Bu yazımızda Devleti Aliyye’nin bazı tarihçilere göre 17. Yüzyıldan itibaren duraklama emareleri ve bazı aksaklıklar görüldüğünde, devlet ricali tarafından bazı ıslahat teşebbüslerine girişilmiştir. Bu teşebbüsler genel olarak ta bilineceği gibi ordu üzerinde düşünülmüş, orduya yeniden bir çekidüzen verme ve eski zamanlara geri dönme arzusu hep olmuştur.
Devlet-i Aliyye yani Osmanlı devletimiz hakkında ileri geri konuşanlar “ellerinde kılıç yüzyıllarca oraya buraya akın yaparak çapul yaparak fethettikleri yerlerin zenginliklerini alarak devletlerinin devamını sağlamışlardır” demektedirler. Hâlbuki yeryüzünde bulunan hangi devlet çapul yaparak 600 sene ayakta kalmıştır. Bilmiyorlar ki Osmanlı devleti bir kurallar, kaideler, kanunlar, nizam ve intizam devleti idi. Adalet ise her zaman birinci palanda idi. Ve bu sayede ayakta kalabildiler.
Elbette devlette, sistemde bazı aksaklıklar olmuş olabilir. Bu aksaklıkları düşünmemiş ve bunlara çözüm üretme gayreti içinde olmamaları asla düşünülemez.
İşte bu amaçla Tanzimat fermanından sonra çeşitli arayışlara girişilmiş ve çok çeşitli teşebbüslerde bulunulmuştur. Encümen’i Dâniş bu amaçla teşekkül edilmiştir.
“Batı medeniyetine yükseliş 1839 tarihinde (Tanzimat-ı Hayriye) nin ilanı ile hızlandırıldı. Tanzimattan önce de maarif alanında yeni ilim müesseseleri kurulmuştu. I. Abdülhamid zamanında Mekteb-i Bahriye-i Şahane, III. Selim zamanında Mühendishane-i Berri-i Hümayun kurulmuş, II. Mahmud zamanında ise ilköğretim mecburi kılınmış, 1827’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve 1834 tarihinde ise Mekteb-i Harbiye-i Şahane adı ile yüksek okullar açılmıştır. Bütün bu okullar batı usulleri ile eğitim yapmakta idiler.”
“Aynı zamanda II. Mahmud devrinde Mabeyn-i Hümayun ’da Meclis-i Vâlâ-yi Ahkam-ı Adliye ve diğeri ise Babıali ‘de olmak üzere Şura-yı Babıali kurulmuştu. Bundan sonra da Maarif-i Adliye Nezareti teşkil olunarak Rüştiye Mektepleri emrine verildi. Nazırlığına da İmam-zade Esad Efendi tayin olundu. 1845 tarihinde ise “Maarif-i Umumiye Nezareti” kuruldu. Nazırlığına Şeyh-zade Esad Efendi tayin olundu. Eski medreselerde tıp, matematik, geometri, astronomi gibi fen dersleri okutulmakta idi. Fakat İran uleması riyazi ilimlerle ve astronomi ilmi ile uğraşmak meş’um olduğunu ilan ettiler. Hatta riyazi derslerin verilmekte olduğu rasathaneler kapatıldı. Bu yanlış fikir Türk medreseline de tesir etti. Bundan sonra geometri, astronomi gibi müsbet ilimlere rağbet gösterilmedi. Fakat III. Selim ve II. Mahmud yaptıkları ıslahat hareketleri ile riyazi ve fen ilimlerine ihtiyaç hissederek Mühendishaneyi açtılar.”
***
Bu dönemde nedendir pek bilinmez, müsbet ilimlerden bir uzaklaşış bir kopuş olduğu görülüyor. O dönem aydınlar arasında görülen bu yaklaşın ilerde bazı problemleri de beraberinde getirecektir. Fakat yine de III. Selim ve II. Mahmud zamanında yeni teşebbüsle olmuş riyazi ve fen ilimlerine yönelmişler ve Mühendishane’ yi açmışlardır.
***
“Encümen-i Daniş’in Tanzimat İnkılabının bu ilim hey’eti idi. Bu encümene dâhil olan üyeler derhal kaleme sarılıp, eserler yazmaya başlamışlardır. Bunlardan Cevdet Paşa, Mecelle’ yi ve yine 12 muazzam cilt tutan Cevdet Paşa Tarihi’ni yazmıştır. Yine bu üyelerden Ahmed Vefik Paşa Türkoloji ile uğraşarak, birçok eserler yazdığı gibi Moliere’ den de birçok adapte piyesler yazmıştır. Yine Encümen-i Dâniş’ in harici üyesinden müverrih Avusturyalı Hammer, 12 cilt tutan Devlet-i Osmaniye Tarihi’ni yazmıştır. Bu eser, Osmanlı tarihinin genel olarak en genişi ve en değerlisidir. Bu eseri Ata Bey dilimize çevirmiştir. Bu devrin yetiştirmiş olduğu şahsiyetlerin daha pek çok eseri mevcuttur. Bu devirde yetişen bu zatların hal tercümeleri Mehmed Süreyya Bey’in 4 ciltli Sicil-li Osmani’ sinde yazılıdır.”
***
Encümen-i Dâniş ’te görev alan pek çok âlim ve ulema daha sonra çok önemli eserler vermişlerdir. Bu eserler günümüzde dahi önemle okunup takip edilen kaynaklar arasında yer almaktadır. Encümen-i Dâniş üyeleri iki bölümden meydana geliyordu. Dâhili üyeler ve harici üyeler. 35 kişiden oluşan bu dâhili üyeler arasında kimler yoktu ki. Eski sadrazamlar, nazırlar, mareşaller, paşalar, âlimler, müftiler edipler ve yazarlar da vardı. Mesela Mustafa Reşit Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Cevdet Paşa bunlar arasında idi.
Harici üyelerin ise imparatorluğun çeşitli bölgelerinden Avusturyalı, Mısırlı, Şamlı, Dramalı, Ermeni, İngiliz ve bir kısmı da azınlık mensubu idiler. Bu azınlık mensupları muhtelif milletlerin dillerini bilen insanlardı bunlardan da çeşitli tercüme vs. gibi konularda yardım alınmak maksadıyla harici üyelere alınmıştı.
***
“İşte kültür tarihimizde ilk ilimler akademisi bu “Encümen-i Dâniş ’tir. Tanzimat devrine bu şekilde ilmi bir hareket meydana getirilmiştir. İkinci Abdülhamid devrinde bu ilmi hareketin durduğu ve Encümen-i Daniş’in dağıldığını görüyoruz. Meşrutiyet devrinde ilmi bir hüviyet taşıyan Tarih-i Osmani Encümeni, Türkiyat Enstitüsü, Türk Ocakları Hars Heyeti gibi müesseseler kurulmuştur. Fakat bunların hiç birisi ilim akademisi halinde değildi. Cumhuriyet devrinde Atatürk ilim alanında getirdiği inkılap müesseselerinden Dil Kurumu ve Tarih Kurumu’nu kurmuştur. Bu iki kurum da bir ilim akademisi hüviyetini taşıyamamıştır. Görülüyor ki, aydınlarımıza rehber olacak bir ilimler akademisi henüz kurulamamıştır. Bu sebepten ideolojik bir perişanlık göze çarpmaktadır. Politikacıların doktriner görüşleri aydın sınıfın ideolojisi şeklinde devam etmektedir.”
***
Meşrutiyet devrine kurulan bazı oluşumlar ne yazık ki bir “İlimler Akademisi” hüviyeti taşımamıştır. Şurası da bir gerçektir ki; 1960’lı yıllarda yeni bir “Türk İlimler Akademisi” kanun teklifi verilmiştir. Fakat ne yazık ki bu teklif neticesinde bir ilimler akademisi kurulamamıştır.
1993 yılına kadar ülkemizde başka bir teşebbüs görülmedi. 1993 yılında ise özerk bir kuruluş olarak “Türkiye Bilimler Akademisi” kurulmuş oldu. Bununla birlikte, ülkemizde Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana bilim akademisi özelliğini taşıyan çeşitli kuruluşlar elbette olmuştur. Bu açıdan Fâtih Sultan Mehmed döneminin “Semâniye Medresesi” ilk örneklerdendir. “Encümen-i Dâniş”, günümüz anlamında ilk Türk İlim Akademisi olarak kabul edilir. 1851-1862 yılları arasında faaliyet gösteren ve Fransız Bilimler Akademisi model alınarak oluşturulan bu kurulun, sonraki yıllarda kurulacak olan Dârülfünûn (Üniversite) için ders kitapları hazırlaması öngörüldü ancak on yıl sonra kapandı. 1861 yılında kurulan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye, Tanzimat Dönemi’nin bir diğer akademi benzeri kuruluşudur. Tabiat bilimleri alanında 38 üyesi bulunan ve aynı alanda ilk yayını olan “Mecmua-i Fünûn ’u” yayımlayan bu kuruluş 1866 yılında kapandı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra 1909 yılında kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni, Osmanlı döneminin; 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu ise cumhuriyet döneminin akademi benzeri kuruluşları oldular.
Türkiye’de bilimin tüm alanlarını kapsayan bir bilimler akademisi kurma fikri 1960’lı yıllarda öne çıkan bir konu haline geldiyse de ancak 1993 yılında netice alınabilmiştir.
Kenan EROĞLU
***
Kaynak: Enver Behnan Şapolya, “Encümen-i Daniş’in Tarihçesi”, Türk Kültürü dergisi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayını, Ayyıldız Matbaası, Ankara Mayıs 1968, sayı: 67, sayfa: 39-“44.