde ders sayısının fazlalığı ve öğretmenlerin yoğun ders yükü sebepli burada da öğrenciler keşfedilememekte ve ilgi alanlarına göre yönlendirme yapılamamaktadır.  Öğrenciler ilgi alanlarına yönlendirilemediği için yükseköğretime geçiş tercihlerinde kendilerine uygun olmayan alanlar tercih edilmekte, çoğu zaman bu yanlış alan tercihlerinin hatası ömür boyu istemediği ve sevmediği meslekte çalışmakla cezalandırılmaktadır. Tabii ki bu hem başarı olarak hem de mutluluk anlamında bireyi ciddi olarak etkilemekte, toplumda mutsuz ve başarısız bireylerin sorunları ile karşımıza çıkmaktadır.

Yaklaşık elli yıldır Avrupa ve İskandinavya ülkeleri bu sorunu temelden çözmüş, bireyleri yeteneklerine uygun alanlara yönlendirerek onların üretime katkılarını sağlamış, toplumsal hayatta da mutlu olmalarını sağlamışlardır.

II. Dünya savaşından sonra Avrupa ve İskandinavya ülkelerinde eğitim alanında bir kavram ön plana çıktı. Bu kavram yaratıcılıktı. Bu kavram perspektifinde öğrenci tecrübe ettiği teorik bilgiyi pratiğe dönüştürme imkânına kavuştu. Öğrenci sayılarının azlığı, sınıf ve öğrenme materyallerinin çokluğuna paralel öğrenci edindiği bilgi temelli kurgular tasarlamaya fırsat yakaladı. Bu kurgular zaman içerisinde teknolojik keşif olarak geri döndü.

Kanaatıma göre güncel öğretmen-öğrenci-sınıf formatı değişecek, kısa zaman içerisinde kalabalık sınıflar yerine birebir eğitim modeline geçilecektir.  Özellikle üniversitelerdeki eğitim mantığı yerini internet merkezli, uzaktan eğitim şekline dönüşecektir. Dijital ve sanal ortamlarda bir araya gelme kolaylığı eğitimi bu yola kanalize edecektir. Bunun pozitif yanlarının yanı sıra çocukları ve gençleri sosyal ortamlardan koparabilecek yönüyle negatif taraflarını da hesaba katmak gerekir.

Yine eğitim, kim bilir zaman içerisinde ulusal sınırları aşacak ve sanal ortam vasıtasıyla küresel bir eksene evrilecektir. Küresel ölçekte açılan bir üniversiteye sanal ortamda dünyanın her tarafından baş vurular olacak, eğitim sanal ortamda devam edecek ve sınavlar dahil tüm evrak işleri de sanal ortamda gerçekleşebilir. Böylece bu kurumdan mezun olan dünyanın her yerinde diplomasını kabul ettirebilir ve çalışabilir.

Yükseköğretim kadrolarında bulunan akademisyen ve eğitimciler her şeyden evvel reel dünyayı tanıma adına kendi doğup büyüdükleri ilk eğitimlerini aldıkları mekân dışına çıkmalılar. Özellikle tüm akademisyenler YÖK’ün planlayacağı bir proje dâhilinde en az 6 ay yurt dışına çıkmalı ve yurt dışından Türkiye’ye bakabilmeli ve bu bakış perspektifinde ülkemizin sorunlarını görebilmelidir.

Ne yazık ki halen birçok akademisyenimiz yurtdışına çıkamamıştır. Sorunları global gözle görememiştir. Kendi doğduğu şehirde lisans eğitimini almış, orada doktorasını yapmış ve halen orada görev yapan akademisyenlerimizin sayısı az değildir. Bu meslektaşlarımız isteseler bile geniş açıdan ülke sorunlarına bakma şansları yoktur. Yaşadıkları yerdeki dengeyi gözetmek adına bir kalıbın dışına çıkamayacakları aşikârdır.

Yapılacak bu projeyle akademisyen için olmazsa olmaz olarak nitelendirdiğimiz yabancı dil konusunda da önemli ilerlemeler kaydedilecektir. Projeyle yurt dışına çıkan meslektaşımız farklı memleketlerdeki uygulamaları görecek, o uygulamaları ülkemiz ile karşılaştıracak, 6 ay süre zarfında edindiği arkadaşlıklarla da akademik çalışmalarına yeni bir yön ve seviye kazandırabilecektir. Ayrıca geliştirdiği yabancı dil ile de internet sitelerini tarayabilecek, kendine uygun alanlarda araştırmalar yapabilecektir.

Yurt dışı tecrübesi kazanan akademisyen derslerde öğrencilerine geniş açıdan dünyaya bakmayı tavsiye edebilecektir. Kendi dünyasında bir kaşık suda boğulma yerine geniş okyanuslara açılmayı salık verecektir.

Ülkemizin temel sorunlarının merkezinde yer alan insani sorunlarımızın çözümü için de eğitim sorunlarımıza neşter vurulması önemlidir. Çünkü ancak eğitimli bireylere insani sorunların çözümü noktasında yönlendirme yapılabilir. Eğitimle ulaşamadığınız bireyler, kendilerine etki eden unsurların asıl niyetlerini tam anlayamadan onların kötü emellerine alet olabilirler. Ve bunu da ciddi bir bağlanmışlıkla yaparlar. Çağdaş bilim öngörüleri ışığında bu yanlışlıklarını ortaya koyabilmeniz için sizin değerlerinize saygı duyması gerekir. Aksi takdirde sizi dikkate almayacak ve sonuçlarını okuyamadığı için saplanmışlıklarına devam edecektir. Ortaya çıkan olumsuz tezahürler tüm toplumu etkileyecektir.

Genel hatlarıyla zihnimizde tartışmaya açtığımız eğitime bakışımız ve eğitimimizin geleceği konuları Anadolu Rönesansının ortaya koyacağı sinerji ile formatlanacak ve bu bakış açısıyla ele alınacaktır. Yukarıda zikredilen sorunların çözümü noktasında Anadolu Rönesansının temel prensibi olan ortak akıla müracaat edilecektir. Öncelikle eğitimsel sorunlarımız masaya yatırılacak, gelişmiş dünya tecrübesi perspektifinde bu sorunların çözümü ve giderilmesi noktasında gerekli çalışmalar yapılacaktır.

————————————–

Kaynak:

http://www.fikircografyasi.com/makale/egitimde-yaraticilik-ve-anadolu-ronesans-liskisi

—————

[i] 1966 yılında Çorum Sungurlu’da doğan Prof. Dr. Adem ASALIOĞLU, ilk, orta ve lise öğrenimini Kırıkkale’de, Lisansını Bursa’da (1991) Yüksek lisans ve Doktorasını Özbekistan-Taşkent’te (1999) Felsefe Tarihi alanında tamamladı. 2007-2011 yılları arasında Ahmet Yesevi Üniversitesinde görev yaptı. 2009 yılında Doçentlik diploması aldı. 2011 yılından itibaren yurda kesin dönüş yaptı ve Tunceli Munzur üniversitesi Felsefe Bölümünde göreve başladı. 2014 yılında Profesör oldu. Halen bu görevde devam etmektedir.

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen