“Türk’üz türkü çağırırız.”
Âşık Veysel
- “Türki”den “türkü”ye gönül bağları…
Türkü; millet adı Türk’ün aitlik eki verilerek oluşturulan bir kavramdır. Türkî, zaman içerisinde türkü biçimini almıştır. Anlamı; Türk’e ait, Türk’ün olan demektir. Kavram, bütün Türk topluluklarında var olup değişik adlarla da söylenmektedir. Yaygın olarak türkü kullanılmakla birlikte , “şarkı, deyiş, deme, hava, ninni, ağıt” da denilmektedir. Türkünün düzenleyicisi doğrudan halktır. Ancak söyleyeni belli olan bestelenmiş âşık tarzı türküler de mevcuttur. Türküler, halk edebiyatı içinde değerlendirilir. Türkü kelimesine ilk defa 15.yüzyılda Ali Şir Nevaî’nin Mizanü’l Evzan adlı eserinde rastlamaktadır. Keza yine 15.yüzyılda Babür Şah, Sultan Hüseyin Baykara zamanında, türkülerin söylendiğini kaydeder. Türkü sözü, Batı Türkistan’dan Anadolu’ya intikal etmiştir.
Türküler halkın ortak malıdır. Sevilen, beğenilen, ağızdan ağıza dolaşan kültür ürünleri oldukları için de yayılmaları çok kolaydır. Bu adı taşıyan ilk manzumeye 15.yüzyıl başlarında Horasan’da rastlandığı, Anadolu’da ise ilk örnekleri 16. yüzyılda görülmektedir.
Ticaret kervanları, gezgin âşıklar, askerler, savaşlar, göçler türkülerin taşınmasını sağlar. Türkülerin oluşmalarında ve yayılmalarında âşıkların rolü büyüktür. Türküler genellikle saz eşliğinde söylenir. Türkü yakıcıları ezgi ve sözü aynı anda türetirler. Asıl noktası insan olan türküler, canlı varlıklar gibi doğar, yaşar ve unutulur. Türkülerde içten gelen duygular doğrudan söylenir. Türkü söyleyenler genellikle acıyı, sevgiyi tatmış, yüreği buruk kişilerdir. Türküler, milli kültürün yeni nesillere aktarılmasında önemli bir görevi yerine getirirler.
Türkü konuları arasına; aşk duyguları, günlük olaylardan etkilenmeler, savaşlar, kahramanlıklar girer. Türküler, insanların yaşama biçimini yansıtır. Halk edebiyatı ile halk musikisi en çok türkülerde bir araya gelir. İnsanlar sevdasını, sevgisini, sevincini, tasasını, yiğitliğini, hüznünü, kederini, umutlarını… hayatının büyük bir bölümünü türkülerle dile getirmiştir.Aşk, gurbet, ölüm, kahramanlık, fetih, seferberlik, doğal afetler, oymak kavgaları, eşkiya baskınları, bir kalenin düşmesi, bir vatan parçasının elden çıkması gibi olaylarla sevda, talihe küsme gibi duygular türkülerin şartlarını hazırlayan sebeplerin başında gelir. Türk milletinin karakteristik özellikleri türkülerde gizlidir.
Türküler, halkı derinden etkileyen olaylar üzerine anonim olarak yakılır ve söylenir. Öte yandan saz şairleri tarafından bestelenen türküler de önemli bir kaynaktır.
- Türküler, halkın kültür hazinesi…
- Boz toprakta rızkını arayan insanımızın hüzünlü bir haykırışıdır bizim türkülerimiz. Türkülerimizdir, dayanılmaz hasretlerin, akıl almaz kahramanlıkların, sürüp giden kavgaların, kerem yanığı sevdaların terennümü. Umudunu yitirmeyen yoksulların ortak bir yakarış dilidir bizim türkülerimiz
Kıraç toprağın sesidir, yel tozunu kaldırdığında, önüne alıp götürdüğünde gevenleri. Acısı yüreğe düşen bir bıçak yarasıdır; ağlaması göze düşen, üzüntüsü yüze düşen, uğunması dize düşen… Türkmen ellerinin ağır ağır gitmesi, kalkıp göç etmesidir. İçteki derdin anlaşılmasıdır bizim türkülerimiz. Lokman Hekim’in tedavi için verdiği ilacın yaraları azdırmasıdır. Yaylada yazıda bir göç çığlığıdır, mayası naralarla yoğrulmuş. Alnı akıtmalı tayların kişnemesi, karagöz kuzuların melemesi, bozca potukların bozulaması ile çiğdem kokulu dağ rüzgârlarının uğultularının Türkmence söylenmesidir.
