Ahmet ÖZTÜRK[i]
2017 Referandumu ile Türkiye’de sadece başkanlık sistemine geçilmedi, Türkiye o referandum ile coğrafi, kültürel ve siyasal olarak bir tercih de yaptı ve bugün bu tercihin önemli sonuçlarını yaşıyor. Yaşıyoruz.
İlk başta şunu söyleyeyim. Yapılan bu tercihin de etkisiyle son zamanlarda Avrupa ülkelerinde ekonomik, toplumsal ve siyasal verilerle ilgili, ülkeleri kıyaslayan tabloların çoğunda Türkiye’ye yer verilmediğini görünce üzülüyorum ve bunu kabul edemiyorum.
Avrupa ile ilişkilerde ve bizim kendi gündelik yaşamımızda siyasal sistemimizin ne önemi olabilir? Kısaca özetleyeyim…
Türkiye, III. Ahmet ve Lale Devri’nden beri devlet yönetimi ve toplum ilişkilerinde karşılaştığı sorunları tanımlamak ve çözmek için Avrupa ülkelerinin neyi nasıl yaptığına ilgi duyarak bu ülkelerle yakın ilişkiler kurmaya önem vermeye başladı. III. Selim döneminde, 1793’te ilk Osmanlı sefiri (büyükelçi) Londra’ya atandıktan sonra Türkiye Avrupa ile ilişkilerini geliştirdi. Savaşlar, krizler ve gerilimlere rağmen Türkiye-Avrupa ile her dönemde er veya geç daha fazla yakınlaştı.
2017’den beri içinde bulunduğumuz sistem bu çizgiden önemli bir sapmayı beraberinde getirirken, maalesef iddia edildiğinin aksine, sistem değişikliği Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunları çözmeye yardımcı olmadı. Bugün kim bu ülkenin 2017 referandumu öncesine göre demokratik ve siyasal olarak, ekonomik olarak daha iyiye gittiğini söyleyebilir?
Türkiye son yıllarda siyasal olarak derin toplumsal gerilimler, ciddi ekonomik sorunlar yaşıyor. Türkiye OECD, Avrupa ülkeleri arasında en yüksek enflasyon sorununu, dünya ülkeleri içinde de en yüksek enflasyon oranlarından birini yaşıyor. Gelir dağılımındaki bozulma ve adaletsizlik düşük ve orta gelir grubunda bulunan insanların hayatları üzerinde ciddi sonuçlar doğuruyor. Örneğin, bugün İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde ortalama ücretler ile yaşanabilir bir semtte, yaşanabilir bir aile konutu edinebilmek için gençlerin iki insan ömrüne ihtiyacı var. Önceki kuşaklar içinde çalışanlar daha önce hiç böyle bir tablo ile karşılaşmış mıdır? Hiç sanmıyorum, yakın dönemde yaşanmadığını biliyorum.
Siyasal örgütlenme, sendikal haklar, medya ve basın yayın, temel haklar ve özgürlükler, denetim, şeffaflık, yargı alanlarında daha iyiye gittiğimizi söyleyebilir miyiz? En basit örnek olarak, bugün Kuzey Amerika ve Avrupa’daki sosyal medya kullanıcılarının, takip ettikleriniz veya takipçilerinizin mesaj, yorum ve düşünce paylaşımı yaparken sahip oldukları hak ve özgürlüklere, yasal ve sistemsel korumaya hangimiz sahibiz? Değilse neden?
Ekonomik, sosyal, hukuksal ve siyasal sorunların son yıllarda daha da derinleştiğini kabul etmeyecek kaç kişi var bu sayfada?
Derinleşen sorunlarımızın önemli sonuçları da oluyor, onlar bu sonuçlara ne diyecekler? Son yıllarda bazı gazetelerde, sosyal medyada vatandaşlarımızın özellikle Avrupa ülkeleri ile yaşıyor oldukları vize ve seyahat zorluklarını okuyoruz. Beklenen ve ihtiyaç duyulan yabancı sermaye girişi beklentileri her yıl bir sonraki yıla erteleniyor. İçerde pek çok kişi yurt dışına çıkmak için planlar, başvurular yapıyor. Ülkenin zeki ve girişimci genç beyinleri, doktor ve mühendis gibi yetişmiş insan gücü göç ediyor veya etmeyi planlıyor. Nereye gidiyor bu insanlar? Çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika’yı tercih etti ve ediyor. Peki, neden?
Bu, artan göçün, derinleşen diğer sorunların en büyük ve tetikleyici nedeni bana göre 2017’de yapılmış olan siyasal olduğu kadar coğrafi ve kültürel olan tercihtir. Bu sistem tercihi ile Türkiye’de devlet toplum ilişkileri değişmiştir. İdari olarak Avrupa tarzı idare ve yönetme şeklinden daha çok Ortadoğu, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde görünen örneklere yaklaşılmaktadır. Sonuç olarak bu tercihe katkıda bulunanlar Türkiye’nin III. Ahmet, III. Selim, II. Mahmut’tan beri Batı ve Avrupa’ya çevrilen dümeni ve yönüyle oynamışlardır. Bu nedenle yapılan sistem tercihi sadece siyasi değil coğrafidir, toplumsaldır, kültüreldir.
Türkiye ve yakın coğrafyaya baktığımızda ne demek istediğimi anlamak zor degil. Bugün Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin 21’inde parlamenter sistem var. Geriye kalan 6 ülkenin 5’inde ise yarı başkanlık sistemi var. Bunlar Avrupa kıtasının siyasi yapısını belirliyor. Avrupa Birliği’nde başkanlık sistemi ile yönetilen tek ülke hangisi, biliyor musunuz? Türkiye’nin bir devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs.
2017 Anayasa değişiklikleri özü ve nihayetinde uzun yıllar yaklaşmaya çalıştığımız Kopenhag kriterlerini bir kenara atıp yerine Ankara kriterlerinin konulması ve benimsenmesiydi. Bunun sonuçları olmayacak mıydı? Oldu, oluyor, olacak. Yukarıdaki sorunların çoğu, bir kısmı önceden beri var olsa da bugün yaşadığımız boyutu veya şiddeti ile yenidir, dolayısı ile kötüleşen ve zorlaşan devlet-toplum ilişkilerinin bir sonucudur. Sistemseldir, yönetimseldir ve neticedir.
Neticede, hayat ve yaşananlar yapılan tercihlerin sonuçlarıdır.
[i] Prof.Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi