Ekonomik Kalkınmanın Sosyo-Kültürel Temelleri

Ekonomik Kalkınmanın Sosyo-Kültürel Temelleri[i]

Dr. Mehmet SARITAŞ[ii]

 

Özet:

Ekonomik yapı He sosyal ve kültürel yapı ilişkisi pek çok düşünür tara­fından çok yönlü olarak değerlendirilmiştir. Onlara göre, ekonomik gelişmenin pür ekonomik terimlerle tahlili mümkün değil­dir; ekonomik gelişme analizlerini soyut şemalar arkasındaki insan unsuruna ve onun tepkilerine kadar götürmedikçe so­nuç anamaz; ekonomik büyümenin anaii- zindeki gelişmeler, elle tutulur ve sayılabilir unsurlardan, ele gelmez ve sayılamaz fe- nomeniere (olgulara) doğrudur; ekonomnin bir yüzü madde ve servete dönükse, diğer yüzü insan davranışına dönüktür. Demek ki, nerede ve hangi zamanda olursa olsun, ekonomik hayatın arkasında insan gerçeği ve onun yaşayış normları iie zihniyeti vardır.

Ekonomik unsurlarla sosyal unsurlar bir bütündür. Ekonomik faaliyet, bir toplu­luğun içinde ortaya çıkmıştır ve bir sosyal düzen içinde sosyallik kazanmaktadır. Eko­nomik tedbir ve politikaların soyut bir du­rumdan somut bir zemine geçiş, sosyal ve kültürel yapı gerçeklerine kaydırılmasıyla mümkündür.

Gelişme, ekonomik işleyişin aşılmış yörüngesinden ayrılarak daha üst seviyede yeni bir denge alanına sıçraması olarak değerlendirilmektedir. Yeni denge duru­munda aksama olmaması için, ekonomik gelişme ve büyümenin sosyal bütünleşme politikalarıyla desteklenmesi zorunludur.

***

Kalkınma, çeşitli unsurların çok yönlü etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu makalenin amacı, bu etkileşimin bo¬yutlarını bilimsel çalışmalara dayanarak ortaya koymaktır. Makale iki bölümden oluşmaktadır. Önce, ekonomik yapının sosyal ve kültürel yapıya etkileri, sonra sosyal ve kültürel yapının ekonomik yapıya etkileri işlenmektedir.

 

EKONOMİK YAPININ SOSYAL VE KÜLTÜREL YAPIYA ETKİLERİ

Ekonomik yapının sosyal-kültürel ya­pıya etkileri konusunu, Karl Marx determi­nist bir yaklaşımla ele almış, Max Weber de ona karşı çıkmıştır.[1]

Max Weber, ekonomik yapının sosyal- kültürel yapıya etkilerini kabul etmekte, ancak o konunun determinist ve tek et­kenli bir yaklaşımla ele alınmasına karşı çıkmaktadır.

Weber, ekonomik düzenin dini haya­tın şekillenmesinde oldukça önemli etkide bulunduğunu, yazılarında çok sayıda bu çeşit bağlılıklar göstererek kanıtlamış, bunları, ahiret hesabına dünya hayatını tamamıyla değersizleştiren bir dini akımın sadece belirli sosyal düzenlerde kurulup taraftar kazanabildiği veya asketik din sis­temlerinin de kendi çıkış amaçlarına uyan sosyal düzen aradıkları gibi örneklerle ortaya koymuştur; böylece o, ekonomik et­kenlerin dinin şekillenmesindeki etkilerini uygulamada göstermeyi mümkün ve hatta zorunlu kabul etmekle birlikte, geliştirdiği sistemin temel görevi, dinin ekonomik ha­yat üzerindeki etkilerini tesbit etmek olmuştur.[2]

Bu konuyu Max Weber şöyle ortaya koymuştur: “Hiçbir iktisadi ahlak sistemini yalnız din belirlememiştir. (…) Yaşam bi­çiminin dinsel etkeni ise iktisadi ahlakın belirleyicilerinden-bunu not edelim-sadece bir tanesidir. Tabii ki, dinin belirlediği ya­şam biçimi de, belli coğrafi, siyasal, sosyal ve ulusal sınırlar içinde geçerli olan eko­nomik ve siyasal unsurlardan fazlasıyla etkilenir.[3]

Max Weber bir başka yerde de şu tesbitleri yapmaktadır: “Herhangi bir dinin en yüce değer olarak arkasından koştuğu mutluluk hali ya da yeniden doğuş anı açıkça ve zorunlu olarak o dini benimse­mekte en önde gelen tabakanın karakte­rine uygun oluyordu. Şövalye savaşçılar sınıfının, köylülerin, tüccar sınıfların, entellektüellerin dinsel eğilimleri tabii ki farklıydı. (…) Bu eğilimler kendi başlarına bir dinin psikolojik karakterini belirlemi­yordu; ama o din üzerinde çok uzun süreli bir etki yapıyordu. Savaşçı ve köylü sınıf­lar, aydınlar ve tüccar sınıflar arasındaki zıtlığın özel önemi vardı. Bu gruplar içinde aydınlar her zaman akılcılık yanlısı olmuş, onlarınki görece kuramsal bir akılcılık ol­muştur. İş çevreleri (tüccar ve zenaatkar) en azından, daha pratik (kullanışlı) bir akıl­cılığı savunma eğilimi göstermiştir. Arala­rındaki büyük farklılığa rağmen, her iki akılcılık da, dinsel tutumları hep çok etki­lemiştir.”[4]

Demek ki, Weber’e göre, ekonomik, siyasal veya dinsel tek bir öğeyle ve tek yanlı olarak belirlenmesi mümkün olmayan bir bütün olan toplumun nedensel ilişkileri, kısmi ve olası niteliktedirler. Gerçeğin bir öğesinin, gerçeğin öteki yönlerinin onlar­dan etkilenmeden değerlendirilmesini red­deden sosyolojinin bu kısmî ve çözümleyici nedensellik kuramı, tarihsel materyalizmin basit yorumunun çürütülmesi olmak is- ter.[5]

Marx’a göre ise, üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını oluş­turur; bu, belirli toplumsal bilinç biçimlerin karşılık olduğu ve üstünde yasal ve siyasal üst yapıların yükseldiği gerçek temeldir.[6]