Onun ellerine çisil çisil iner yağmur, sarar bir anne merhametiyle nasır aralarını. O, Anadolu toprağı gibi cömert ve vefalıdır. İlhamını asırlık bekleyişlerden alır, tabiatın sesidir, boran uğultusudur, sel gürleyişidir. Sarı buğdayın boyun büküşüdür hasretlere… Oğuz’un duygu yumağıdır, söylendiğinde ağlatan, duyulduğunda sızlatan. Toprağından ürününü hasat ederken koparılan feryattır.
Aşkını söyleyemeyecek kadar utangaç, inkâra yönelmeyecek kadar edepli, acısını yüreğine gömecek kadar erdemli olan kavruk insanların iniltisidir. Ay ile halleşmek, karayel ile dertleşmektir. Ahları göğü sarsan bir çığlıktır. Bizim türkülerimiz, ümitlerine ayaz değen insanın sızısını içine ılgıt ılgıt akıtmasıdır. Metruk evlerin hicranı, gurbetlerin ağıdıdır. Dayanılmaz hasretlerin, zamansız gidişlerin hüzünlü sesidir. Kederle yoğrulmuş gözyaşıdır. Milletimizin kültür derinliklerindeki mutabakatın aşikâr dilidir. Türküleri yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür. Türküler milletin duygu dağarcığı, asırlarca biriktirilen milli arşivdir.
Milletimizin nabzı türkülerde atar. Aşkı, acıyı, ayrılığı, gurbeti, sılayı nasıl algılamamız gerektiğini bize türküler öğretir. Yemen’in feryadı, Çanakkale’nin çığlığı onlarda saklıdır. Bizi yüzyıllar ötesinden gelen bir sevgi ve heyecanla birleştiren türkülerimiz bütün gönülleri birbirine kenetleyen en kuvvetli dildir. Dil, ortaya çıkışı ve sistematiği bakımından nasıl gizemli, metafizik bir özellik taşırsa, türkü ile simgeleştirilen müziğimiz de tıpkı öyledir. Bizleri, bir tespihin ipine dizer gibi Türkçe’nin etrafında toplayan güç, aynı zamanda türkülerin de etrafında kenetlemiştir. Aynı türküye söyleyenler, ancak gönül kardeşliğini kurabilirler.
C-Gurbet akşamlarında türkü söylemek…
“Bir yiğit gurbete gitse…” diye başlar türküler. Bir gurbet akşamında, sıla hatıra düşünce; hasret yürekte kor ateş olur. Sol böğürde bir sancı başlar. Sanırsın sular yanar tutuşur. Akşam, kuşlar yurduna yuvasına dönerken, kanat çırpışlarına iç geçirilir. Suya inen akşamlar, daha bir kasvetlidir. İşte, o demde imdada kuşlar ve türküler yetişir. Hasretimizi, sevgimizi kuşlara ve türkülere emanet ederiz.
Kahır çemberi, yakamızı bırakmasa da türkülerle avutmaya çalışırız gönlümüzü. Gurbet baştanbaşa kahır, baştanbaşa hasrettir; türküler, hasret acısını dindiremese de bir nebze olsun hafifletir. Türkülerimizdir, bizim şeceremiz. Bizi, hâlihazırda ve gelecekte yaşatır. Hüznümüz, sevincimiz, abatlığımız ve felaketimiz onlarla dillenir. O yüzden gurbette de sılada da türkü dinlenir, söylenir. Çünkü, Anadolu’da hasreti hem gurbetteki çeker, hem sıladaki. Bizim lügatimizde hasret ve gurbet sözcüğü diğer dillerden daha derin anlamlar taşır.
Biz hem türkü söylemeyi hem de türkü dinlemeyi de severiz. Tüm duygularımızı türkülerle dile getirmeyi sosyal hayatımızın bir gereği olarak görürüz. Söze sanat katmasını biliriz. Ege’yi İç Anadolu’ya bağlayan eşikte, uzakta kalmış ve dağılmış Boz-ulus Türkmen kültürünün sesini, sözünü ve makamının damgasını taşırız.
Türkülerimizde kuşlar birer simgedir. Sevda, hasret, ayrılık onlarsız dile getirilirse, tek kanatlıdır sanki. Zaten bazı kuşların adının söylenmesi yeter. Adını duyanda hemen bir şeyler çağrıştırır. Türkülerde kuşların kendilerine yer bulmasının nedeni budur herhalde. Bülbül, zarı zarı ağlayan bir âşıktır. Güvercin ak pak sevgili. Turna, özgürlüğün, geleceğin ve hasretin anlamını topyekûn uhdesinde taşır. Gönüldeki hasret, sevgi, selâm turnalara emanet edilir. Ayrılık acısına merhem umulur. Bizim sevgimiz, hasretimiz, sılamız, gurbetimiz; türkülerimizle ve kuşlarla harmanlanmıştır. Acımız ve aşkımız gönlümüzde demlense de türkülerde dile gelmiştir. Kıskançlığımız hasetten değil, sevgidendir bizim. O nedenle “Üstünde uçan kuşların tutup kanatlarını yolasım gelir.” diye feryat figandadır türkülerimizde yürekler. Biliriz ki gözlerinden güvercinlerin su içtiği bir peri sılada bizi bekler. Bizim türkülerle ve kuşlarla bu denli hem dem olmamız nedensiz değildir. Bozkır ile türküler iç içedir. Bu durumu bozkırın içine girerek onu dinleyerek öğrenebilirsiniz. Bozkırın sesi bizatihi bir türküdür. Bozkırda suyun şırıltısı, yağmurun toprağa sarılışı, rüzgârın uğuldaması başka bir dünyanın kapısını aralayacaktır. Gök kubbenin altında elinizi yıldızlara uzatırsanız onlara dokunmanız mümkün olabilir.
D-Türkmen feryadı: bozlaklar
Boz toprakta rızkını arayan insanın hüzünlü bir haykırışıdır bozlak. Bozlak, dayanılmaz hasretlerin, akıl almaz kahramanlıkların, kılıç zoruyla sağlanan iskânların, sürüp giden aşiret kavgalarının, kerem yanığı sevdaların, göç eden Türkmenlerin türküsüdür. Umudunu yitirmeyen yoksulların ortak bir yakarış dilidir bozlak. Bozlakta isyan yoktur, ıstırap iniltilerinin ince bir sızısı vardır, hüznü gözlerden yaş olup damlayan. Anadolu semasının altında bir akşam vakti, kerpiç duvara yaslanıp Tanrı’ya meramını açmak, içini dökmektir bozlak. Bozlak, Avşar ellerinin ağır ağır gitmesi, kalkıp göç etmesidir. İçteki derdin anlaşılmasıdır bozlak. Sarı buğdayın boyun büküşüdür hasretlere…
Düşmana karşı koyuştur; “Aslı kurttur kurt eniği kurt olur.”
Öğüttür; “Kötülerin dalı gölgesi olmaz.”
Sevgiliye hitaptır bozlak; “Çok çıkarma zülüflerin dışarı/Yel değer de saçlarından tel alır.”
Yaradan’ın bağışlamasına sığınmaktır; “Kul kusur işler de Sultan bağışlar.”
Oğuz’un güzel çocuklarının son hicranlı sesleri yankılanır Orta Anadolu’dan.
E-Emirdağ kültüründe türküler
Emirdağ halkının soy kökeni ‘’Bozulus’’a dayanmaktadır. Bozulus, bugünkü Türkmenistan coğrafyasından önce Horasan’a, oradan da Güneydoğu Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Boz-Ulus, kışlarını Mardin, Urfa ve Diyarbakır illerinin bulunduğu ve Berriye denilen yerde, yazlarını ise Elazığ, Erzurum ve Kars yaylalarında geçiriyordu. Adı geçen bölgede, varlığını 15.yüzyıldan beri sürdüren Bozulus, 18.yüzyılın başlarında 5 ayrı dağıtılmış olup bunların arasında Emirdağ yöresi de bulunmaktadır. Bilindiği üzere bu gölge, türkünün en yoğun yaşandığı ve yaşatıldığı yerdir. Emirdağ türkülerinin asıl kaynağı, Türkmenlik’te, yaşanmış ve hâlen yaşanılan coğrafyada aranmalıdır.
Emirdağ türküleri, Anadolu’da öne çıkan müzik kültürü havzalarının başında gelmektedir. Emirdağ türküleri ortaya çıkış itibarıyla; anonim olanlar, türkü yakıcılarından vücut bulanlar, halk ozanlarının söyledikleri şekline sıralayabiliriz. Bunlara; ağıtçıları ve müzik esnafı abdalları da eklemek gerekmektedir.
Ölenin arkasından yapılan hayır-hasenat, ağıt yakma, yasa girme Emirdağ’da insana verdiği değeri ortaya koyar. O ağıtlar ki, insanın yüreğinden kopup gelir. Ağıdı dinleyen her insan, o haykırmalar ve ciğer delen sözler karşısında mutlaka duygulanır ve gözleri yaşarır. Hele karşılıklı ağıt yakmada bu duygu fırtınası zirveye çıkar. Karşılıklı ağıt yakma da belki de sadece Emirdağ’da rastlayabileceğimiz bir durumdur. Ölünün anası, karısı, kızı, gelini arasında geçer. Sıra ile karşılıklı olarak sırayla bir bir söylenir. Ağıtı yakıldığı ve söylendiği tören içinde tespit etmek ve ağıt türünü o törenlerdeki yerine yerleştirmek gerekir. Ağıtların sosyal işlevleri vardır. Ağıtların incelenmesi sonucu birçok halk edebiyatı türünün doğuşu daha kolay açıklanmaktadır. Ağıtların yakılışı trajik bir olaya dayalıdır. Geleneklerle ağıtların ne denli sıkı bağları olduğunu anlıyoruz. Ağıt, toplumun manevî değerlerindendir. Toplum içinde oluşan sosyo-ekonomik yapı ve bunun sonucunda geleneklerin değişme ve gelişme etkileri ağıtlara da yansır. Ağıtın amacı acıyı dile getirmektir. Ayrıca ağıtlarda ekonomik yapılardan kılık – kıyafete, yaşama biçimine kadar kesitler sunulmaktadır. Ağıtların geleneğin taşıyıcısı olmalarının yanı sıra ağıdın, söylendiği dönemin özelliklerini de yansıttığı söylenebilir. Ağıtlar zaman içinde türküleşir. Ağıtların orijinal hâlinin kişiden kişiye değişmeyen kendine has kalıplaşmış bir söyleyiş usulü vardır. Her üç veya dört dizeden sonra ağıtçı höyküre höyküre ağlar. Bu ağlayış aynı zamanda diğer ağıtçıya sıra vermektir.
Türkü yakıcılar; türkünün hem sözünü hem de ezgisini oluşturan kişilerdir. Türkü yakıcı, etkilendiği bir konu üzerine türküyü düzerek söyler. Düğün-derneklerde söylenen bu türküler, zaman içerisinde yaygınlık kazanarak topluma mal olur. Emirdağ’da türkü yakıcı olarak; Nuri Demir (Seyrekbasan), Kamil Karanfil (Gardiyan Kamil), Nuri İn (Kepaze’nin Nuri), Halis Erenoğlu başta gelen isimlerdir. Emirdağ türkü yakıcıları herhangi bir müzik aleti kullanmazlar. Tabir yerindeyse elini kulağına atar, türküsünü yakar.
F- Emirdağ türkülerinde abdallar
Emirdağ Abdalları, tarihte Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük yararlılık gösteren Abdalan-ı Rum topluluklarının bakiyeleridir. Kendi aralarında Teberce denilen bir dille konuşurlar.
Günümüzde Emirdağ’da nüfusları çok azalmıştır. Daha çok büyük şehirlere ve Belçika’ya göç etmişlerdir. Emirdağ’la ilgileri devam etmektedir.
Emirdağ Abdallarından Paşalar Urfa’dan gelmiştir. Emirdağ’a Musul’dan gelenler de olmuştur. Başlıca Abdal sülaleri; Geygeller, Kamber Abdallar, Dalak Abdal, Gövceler, Meytiler, Deliler, Habipler, Karaoğlanlar, Paşalar, Ibıdıklardır.
Neşelerinden bir şey kaybetmeyen bu güzel insanlar, eskiden beri kapalı bir toplumdur. Yerli halkla ilişkileri düğün dernek işlerinde ortaya çıkar. Türkmen halkının düğünlerini yaparlar. Türkmen âdetlerini, türkülerini hâlâ pek güzel bilirler. Ramazan aylarında davul çalarak halkı sahura kaldırırlar. Birbirlerine ‘’ede’’diye hitap ederler. Zaten bir isimleri abdal ise, bir diğeri de edelerdir. Lûgatte ‘’ede’’ kelimesi; büyük erkek ağabey anlamına gelir. Emirdağ halkı arasında çok yaygın bir şekilde kullanılır.
Genellikle darbuka, davul, klarnet, cümbüş, keman, kanun gibi sazları çalmakta mahirdirler. O güzelim Emirdağ türkülerini yarım ağız, Orta Anadolu aksanı ile okumaları ayrı bir özelliktir. Düğüne gelenleri karşılama havaları ile düğün evine alırlardı, eğer bahşiş az bulunursa hava anlaşılmaz olurdu. Hepsi aynı mahallede otururlar. İlişkileri ancak kendileri ile sınırlıdır. Türkmenlerden kız alıp vermezler.
Emirdağ Abdalları, her hâlleriyle Emirdağ’a renk katan topluluktur. Bugün dağılıp gitmeleri Emirdağ için bir kayıptır.
G- Emirdağ’a mahsus bir türkü çeşidi: koşalaşma
Sözlüklerde; koşa kelimesi; çift, eş, ikiz anlamlarında karşılık bulmaktadır. Bu sözcük kökünden gelen; koşa karımak, yeni evliler için birlikte yaşamak anlamında kullanılan bir iyi dilek sözüdür. Yine aynı kökten gelen koşaç; isim cümlelerinde özneyle yüklemi birleştiren –dır, -dir ve değil ekleri için kullanılan bir dil bilgisi terimidir. Koşaltı; iki hayvanı birbirine koşma veya bağlama, koşam; iki avuç dolusu, koş avuç; iki avuç anlamlarındadır. Keza halk edebiyatı nazım birimlerinden koşma ve koşuk da kavuştak ve uyaklarının birbirine bağlanması anlamıyla kullanıldığında koşa sözcüğüyle yakın ilgilidir.
Koşa kelimesi, Dede Korkut Hikâyeleri’nde sevgili övülürken söylenen: ‘’Koşa badem sığmayan tar ağızlum (Çift badem sığmayan dar ağızlım ) dizesinde de geçer.
Bu açıklamalardan sonra Emirdağ türkülerinde bir tür olarak sık rastlanılan ‘’koşalaşma’’ üzerinde konuşmak mümkündür. Koşalaşma; adı ve söylenme usulüyle Emirdağ’a mahsus bir türkü türüdür.
Koşalaşma; yapı bakımından, mani dörtlükleriyle kurulan kavuştaksız, temasına göre karşılıklı, atma, ezgisi bakımından ise, usulsüz türküler grubundadır.
Emirdağ türküleri arasında önemli bir yeri bulunan koşalaşma, belli bir konu çerçevesinde doğaçlama olarak söylenir. Koşalaşmalar 11’li hece vezniyle kavuştaksız dörtlükler halinde, belli bir ezgi bütünlüğü içinde seslendirilir. Bazen mizahi bir anlatım özelliği de taşır. Koşalaşma türküleri en az iki kişi arasında icra edilir. Koşalaşan kişi sayısı daha fazla da olabilir.
Koşalaşmaların söylendiği zaman ve mekânlar: Şenlikler (gece toplantıları, sıra geceleri, asker uğurlama, bahar toplantıları gibi.), Evlenme törenleri (kız görme, kız isteme, nişan, erkek kınası, gelin hamamı, düğün töreni, gelin övme, gelin uğurlama, gelin alma gibi), İmece yardımlaşma toplantıları (yufka açma, bulgur çekme, salça, pekmez yapma, ekmek etme, ekip biçme, çapa zamanı, hasat ve harman zamanı gibi), Hıdrellez, saya gezme, bahar ve yaz aylarında gençlerin sokak gezmeleridir.
Koşalaşma, ezgisi, konusu ve yapısı bakımından maniden farklıdır.
Yukarda sıraladığımız gibi eskiden yaygın bir biçimde söylenen koşalaşma, maalesef unutulmaya terk edilmiş bir durumdadır.
H- Emirdağ türkülerinde şiirsellik
Uzaklardan bir türkü gelir, gırtlak seslerinin baskın vurgulandığı. Kulak işitir, yürek burkulur.
“Suvermez bağında yeşil üzüm var
Eğlen kaşı karam bir çift sözüm var
Utandım da diyemedim yüzüne
Benim sende ta küçükten gözüm var.”
Burada insanlar arlıdır, hâyâ ederler dile düşmekten ve utanırlar, sevdalarını yüze karşı söylemekten. Bu yüzden sevdalarının gizli lisanı olmuştur türküleri. Tıpkı ;’Mani oluyor halimi arza hicabım’ şarkısında olduğu gibi. Veya Karacaoğlan’ın şiiri gibi:
“Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı”
Bu anlam ve edebi benzerlikler Emirdağ müzik kültürünün duyuş ve deyiş özelliklerini yansıtmaktadır.
Emirdağ kültürünün en önemli öğelerinden olan türkülerimizde yüksek bir edebi estetik hemen dinleyenleri sarıverir.
“Yeşili kuşanmış alın üstüne
Tereyağı dökmüş balın üstüne
Eğer yârim geçtiğini bileydim
Gül yağı dökerdim yolun üstüne” dörtlüğünde geçen ana tema; kadının yüceltilmesi yanında bu duyuşu sanatsal bir söyleyişle ifade edilmesidir. Bu söyleyiş, Emirdağ insanının gönül derinliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Sevgide vefayı, bağlılığı göstermesi bakımından Emirdağ türküleri benzersiz dizelerle doludur: “Orda benim kaşı karam dururken/Gider başkasına yâr olur muyum?”
Ve işte yine bu yüzden kopup gelir türküleri Gökkuyu’dan, Yassıyurt’tan esen rüzgârların önünde. Itırı, Geyik Pınarı’nın baygın kekiğindendir, serinliği, Çiğilli’nin berrak suyundandır.
I-Emirdağ türkülerinde makamlar-çalgılar-terimler
Emirdağ türkülerinde; kürdi, hicaz, hüseyni ve uşşak makamları sıkça kullanılır. Bunu yanı sıra karcığar, muhayyer, buselik, muhayyerkürdi, nikriz, segah, çargah ve tahir makam örnekleri de görülür.
Bağlama, davul zurna, klarnet, zilli tef, cümbüş, keman, trompet, trombon, darbuka kullanılan saz aletleridir.
Emirdağ halk oyunlarının en çok beğenileni ve oynananı olan Dabandan, halkın ifadesiyle yöre için ‘’milli marş’’ hüviyeti kazanmıştır. Emirdağ’ın her düğününde en az üç-beş defa oynanır. Aslında bir erkek oyunu olan Dabandan, yeni düğün anlayışı içinde kadınlar tarafından da sevilerek ortaya konulur. Halk oyunları literatüründe kaşıkla oynanan kırık zeybek türü sınıfına giren Dabandan, ‘’ Bugün ayın on dördü’’ türküsünün zengin ritmi eşliğinde bol vücut hareketleriyle seyredenleri de adeta büyüler. Halk oyunu bilmeyenlerin kullandığı, ‘’kolumu dahi oynatamam.’’ sözü Dabandan için geçerli değildir. Zira onun ezgisi duyulduğunda ve oyunu seyredildiğinde mutlaka iştirak edilir.
Dabandan’ın ezgisi çalınmaya başlayınca ortalıkta bir sessizlik olur, merakla bekleyiş kimlerin oynayacağı ve oynamaya çıkanların ne kadar başarı sağlayacaklarıyla ilgilidir. Oyundaki karşılıklı uyum, yaklaşmalar, ayrılmalar ve kavuşmalar aynı zamanda sosyal mesajlar taşır. Birlik ve beraberlik figürleri seyredenleri derin kültürel kavrayış ve anlayışlara sevk eder. Her oyunda olduğu gibi Dabandan oyununda da oynama zamanı ve yeri, Emirdağ halkının dünya görüşünü de yansıtır. Bir halk oyunun oluşmasında töre ve törenler, toplumun düşünsel dinamikleri etkili olur. Dabandan ‘nın aslında bir erkek oyunu olduğunu daha önce söylemiştik. Ancak son zamanlarda kadınların veya kadın-erkek karışık oynandığına tanık olmaktayız. Bu da halk oyunundaki sürerlik ve değişimin doğal bir sonucudur. Sosyal ve kültürel olgular, kendi mecrasında hareket ederken değişime de uğrar. Eşlerin karşılıklı oynamaları aile bağlarının güçlü oluşunun bir göstergesidir.
Dabandan oyunun ezgisi ve türkü sözleri tesadüfen bir araya gelmiş öğeler değildir. Oyunun arka planında Emirdağ halkının duygu ve düşünce algısıyla toplumsal mesajı gizlidir. Yine oyunun oluşumunda ezgi, figür ve hareketlilik açısından bir tören ritüelinin izlerini görmek mümkündür.
Dabandan oyunun türküsünün sözleri;
“Bugün ayın on dördü
Yar saçını kim ördü
Ördü ise yar ördü
Ay karanlık kim gördü
Oğlan adın İsmail
İsmine oldum mail” şeklinde başlar.
Türkü sözlerinde geçen ayın on dürdü, dolunayın bir başka adıdır. Sevgilinin yüzü ayın on dördüne benzetilir. Arapça’dan gelen ve özel isim olarak kullanılan, kadınlarda Bedriye, erkeklerde de Bedrettin “ayın on dördü gibi” anlamına gelir. Dabandan oyunu; ezgisi, figürü ve mesajı ile Emirdağ kaynaklıdır
Dabandan dışında türküsü söylenerek oynanan diğer oyunlar da vardır. Bunlar; düz oyun, Emirdağ karşılaması, çoban havası, gaydalama, gelin ağlatma, kaşık havası, kız övme (kına), mani atma, damat kınasıdır.
İ-Sonuç
Emirdağ türkülerinin yaklaşık 200’ü notaya geçirilmiş olup pek çoğu da TRT repertuarına alınmıştır. Şahsi gayretlerin dışında kurumsal anlamda türkülerin tasnifi, hikâyesi ve künyesiyle birlikte arşivlenmemiştir. Belediyenin açtığı kurs dışında da henüz bir çalışma yapılmamıştır. Diğer kültürel miraslarımız gibi türküler de kurumsal himaye ve muhafazaya muhtaç durumdadır.
Emirdağ, “gurbetçinin başkenti” dir. Bu söz, bir gerçeği ifade etmektedir. O da 350 bini bulan Emirdağlı nüfusunun yalnızca 40 bini ilçede yaşamaktadır. Gurbette yaşayan halkın birleştirici kültürel değerlerinden biri de türkülerdir. Aynı türküleri söyleyenler, gönül kardeşliğinde birleşirler.
Bizim lügatimizde hasret ve gurbet sözcüğü diğer dillerden daha derin anlamlar taşır.
Biz hem türkü söylemeyi hem de türkü dinlemeyi de severiz. Tüm duygularımızı türkülerle dile getirmeyi sosyal hayatımızın bir gereği olarak görürüz. Söze sanat katmasını biliriz.
KAYNAKÇA
-Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi s.272 İst. 1981
–Prof. Dr. Erman ARTUN, “Türkü Söyleme Geleneği ile Türkülerde Tür, Şekil ve Tasnif Üzerine Düşünceler” 4. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı, Türkü, Türkülerimiz, Öyküleriyle Türküler Sempozyumu, 22- 24 Mart 2013, Fethiye-Muğla
-Doç. Dr. Servet Yaşa, Afyonkarahisar Geleneksel Halk Müziği cilt 3 s. 205-225, Afyonkarahisar 2019
-Doç. Dr. Türker Eroğlu, Türkü Nedir? Kesit Akademi Dergisi Yıl: 3, Sayı: 7, , s. 78-91, Mart 2017
-Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı 1.cilt s.73, İst.1994
Nurettin Albayrak, Türkü mad. TDV İslâm Ansiklopedisi 41. cilt, s.612-616, İst. 2012
-Ahmet Urfalı, Emirdağ Yazıları Ank. 2023