(BİRİNCİ KISIM)
Ahmet Malkan Türk milliyetçiliği ve ülkücü hareketle ilgili konularda, 70’li yılların başından günümüze kadar çoğu en ön saflarda olmak üzere sürekli yer aldı, sorumluluklar yüklendi; her zaman taşın altındaydı ama yaptığı fedakârlıkların karşılığını almayı aklından bile geçirmedi. Çünkü ülkücü ahlâkı her yönüyle özümseyen, hayatını manevi ve millî değerler üzerine inşa eden, bunları birebir yaşayan bir yapısı vardır. En zor zamanlarında dahi bu yapısından taviz vermeyi asla düşünmedi.
1952 yılında Elazığ’ da doğdu. 8 kardeştiler, ikisi kız altısı erkek. İki kız vefat edince altı kardeş olarak hayata devam ettiler. Ve erkeklerin en küçüğü Ahmet’ti.
Babası Taşçı Bereket namıyla biliniyordu, şairliği de vardı ve Maraş’ın Mağaralı Mahallesindendi. Annesi Maraş’ın Elbistan kazasından Ümmügülsüm Hanımefendidir.
Ahmet iki buçuk yaşındayken Elazığ’dan Maraş’a döndüler. Dar gelirli, mütevazı, dindar ve muhafazakâr bir aile yapıları vardı; Ahmet’in çocukluğundan beri namazı dikkatliydi. Vakit namazlarını camide kılardı, cami imamı Mehmet Efendi onu sever ve öğütler verirdi. Gazete ve kitapların çok okunmadığı o zamanlarda Bereket Usta Tercüman gazetesini günlük muntazaman alır, Kadircan Kaflı’yı da çok severdi.
Ahmet Malkan’ın özelliklerinden biri sorumluluk duygusunun yüksek oluşudur. Yaz aylarında ve her fırsat bulduğunda sürekli çalıştı, okul masrafları için ailesinden hiç para almadı. Eve her gün alınan Tercüman Gazetesi’nin daimî okuyucusuydu. En fazla Ahmet Kabaklı ve Ergün Göze’yi beğenirdi. Okula bir yıl geç başlamıştı, fakat derslerinde çok başarılıydı. Kitaplık kolu başkanı oldu. Ömer Seyfettin’in kitaplıktaki bütün eserlerini okumuştu. Ama Atsız Hoca’nın Deli Kurt romanını okuduğunda adeta “çarpılmıştı”.
En büyük Ağabey Şahin Malkan makine mühendisiydi. Erkan Malkan MHP ve MÇP’de il başkanlığı yapmış iyi bir esnaftı. MHP ve Türkeş ailece çok seviliyordu.
Ahmet Malkan ortaokulda judoya başladı. Zamanla Türkiye genelinde dereceler yapacak seviyelere ulaştı. 1971-72-73 yıllarında hep ilk üçün içinde oldu.
Sanat Okulu son sınıfta müsamere kolu başkanı olan Ahmet yoğun bir tempoyla yılsonu gösterilerine hazırlanırken, edebiyat öğretmeniyle bir yanlış anlaşılmadan dolayı takıştılar ve okulun bitmesine bir ay kala Mardin’e sürgüne gönderildi. Aslında sorumluluk öğretmende olmasına rağmen fatura Ahmet Malkan’a kesilmişti.
Mardin’de ideolojik ayrışmanın belirgin olduğu, etnik ayrımcılığın yeni yeni filiz vermeye başladığı bir ortam vardı. Mardin Sanat Okulu da öğrenciler ve hocalarıyla bunların etkisindeydi. Okul Müdürü Mehmet Tanır aslen Maraş’lı idi. Hem de Maraş’ta görev yaptığı için Malkan’la tanışıklıkları vardı. Bundan dolayı da Onu hep koruyup kolladı.
Ahmet Mardin’de de judo yapmaya devam etti. Ve Mardin judo takımıyla 1972 Türkiye Şampiyonası’na katıldı. İstanbul’ da yapılan şampiyona da 63 kg‘da Türkiye III. oldu. Mardinliler bu yüzden Onu çok sevdiler.
Ahmet Malkan Mardin Sanat Okulu’ndan mezun oldu, fakat o yıl yapılan üniversite imtihanlarında başarılı olamadı. Aynı yıl Gölcük Deniz Fabrikaları’nda işçi olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Gölcük Judo Kulübü’nü de çalıştırıyordu. Ahmet Malkan’ın talebesi olan Fahri Erdoğan isimli ortaokul öğrencisi daha sonraki yıllarda Antalya’da yapılan Türkiye şampiyonasında birinci oldu.
Malkan 1973 yılında Galatasaray Mühendislik Kimya Mühendisliği bölümünü kazandı. Okul ve yurt masraflarını karşılayacak kadar parası da vardı. İstanbul’u ısrarla istemesinin sebebi buranın judonun merkezi konumunda olmasıdır. O yıllarda judonun bir numaralı ismi olarak bilinen Namık Ekin’in kulübü BUSHİDO’ da antrenmanlara başlar. Aynı zamanda bu dalda çalışmak isteyen öğrencilere antrenörlük yapar. 1974’de Kocaeli’nde yapılan Türkiye Üniversiteler Arası Judo Şampiyonası’nda 1. olur. Ertesi yıl 1975’de Samsun’da yapılan Türkiye Üniversiteler Arası Judo Şampiyonası’nda yine kilosunda birinci olur ve okulun şeref defterine ismini yazdırır.
Ecevit hükümetinin 1974’de çıkardığı af yasası ile Türkiye üniversiteleri yeni ve zorlu bir döneme girer. Aftan yararlanan, belli çevrelerin 68 kuşağı adıyla günümüzde yüceltmeye çalıştıkları radikal Marksist gruplar, cezaevlerinden ideolojik eğitimlerini de tamamlamış olarak topluca okullarına döndüler. Üniversite ve yüksekokullar bir anda komünist militanların işgal tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Okullardan ve mahallelerden başlayarak yönetime el koymayı plânlayan solcular, her fırsatta forum yapmak bahanesi ile sınıfları boşaltmaya, eğitimi aksatmaya başladılar. Maksatları ideolojik propaganda yaparak taraftarlarını çoğaltmak, karşı görüştekileri sindirmek, okulları kontrollerine alacak tarzda hâkimiyet sağlamaktı. İstediklerini yapmak istemeyen, itiraz edenlere cebir ve şiddet kullanıyorlardı. Ahmet forumlarına bir iki defa katıldı. Bir defasında laboratuvarda deney yaparken yine bir grup solcu geldi ve “Herkes büyük amfiye” diye seslendiler. Laboratuvardaki öğrencilerin hepsi itiraz etmeksizin çağrıya uyarak amfiye indiler. Ahmet Malkan solcu grubun başındakine sınıfı geçebilmek için bu deneylerdeki eksiklerini tamamlamak zorunda olduğunu, dolayısıyla foruma katılmayacağını söyleyince çok öfkelendiler; hakaret ederek laboratuvarı derhal boşaltmasını istediler. İstekleri yapılmayınca hepsi birden üzerine saldırdılar. Ahmet’in geri adım atmayıp direnmesi okuldaki ülkücülere moral oldu. Sayıları azdı, okul idaresi solculara müsamaha gösteriyor, eğitimi engelleyen eylemlerine önlem almıyordu. Solcu militanlar bundan da cesaret alarak ülkücülerin okula gelmelerini engellemeye kalkışınca sürekli kavgalar yaşanmaya başladı.
Malkan okuldaki ülkücülerin başkanı konumundaydı. Arkadaşları adına okulun durumunu anlatan, derslere girmekten başka amaçlarının olmadığını, bu yasal haklarının kullanılmasının sağlanmasının devletin ilgili makamlarının görevi olduğunu belirten bir dilekçe hazırladı. Hep birlikte imzalayarak bunu başta okul idaresi olmak üzere, Başbakanlığa, İstanbul valiliğine, Emniyet Müdürlüğüne verdiler. Ama bu hukuki girişimleri ne yazık ki cevapsız kaldı. Devletin ilgili birimleri yasaları uygulamak, görevlerini yapmak yerine “başınızın çaresine bakın“ dercesine kenara çekilmiş, olayları seyrediyordu.
Ahmet beş ülkücü arkadaşı ile Feriköy’deki Konya Yurdu’nda kalıyorlardı. Feriköy Yurdu’nun bitişiğinde solcuların hâkimiyetinde olan Elazığ Yurdu vardı. Konya Yurdu okula yürüyerek gidecek mesafedeydi, bu yurdu tercih etmelerinin asıl sebebi okula yakınlığıydı. Olayların çok fazla artması üzerine Ahmet ve arkadaşları can güvenlikleri açısından daha emniyetli olduğunu bildikleri Edirnekapı Yurdu’na taşınmayı kararlaştırdılar. İki arkadaşları hemen taşınmak yerine içinde bulundukları Ramazan ayının çıkmasını beklemek istediler. Fakat korktukları başlarına geldi. Hüseyin Büyükkoz yurttan okula giderken pusuya düşürüldü, çapraz ateşe alınan Hüseyin yedi kurşun almıştı. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Vurulduğunda Ramazan’ın on beşi idi. Şişli Eftal Hastanesi’nde Ramazan Bayramı’na kadar kaldı. Babası Mustafa Bey Maraş’tan gelmiş, yaralı oğlunun yanından hiç ayrılmamış, sürekli Kur’an okumuştu. Hüseyin’in son saatlerinde Ahmet ve iki arkadaşı hep başucundalardı.
Bayramın birinci günü sabah ezanının ruhaniyeti Şişli semalarını doldururken Hüseyin şehadete yükseldi. Ülkücü arkadaşları 59. şehitlerini, Hüseyin’i memleketi Maraş’a götürdüler ve orada toprağa verdiler.
Bayram bitince ülkücüler eksiksiz okulda oldular; meydanı ve okulu canları pahasına da olsa emperyalizminin uşaklığını yapan komünist güruha bırakmamakta kararlıydılar. Onlardan biri de Ankaralı ve Makine Mühendisliği son sınıf öğrencisi Yusuf Tanık‘tı. Tanık yeni evliydi. Komünistler tecrübeli ve hazırlıklıydılar, içeride silah araması yapıldığını bildiklerinden okulu dışarıdan işgal ettiler. Gerginlik nedeniyle okul idaresi okulu bir haftalığına kapattı.
Ahmet ve arkadaşları okuldan çıktılar. Yakındaki benzinlikte diğer arkadaşlarını beklerken arada polis barikatı olmasına rağmen yolun diğer tarafında bulunan solcular ateş açtılar. Ahmet’in can dostu, Galatasaraylı ülkücülerin ahlâk ve karakter abidesi Yusuf Tanık isabet eden kurşunla yaralandı. Durdurulan bir taksiyle hastaneye götürülürken son nefesini Ahmet’in kolları arasında verdi. Olaylar giderek yoğunlaşıyordu, okulun içerisi de çevresi de çatışma alanı haline gelmiş durumdaydı. Ahmet Malkan uyduruk bir suçtan gözaltına alındı, tutuklanıp, altı ay Sağmalcılar’da kaldı. Tahliye olunca Maraş’a, memleketine gitmedi; Edirnekapı Yurdu’nda bulunan okul arkadaşlarıyla buluşarak tekrar okula gitmenin yollarını aramaya başladılar. Ama çok zor bir dönem başlamıştı.
Okulda büyük çaplı olaylar, dışarıda kurşunlamalar yaşanıyordu.
1977 yılının son ayının son günlerinde okul kantininde solcular ülkücülere saldırı başlattılar. Ülkücüler 10-15 kişi, solcular 100 kişi kadardı. Okulun içinde karakol olmasına rağmen polis kavgayı önleyemedi. Olayın sonunda solcu militanlardan biri kesici aletle öldürülmüş, ikisi yaralanmıştı.
Ahmet Malkan ve üç arkadaşı gözaltına alındılar.
Olay sosyal demokrat olduğu bilinen Toplum Suçları Savcısı Muhittin Cenkdağ’a intikal etti. Cenkdağ soruşturmayı olayın sorumlusunun ülkücüler olduğunu gösterecek tarzda yürüttü. Olay cuma günü yaşandığı halde otuza yakın solcu üç gün sonra şahit sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Bunlara nasıl ifade verecekleri öğretilmişti; hepsi ağız birliği yaparak Ahmet Malkan’ın elindeki falçatayla solculara vurduğunu gördüklerini söylüyordu. Oysa bu iddia kesinlikle yalandı. Ahmet Malkan olay mahallindeydi, kavganın içindeydi ama elinde kesici ve yaralayıcı bir alet kesinlikle yoktu, Onun bu tarz aletlerle işinin olmadığını herkes biliyordu. Solcu militanlar ve onlara yakınlık duyan okul idaresi ile soruşturmayı yürüten savcı ve polis bu olayı vesile yaparak Ondan kurtulmak istiyorlardı. Hazırlık soruşturması tek yönlü ve düzmece hazırlandığından yargılama sürecinde Ahmet Malkan uzun savunmalarından bir netice alamadı. Esasen çoğu Sıkı Yönetim savcısı da MHP Ana Davasında görüldüğü gibi sol eğilimliydi.
Malkan askeri mahkemede yargılandı ve 21 sene 6 ay ceza aldı. Fakat Askeri Yargıtay olayın yaşandığı tarih açısından davaya askeri yargının değil sivil mahkemenin bakması gerektiği gerekçesiyle kararı iptal etti. Dava sivil mahkemede devam etti. Sekiz yıla yakın devam eden yargılama sonunda Ahmet Malkan ağır tahrik, iyi hal gibi indirimlerden de faydalanarak altı buçuk yıl hapse mahkûm edildi. Böylelikle 1985 yılının Temmuz ayında devletten iki yıl alacaklı olarak “son ikametgâhı!” Akşehir Cezaevi’nden tahliye oldu.
Sekiz yıl boyunca aslında kesinlikle işlemediği bir suçun faili olarak yargılandığını bilmenin huzuru içerisinde oldu. Bu tevekkül ve teslimiyetle ibadetlerinde çektiği musibetin hikmetini idrak etmeye gayret etti.
Bu dönemi benimsediği millî, manevi, ahlâki ve ruhi değerleri üzerinde düşünüp derinleşme fırsatı saydı. Sağmalcılar Cezaevi’nden başlayan Akşehir’de sonlanan 8 yıllık süre içerisinde yarısını sürgün olarak 14 cezaevi dolaştı. Bu gidiş gelişler ve yaşanan olaylar neticesinde ülkücüleri, insanları ve karakter abidesi Velican Oduncu, Osman İnci, Mehmet Kutucu, Metin Kaplan gibi insanları tanıdı.
12 Eylül darbesinin ardından çok sayıda ülkücünün tutuklanması ya da aranıyor olması sonucu dışarıdan yetersiz de olsa gelen yardımların ve ziyaretlerin kesilmesine sebep oldu. Buna rağmen Postal Mustafa, Dücane Cündioğlu, Ali Saim Şengül zaman zaman ziyaretlerini ufak da olsa maddi ve manevi yardımlarını sürdürdüler.
Keza 1983 seçimlerinde Mersin Milletvekili olan Mehmet Kocabaş ve Malatya Milletvekili olan Talat Zengin’in Akşehir Cezaevi’ne şahsına yolladıkları mektup ve bayram tebrikleri Ahmet’in üzerindeki cezaevi baskısını bir hayli azaltmıştı.
İsminin yazılmasını istemeyen babası şehit, yeğeni şehit bir dostu da cezaevindeyken her hafta muntazaman cezaevi idaresinin belirlediği miktar kadar (3 bin lira) parayı hiç aksatmadan yolladı. Ahmet üç bin liranın bin lirasını kendisine İki bin lirasını da beş yüz beş yüz diğer koğuşlardaki arkadaşlara yollardı. Bu paraları hiç küçümsememek lazım, çay ve sigara parası olan mahkûmun “başı dik, sözü tok” olur.
Ahmet’i 18 Temmuz 1985’de tahliyesi gelmesine rağmen cezaevi idaresi o gün cezaevinden çıkarmadı. Sahte bir tahliye olması ihtimalini düşünerek sabahı bekleyip Adalet Bakanlığı’ndan Yargıtay’dan gelen telgrafı doğruladılar. Ahmet’ in cezası 8 seneye 1 gün daha ilave edilmiş oldu.
Malkan cezaevinden çıktı. Kapıda ağabeyleri, arkadaşları İbrahim Yalçıner ve Mustafa Verkaya bekliyorlardı. Bunlara ilaveten jandarma da kapıdaydı ve askerlik şubesi askere alım işlemini başlattı. Buradan hemen askerlik yapması için sevk etmek istiyorlardı. Araya Akşehirli hatırlı adamların girmesiyle iş tatlıya bağlandı.
Tahliye sevincini tatmayanlar bilemezler, anlatılması zor duygular, sevinçle hüznü birlikte yaşıyorsun. Hürriyete açılan kapılardan hayata katılmak şüphesiz çok güzel de ya içeride kalan “Dava arkadaşların”, her türlü zorluğa ve risklere beraberce omuz omuza karşı durduğun, harçlığını, sigaranı, dertlerini paylaştığın arkadaşlarını bırakıp gitmenin zorluğu mahpus yatmanın zorluğundan da zordur. Ayrılırken sarılıyorsun, ağlıyorsun. Sevinçten mi, hüzünden mi anlayamıyorsun. Kucaklaşıp ayrılıyorken bir parçanı da içeride bırakarak çıkıyorsun.
Ahmet Akşehir’den Bursa’da ki ağabeyine uğruyor, sonra da memleketi Maraş’a dokuz sene sonra dönmüş oluyor. Babasını 1978’de kaybetmiş olan Ahmet, Ağabeyi Erkan Malkan’ın evine yerleşiyor.
Tanıdık, tanımadık her gün geçmiş olsun dileği için ziyaretçiler günlerce geliyorlar. On günden sonra gelişler yavaş yavaş azalıyor, her şey normale dönüyor ve hayatla gerçeklerle yüzleşme başlıyor. 33 yaşında, okulunu bitirememiş, bir mesleği olmayan, cep harçlığını ağabeyinden alan Ahmet’in tahliye sevincinin yerini yavaş yavaş hayat, iş ve ekmek gailesi alıyor.
Günler geçiyor, hiçbir kimse, hiçbir kurum “Yahu, Malkan sen şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sormadı Ona.
Ağustos ayının sonuna doğru judonun merkezi diye Kimya Mühendisliği hayali kurduğu İstanbul’a geri dönüyor. Muhteşem bir dönüş olmasa da umutlarını, hayallerini hiçbir zaman yitirmiyor.
İstanbul bir umman, derinliği de var, hayatları ve hayalleri batıran dalgaları da…
Dalgaların serin sularına kendisini bıraksa da her zaman ve her şartta hep yanında olan arkadaşı İbrahim Yalçıner var İstanbul’da. İbrahim onun denizdeki şambreli adeta.
İbrahim Yalçıner ve ortağı Özkan Çörekçi’nin Beyazıt’ta bakırcı dükkânları var. Bakır tabaklara baskı yapıyorlar. Bin bir çileden sonra bu işi kurmuşlar. Emek ve alın teri dökerek ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ahmet’te oraya takılıyor, telefon görüşmelerini oradan yapıyor, arkadaşlarını ziyaret ediyor. Ahmet’i ziyarete gelenler de Onu burada buluyorlar.
Günlerden bir gün cezaevinden arkadaşı Mehmet Metiner ziyaretine gelir. Hal hatır sorduktan sonra Koca Mustafa Paşa’da bir ayakkabıcı dükkânı açacağını ama sermayesinin yetmediğini söyler. Bir milyon liraya ihtiyacı vardır.
Ahmet’te “Ben de yeni cezaevinden çıktım, ben de para nerden olsun.” der. Mehmet Metiner’de “ağabey sen istersen bulursun.” der. Hiçbir işi gücü olmayan Malkan arkadaşına “ben bu parayı bulursam bu işi ortak yapar mıyız?” diye sorar. Cevap olumlu olunca Ahmet daha önceleri Sağmalcılar Cezaevi’ne her hafta üç bin lira gönderen arkadaşına müracaat eder ve parayı tedarik eder.
Ayakkabı ticaretiyle uğraşan Nurettin Güven Ahmet’e uygun fiyatla ve vadeli mal teminde de bulunur. Artık dükkânın açılmasının önünde bir engel kalmamıştır. Hazırlıklar tamamlanır. O günün şartlarına göre güzel bir açılış yaparlar.
İşler güzel gider, geçimlerini sağlayacak bir ticaret oluşmuştur artık. Ahmet Ayakkabıcılık işine sekiz ay devam eder; başka bir iş kurmak üzere dükkânı bilâ bedel yine cezaevinden arkadaşı Kemal Eskitütüncü’ye devrederek bu işi noktalar.