Marx, her toplumda alt yapı ve üst yapının ayırt edilmesi gerektiğini savunur. Ona göre, alt yapı ekonomik temeldir. Alt yapı, üretim güçleri ve üretim ilişkilerinden meydana gelir. Üst yapıda yasal ve siyasal kurumlar, düşünce biçimleri, ideolojiler ve felsefeler vardır.[7] Üretim biçimi, hayatın, toplumsal, yasal ve manevi süreçlerinin genel niteliğini belirler.[8] Fikir, kafa içinde düşünce haline dönüştürülmüş maddedir. Üst yapı kurumu olan dünya görüşlerinin ve ahlak anlayışlarının görevi, alt yapıda yer alan üretim araçları sahiplerinin çıkarını, gerçeğin kendisiymiş gibi göstermek­ti.[9]

Marx’a göre, toplumsal gerçekliği be­lirleyen bilinç değildir; tam tersine, bilinci belirleyen toplumsal gerçekliktir. O ne­denle, insanların düşünce biçimleri, içinde bulundukları toplumsal ilişkilerle açıklana­bilir.[10]

Marx, insanların yaptıkları toplumsal üretimde girdikleri belirli ilişkilerin onlar için kaçınılmaz ve onların iradelerinden ba­ğımsız olduğunu ileri sürer.[11] Marx’a göre, tarihin hareketi, insanların düşünce biçimleri kaynak alınarak yorumlanamaz. Toplumların yapısı, üretim lişkileriyle açıklanabilir.[12]

Marx’ın ekonomi bilimi, belirli temel­lere dayanmaktadır; bunlar, düşen kâr oranı ve işçi sınıfının artan sefaletine ilişkin yasalar, emek-değer ve artık-değer konu­larındaki kuramlardır.[13] Marx’a göre, tari­hin evreleri, ekonomik rejim esas alınarak ayırt edilmelidir; üretim biçimi olarak dört rejim vardır; bunlar, Asya, antik, feodal ve burjuva adını taşırlar.[14] Gelişmelerin be­lirli bir aşamasında toplumdaki maddi üre­tim güçleri var olan üretim ilişkileriyle ça­tışmaya başlar ve bu da toplumsal devrim dönemini başlatır.[15] Tarihin diyalektiğini meydana getiren, üretim güçlerinin hare­ketidir. Üretim güçleri, mülkiyet ve gelir dağılımı açısından üretim ilişkileriyle çeliş­kiye düşer. Bu çelişki, devrimle aşılır. Dev­rimler, tarihsel bir zorunluluğun dışavu­rumudur.[16]

Görüldüğü gibi burada bir determinist yaklaşımla karşılaşmaktayız. Bunun “ikti­sadi determinizm” olarak kavramlaştırıl- ması daha doğru görülmektedir.[17]

Ekonomik yapının sosyal-kültürel ya­pıya belirli etkiler yaptığını kabul eden Max Weber, Karl Marx’ın ekonomik yapıya ver­diği rolü ve ekonomik yapıya dayalı olarak kurduğu sistemi red eder ve bunun gerek­çelerini ortaya koyar.

Max Weber, öncelikle bilimsel neden­lerle Marksizme karşı çıkar; sıkı ekonomik indirgemeciliğin sadece ekonomik olguların bile kavranmasına yetmeyeceğini savunur. Ekonominin her etkinlik gibi kendi araçla­rıyla sınırlı olması nedeniyle evrensel kur­tarıcı rolünü oynayacak yeterlikte olma­ması, kollektivistleştirilmiş bir ekonominin ise piyasadakinden daha beter bir anarşiye yol açan bürokratik bir baskı ağına dönü­şebileceğini, savunucularının toplumu so­yut bir biçimde karşıt iki kampa bölme eği­liminde oldukları, görüşlerini, “inanç savaş­çıları” halinde hoşgörüsüz bir dayatmacı­lıkla ortaya koymaları gibi hususları, Mark­sizm’e karşı oluşunun gerekçeleri olarak açıklar.[18]

Ekonomik yapı ile sosyal-kültürel yapı ilişkisi pek çok düşünür tarafından çok yönlü olarak değerlendirilmiştir.

Bunlardan Schumpeter, ekonomik ge­lişmenin, pür ekonomik terimlerle tahlilinin mümkün olmadığını belirtir. Keynes’e göre, iktisadi gelişme analizlerini, soyut şemalar arkasındaki insan unsuruna ve onun tep­kilerine kadar götürmedikçe sonuç alına­maz. Örnek olarak, yatırım kararı, insanın iç dünyasında şekillenen bir oluşum süre­cinin ürünüdür. Hirschman, ekonomik bü­yümenin analizindeki gelişmelerin, objektif, elle tutulur ve sayılabilir unsurlardan, ele gelmez ve sayılamaz olgulara doğru oldu­ğunu savunur. Marshall’a göre, ekonomi­nin bir yüzü madde ve servete dönükse, diğer yüzü insan davranışına dönüktür.[19]

 

SOSYAL VE KÜLTÜREL YAPININ EKONOMİK YAPIYA ETKİLERİ

Sosyal ve kültürel yapının ekonomik yapıya etkileri zihniyetin etkileri boyutla­rıyla açıklandığında, çok yönlü açıklama tüm gerekçeleriyle elde edilebilir. Uygu­lama için bir araç gerekmektedir. Burada, sosyal politika, ekonomik politika koordi­nasyonunda en etkili araç olan sosyal bü­tünleşme politikaları vurgulanacaktır.

 

Zihniyetin Ekonomik Faaliyetleri Şekillendirmesi

Zihniyet farklarının belirginleşmesi, antik çağlara kadar uzanmaktadır. Bu dö­nemde zihniyet farkları, kabileler arasında psikolojik ve ahlaki zıtlaşmalar yoluyla kendisini gösteriyordu. Birbirine zıt gruplar, kendilerini farklı kılan özelliklerinde ısrar edip farklılığı bir tutku haline getiriyorlardı. Kendini başkalarından ayırma merakı, pek çok dinsel kurumun ortaya çıkmasına yol açmıştı.[20] Nitekim Max Weber de ekonomik zihniyetlerle dinsel kurumlar arasındaki bağları ortaya koymak istemişti[21] ve kapi­talist zihniyetin doğuş ve gelişiminde dinsel unsurun öncülük ettiğini savunmuştu.[22]

Werner Sombart, zihniyetin önemini ortaya koymak için, onun kapitalist düze­nin en önemli unsuru olduğunu belirtmiş­tir.[23] Gerçi zihniyet de iklim, nüfus, siya­set, din gibi tek kümede toplanamayan pek çok unsurdan etkilenerek ortaya çık­mıştır;[24] fakat ortaya çıktıktan sonra et­kisi toplumun her alanında görülmektedir. Her toplumun dinamik ve canlı bileşimini meydana getiren zihniyet, toplumun üye­lerinin her birinde içkin olup onların dü­şünce ve davranışlarını yönetir, belirler ve biçimlendirir. Sosyal yapıyı meydana geti­ren unsurları, birbiri ardına ortadan kaldır­dıktan sonra, sonunda indirgenemez bir unsura ulaşılır; bu, zihniyettir.[25]

Her toplumun doğrudan doğruya (dolaysız) verileri vardır ve bunlar üç grupta toplanabilir: l. Toplum üyelerini gözlemleyenler, tipik davranışları tesbit edebilirler ve bu belli bir grupta birbirinin aynıdır; zihinde tartmaya bağlı bu davra­nışlar, şartlı reflekse dayanan yöntemlerle bile tamamen yok edilememiştir; ancak bunlar kişisel ayrılıklar imkanına yer verir­ler. 2. Zihinde tartmalar, bir atıf/referans sistemine bağlıdır; insanda muhakemeler ve eylemler, belirli inançlar, ilkeler ve bil­giler bütününe dayanarak meydana gelir; bu nedenle davranışlar, zihniyetin elle tu­tulur belirtileri sayılmaktadır. 3. Bir toplu­mun kurumları, o toplumun üyelerinin, özellikle yönetici ve seçkinlerinin yaptırımcı kurallar koymak suretiyle kendi zihniyetle­rinin somutlaşması ve zorla kabul ettirilme- sini/empoze edilmesini temsil ederler.[26]

Zihniyet yapısı, bir takım sosyal kurumlarda yaşatılmaktadır.[27] Sosyal ku- rumların yaşatılması ise sadece eşyada var olmasıyla sağlanamaz; onların insanların düşüncelerinde de var olmaları gerekir. Yapıların ve kurumların, bunları yaşayan insanların düşünüşündeki yansımaları ne­deniyle, zihinsel yapılar, sosyal yapılara sıkı sıkıya bağlıdırlar.[28] Zihinsel yapılarla eko­nomik yapılar arasında da sıkı sıkıya bir bağlılık vardır. Nitekim, her toplumda eko­nomik gelişme, ekonomi dışı unsurlardan örülü bir yapı halindedir; buradaki ekonomi dışı unsurlar ise, dini, estetik, kültürel ve sosyal değerlerdir. Sermaye birikimi, sermaye/hasıla oranı, yatırım hareketleri bizi o faaliyetlerin arkasındaki insanın zihniyet dünyasına götürür.[29]

Zihniyet değişimi, iki yolla olur; bun­lardan biri kendiliğinden, diğeri ise taklit yoluyladır.[30] Zihniyet değişimini sağlayan kendiliğinden ve taklit yollarından ikincisi zorunlu kabul ettirme şeklinde de görüle­bilmektedir. Batılılaşma, taklit edilebilir model/örnek alınacak zihniyet olarak seçildiğinde, bunu sağlamak için benimsenen yol, zorunlu kabul ettirme şeklinde olabil­mektedir.[31]

Bu değerlendirmelerden iki husus or­taya çıkmaktadır; birincisi insanın bütün düşünce ve davranışlarının zihniyet tara­fından belirlendiği, ikincisi ise her türlü ekonomik hareketin arkasında bir zihniyet dünyasının var olduğudur. O halde, eko­nomik varlığın kaderi, yüzeysel nitelikteki şekil ve kalıplarla birlikte, uzun dönemli olarak altta ve derinlerde bulunan zihni­yetteki gelişmenin yönüne bağlı kalacak­tır.[32]

Ekonomi tarihini anlamak için, zihni­yet tarihini gözönüne almak gerekir. Top- lumların zihniyetlerinin, kültürel değerleri­nin ve inanç sistemlerinin izleri, onların ekonomik sistemlerinde görülmektedir. Demek ki, insanların ekonomik faaliyetleri ve tercihleri, bir zihniyetin damgasını taşı­maktadır. İnsanların hisse senedi ve tah­vile rağbeti, veya onun yerine altın ve gayrimenkule talebi, taşıdıkları iktisadi zih­niyetin şekliyle ilgilidir. İktisadi zihniyetin şekline göre, bir ekonomik faaliyet üretken veya spekülatif bir nitelik kazanmaktadır. Bütün ekonomik faaliyetler, onlara yön veren bir zihniyet dünyasının eseridir.[33]

İnsanlararası ilişkilerin bir kısmını oluşturan ekonomik hayatın biliminden in­san ve onun davranışları çıkarıldığında elde hiçbir şey kalmaz. Zihniyet araştırmaları, çağdaş felsefe akımlarıyla çok yakından il­gilidir. Nitekim, ilk ekonomi zihniyeti araş­tırmaları, ilgili felsefe akımlarının en geniş gelişme alanı bulduğu Almanya’da başla­mıştır. Böylece ekonomi tarihine geniş bir ufuk açılmıştır.[34] İktisat tarihine ilişkin bi­limsel araştırmalarda, sadece reel-harici veriler yerine insan, ön plana konmak suretiyle önemli bir dönüm noktası ortaya çıkmış ve zihniyetle ilgili konuların önemi anlaşılmaya başlanmıştır. Teknik yapının ve hukuk düzeninin gerisinde, manevi ve fikri mahiyette bir zihniyet cephesi vardır. Ekonomi sistemleri maddi olmaktan daha çok manevi ve fikri bütünlerdir. Büyük teorik/kuramsal sistemlerle ekonomi zihni­yeti arasında yüzeysel bakışla fark edile­meyecek sıkı bağlar vardır. Bir ekonomik sistem, sözgelimi kapitalizm, sadece bir kapital yığını değil, düşünen ve irade sahibi olan insan zihniyetinin eseridir.[35] Sadece bu dünya için çalışmayı teşvik eden toplu­mun üyeleri, kazanç tutkunu bireyler ola­rak bu zihniyet yapısını uygun ekonomik sistemi kapitalizmi ortaya çıkarmışlar­dır.[36] İktisadi yaşayış, dış verilerle oluşan bir madde dünyası değildir; onun arkasın­daki insan gerçeğidir. İktisadi sistemleri ortaya çıkaran, kendi çağının insanına has davranış normlarıdır.[37]

İki farklı ülkedeki, sektörü, teknolojisi, girdileri sayı ve kalite olarak aynı olan iki işletmenin yıl sonu karlılık ve verimlilik oranları farkı, insan unsurunun zihniyetin­den ortaya çıkmaktadır.[38] İktisadi analiz, insansız değil, insandan başlamak yoluyla yapılmalıdır. Rakamları, formülleri, mate­matik bağlantıları ruh ve anlam yönünden doldurup canlandıracak olan insan unsuru­dur. Ekonomik sayılar beşeri arzu, istek ve tercihlerin hacim ve miktar dönüşmelerine uğramasından başka bir şey değildir.[39]

Demek ki, iktisadi sermaye kadar, be­şeri sermaye olan insan faktörü ve onun zihniyet dünyası, kültürel değerleri ve inançları da önem taşımaktadır. Beşeri sermaye, kişilerin ekonomik faaliyetin sevi­yesi ve bütünleşme derecesine katkı yapa­bilecek yeteneklerinden oluşmaktadır.[40] Beşeri sermaye olan insan unsurunun bu seviye ve yeteneklerini ortaya koyabilmesi için ikna olması gereklidir. Halkın ekonomik planlama ve politika konusunda ikna ol­ması, onlara destek olmasının ön-şartıdır; nelere katlanacağının ve bu katlandıkları­nın sonucunda neler elde edeceğinin bi­linmesi büyük önem taşımaktadır.[41]

Hem üretim faaliyetlerinde, hem tü­ketim faaliyetlerinde ve hem de tüketim­den sağlanan faydanın yarattığı ekonomik refah alanlarında kendini gösteren insan unsuru, ekonomik faaliyetlerin hem aktörü hem de hedefidir. Piyasa ekonomisi mo­deli, kurumları, mekanizması ve insan zih­niyeti ve davranışı ile bir bütündür.[42] Kenneth Boulding, iktisadi gelişme için, kalkınma iradesine sahip olanların iktidarı elde etmeleri gerektiğini belirterek insan ve onun zihniyetinin önemini ortaya koy­maya çalışır.[43] Ona göre, iktisadi kal­kınma için kaynakları sektörlere tahsis et­mek kolaydır; zor olan, kalkınmayla ilgili arzu ve iradedir; kişinin arzu ve iradesini tayin etmede, içinde yaşadığı toplumu kültürel yapısı önemli rol oynamaktadır. İktisadi kalkınma için dini ve ahlaki fikirler ve onları temsil eden kurumlar dikkate alınmalıdır. Bilimdeki gelişmeler, insan un­surunun, ondaki arzunun, iradenin, zihni­yetin etkisini arttırmaktadır. Bilgi edinme tarzında büyük bir değişme olmuş, bu ise bilimin gelişmesini sağ lam ıştır.[44] Modern bilimsel zihniyet, spekülatif düşüncenin tarzında ve mahiyetindeki değişikliklerle ortaya çıkmıştır. Mekân, zaman madde ve hareketle ilgili yeni bilgilere ulaşmayı mümkün kılan bu değişikliklerle ortaya çı­kan bilimsel devrimin başlangıç tarihi, 16. Yüzyılın başına kadar uzanmaktadır. 16. Yüzyılın sonunda nüfus ve para konuların­daki araştırmalar, Avrupa’da bir zihniyet devrimi niteliği kazanmıştır.[45]

Max Weber, zihniyetle ekonomik faa­liyetler arasındaki ilişkileri incelemiş ve bu­nun sonucunda zihniyetin ekonomik faali­yetleri şekillendirdiğini ortaya koymuştur. Max Weber’e göre, her toplumun bir kül­türü vardır; kültür yoluyla toplum bir inançlar ve değer sistemine sahip olmak­tadır.[46] Belirli bir dünya görüşü ile belirli bir ekonomik etkinlik arasında manevi bir ilişki vardır.[47] Dinsel anlayışlar ekonomik davranışların bir belirleyicisi ve ekonomik davranışın nedenlerinden biridir.[48] Din faktörü, kapitalist zihniyetin doğuşu ve ge­lişiminde öncülük etmiştir.[49] Kapitalizmin gelişmesinde vazgeçilmez öğe, nihai de­ğerlerde ve değer sistemlerinde yatmaktadır.[50] Bu konudaki bilinç eksikliği, ise ka­pitalist gelişmenin en temel engelini oluş­turmuştur.[51] Ekonomik ihtiyaçların karşı­lanması, davranışın akılcı olarak örgütlen­mesini gerekli kılmaktadır.[52]

Max Weber, zihniyetle ekonomik faa­liyetler arasındaki ilişkileri, zihniyet olarak Protestanlığı, ekonomik faaliyetlerin sis­temi olarak da Kapitalizmi esas alarak in­celemiştir. Weber, yeni doğan kapitalizmin önde gelen kahramanlarının değişik protestan mezheplere mensup olduklarını, bunların kazançlarını Latin bankerler gibi kutlamalarla, iyi yaşamakla, sanat koruyu­culuğu ile harcamadıklarını; inançlarına uygun çok katı bir aile ve özel hayatları olduğunu; işte kazanılan başarı dinsel bir seçilmişliğe işaret ettiği için kendi başlarına tadını çıkaramadıkları kârlarını tekrar yatı­rıma dönüştürüp büyütmekten başka ça­releri olmadığını, Ortaçağ’da manastırda keşişlerle sınırlı olan öte dünyalık çileciliği (asketizmi), toplumsal/ekonomik dünyanın göbeğinde keşiş gibi yaşayan kapitalist gi­rişimci olarak bu dünyalık yaptıklarını be­lirtmiştir.[53]

Weber’e göre “(…) protestanlık (…) mülk sahibi olmanın verdiği doğal zevke var gücüyle karşı çıkmış, tüketimi, özellikle lüks tüketimini sınırlamıştır. Buna karşılık, mal kazancını, psikolojik olarak geleneksel ahlakın yasaklarından kurtarmış, kazanç uğraşısının zincirlerini koparıp bunu yalnız yasal hale getirmekle kalmamış, ayrıca (…) doğrudan doğruya Tanrı’nın isteği olarak görmüştür. (…) Ve tüketimin sınırlandırıl­ması ile kazanç peşinde koşmanın serbest bırakılmasını birlikte ele aldığımızda ortaya çıkacak pratik sonuç çok açıktır: Çilecili- ğin/asketizmin tasarrufu zorlaması ile biri­ken sermaye. Kazanılmış olanın tüketilerek kullanılmasına karşı koyulan engeller, ser­mayenin üretken kullanımını sağlamış­tır.[54]

Görüldüğü gibi Max Weber, kapitalizm anlayışı ile protestan ahlakı arasındaki iliş­kileri inceleyerek, dünyayı düşünme biçimi­nin davranışı yönlendirme biçimini anlaşılır kılmış, değerlerin ve inançların insan dav­ranışı üzerindeki etkilerinin pozitif ve bilim­sel olarak anlaşılmasını sağlamıştır.[55]

Demek ki, nerede ve hangi zamanda olursa olsun, sadece eşya ve mal yığınla­rından ibaret bir madde dünyası olmayan iktisadi hayatın arkasında, kendine has in­san gerçeği ve onun yaşayış normları, zih­niyeti vardır.[56] Böylece, zihniyet, ekono­mik faaliyetleri şekillendirmektedir.

 

Ekonomik Gelişme ve Büyüme Politikalarının Sosyal Bütünleşme Politikalarıyla Desteklenmesi

Ekonomik unsurlarla toplumsal un­surlar bir bütündür. Beşeri hayatın iktisadi didinme ile başlaması, iktisadi faaliyetin bir topluluğun içinde ortaya çıktığını göster­mektedir. Kendiliğinden sosyolojik niteliğe sahip olmayan bir ekonomi birliği, bir sos­yal düzen içinde sosyallik/toplumsallık kazanmaktadır. Sosyolojik bakımdan iktisadi faaliyetin yerinin tayin edilmesi önem ta­şımaktadır; bir işletmeye ekonomik nitelik kazandıran sadece teknik özellikleri değil, taşıdığı amaçtır. Biri kazanç dileği, diğeri ihtiyaç giderme zarureti olmak üzere iki esasa dayanan ekonomik fiil ile ilgili denge, bu iki kutup arasındaki çekişmenin sonucuna bağlıdır.[57] Ekonomik konuların sosyolojik incelemesi, ekonominin bir top­luluk ve onun düzeni içinde cereyan eden bir olay olduğunu ve bir fiilin ekonomik olabilmesi için böyle bir amaca dönük ola­rak oluşması gerektiğini ortaya koymuş­tur.[58]

En basitinden en gelişmiş şekillerine kadar çeşitli tiplerdeki beşeri teşkilatlan­malar içinde ve bir sosyal zeminde ortaya çıkan iktisadi hayat, toplumun bütününe eğilen sosyolojinin kapsamında yer al­maktadır. Üretim, tüketim, mübadele, kıy­met, işbölümü ve dağılım gibi iktisadi olaylar, aynı zamanda toplumsal olaylardır ve bunlar insanları bir sosyal düzen içinde bulunmaya yöneltir.[59] Toplumdaki nüfu­sun maddi göstergeleri onun iktisadi refa­hını, sosyal ve kültürel seviyesi ise sosyal gelişmesini gösterir.[60] “Büyüme” sayı ve hacimdeki değişikliği, “gelişme” ise mahi­yet ve nitelikteki farklılaşmayı ortaya çıka­rır. Nüfusun çoğalması, işgücünün fazla­laşması üretim araçlarının artması büyüme kapsamındaki değişikliklerdir. Bünye ve çatıdaki farklılaşma ise, gelişme kapsa­mında yer alır.[61] İktisadi büyüme ölçülebilir mahiyettedir; ancak bu durum onun rakamlara sığdırabileceği anlamına gelmez. Büyümenin arkasında rakamlarla ifade edilemeyen davranışlar ve kurumlar vardır. Bu davranış ve kurumlar, siyasal düzen, eğitim sistemi, halkın yenilikleri benim­seme derecesi, çalışmayı uyaran etkenler ve teşvik edici faktörlerdir.[62]

Demek ki, büyüme modellerinin uy­gulanmadaki geçerliliklerine şekil verecek olan, her ülkenin kendine has ekonomi dışı sosyal ve kültürel unsurlardır.[63] Esasen her türlü ekonomik tedbir ve politikaların soyut bir durumdan somut bir zemine ge­çişi, sosyal ve kültürel yapı gerçeklerine kaydırılmasıyla mümkün olur.[64] Bu ko­nuda pek çok örnek verilebilir. Sözgelişi, israfı yasaklayan bir değer hükmüne sahip İslamiyet’in hakim olduğu ülkelerde iktisadi hayat bu değer hükmü tarafından şekillen­dirilmektedir; bu alandaki sapmalar, kül­türel yapı ile sosyal yapı arasındaki farkın sonucudur.[65] Hindistan’da inek kesiminin yasak olması, müslüman ülkelerde domuz eti yemenin haram olması, ekonomik mal­ların dini ve kültürel değerlerden etkilendi­ğini göstermektedir. Mübadelenin müslü­man ülkelerdeki uygulamaları, onun eko­nomik olduğu kadar sosyolojik tarafları bulunduğunu ortaya koymaktadır. Müba­dele, gerek evlilik, sünnet ve doğum hedi­yeleri gibi, gerekse zekat, fitre, kurban, vakıf gibi konulurda sosyal niteliği ağır ba­san bir dayanışma şekli olarak ortaya çık­makta, temeli itibariyle her zaman iktisadi- rasyonel/akılcı bir düşünceye de dayan­mamaktadır. Geleneksel toplumlarda kişi­nin tasarrufundan ayrılmak istememesi, onu yatırıma dönüştürerek rizikoya gir­mekten kaçınması, gelirdeki artışın tasar­ruftan daha çok tüketimi harekete geçir­mesi, sosyal gerçeklerin ekonomik bir ma­hiyet taşıyan tasarruftaki rolünü göster­mektedir.[66]

Görüldüğü gibi, ekonomik ve sosyolo­jik unsurlar iç içe geçmiş durumdadır. Bunu en belirgin şekilde ekonomik gelişme ve büyümenin toplumda yarattığı değişik­liklerin sosyal bütünleşme ile desteklenme­sine olan ihtiyaçta görmek mümkündür.

