Esad o projeyi imzalamayacağını söylediği dakikalarda CIA ayaklanmanın fitilini ateşledi

Önemlidir:

Bu yazının yayınağımızda yayımlanmış olması, yazarın bütün görüşlerine katıldığımız anlamına gelmemektedir.(kirmizilar.com)

 

Ortak düşünceleri, Esad’ın devrilmesi durumunda Katar/Türkiye boru hattı projesinin gerçekleşmesinin önünde bir engel kalmayacağı yönündeydi. CIA bu vesile ile Suriye’de bulunan isyancıları desteklemeye başladı.” 

Robert F. Kennedy, Jr’ın Politico.eu sitesinde yayınlanan makalesi, hükümetleri ve gizli servislerinin petrol şirketlerinin amaçları uğruna Ortadoğu’da giriştikleri ve sonuçları her daim pahalıya patlayan eylemlerine karşı Amerikalıları uyanmaya davet ediyor. Makale, CIA’in bölgede gerçekleştirdiği müdahalelerin tarihini de özetliyor.

Suriye savaşının birincil sorumlularından birisinin ABD olduğunun altını çizen Kennedy, aynı zamanda Savaşın Katar ve Türkiye arasında inşa edilecek yeni bir petrol boru hattı projesinin Rusya’nın enerji piyasasındaki ağırlığını korumak için Suriye tarafından engellenmesinin bölgesel bir çatışma ortamını alevlendirdiğini anlatıyor.

Kennedy, bu kirli savaşın tek sebebi olarak açıkladığı petrol ve gaz boru hattı meselesine ABD’nin de dâhil olmasının çatışmaları sertleştirmekten başka işe yaramadığından şikâyet ediyor ve CIA’in Araplar’a uyguladığı gizli kapaklı müdahalelere son vermesi gerektiğini belirtiyor. Odatv tarafından çevrilen bu makaleyi dostlarımızın değerlendirmesine sunuyoruz.

—————————————–

“Babamın bir Arap tarafından öldürülmesinin de etkisi ile, kimi zaman İslam coğrafyasında ülkemize karşı kana susamış tepkilerin ortaya çıkmasına vesile olabilen ABD’nin Ortadoğu politikasını ve sonuçlarını anlamak için özel bir gayret sarf ettim. İslam Devleti’nin yükselişine odaklandığımızda ve Paris ya da San Bernardino’da çok sayıda masumun canını alan vahşetin sebeplerini aradığımızda yanıtları din ve ideolojilere bağlama kolaylığından uzaklaşmalı ve daha ötesine bakmalıyız. Tarih ve petrol eksenli bir bakış açısı ile incelediğimizde yaşananların asıl sorumlusu olarak kendimizi görebiliriz.

Suriye’de büyük bir şiddet sarmalına dönüşen müdahalesi ABD’nin ağzında kötü bir tat bıraktı -henüz az sayıda Amerikalı bilse de çoğu Suriyelinin iyi bildiği nitelikte- İslami Cihad’ı besleyecek onca tohumu ektikten sonra hükümetimizin IŞİD tehdidine karşı etkili bir yanıt vermesi de zorlaştı. Amerikan halkının ve yöneticilerinin uzun zamandır göremedikleri bir gerçek, müdahale arttıkça krizin derinleşiyor oluşudur. Dışişleri bakanı John Kerry bu hafta, Suriye’de ”kesin olmayan” bir ateşkes haberi duyurdu. ABD’nin Suriye’de var olan etkisi minimum seviyede ─ateşkes IŞİD’i ve El-Nusra’yı kapsamıyor─ yapabildiği en iyi şey bu kırılgan ateşkes. Başkan Obama’nın Libya’ya askeri müdahaleyi dile getirmesi gibi ─Amerikan hava kuvvetleri geçtiğimiz hafta bir IŞİD eğitim kampını vurması gibi─ radikalleri zayıflatmaktan çok güçlendirmeye yaramaktadır. New York Times’ın 8 Aralık 2015 tarihinde ilk sayfada yayınladığı hikayede anlatıldığı gibi, IŞİD’in politik liderleri ve strateji planlamacıları Amerika’yı askeri bir müdahale için kışkırtmak istiyorlar. ABD’nin askeri bir müdahalesinin çok sayıda yeni gönüllü katılımcı ile saflarını sıklaştıracağını ve Amerikan karşıtı ılımlı muhalefeti bütünüyle susturmayı başaracağını iyi biliyorlar.

Şu gerçeği anlamamız gerekiyor, bu meseleyi doğru şekilde idrak edebilmek için yaşanan anlaşmazlığa Suriyelilerin tarih perspektiflerinden bakmalıyız. Amerika’nın 2003’te gerçekleştirdiği Irak işgali bölgedeki Sünni güçleri IŞİD’e dönüştürecek bir etkide bulundu. CIA’in Soğuk Savaş yıllarında bir silah haline getirmeyi başardığı İslami Cihad, bu sefer ABD’den Suriye’ye gönderilen zehirli bir paket olarak kullanılmıştı.

Bu elbette evde tartışmalara sebep olmadan gerçekleşmedi. 1957’nin Temmuz’unda Suriye’de başarısızlıkla sonuçlanan bir CIA darbe girişiminden sonra, amcam Senatör John F. Kennedy ve Beyaz Saray’da bulunan öfkeden deliye dönmüş durumdaki Eisenhower, her iki politik partinin liderleri ve Avrupalı müttefiklerimiz arasında yapılan dönüm noktası konuşması sonucunda Arapların kendi geleceklerini tayin hakı tanınması kararına varılmıştı. Bu durum ABD’nin Arap ülkelerine uyguladığı emperyalist müdhelelerin sonu demekti. Yaşamım boyunca, en azından Ortadoğu’ya sıkça gerçekleştirdiğim seyahatler esnasında sayısız Arap bana o gün yapılan konuşmayı anımsattılar. Kennedy’nin yaptığı konuşma ABD’nin yüksek değerleri ışığında Atlantik Paktı içerisinde yeniden yapılanmanın önemini işaret ediyordu. Bu aynı zamanda II.Dünya Savaşı’nın ardından tüm Avrupa kolonilerinin kendi geleceklerini tayin hakkını tanımamız gibiydi. Franklin D. Roosevelt, ABD’nin Avrupa sınırları içerisinde faşizm ile savaşmasının ön koşulu olarak Winston Churchill ve öteki müttefik Avrupa liderlerini Kuzey Atlantik Paktı’nı imzalamaya zorlamıştı.

CIA’İN ÖTEKİ ÜLKELERDE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ MÜDAHALELER ANTİ AMERİKANCILIĞA NEDEN OLUYOR

Fakat tebriklerin büyük bir parçası Allen Dulles ve CIA için olmalı. Ulusal iç politikamız ile çelişen nitelikte dalavereler ile dolu dış politikaları sonucunda, idealist çizgilerle çizilen Atlantik Paktı’nın sınırları asla aşılamayan bir yola dönüşmüştür. 1957 senesinde, dedem Büyükelçi Joseph P. Kennedy’nin de dahil olduğu bir komite, CIA’in Ortadoğu’da gerçekleştirmeyi planladığı kirli işleri ortaya çıkarmıştı. Bruce-Lovett Raporu’nda, Ürdün, Suriye, İran ve Irak ile Mısır’da gerçekleşen bir seri darbenin mimarı olarak bilinir. Bu gerçek Arap sokaklarında bilinen ve konuşulan bir gerçek olsa da, hükümetin inkarlarını gerçek kabul eden Amerika’nın önemli bir kesimi tarafından bilinmemektedir. Rapor CIA’i dünya genelinde yayılan anti-Amerikan ideolojilerinin şahlanmasına sebep olmakla suçluyor. Raporun işaret ettiği gerçek, CIA’in öteki ülkelerde gerçekleştirdiği müdahaleler yaygın Amerikan ahlaki değerlerine ve ülkemizin uluslar arası liderlik anlayışına bütünüyle ters. CIA’in düşünmediği nokta, yabancı bir ülkenin bizim ülkemizde mühendislik çalışmalarına girişmesi durumunda bizim ne şekilde tepki vereceğimizdir.

 Bu kanlı müdahale tarihinin günümüz üyeleri George W. Bush, Ted Cruz ve Marco Rubio gibilerin sıklıkla tekrar ettikleri ve narsistik bir yaklaşım diyebileceğimiz klişe argüman ”onlar bizim özgür oluşumuzdan nefret ediyorlar” sözleri asıl sebepleri perdeliyor. Onlar daha ziyade onların sınırları içerisinde bizim özgürlük ve ideallerimiz tarafından uğradıkları ihaneti göremediğimiz için bizden nefret ediyorlar.

