Selim Efe Erdem’in, Yazar Emine Işınsu ve eşi Prof. Dr. İskender Öksüz ile söyleşisi. Yetmişli yıllarda milliyetçi harekete yön veren Töre Dergisi’nin sahibi Işınsu ile 68 kuşağında ODTÜ’de akademisyen olan Öksüz’ün hayatı, Türkiye’nin yakın tarihinin aynası gibi. Çiftin Ankara’ daki mütevazı evine konuk olduk, bitmeyen aşklarından darbelerin perde arkasına her şeyi konuştuk.
TARİH 1970’i gösterdiğinde, Emine Işınsu ve İskender Öksüz, Türkiye’nin tanınmış yazar ve akademisyenleriydi. Birbirlerini arkadaş olarak tanıyorlardı. Bir akşam yemeğinden sonra evliliğe uzanan aşkları başlamıştı. Öksüz ve Işınsu’ya göre, söylendiğinin aksine evlilik aşkı öldürmüyor, hatta onlarınki her geçen yıl daha güçlü bir aşk haline gelmiş. Öksüz ve Emine Işınsu, o yılları şöyle anlatıyor:
İ.Ö: Ankara’da İbrahim Metin isimli arkadaşımızın evinde tanıştık. Yıl 1969-70 olmalı. Orada bir elektriklenme olmuştu.
E.I: (Genelde kadınlar başlatır ama) Bizde tersi oldu, elektrik kocamdan başladı.
İ.Ö: O sırada ODTÜ’de yardımcı profesördüm. Işınsu da tanınmış bir yazardı. Küçük Dünya romanını okumuştum.
E.I: Yani beğeniyordu kitaplarımı. Vallahi o çok bilgiliydi. Yanında konuşamazdım önceleri. Evet, sessizliğe iterdi.
İ.Ö: Evlilik teklifini akşam vakti ben yaptım. Reddetti, ben yine benimle evlenir misin dedim, yine reddetti. En sonunda sabaha kadar süren bir konuşma sonrasında ‘Evet’ dedi. ‘Nasıl olsa çok sürmez’ diyerek, ince bir nişan yüzüğü almamı istemiş. Şahit olarak Orhan Veli’nin aşkı olan Nahit Hanım ve Prof. Dr. Erol Güngör’ü çağırmıştı. Bekarlar diye reddettiler. Kendimiz taktık. Bugün hala o yüzüğü takıyor.
E.I: Yok canım o kadar, öyle değil. Korktum, o benden çok üstün diye düşündüm herhalde. İskender çok bilgili, üniversitede, vs. derken kendimi çok aşağıda hissettim.
İ.Ö: Adam öğretim üyesi, üç kuruş maaşla nasıl geçineceğiz diye düşündü herhalde!
1971’de evlenen Emine Işınsu ve İskender Öksüz, 1972’de Suudi Arabistan’dan gelen öğretim üyeliği teklifi üzerine bu ülkeye gitmişlerdi. Zaman zaman Türkiye’ye gelip gidiyorlardı. Ama öncesinde, Ankara’da Kader Sokak’taki komşuları arasında Alparslan Türkeş’in de aralarında yer aldığı ünlü isimler vardı. 12 Eylül’e giden süreçte, bu dostlarıyla evlerinde sıradışı olaylar yaşayacaklardı:
İ.Ö: 9 Eylül’de Genelkurmay’dan bir arkadaşımız arayarak ‘Burada olağanüstü bir hareketlilik var. Muhtemelen darbe hazırlığı’ dedi. Biz de Türkeş Bey’e telefon açtık. Böyle böyle dedim. O sırada yayınevimiz ve bir arkadaşımızın kitabını basma durumumuz vardı. ‘Kitap nasıl gidiyor, yakında çıkacak mı?‘ diye sordu. Telefonları dinlendiği için herhalde. Bizim televizyon, yanlışlıkla polis telsizini alırdı. O yüzden 12 Eylül sabahı darbe açıklaması yapılmadan önce, biz akşam saatlerinde darbeden haberdar olduk. Bahçeli Polis Karakolu’na askeri tim gelmiş, oradaki polislerin ‘Ne yapalım?’ diye sorduğu merkez telsizde ‘Emir komutayı askerlere verin’ diyordu. Sabah sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sadi’ye (Somuncuoğlu) telefon açtım, zor uyandırdım. Gelip bizde saklandı.
E.I: O sırada Töre’yi çıkarıyorduk. Ben ‘İçinde mutlaka sanat olmalı’ diyordum. Ama aynı zamanda fikir dergisiydi.
İ.Ö: Bir gece ansızın kapı vuruldu. Kapıda bir subay, arkasında bir kaç asker. ‘Töre’dekileri alın gelin’ denmiş. Töre’ye gitmişler, kimse yok. Bizim eve gelmişler. Beni alıp siyasilerin alındığı Merkez Komutanlığı’na götürdüler. Kapıdaki Işınsu ‘Töre’yi ben çıkarıyorum’ demeye kalktı. Subay ‘Hanımefendi sizin küçük çocuğunuz var’ dedi, oğlan da bacağına sarılmış Işınsu’nun, kapıdan bakıyor. ‘Biz beyefendiyi götürüyoruz’ dedi. Aslında benim Töre’yle idari hiçbir ilişkim yok. Merkezde bir binbaşı ‘Siz kimsiniz?’ dedi. ‘Prof. Dr. İskender Öksüz’ dedim. ‘Ne yaparsınız?’ diye sordu, ‘Profesörlük yaparım’ dedim. O dönemde profesörlük önemliydi. Eline Töre’yi alıp ‘Nasıl bir dergidir?’ dedi. Bakın, bu (cevap) benim zekamın zirvesidir. ‘Sağcı dergi’ deseniz veya solcu dergi deseniz de hapı yuttunuz. ‘Atatürkçü’ deseniz hiç yemezler. ‘Aylık dergi’ dedim. Subay ‘Buna nasıl cevap veririm’ diye düşündü herhalde. Verilecek cevap cehalet gösterebilirdi. Biliriz biz aylık dergileri de diyemedi. Sonra bıraktılar. Çok gergin günlerdi. Gece baskın olacak diye, kapının arkana buzdolabı koyarak yatıyorduk.
Annem bana kendi yazımı gösterdi
AZİZ Vecihi Paşa ve Cumhuriyet’in ilk döneminin şairlerinden Halide Nusret Zorlutana’nın kızı, yazar lsmet Kür’ün yeğeni, Prof. Dr. İskender Öksüz’ün eşi ve Elif, Yağmur ile Murathan’ın annesi, 70’li yıllarda Türk Milliyetçiliği ve edebiyatına yön veren dergilerden Töre’nin sahibi ve ödüllü sayısız romanın yazarı… Emine Işınsu, babası Aziz Bey’in subay olarak görev yaptığı Kars’ta 1938’de doğdu. Annesi Erzurumlu Zorluoğulları’ndan Hürriyet Mücahidi Avnullah Kazimi Bey’in kızıydı. Diğer dedesiyse Bulgaristan göçmeniydi. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra ailesi, anne tarafından Zorlu ismini ve babasının geldiği Tuna’nın birleşimiyle Zorlutuna soyadını almışlardı.
Çocukluğu babasının görevi nedeniyle Türkiye’nin çeşitli askeri birliklerinin çevresinde geçmişti. Bir paşa babanın kızı mı yoksa yazar bir annenin kızı mı olmak daha zordu? Ailesini çok seven ve her fırsatta yücelten Emine Işınsu, çocukluk ve gençlik yıllarında çektiği sıkıntıları da unutmuyor: “Babam Harbiye öğrencisiyken Kurtuluş Savaşı sırasında cepheye sürülmüş. Kurmaylıktan değil çarpışarak paşa olmuş. Babam çok iyi bir insandı. Annemin kıskançlıklarını da idare ederdi. İyiymiş gibi görünürdüm ama annem ve ağabeyim çok canıma okudular.”
17 YAŞINDA ŞİİR KİTABI YAYINLANDI
İlköğretimi Kars, Urfa ve Ankara’daki okullarda tamamladı. 17 yaşındayken İki Nokta isimli şiir kitabını çıkardı.”Ben onu bir şiir kitabı olarak görmem, bir spiker ablamın ısrarıyla çıkarmıştım” dese de, arka arkaya romanlar yazmış, 25 yaşında Küçük Dünya romanıyla artık ödüllü bir yazar olmuştu. Kaleminin gücüyle tanınmak istediği için soyadını kullanmıyor hatta takma isimleri tercih ediyordu: “Onlarca müstear isim kullandım. Bir gün annem elinde dergiyle ‘Kızım bir makale var, harika. Çok hoşuma gitti. Okuyacaksın şimdi’ diyerek yanıma geldi. Benim de öyle yazmamı istiyordu, baktım benim çıkardığım ve müstear isimle yazdığım bir yazı. ‘Anne bunu zaten ben yazdım’ dedim. İlk romanımla beraber ödüller aldım ama bunları hiç övünme meselesi yapmadım.”
TÖRELİ YILLAR
Önce Ayşe isimli kadınlara yönelik dergi, ardından Töre’yi çıkarmaya başlamıştı. Ocak başında çorba karıştırıp küçük kızını ayakta sallarken yazdığı Küçük Dünya duygu boşalmasıydı.Töre ise onun ihtiyaç duyduğu bir sanat, dönemin milliyetçi hareketindekiler içinse fikir ve edebiyat dergisiydi: “Töre’de edebiyat ve sanatın olmasını istedim.” Eserlerinde, Osmanlı topraklarında kalan Türklerin sorunlarını, yeni Türkiye’nin sancılarını, tasavvufu, kadın sorunları ve insan psikolojisini öne çıkarıyordu. AFS bursiyeri olarak ABD’de bulundu. Fullbright bursuyla gittiği ABD’de dünyanın değişik ülkelerinden seçilmiş 54 kursiyerle çocuk kampında katıldı. Burada çocukların eğitimiyle ilgilendi. Ankara’da üniversitede, İşletme, İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe ve okudu. 1972’de Prof. Dr. İskender Öksüz’le evlendi.
EVLERİ ÜNLÜ KONUKLARI AĞIRLARDI
Evleri yine o dönem edebiyat, üniversite ve siyaset dünyasının önde gelen isimlerinin uğrak yeriydi. Hatta bunlardan biri Orhan Veli’nin şiirlerine konu ettiği aşkıydı: “Orhan Veli, Nahit’e aşık olmuştu. Bize gelirdi. Müthiş bir kedi sevgisi ve aynı ölçüde alerjisi vardı. Bu yüzden evinin duvarları kedi resimleriyle süslüydü. İsmet Teyzem’in yazıları vardı. Teyzemle aramız iyiydi ancak kızı, kuzenim Pınar Kür’le görüşlerimiz pek uyuşmazdı. “
BAVULUNU HAZIRLAMIŞTI
Emine Işınsu, doğup büyüdüğü evdekinden farklı yetiştirmişti kendi çocuklarını. Bu durumu “Ben anneme siz diyerek büyüdüm. Ama çocuklarımdan bana sen demelerini istedim” diyerek açıklıyor duygularını, hatta o kadar samimiyet kurmuşlardı ki torunları Kağan “Işınsu” ve “Naber İskender” diyordu: “Valla babam çok iyi insandı, biraz sessizdi. Parti tutmayan bir askerdi. Ama annemin Demokrat Parti kimliği öne çıkmıştı. 27 Mayıs’ta bavulunu hazırlamıştı ‘Beni de Yassıada’ya götürecekler’ diyerek.”
HALA YAZIYORUM
Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Emine Işınsu, hala yazmaya devam ediyor. Yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri yazmaktı ve bunun için şükrediyor: Roman yazmayı çok seviyorum. Eskiden çok okurdum. Şimdi okuyamıyorum yeni romanları. Türk kadın yazarlardan Ayşe Kulin’i beğenirim. Bilgisayarda yazarım ama onu da daktilo gibi kullanırım. Twitter, Facebook ile ilgim yok. Çok şükür, hala yazıyorum
DEDESİNİN lakabı ‘Güzel’di. Sakız Adası’nda Nadire Hanım’a aşıktı ama ona da yaşlı bir adam talipti. Çözümü, Nadire Hanım’ın istenme günü evlerinin kapısında şarkı söylemekte buldu: “Sakallının harmanı, akşamdan yok dermanı, çağırın şu genç oğlanı, paralasın yorganı…” Sakallı yaşlı damat adayı, kızı istemeden evden kaçmış ve Ahmet Bey de Nadire Hanım’a kavuşmuştu. Üniversitedeki dersleri ‘Güldürerek öğreten’ hatta “Amfide 10 dakikalık gülme krizleri yaşatması” ile ünlü Prof. Dr. İskender Öksüz, İzmir’de 1945’te böyle nüktedan bir insan olan Ahmet Bey’in torunu olarak dünyaya gelmişti.
GÖZLERİNİ YAŞARTAN İZMİR ANISI
Çocukluğunun İzmir’inde 9 Eylül’leri ve dedesiyle ilgili anılarını unutamıyordu. İşgal yıllarında ailesinin çektiği acıları bilen İskender Öksüz, o yılları 67 yaşında bugün hala gözleri dolarak anlatıyor: “Bizimkiler Yunan isyanından sonra Mora’dan çıkıp Sakız’a geçen Karamanlılardan. Orası da elden çıkınca İzmir’e gelmişler. İzmir’in kurtuluşuyla çok hikayesi var ailemin. Katliamları yaşadıkları için 9 Eylül’de bütün köyler İzmir’e inerdi. Geçitteki süvarilerin atları, ayaklarını vurdukça şimşek gibi kıvılcım çıkar, halk ağlardı. Benim bile bugün anlatırken gözüm doluyor. Dedem çok nüktedandı. Kore Harbi’nin gelişmelerini birlikte takip ederdik. Namık Kemal’in Sakız Adası’ndaki kabrinin nakline katıldığı için kardeşime onun adını, doğduğumda Büyük İskender’in biyografisini okuduğu için bana da bu ismi koymuş. Ağabeyi Şeyh İlyas’tı.
27 MAYIS’A EN ÇOK BABAANNEM SEVİNDİ
Dedesi Ahmet Öksüz, Demokrat Parti’li (DP) idi. Rozetini hiç çıkarmazdı. O kadar ki babaannesi, DP kapandığı gün şükredecekti: “60 İhtilali’ne en çok sevinenlerden biri babaannemdi. Bana evin avlusunda ‘Evladım, şimdi benim efendimin partisi yok mu artık’ diye sordu. Yok babaanne, dedim. ‘Yani seçim zamanı benim gidip de efendimin vasiyeti üzerine oy verdiğim parti yok mu artık’ dedi. Yok, dedim. ‘Oh be’ dedi, kendisi de DP’li olmasına rağmen o yaşta oy kullanmaya gitme zorunluluğunun kalkmasına sevindi.”
SİNANOĞLU’NUN ODASINDAN ALTI KEZ KOVULDUM
Sağlık açısından sıkıntılı bir çocukluk geçirmiş, bu yüzden ailesi onu hep el üstü tutmuştu: “O zamanki deyişle ‘zafiyet başlangıcı’ geçirmişim. Verem mikrobu enfeksiyonu, zafiyet. Babam Mazhar ve annem Radiye Öksüz, üzerime çok titrediler.Yolda giderken babamın elimi kaldırarak taşıdığını hatırlıyorum.”
Peki ama İzmir’deki çok zayıf ve sağlığı bozuk bir çocuk, nasıl Türkiye’nin sayılı bilim adamlarından biri haline geldi? Her şey, ortaokul çağında onda doğan bilim merakıyla başlıyor: “Bütün popüler bilim dergilerini okurdum. İngilizce de biliyordum. Ailem o zamanın moda mesleği mühendis olmamı istiyordu bense temel bilimleri tercih ediyordum. Tercihim kimya oldu ama fizik ve matematiğim de iyiydi. Sonra TÜBİTAK bursunu kazandım. Babam 1’in 4’ü derecesinden memurdu ve 900 lira alıyordu bana 500 lira burs parası veriliyordu. Başarı sürünce burs yurtdışına uzandı. Yale Üniversitesi’nde Oktay Sinanoğlu’nun yanındaydım. Yanılmıyorsam beş altı kere beni yanından kovdu. Ama sonra benim için ‘Bütün öğrencilerim bunun gibi olsun’ demişti.”
O GÜN DEMİREL HÜKÜMETİ DÜŞTÜ
1968’de Türkiye’ye dönen İskender Öksüz, üniversite hareketlerinin doruğa çıktığı dönemde ODTÜ’de rektör yardımcılığı gibi zor bir görevi üstlenecekti. O günlerde, dönemin ünlü öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’la da bir anısı olacaktı: “Öğretim üyelerinin üye olduğu Kültür, Bilim ve Teknik Merkezi vardı. Merkez için toplanan paraların makbuzlarını bulan Dev-Gençliler, bağışçı öğretim üyelerinin odalarını basıp teker teker dövme kararı almış. Deniz Gezmiş odaya geldi, bana yumruk attı. Ben de tekme attım. Durumu rektörlüğe bildirdim. Sonra gazeteciler geldi. O gün Demirel hükümeti de düşmüştü.”
DİRENMESEYDİK KOMÜNİST İHTİLAL YAŞANIRDI
68 kuşağı ve 80 öncesi, Türkiye’deki sağ-sol çatışmaları hep tartışılır. Türkiye’de hakikaten bir komünist hareketin iktidara gelme olasılığı var mıydı yoksa tüm yaşananlar Türkiye’yi yönetmek isteyen güçlerin kullandığı bir anarşi aracı mıydı? Türkiye’de Sovyet Rusya yanlısı bir hükümet kurma bu yönde bir ihtilal girişimi yaşandığını söyleyen Öksüz ‘Direnilerek’ bunun engellendiği görüşünde: “Siz, o soğuk harp dönemini yaşamadınız. Orada çok güçlü bir ideolojik saldırıyla karşı karşıyaydık. Bizler, ona karşı fikirle direnmenin yollarını aradık. O yüzden mecburduk. Dev-genç bir komünist ihtilal hareketidir. Bu çocuklar Dev-Genç liderleriydi.Emperyaliste karşı direnen gençler olarak niteleniyorlar. Evet ama Sovyet emperyalizmine karşı bir ekip değildiler. Onların tabiriyle istenen, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne dahil olması ya da Polonya gibi dost bir ülke olmasıydı. Çok trajikomik günlerdi. Celal Bayar ‘Sovyetlere dost bir hükümet kurmaktı gayeleri’ dedi. Çok yaklaşılmıştı buna. Direnilmeseydi, bunlara direnmeseydik, muhtemelen hedefe de varacaklardı bu devrimci, emperyalizme karşı gençler. Belki bir dost sohbetinde söylediği için bunu anlatmamam lazım ama Demirel’in sözü var: ‘Türkiye hiçbir zaman tek bir ülke tarafınan bu kadar şiddetli bir zorlamaya maruz kalmamıştır!’ Ülke dediği Sovyetler Birliği. Bir dost hükümet gelebilseydi belki Sovyetler tıkanmayacaktı! Ortadoğu mühim. Suriye, Irak ve Mısır o dönemde zaten dost hükümetti. Irak’a Rus tankı girebilseydi, Sovyetler çökmeyebilirdi. Sovyetler çöktü, şimdi batı emperyalizmi kaldı. Biz ona da direniyoruz.
Yukarıdaki söyleşi http://www.yusufiye.net/modules.php?name=News&file=article&sid=756 sayfasından alınmıştır.