Sosyal bütünleşme, sosyal yapının çe­şitli unsurları arasındaki tamamlaşma ve kaynaşma olarak tanımlanabilir.[67] Sosyal bütünleşme, toplumu oluşturan bireylerin ve sosyal grupların dünya görüşleri itiba­riyle milli kültürden en alt düzeyde ayrıl­maları veya sosyal mesafenin toplumun işleyen bir bütün olmasını engel olmayacak şekilde sosyal gruplar arasında yer alması veya sosyal gruba ait mensubiyet bilincin­deki yoğunluğun toplumdaki bütünleşmeyi bozmayacak seviyede olması gibi çeşitli şekillerde ifade edilebilir.[68]

Schumpeter gelişmeyi, ekonomik akımın alışılmış yörüngesinden ayrılarak daha üst seviyede yeni bir denge alanına sıçraması şeklinde anlar. Karmaşık modern toplumlar, bir yeni dengeye gidiş kanalla­rını açmak zorundadırlar. Buradaki ak­sama, sosyal bütünleşme bakımından so­runlara yol açar. Sosyal bütünleşme ile desteklenmeyen gelişme ve büyüme, sis­temi aksatabilmektedir. Toplumlardaki fert ve sosyal gruplarda, maddi tatmine kavuşmalarına rağmen, bunalım ortaya çık­maktadır.[69]

Bir sosyal teşkilatlar ve ilişkiler ağın­dan, sürekli, dinamik, mesleki bakımdan farklılaşmış, fertlerden ve sosyal gruplar­dan oluşan bir yapı olan toplumun, dina­mik yapısı ondaki değişmeyi sürekli kılarken,[70] kültürün aktarılması da onun de­vamlılığını sağlamaktadır.[71]

Kurumlardaki değişme konusuna yaklaşıldıkça, ekonomik ve sosyolojik teo­rinin birbirlerini tamamladıkları görülür. Ekonomik büyüme ve gelişmeyle birlikte, sosyal ve kültürel sorunlar da ortaya çık­mıştır. Anomi, dışa kapanma, cemaat­leşme, yoğun sapma davranışları, ideolojik sendikacılık, ahlak dışı davranışlar, uyuş­turucu alışkanlığı, sınıf veya grup bilincinin milli bilincin önüne geçmesi gibi sosyo- patolojik sorunların çözümlenmesi gerek­miştir. Bu da, sosyal bilimcileri ve bu arada iktisatçıları da toplumsal sorunlara eğil­meye zorlamıştır. Görüldüğü gibi, sosyal bütünleşme, statik/durağan, zora dayalı, değişmenin olmadığı bir denge durumu sanılmamalıdır; farklılaşmanın var olduğu yerde bütünleşebilme önem taşımaktadır. Demek ki, sosyal farklılaşma ve işbölümü, gelişme ve büyümeye paralel olarak art­mış, uygulanan ekonomi politikalarının sosyal ve kültürel politikalarla desteklen­mesine ihtiyaç duyulmuştur.[72]

Sosyal bütünleşme bakımından kül­türün önem taşıyan iki özelliğinden biri grup hayatının ürünü olması, diğeri öğre­nilmiş olmasıdır. Sosyal bütünleşmenin, birinci özelliği, tek bir birey tarafından ya- ratılamadığı gibi, tek bir birey tarafında da değiştirilemeyeceği, ikinci özelliği ise, de­vamlılık kazandığını, biyolojik veraset yo­luyla değil, toplumsal yolla devir alındığını ortaya koyar.[73]

Sosyal bütünleşme türleri; yersel bi­tişiklik, dış tesirlerle bir araya gelme, işlev- sel/fonksiyonel bütünleşme, mana etra­fında bütünleşme olarak tasnif edilebilir. Yersel bitişiklik, gruplar arasındaki bağın mekan birliğinden ibaret olmasıdır; burada kültür bütünleşmemiştir; toplum hayatı için, ortak çıkarlar ve amaçlar etrafında toplanış durumu olmalıdır; gelenek, milli­yet, din farkları gösteren siyasi birlik için­deki bir çok büyük grubun bir arada bulu­nuşu, yersel bitişikliğe örnek olarak göste­rilebilir. Dış tesirlerle bir araya gelme, ya­pay bir beraberlik durumudur; yabancı bir kültürün değer hükümlerinin alıştırma veya zorlama yoluyla yerleştirilmesi esas alın­maktadır; bu gibi ülkelerde görünüşteki bütünleşme gerçekte var değildir; özellikle komünist ülkelerde seçilen zorlama yolu bile, milli kültürlerin sağlam değerlere da­yanması nedeniyle başarılı olamamış, dış tesir ortadan kalktığı zaman görünürdeki bütünlük de kalmamıştır. İşlevsel bütün­leşme, gerçek anlamda sosyal bütünleşme şekillerinden biridir; burada kültür unsur­ları birer fonksiyonu yerine getirerek top­lum mekanizmasına işlerlik kazandırmakta­dırlar; bu ise sosyal normlara dayanmak­tadır ve bireyler, kendi davranışlarını bu sosyal normların yarattığı beklentilere göre yönlendirmektedirler.

Mana etrafında bütünleşme, en mü­kemmel bütünleşmedir; burada unsurlar, merkezi veya kaynaştırıcı nitelikteki bir veya birkaç mana etrafında bir araya gel­mekte, parçalardan biri çıkarıldığında top­lum mekanizması felce uğramaktadır.[74]

Sosyal bütünleşme açısından bakıldı­ğında toplumlar, tarihi bakımdan ve zama­nımızda farklıdır. Tarihi bakımdan, mesela ortaçağda toplumlar, Amiran Kurtkan’a göre, statik ve her türlü değişmeden uzak bir sosyal yapıya sahiptirler; bu da onların sosyal bütünleşmesine imkan veriyordu. Zamanımızda alet, vasıta ve teknikler gibi unsurların oluşturduğu maddi kültür çok hızlı değişmekte, değer hükümleri, ortak amaçlar gibi unsurlardan oluşan manevi kültür ise yavaş değişmektedir. Zamanı­mızda maddi kültür ile manevi kültürün değişme hızları arasındaki farklılık, sosyal bütünleşme sorunlarına kaynak teşkil etmektedir.[75]

Sosyal bütünleşmeye konu olan so­runlar, her dönemde farklı olabilir; bunlar­dan çok önem taşıyan bazıları üzerinde durmak gerekir. Çok kültürlülük, anayasal vatandaşlık, fikri beraberlik, sosyal grup mensubiyeti, menfaat birlikleri, dengeli kalkınma ve sosyal sınıflar bu grupta de­ğerlendirilebilir.

Çok kültürlülük, homojen olmayan toplumlarda güç kaynağı olurken, homojen toplumlarda çatışma kaynağı olmaktadır. Sosyal bütünleşmeyi kültürel mensubiyet­ten ayırarak anayasal vatandaşlık seviye­sinde gerçekleştirmeye çalışmak çok kül­türlü ve homojen olmayan toplumlarda mümkündür; homojen toplumlarda milli birliktelik olarak ifade edilebilecek olan sosyal bütünleşme, insanların ortak bir milli kültürü paylaşabilmeleriyle sağlanabilir.[76] Sosyal bütünleşmede, fikri beraberli­ğin varlığı, sosyal normlara uymanın yay­gınlaştırılması, değer hükümleri tarafından beslenip davranışların bütünleşmiş sistemi olan kültürün eğitim yoluyla kazandırılması önem taşımaktadır.[77] Sosyal bir gruba dahil olma şuurunun topluma dahil olma şuuru ile yeknesak olmaması, sosyal bü­tünleşme kanallarının arızalı olduğunu gösterir; bir sosyal gruba dahil olmak, toplumun manevi kültüründen, ortak değer hükümlerinden ayrılmayı gerektirmez; bir çok sosyal grubun bütünü olan toplumda, bir grubun menfaati, diğer grupların men­faatine tercih edilemez. Menfaat birlikleri, sosyal kurumlar yoluyla sosyal bütünleş­meyi kolaylaştırırlar.[78] Dengeli kalkınma modeli, azgelişmiş ekonomilerde, eş za­manlı yatırımları öngörmektedir; bu yatı­rımlar sektörler arasındaki tamamlaşmalar göz önünde tutularak yapılmalıdır.[79] Sos­yal sınıflar kendi içinde farklılaşmıştır; bu farklar, gelir seviyesinde, dünya görü­şünde, tüketim eğiliminde görülmektedir; böylece homojen bir sınıf ve sınıf şuurunun bulunduğunu iddia etmek zorlaşmıştır; ileri sanayi toplumlarında, sahip oldukları deği­şik toplumsal konumlar/statüler nedeniyle fertleri belirli bir sınıfa sokmak kolay değil­dir.[80]

Sosyal yapıyı değiştirici tedbirler, bir bütün olarak ele alınmalıdır; köy veya şe­hir, tarım veya sanayi konusunda olmaları onların ayrı değerlendirmesini gerektirmez; çünkü sosyal yapı bir bütündür ve tedbirler de o bütünlük esas alınarak düzenlenmeli­dir.[81]

 

Sonuç

Gelişme için ekonominin işleyişinin alışılmış yörüngesinden ayrılarak daha üst düzlemde yeni bir denge alanına sıçraması amacıyla tasarımlar, politikalar, planlama­lar uygulamalar yapılıyor, gayretler göste­riliyorsa, bunun geniş çevresi ile birlikte ele alınması önemlidir. Zira, insan davranışları kalkınmayı etkilemekte, davranışları ise zihniyet etkilemektedir. Bunun için ekono­mik kalkınmanın sosyal ve kültürel kal­kınma ile birlikte hızlı olarak sağlanabilmesi için, toplumsal bütünleşme politikalarıyla birlikte uygulanması gerekmektedir.

Türkiye’nin kalkınmasının, Devlet Planlama Teşkilatı koordinasyonunda, iktisadi, sosyal, kültürel ve kurumsal bakım­dan aynı hedefe doğru bütünleştirilerek götürülmesinin Anayasa ve kanunlarla öngörülmüş olması, kanun koyucunun ekonomik kalkınmanın sosyo-kültürel te­mellerinin ve bu alandaki bilimsel arka pla­nın bilincinde oluşuyla açıklanabilir. Uygu­lama sırasında sadece tek bir unsura odaklanmanın veya büyümeye indirgen­menin ortaya çıkardığı toplumsal ve eko­nomik tablo dengesizlikleri göstermektedir.

Ekonomi alt sistemi, diğer alt sistem­lerden ve sosyal sistemin bütününden ayrı ve bağımsız değildir; o nedenle, bu alt sistemler birlikte düşünülüp ele alınmalıdır. Sözgelişi, ülkeyi belirli zeminlere ve ileriye taşıyacak ekonomi politikası, dış politika ve askeri alanlardaki optimal stratejilerle bir­likte de değerlendirilmelidir.

Dipnotlar

[1] Freyer, Hans, İctimai Nazariyeler Tarihi, Çev.:Tahir Çağatay, Ankara, 1977, s.190.

[2] Freyer, Hans, A.g.e., s. 190-191.

[3] Weber, Max, Sosyoloji Yazıları, Çev.:Taha Parla, İstanbul, 1986, s.228.

[4] Weber, Max, A.g.e., s.238-239.

[5] Aron, Raymond, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev.:Korkmaz Alemdar, Ankara,1986, s.498-499.

[6] Bottomore, Tom, “Marksizm ve Sosyoloji”, Çev.: Mete Tuncay; Bottomore, Tom – Nisbet, Robert, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara, 1990, s. 137.

[7] Aron, Raymand, A.g.e., s. 151.

[8] Bottomore, Tom, A.g.y., s. 137.

[9] Ülgener, Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, 1983, s.99

[10] Aron, Raymond, A.g.e., s. 153.

[11] Bottomore, Tom, A.g.y., s. 137

[12]Aron, Raymond, A.g.e., s. 151

[13] Hughes, H. Stuart, Toplum ve Bilinç, Avrupa Toplumsal Düşüncesinin Şekillenişi, 1890-1930, İstanbul, 1985, s.62

[14] Aron, Raymond, A.g.e., s. 153.

[15] Bottomore, Tom, A.g.e., s. 137.

[16] Aron, Raymond, A.g.e., s. 152.

[17] Erkal, Mustafa E., Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara, 1984, s. 136.

[18] (18)   Freud, Julien, “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, Çev.: Korkmaz Alemdar; Bottomore,Tom – Nisbet, Robert, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara, 1990, s. 193-194.

[19] Ülgener, Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, 1983, s. 16-18.

[20] Bouthoul, Gaston, Zihniyetler: Kişi ve Toplum Açısından Zihniyet Yapılarına Dair Psikososyal Bir İnceleme, Çev.: Selmin Evrim, İstanbul, 1975, s.1.

[21] Weber, Max,, Sosyoloji Yazıları, Hazl.: H.H. Gerth ve C. Wright Mills, Çev.: Taha Parla, İstanbul, 1986, s.249-250

[22] Freyer, Hans, İçtimai Nazariyeler Tarihi, Çev.: Tahir Çağatay, Ankara, 1977, s.200.

[23] Ülgener, Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, 1983, s. 11.

[24] Ülgener, Sabri F., Dünü ve Bugünü İle Zihniyet ve Din: İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, İstanbul, 1981, s.14

[25] Bouthoul, Gaston, A.g.e., s.5.

[26] A.g.e., s.7-8.

[27] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, 1998, s.282.

[28] Bouthoul, Gaston, A.g.e., s. 19.

[29] Ülgener, Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, 1983, s.39.

[30] Bouthoul, Gaston, A.g.e., s.87.

[31] A.g.e., s.99.

[32] Ülgener, Sabri F., A.g.e., s. 159.

[33] Erkal, Mustafa E., Sosyal Meselelerimiz ve sosyal Değişme, Ankara, 1984, s. 111-113.

[34] Ülgener, Sabri F., Darlık Buhranları ve İslam İktisat Siyaseti, Ankara, 1984, s.4-5.

[35] A.g.e., s.6-7.

[36] Çağatay, Tahir, Kapitalist İctimai Nizam ve Bugünkü Durumu, İstanbul, 1975, s.34.

[37] Ülgener, Sabri F., İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, İstanbul, 1981, s. 12-13.

[38] Erkal, Mustafa E., İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, Ankara, 1990, s.46.

[39] Ülgener, Sabri F., Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, 1983, s.15-17.

[40] Erkan, Hüsnü, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Ankara, 1993, s. 18.

[41] Ülgener, Sabri F., A.g.e., s.48.

[42] Kılıçbay, Ahmet, Türkiye’de Piyasa Ekonomisi, İstanbul, 1985, s.205.

[43] Boulding, Kenneth, Yirminci Asrın Manası, Çev.: Erol Güngör, İstanbul, 1980, s. 114.

[44] A.g.e., s.41.

[45] Nef, John U., Sanayileşmenin Kültür Temelleri, Çev.: Erol Güngör, İstanbul, 1971, s.23-25.

[46] Aron, Raymond, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev.: Korkmaz Alemdar, Ankara, 1986, s. 493.

[47] A.g.e., s.515.

[48] A.g.e., s.509.

[49] Freyer, Hans, A.g.e., s.200.

[50] Hughes, H. Stuart, Toplum ve Bilinç: Avrupa’da Toplumsal Düşüncenin Şekillenişi, 1890-1930, Çev.: Güzin Özkan, İstanbul, 1985, s. 274.

[51] Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev.: Zeynep Aruoba, İstanbul, 1985, s.45.

[52] Aron, Raymond, A.g.e., s.532.

[53] Freud, Julien, “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, Çev.: Kubilay Tuncer; Bottomore, Tom-Nisbet, Robert, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Çev.derl.:Mete Tuncay, Aydın Uğur, Ankara, 1990, s.189.

[54] Weber, Max, A.g.e., s. 138-139.

[55] Aron, Raymmond, A.g.e., s.250.

[56] Ülgener, Sabri F., İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, İstanbul, 1981, s. 12.

[57] Çağatay, Tahir, Kapitalist İctimai Nizam ve Bugünkü Durumu, İstanbul, 1975, s. 17-19.

[58] A.g.e., s.21.

[59] Erkal, Mustafa E., İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, Ankara, 1990, s.47.

[60] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, 1998, s.253.

[61] Ülgener, Sabri F., Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, İstanbul, 1970, s.406.

[62] A.g.e., s.408.

[63] Erkal, Mustafa E., Bölge Açısından Azgelişmişlik, 101 Soru-101 Cevap, İstanbul, 1990, s.46.

[64] A.g.e., s.45.

[65] Erkal, Mustafa E., İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, Ankara, 1990, s.51-52.

[66] A.g.e., s.53.

[67] Kurtkan, Amiran, Genel Sosyoloji, İstanbul, 1976, s.293.

[68] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, Der Yayınları, 1998, s.264.

[69] Erkal, Mustafa E., Bölge Açısından Azgelişmişlik, 101 Soru-101 Cevap, İstanbul, 1990, s.44.

[70] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, 1998, s.260-261.

[71] Erkal, Mustafa E., Orta Teknik Eğitim ve Sanayi İlişkileri, İstanbul, 1978, s. 18.

[72] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, 1998, s.257.

[73] Kurtkan, Amiran, Genel Sosyoloji, İstanbul, 1976, s.293-294.

[74] A.g.e., s.295-301.

[75] A.g.e., s.302-303

[76] Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul, 1998, s.259-260.

[77] A.g.e., s.261-263.

[78] A.g.e., s.264-265

[79] Şanlı, Cemal, Bölgelerarası Dengesizlik ve Bölge Gelişme Teorileri, İstanbul, 1977, s.245.

[80] Erkal, Mustafa E., A.g.e., s.266-267.

[81] Kurtkan, Amiran, Köy Sosyolojisi, İstanbul, 1968, s.236-237.

————————-

[i] Sarıtaş, Mehmet. “Ekonomik Kaklınmanın Sosyo-Kültürel Temelleri.” Planlama Dergisi (DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayı) (2002).

[ii] DPT, Planlama Uzmanı,

Yazar
Mehmet SARITAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen