Türkiye’de 2017 yılı başında ivmelenmeye başlayan enflasyon dinlenmeyip “enflasyon pahasına büyüme” patikasının seçilmesi krize giden süreci başlattı. Özellikle de bizim gibi tasarrufları az ve büyümesinin finansmanını dış borçla sağlayan ülkelerde hızlı büyümeye odaklanmak ister istemez borç ve kırılganlıklarımızı artırıyor. Ağustos 2018, makroekonomik dengesizlikler ve ihmaller sonucu yavaşlamaya başlamış bir ekonomide biriken gerginliklerin boşalma anı oldu. TL’deki ani değer kaybı kuru, kur da enflasyonu vurdu. Bu durum son iki çeyrekte şahit olduğumuz ekonomik daralmayı getirdi.
*****
En güncel soru, krizin neresindeyiz; batıyor muyuz, çıkıyor muyuz?
Kredi büyüme oranları ileriye dönük büyüme tahminlerine büyük ölçüde ışık tutuyor. Kredi büyümesini incelediğimizde ise en kötünün geride kaldığını söyleyebilmek için henüz erken olduğunu görüyoruz. Ağustos 2018’de yaşanan kur şoku sonrası şirket bilançolarında ciddi bir bozulma yaşandı. Bunun sonucunda, bir taraftan artan riskler diğer taraftan yavaşlayan ekonomi kredi büyümesini hem arz hem talep tarafından önemli ölçüde yavaşlattı.
Bankalar bilançolarındaki sorunlu krediler ödenmeden yeni kredi vermek istemiyorlar. Ancak düşük talep ortamında şirketler de arzu ettikleri geliri yaratıp borçlarını geri ödeyemiyorlar. Yani sistemde bir tıkanma söz konusu. Bu tıkanmanın çözülmesi için önce problemin boyutlarının net bir şekilde gözler önüne serilmesi ve sonrasında da hızla çözülmesi gerekiyor.
BDDK’nın geçen hafta açıkladığı ve banka bilançolarındaki 46 Milyar TL’lik sorunlu kredinin batık krediye dönüştürülmesine yönelik talimat problemin tespiti konusunda olumlu bir adım. Ancak analistler sorunlu kredilerin boyutlarının daha yüksek bir rakama tekabül ettiğini düşünüyorlar. Dolayısı ile BDDK’nın son kararı maalesef insanları rahatlatıp şimdi artık çözüme yoğunlaşalım dedirtmiyor, bilakis batık kredilerin devamı gelir beklentisi var. Son IMF raporunda da şirket ve banka bilançolarının “üçüncü bir parti” tarafından değerlendirilmesi tavsiyesi bu endişeleri yansıtıyor.
Kaldı ki tüm sorunlu krediler 46 milyar TL ile sınırlı olsa dahi salt bu kredileri batık kredi olarak sınıflandırmak bankaları rahatlatacak ve kredilerin önünü açacak bir adım değil. Literatürde, batık kredilerde artışın bankaları ya daha temkinli davranıp kredi arzını kısmaya, ya da kredi faizlerini artırmaya yönlendirdiğini görüyoruz.
Netice olarak halen yaşanan borç krizinin boyutlarını tam kestiremediğimizden neresindeyiz sorusunu cevaplamak bu aşamada oldukça zor. Ancak sonuna gelmediğimizi söyleyebiliriz.
Geçmişte konulan hedeflerde görülen önemli sapmalar, uygulamada gözlemlenen tutarsızlıklar ileriye yönelik planlara ve açıklanan rakamlara olan inancı azaltıyor. Güvensizlik ortamında ise tüketim ve yatırım harcamalarının artması ve dolayısı ile kalıcı bir büyüme patikasına girmekten bahsedebilmek zor…
KRİZİN SEBEBİ
Niye böyle bir krize yuvarlandık?
Türkiye ekonomisi 2017 üçüncü çeyreğinde yüzde 11,6 gibi bir rakamla yakın zamanları en yüksek büyümesini kaydettikten sonra kaçınılmaz bir yavaşlama sürecine girdi. Bizler iktisatçılar olarak o zaman da bu kadar yüksek büyüme rakamlarının sağlıklı ve sürdürülebilir olmadığını vurguluyorduk. Çünkü potansiyel üretim kapasitesini zorlayan bir ekonomi ister istemez kırılganlıklar ve dengesizlikler biriktirir.
Tıpkı ortalama hızının üzerinde koşan bir sporcunun nefes nefese kalması gibi ekonomi de aşırı ısınma sonucu yorulur. Bu durum öncelikle yüksek enflasyon olarak kendisini gösterir. Enflasyon aslında ekonominin bağışıklık sisteminin devreye girmesi gibidir. Aşırı ısınan bir ekonomide enflasyonun yükselmesi talebi kısar bu da büyümeyi daha makul seviyelere getirir. Ancak eğer vücudunuzun sesini dinlemez ve dopingle koşmaya devam ederseniz bunun sonu iyi olmaz.
Türkiye’de 2017 yılı başında ivmelenmeye başlayan enflasyon dinlenmeyip “enflasyon pahasına büyüme” patikasının seçilmesi krize giden süreci başlattı. Özellikle de bizim gibi tasarrufları az ve büyümesinin finansmanını dış borçla sağlayan ülkelerde hızlı büyümeye odaklanmak ister istemez borç ve kırılganlıklarımızı artırıyor. Ağustos 2018, makroekonomik dengesizlikler ve ihmaller sonucu yavaşlamaya başlamış bir ekonomide biriken gerginliklerin boşalma anı oldu. TL’deki ani değer kaybı kuru, kur da enflasyonu vurdu. Bu durum son iki çeyrekte şahit olduğumuz ekonomik daralmayı getirdi.
EKONOMİNİN GÜÇLÜ YÖNLERİ
Fitch Ratings’in direktörlerinden Ed Parker “Türkiye ekonomisi son derece etkileyici bir şekilde direnç gösterdi” dedi. Siz ne diyorsunuz?
Geçmişte attığımız her adımın olumlu ya da olumsuz sonuçları ile bugün yüzleşiyoruz. Bugün yaşanan ekonomik sorunların yakın geçmişteki tercihlerden kaynaklandığından az önce bahsettik. Ancak Ed Parker’in da altını çizdiği gibi sürecin tahminlerden daha ılımlı seyretmesi de yine geçmişte atılan doğru adımların bir sonucu oldu. Özellikle 2001 krizi sonrasında bankacılık sisteminin sağlam temeller üzerine oturtulması, sermaye yeterlilik rasyolarının yüksek olması, hükümet kanadında bütçe disiplinine dikkat edilmesi son yaşanan kriz sonrasında dışarıdan borç alabilme kapasitemizin devamlılığını getirdi.
DÜZELME NE ZAMAN?
Ne zaman ‘Tamam, krizden çıkıyoruz’ diye hissedebiliriz?
Şu anda Türkiye ekonomisinde ciddi bir güven sorunu var. Geçmişte konulan hedeflerde görülen önemli sapmalar, uygulamada gözlemlenen tutarsızlıklar ileriye yönelik planlara ve açıklanan rakamlara olan inancı azaltıyor. Güvensizlik ortamında ise tüketim ve yatırım harcamalarının artması ve dolayısı ile kalıcı bir büyüme patikasına girmekten bahsedebilmek zor.
Güvenin tekrar temini için doğru politikaların büyük bir kararlılıkla uygulanması ve kendi içinde çelişen adımların atılmaması lazım. Burada öncelikle kısa vadeli büyüme hedefinin bir kenara bırakılıp uzun vadeli sürdürülebilir büyümeye odaklanılması, serbest piyasa sistemine hiçbir şartta müdahale edilmemesi ve gerektiğinde acı reçeteyi içmekten korkulmaması gerekiyor.
Nietzsche “gelecek en az geçmiş kadar içinde yaşadığınız anı belirler” diyor. 2001 krizinden alınan derslerle atılan doğru adımların bugün yaşanan krizi hafiflettiğinden bahsettik. 2018 krizinden çıkacak en önemli derslerden birisi de bence “enflasyon pahasına büyüme” politikalarından kati suretle kaçınmak ve bundan sonraki dönemde fiyat istikrarını ön plana çıkarmak olmalı. Bu anlayışın yerleştiğinden emin olduğumuzda krizden çıkıyoruz ve sürdürülebilir büyüme odaklı yeni bir sayfa açıyoruz diyebiliriz. Ne zaman hissederiz? Ekonomiye olan uzun vadeli güven yatırım kalemindeki kalıcı canlanma ile kendini gösterecektir.
DÜNYADA FAİZLER İNİYOR
Dünyada faizler iniyor. Neden?
Çin ve Avrupa kaynaklı bir global resesyonun yayılması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Yavaşlayan ekonomilerde merkez bankaları faizleri düşürerek ekonomiyi canlandırmaya ve enflasyonu hedefe yükseltmeye çalışıyorlar. Buradaki zorluk şu: 2007-2009 krizi sonrası sıfır hatta negatif seviyelere kadar düşürülmüş olan faizler daha hala “normal seviyelerine” ulaşmış değil. O nedenle olası bir resesyon tehlikesi durumunda gelişmiş ülke merkez bankalarının ellerinde yeterli cephane kalmadığından endişe ediliyor. Bu nedenle global gelişmelere karşı daha fazla tedirginlik ve hassasiyet var.
Merkez Bankası’nın bu yaz toplam 750 baz puanlık faiz indirimi, enflasyonun iki senede yüzde 6’ya düşürme tahmini ile tutarlı değil. Aksine, kısa vadede büyümeyi canlandırmayı hedefleyen bir adım. Enflasyon düşmeden gelen faiz indirimleri orta vadede daha yüksek bir enflasyon olarak geri döner…
TRUMP DÜŞÜK FAİZ İSTİYOR
Trump faizi indirmesi için FED’e baskı yapıyordu. FED faizi indirdi, Trump istediği için mi?
Hayır. Fed’in ABD ekonomisi için gerekli görmediği bir adımı, sırf Trump istediği için atmasının söz konusu olabileceğini düşünmüyorum. Bu tür iddiaların doğru olup olmadığını ayrıştırabilmek kısa dönemde kolay değil. Bir tarafta Fed’den faiz indirmesini isteyen bir başkan, öbür tarafta ise faiz indiren bir Fed görünce kafalarda bir soru işareti oluşuyor ister istemez.
Bir örnek verecek olursak, diyelim ki bir tanıdığınıza “başın ağrıdığı zaman ilaç iç” tavsiyesinde bulunuyorsunuz ve o da ilaç içiyor. Bu durumda o kişinin sizin tavsiyenize uyduğu için mi yoksa sizden bağımsız olarak mı hareket ettiğini anlayabilmek için geçmiş davranışlarına bakmanız gerekir. Eğer geçmişte de başı ağrıdığında ilaç içiyorsa aldığı kararda sizin etkiniz olduğu şüphe götürür.
Fed’in son kararlarını incelediğimizde geçmiş duruşu ile tutarlı hareket ettiğini görüyoruz. Geçmişte de enflasyon hedefin altına indiği zaman faiz düşüren bir Fed var. ABD’de enflasyon şu anda yüzde 1,4. Hedef ise yüzde 2. Bir taraftan da global resesyon sinyalleri geliyor ki bu da enflasyonu daha aşağı çekecek bir risk. Dolayısı ile Fed bu gerekçeleri öne sürerek, enflasyonu hedefe çıkarmak için faiz indirdiğini söylediğinde bu kararın içsel tutarlılığını görebiliyorsunuz.
Orta-uzun vadede bu iddiaların doğru olup olmadığını hep beraber göreceğiz. Eğer Fed kendisi gerekli olmadığına inandığı halde sadece Trump’ın baskısı ile faiz indiriyorsa, o zaman 6-12 aylık bir dönem sonunda ABD enflasyonunun yüzde 2’lik hedefi kalıcı olarak aştığına şahit olmamız gerekir. Ben buna ihtimal vermiyorum.
MB’NİN BAĞIMSIZLIĞI?
Merkez Bankaları niye bağımsız olmalı?
Dünyanın her yerinde siyasetçiler faizleri düşük tutmak isterler. Çünkü bu şekilde borçlanma maliyeti düşer, krediler ve dolayısı ile talep canlanır. Üretim artar. Bu durum siyasetçiye daha çok oy getirir. Peki daha çok üretimi herkes istemez mi? Hayır, üretimin her türlüsü makbul değildir. Çünkü eğer mevcut büyüme ülkenin üretim kapasitesini zorlar ve aşırı ısınmaya sebep olursa o zaman sürdürülemez. Enflasyon artar, bu durum talebi azaltır ve ekonomi başladığı yere yüksek enflasyonla geri döner.
İşte bu döngünün önüne geçmek için merkez bankalarına bağımsızlık verilir. Bir merkez bankasının bağımsız olması demek, o merkez bankasının kafasına göre hedef belirmesi demek değildir. Ancak siyasetçilerle beraber belirlenmiş olan uzun vadeli büyüme hedeflerine ulaşmak için istediği aracı kullanabilmesi demektir.
Bağımsız bir merkez bankası, fiyat istikrarını gözeterek ülkenin üretim kapasitesini zorlayacak düşük faiz politikalarına hayır demek durumundadır. Şayet bu konuda kararlı bir duruş sergiler ve enflasyonu hedefinize getirebilirseniz zaten piyasa faizleri de düşer ve o noktada üretim kapasitesini artırmanın yolu açılır. Yani daha çok büyüme enflasyon yaratmadan gerçekleşir. Makbul olan büyüme bu şekilde gelen sürdürülebilir büyümedir.
FED VE TC MERKEZ BANKASI
Sizin bağımsızlık açısından FED’le TCMB’yi mukayese eden akademik bir çalışmanız var. Nasıl gözüküyor? TCMB’nin bağımsızlığı hakkında neden şüpheler var?
Bir merkez bankasının bağımsız olup olmadığını “çıplak gözle” görebilmek her zaman kolay olmuyor. Çünkü az önce Fed örneğinde bahsettiğimiz gibi bazen siyasi söylem ile merkez bankasının adımı birbiri ile örtüşebiliyor. Bu durumda önce o merkez bankasının normal şartlarda hangi değişkenlere tepki verdiğini tespit edip siyasi demeçlerin ilave bir etkisi olup olmadığını ayrıştırmanız lazım.
Çalışmamızda şunu görüyoruz. Fed ve ECB (Avrupa Merkez Bankası) kriz sonrası dönemde siyasi söylemlere herhangi bir tepki vermiyor. Sadece enflasyon ve işsizlik rakamlarına odaklanarak makroekonomik veri ile tutarlı karar almaya özen gösteriyorlar.
Bizde ise TCMB her ne kadar enflasyon, kur ve büyüme verisine göre bir duruş belirlese de siyasi baskılara da tarafsız kalamıyor. “Faizler düşmeli” şeklinde bir siyasi demeç TCMB’nin faiz artırma olasılığını düşürüyor. Bu tür bir boyun eğme ister istemez enflasyon hedeflemesinde başarısız bir performansı da beraberinde getiriyor.
HIZLI FAİZ İNDİRİMİ?
Bizim Merkez Bankası da 21 Eylül’de faiz indirdi. Siyasi mi, teknik mi?
Önemli bir ekonomik yavaşlama yaşayan bir ülkede merkez bankasının global şartlardaki uygunluğu da göz önünde bulundurarak faiz indirimine gitmesi bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ancak teknik bir ayarlamanın boyutu çok daha mütevazı ve kademeli olmalıydı.
Enflasyonun yüzde 15’ler seviyesinde seyrettiği, 12 ay sonrası enflasyon beklentilerinin yüzde 12’de olduğu bir ülkede yüzde 5’lik enflasyon hedeflemesinde samimi olduğunuzu topluma kabul ettirebilmek için çok daha kararlı bir para politikası duruşunuz olması gerekiyor. Hele de az önce bahsettiğimiz bağımsızlık konusundaki olumsuz algıyı değiştirebilmek ve TCMB’nin yeniden kredibilite kazanabilmesi için yeni bir sayfa açıp geçmişten farklı daha sıkı bir duruş sergilemesi lazım. Bunu kaybedilmiş kredibiliteyi tekrar kazanmak için ödenmesi gereken bedel olarak da görebilirsiniz.
TCMB’den bu yaz gelen toplam 750 baz puanlık faiz indirimi, enflasyonun iki sene içinde yüzde 6’ya düşeceğini iddia eden TCMB tahmini ile tutarlı değil. Aksine kısa vadede büyümeyi canlandırmayı hedefleyen bir adım. Ancak enflasyon beklentileri düşmeden gelen faiz indirimleri orta vadede daha yüksek bir enflasyon olarak geri döner ve bu da büyüme hedeflerini vurur. Geçmiş tecrübeler tekrar tekrar bunu gösteriyor. Artık geçmiş tecrübelerden ders alıp geleceği şekillendirme zamanı. Dünyanın yeni bir düşük faiz dönemine girmiş olması bizim bu geçiş sürecinde daha az canımızın yanmasını sağlayacak ideal bir fırsat.
*****
SELVA DEMİRALP KİMDİR?
Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp
2000-2005 döneminde Fed’de ekonomist olarak çalıştı. 2005’te itibaren Koç Üniversitesi’nde ekonomi dersleri veriyor.
Merkez bankacılığı ve para politikaları konusunda çok sayıda araştırma, rapor ve makaleleri bulunuyor.
————————————————-
Kaynak:
https://www.karar.com/gorusler/ekonomist-prof-dr-selva-demiralp-sistemde-tikanma-soz-konusu-1338171#