Amerikalılar neler olduğunu bütünüyle anlamalılar. Yapılan alçaklığın yeniden incelenmesi önemli fakat öncelikle tarihi bir kez daha anımsamak gerekebilir. 1950’ler boyunca Başkan Eisenhower ve Dulles kardeşler ─CIA yöneticisi Allen Dulles ve Dışişleri Bakanı John Foster Dulles─ Sovyetler’in Ortadoğu coğrafyasını ve Arapları Soğuk Savaş ortamından uzakta kendi hallerine bırakma önerilerini geri çevirmişlerdi. Bu ekip el altından Arap milliyetçiliğine karşı bir savaş yürütmekteydiler ─Allan Dulles, Arap milliyetçiliğini komünizm kadar tehlikeli görüyordu─ ve Arap petrolüne uzanan yolun önünde bir engel olarak tanımlıyordu. Bu ekip Suudi Arabistan, Ürdün, Irak ve Lübnan’da gizli Amerikan askeri desteği ile bir takım kukla diktatörleri başa geçirdiler. Sovyet Marksizm’ine karşı İslami Cihad hareketini bir panzehir gibi gösterdiler. CIA planlama yöneticileri Frank Wisner ve John Foster Dulles ile Başkan arasında Beyaz Saray’da gerçekleşen görüşmede yapılan konuşmada, sözleri hafızasına kaydeden General Andrew J. Goodpaster’in aktarımına göre, Eisenhower ”Kutsal savaş görünümü altında istediğimiz her şeyi yapabiliriz” ifadesinde bulunmuştur.

CIA’İN SURİYE’YE MÜDAHALESİ 1949’DA BAŞLADI

CIA’in Suriye’ye aktif olarak müdahaleleri 1949 senesinde başladı – ajansın kurulmasından bir sene sonra. Suriyeli vatanseverler Fransız sömürgecilerini ülkeden atmayı başarmış, kırılgan da olsa Amerikan tarzı bir demokrasi inşa etmeyi başarmışlardı. Fakat Mart 1949’da, Suriye’nin demokratik yollarla seçilmiş başkanı Şükrü el-Kuvvetli, Trans-Arap boru hattı projesini onaylamakta tereddüt etti. Bu proje Suudi petrollerini Lübnan ve Suriye limanları üzerinden Akdeniz’e açacaktı. CIA tarihçisi Tim Weiner’ın kitabında anlattığı üzere, ABD’nin projesine imza atmaktaki isteksizliği nedeniyle bir darbe ile koltuğundan indirilen el-Kuvvetli’nin yerine CIA’in kukla diktatörü ve suçu ispatlanmış bir dolandırıcı olan Hüsnü el-Za’im iktidara çıkarılmıştır. Vatandaşları onu 4.5 ay süren despot rejimini sürdürdüğü koltuğundan indirmeden önce parlamento oturumunu zorla sona erdirerek tek başına petrol boru hattının uygun olduğunu onaylamaya zar zor vakit bulabilmiştir.

Takip eden bir kaç darbenin ardından istikrarsızlaşan ülkede Suriye halkı bir kez daha demokratik yolları tercih ettiler ve 1955 yılında el-Kuvvetli’yi ve o’nun Ulusalcı Partisi bir kez daha seçilerek iktidara geldiler. El-Kuvvetli, Soğuk Savaş yıllarından kalma bir tarafsızlık hali içerisindeydi, fakat Amerikan müdahalesi ile koltuğundan edilmiş olmanın etkisi ile Sovyet kampına yaklaşmayı tercih etmişti. Bu durumu gören CIA başkanı Dulles, ”Suriye darbe için yeterince olgunlaştı” sözlerini dile getirerek iki darbe sihirbazını, Kim Roosevelt ve Rocky Stone’u Şam’a yollamıştı.

İki yıl önce, Roosevelt ve Stone İran’da demokratik yollarla seçilmiş başkan Muhammed Mussadık’a karşı bir darbe gerçekleşmesini sağlamış, ardından İran petrollerini İngiliz petrol devi Anglo-İran Petrol Şirketi (Şimdi BP) üzerinden almanın yolunu açabilmişti. Mussadık, İran’ın 4000 yıllık tarihinde ilk seçilmiş devlet başkanıydı. Musaddık, İngiliz istihbarat ofisi memurlarının BP ile ortak bir darbe girişimi üzerinde çalıştıklarını öğrendiğinde ülkedeki tüm İngiliz diplomatları sınır dışı etmişti. Fakat akıl hocalarının kesinlikle şüpheli konumunda olan CIA görevlilerine de aynı muameleyi göstermesi yönündeki telkinlerini kulak ardı etti. Musaddık, ABD’yi İran demokrasisine örnek model olması yönünde gözünde idealize etmişti. Dulles’in tüm gayretlerine rağmen Başkan Harry Truman CIA’in İngilizler ile bir olup Musaddık’ı devirmeye çalışmasını yasaklamıştı. Ne zaman ki 1953 yılının Ocak ayında başkanlık koltuğuna Eisenhower oturdu, ilk işi Dulles’i istediği gibi davranması için serbest bırakmak oldu. Ajax Operasyonu adı altında düzenlenen bir darbe ile Musaddık’ın devrilmesinden sonra petrol şirketleri tarafından desteklenen Şah Rıza Pehlevi başa getirildi. 20 yıl kadar süren kendi halkına karşı CIA destekli vahşi bir savunma ile tahtını korumasının ardından gerçekleşen İslam devrimi ile ABD’nin İran ile olan ilişkisi 35 yıl boyunca durma noktasına geldi.

Ajax Operasyonu’nda gösterdiği ”başarının” ardından Stone, 1957’nin Nisan ayında yanında 3 milyon dolar ile Şam’a ulaştı. Bu parayı İslamcı militanların ordu kurmaları ve Suriye ordusu memurlarına ve politikacılarına demokratik yollar ile iktidara gelmiş olan el-Kuvetli’nin laik rejimini yıkmak için rüşvet vermek için kullandığı John Prados’un ”CIA’in gizli savaşı” adlı kitabında anlatılır. Rocky Stone, Suriye’nin istihbarat şefine, Komunist parti şefine ve Gen-Kur Başkanına suikast düzenlemek için Müslüman Kardeşler ile çalıştı ve milyonlarca dolar harcarken Irak, Lübnan ve Ürdün’de benzer suikastler gerçekleştirmek üzere planlar yaptı. Bu üç ülkenin önde gelenlerine düzenlenecek suikastler için Suriye Baas Partisi suçlanacaktı. Tim Weiner kendisinin Tozların Mirası adlı kitabında CIA’in ileride Ürdün ve Irak tarafından ABD desteği ile işgal edileceği şekilde Suriye’nin istikrarsızlaşmasını nasıl planladığını anlatır. Üzerlerindeki gizlilik kararı kalkan konu hakkındaki raporlar the Guardian’ın sayfalarında kendisine yer bulmuştu.

Fakat tüm bu CIA parası Suriye ordusunda görevli memurları baştan çıkarmakta işe yaramıyordu. Askerler CIA’in rüşvet verme tekliflerini Baas rejimine bildiriyorlardı. Yanıt mahiyetinde Suriye ordusu ülkedeki Amerikan elçiliğini bastı ve Stone’u tutukladılar. Sert bir sorgulamanın ardından Stone TV ekranı karşısında bir itiraf konuşması yaparak İran’da gerçekleşen darbe ile CIA’in başarısızlığa uğradığı Suriye darbe girişiminin ardında kendilerinin olduğunu beyan etti. Suriye, Stone ve iki elçilik çalışanını sınır dışı etti. İlk defa bir Arap ülkesi Amerikan diplomatlarını kovmuştu. Eisenhower’ın bulunduğu Beyaz Saray, Stone’un konuşmasını ”iftira” ve ”üretilmiş içerik” ilan ederek yalanladı ve ret etti. Bu inkarı Amerikan basını da sineye çekti. New York Times gibi kuruluşlar, hükümetin Musaddık hakkındaki ideolojik bakışını paylaşmayı tercih ettiler. Suriye, içindeki Amerikan yanlısı tüm siyasetçileri temizlediler ve ordu içerisinde darbeye destek verenlerin infazlarını gerçekleştirdiler. Buna mukabil, ABD Altıncı Filo’yu Akdeniz’e göndererek savaş tehdidi savurdu ve Türkiye’nin Suriye’yi işgal etmesini sağlamakla korkutmaya çalıştı. Türkler hemen Suriye sınırına 50.000 kişilik bir ordu yığdılar ve tüm bu girişimler sadece ABD’nin müdahalelerine kızmış Arap liderleri bir araya toplamaya yaradı. Kovulmasından sonra bile CIA, Suriye’de demokratik yollar ile iktidara gelmiş Baas rejimini devirmek için girişimlerine devam etti. CIA ve İngiliz gizli servisi MI6 beraber ”Özgür Suriye Komitesi’ adı altında bir oluşum kurulması için plan yaptılar. Amaçları Müslüman Kardeşler’e üç Suriyeli devlet memuruna suikast düzenletmekti. CIA şefinin tüm bu gayretleri Suriye’nin ABD’den biraz daha uzaklaşarak Rusya ve Mısır’a yaklaşmasını sağlamaktan başka işe yaramadı.

BELGELER NURİ EL-SAİD’İN YÜKSEK ÜCRETLİ BİR CIA KUKLASI OLDUĞUNU İSPAT ETMİŞTİ

Suriye’de ikinci darbe girişiminin ardından anti-Amerikan direnişi Ortadoğu’yu Lübnan’dan Cezayir’e kadar etkisi altına aldı. Bu yansımalardan bir örnek 14 Temmuz 1958’de gerçekleşen, Irak ordusunda son zamanlarda ortaya çıkan anti-Amerikan bir akım tarafından gerçekleştirilen ve Amerikan destekli Kral Nuri el-Said’in iktidarını sona erdiren darbedir. Darbe liderleri gizli devlet belgelerini yayınlamışlardı. Belgeler Nuri el-Said’in yüksek ücretli bir CIA kuklası olduğunu ispat eder nitelikteydi. Amerika’nın bu ihanetini gören Irak, yeni hükümetin kurulması aşamasında Batı’ya sırtlarını dönerek ülkelerine Sovyet diplomatlarını ve ekonomi danışmanlarını davet etmekle yetindiler.

Irak ve Suriye’de uğradığı başarısızlığın ardından Ortadoğu’dan sıvışan Kim Roosevelt CIA’de görev aldığı süre boyunca gayet iyi hizmet ettiği petrol şirketlerinde yönetici olarak çalışmaya başladı. Roosevelt’in yerine göreve gelen James Critchfield ilk iş olarak geçmişte başarısızlığa uğramış bir zehirli mendil planı ile yeni Irak başkanına suikast düzenleme fikrine geri dönülmesini sağlamıştı. Beş yılın ardından sonunda CIA Irak başkanını değiştirmeyi ve kendi desteklediği bir adamı Irak’ın ve Baas partisinin başına geçirmeyi başarmıştı. Genç ve karizmatik görünümlü katil Saddam Hüseyin, CIA’in Baas takımındaki en gözde lider adaylarından birisiydi. Baas Partisi sekreteri, Ali Salih Sadi, gazeteci ve yazar Said Aburish’in ‘Arap Eliti ve Batı arasındaki Vahşi Arkadaşlık’ adlı kitabında aktardığına göre, ”CIA’in düzenlediği eğitimler sayesinde güçlenmiştik” demişti. CIA’in Saddam Hüseyin’in yaratılmasının ardındaki esas güç olduğu ilerleyen zaman içerisinde anlaşılacaktı. Reagan yılları boyunca CIA, Saddam’ın eğitilmesine milyarlarca dolar harcadı, özel kuvvetler ile destekledi, silahlar ve savaş eğitimi verdiler. Saddam, İran’a karşı hardal ve sinir gazı kullanırken bunları aldığı eğitim sayesinde yapıyordu ve silahlarında kullandığı şarbonu Amerikan hükümetinden edinmişti. Reagan ve o’nun CIA müdürü, Bill Casey, Saddam’ı Amerikan petrol devleri için potansiyel sahibi doğru insan ve İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’nin yayılmasına karşı bariyer görevi görebilecek kişi olarak görüyorlardı. O dönem bunların özel temsilcisi ve ajanı olan Donald Rumsfeld, 1983 yılında Bağdat’a düzenlediği seyahat esnasında Saddam’a altın bir kowboy mahmuzu hediye ediyor ve kimyasal/biyolojik ve konvensiyonel silahların bulunduğu geniş bir menüden istediği seçimi yapmasını sağlıyordu. Aynı zamanda CIA, yasa dışı yollardan Irak’ın düşmanı İran’ı gizlice destekliyor ve Irak’la savaşmakta kullanmaları için tank ve uçaksavar füzeleri satıyorlardı. İran’da bu olay ortaya çıktığında herkes tarafından konuşulan bir skandal haline gelmişti. Her iki tarafın Cihadcıları ileride CIA’den sağladıkları silahlar ile Amerikan halkına karşı bir tehdit haline geleceklerdi.

Amerika’nın yeni bir şiddetli müdahale tasarladığı şu günlerde çoğu Amerikalı an be an büyüyen krizin asıl sebebinin CIA tarafından geçmişte kurgulanan müdahaleler olduğunun farkında bile değiller. CIA’in on yıllar süren dalaverelerinin yansımaları günümüzde Ortadoğu’nun ılımlı islam ve demokrasiden CIA eliyle büsbütün uzaklaşmış olan başkentlerinde, camilerde ve medreselerde yankılanmaya devam ediyor.

İran ve Suriye’nin diktatörler geçidine Beşar Esad ve babası da katılıyor, baba Esad CIA’in desteklediği kanlı bir darbe ile iş başına gelmiş, ardından otoriter rejimini güvene alabilmek için Rusya ile güçlü bir müttefik ilişkisi kurmuştu. Bunlar Suriye ve İran halkı için bilindik hikayeler ve yaptığımız konuşmalarda CIA’in müdahalelerinin tarihlerini şekillendirdiğinden bahsederler.

Bizim itaatkar basınımız papağan gibi bizim askeri desteğimizi sunduğumuz Suriye’de varolan isyancı güçlerle var olan ilişkiyi bütünüyle insancıl boyutlarda tasvir etseler de, çoğu Arap mevcut krizin boru hatları ve jeopolitik konular çerçevesinde gerçekleşen bir başka temsili savaş olduğunun farkında. Yangına aceleyle dalmadan önce olaylara bu perspektiften bakmak bizim için faydalı olabilir.

ESAD’LA SAVAŞ TÜRKİYE’Yİ İÇİNE ALAN BİR PETROL BORU HATTI İNŞA ETMEYİ ÖNERMESİ İLE BAŞLADI

Onların bakış açısına göre, Beşar Esad’la mevcut savaşımız 2011’de başlayan barışçıl Arap Baharı gösterileri ile başlamadı. Daha önce, 2000 yılında Katar’ın 10 milyar dolar tutarında 1500 km boyunca uzanan ve Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye’yi içine alan bir petrol boru hattı inşa etmeyi önermesi ile birlikte başladı. Katar mevcut halde İran ile bir gaz akımı boru hattı paylaşmakta, bu hat dünyanın en zengin gaz kaynağı için kullanılıyor. Uluslar arası ambargolar İran’ın dışarıya gaz satmasını engelliyordu. Katar’ın gazı ise Avrupa’ya ancak sıvılaştırılmış halde ve gemi ile yollanırsa ulaşabiliyordu. Bu durum ise fiyatları dramatik şekilde yükseltiyordu. Bu duruma çare olarak önerilen boru hattı projesi Türkiye gibi dağıtımdan vergi alacak terminallerin de yardımı ile Katar’ı doğrudan Avrupa enerji piyasasına bağlayacaktı. Böylelikle körfezde Sünni ağırlığı artacak ve Katar elde edeceği zenginlik ve güçle ABD’nin Ortadoğu’da en önemli müttefiki olabilecekti. Hali hazırda Katar’da mevcut iki Amerikan askeri üssü bulunmaktadır.

Avrupa Birliği, gaz ihtiyacını %30 oranında Rusya’dan karşılamaktadır, aynı oranda söz konusu boru hattına karşı da muhtaç bir pozisyondadır. Bu boru hattı sayesinde üye ülkeler enerji ihtiyaçlarını daha ucuza karşılayabilecekleri gibi Rusya ve Putin’in baskıcı ekonomik ve politik gücünden kurtulmak istemektedirler. Türkiye, Rusya’nın ikinci en büyük gaz müşterisi, geçmişten gelen düşmanlığı olan bu ülkeye varolan bağımlılığının sona ermesini ve Asya’dan Avrupa’ya akacak enerji üzerinden kolay yoldan para kazanmak istiyor. Katar’ın boru hattı aynı zamanda Suudi Arabistan’ın muhafazakar Sünni monarşisine Şia ağırlığını hissettiğimiz Suriye’de etki sahibi olmayı kolaylaştırabilir. Suudilerin jeopolitik amaçları aynı zamanda krallığın baş düşmanları olan ve bir Şia bölgesi olan, aynı zamanda Esad’ın yakın müttefiki İran’ı da kapsıyor. Suudi monarşisi ABD’nin Irak’ta yönetimi Şia grupların eline teslim ettiği (ve yakın zamanda İran’a karşı olan ticaret ambargosunun kaldırılması ile) bölgedeki öneminin azalmakta olduğunu fark ederek Tahran ile Yemen üzerinde temsili bir savaş ile İran destekli Huti kabilesine karşı soykırım uygulamaya başladı.

Elbette, Rusya gazının %70’ini Avrupa’ya satmakta ve gördü ki Katar/Türkiye boru hattı kendi geleceğine bir tehdit konumunda. Putin’in bakışına göre, Katar’ın boru hattı NATO’nun bölgedeki mevcut statükoyu değiştirmek üzere kurgulanmış bir plan, Rusya’nın Ortadoğu’da ki yegane müttefiki ile olan bağını kesmek için bir araç, Rusya ekonomisini darboğaza sokmak ve Rusya’nın Avrupa enerji piyasasında var olan gücünü kırmak için kurgulanmış bir projeden ibaret. 2009 yılında Suriye önlerine getirilen boru hattı projesini imzalamadığını bildiren bir açıklamada bulunurken bunu Ruslar ile mevcut müttefik ilişkilerini korumak için yaptıklarını da söylemişlerdi.

Körfezin sinirden kudurmuş monarşilerinin daha da üzerine giden Esad alternatif bir petrol boru hattı fikri önermiş, bu projeye göre İran’dan gelecek petrol ve gaz Suriye ve Lübnan’dan Avrupa enerji piyasasına gönderilebilecekti. Böylelikle Sünni Katar yerine Şia İran güç ve önem kazanarak dünya önünde daha etkili bir konuma yükselecekti. İsrail anlaşılır şekilde her ne pahasına olursa olsun bu İslami boru hattı projesinin engelleyeceklerini belirtti. Aksi halde baş düşmanları olan İran ve Suriye’nin güçlenmeleri onların uzantıları olan Hizbullah ve Hamas’ın da güçlenmesi manasına gelecekti.

ESAD’IN DEVRİLMESİ DURUMUNDA KATAR/TÜRKİYE BORU HATTI PROJESİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ KALDIRACAKTI

Amerika’nın gizli raporlarına göre Suudi ve İsrail’in gizli servisleri Esad’ın Katar boru hattı projesini imzalamayacağını söylediği dakikalarda, askeri ve gizli servis planlayıcıları hızlı bir şekilde ortak bir fikir üzerinde anlaşmaya vararak Suriye’de bir Sünni ayaklanmasının fitilini ateşlediler. Ortak düşünceleri, Esad’ın devrilmesi durumunda Katar/Türkiye boru hattı projesinin gerçekleşmesinin önünde bir engel kalmayacağı yönündeydi. CIA bu vesile ile Suriye’de bulunan isyancıları desteklemeye başladı. Belirtmekte fayda var, tüm bunlar Arap Baharı ile halkın bir kesiminde başlayan Esad karşıtlığından önce gerçekleşmişti.

Esad ailesi Alevidir, Müslümanlık inancı içinde bir mezhep ve Şia mezhebi ile uyumlu bir görüntüsü mevcuttur. ”Beşar Esad asla başkan olacağını düşünmedi,” gazeteci Sermour Hersh yaptığımız görüşmede bana böyle söylemişti. ”Babasının ardından iktidar koltuğuna oturacak asıl kişi olan ağabeyi bir otomobil kazasında hayatını kaybedince onu Londra’da sürdürdüğü tıp eğitiminden geri çağırmışlardı.” İçerisinde bizim de bulunduğumuz savaş patlak vermeden önce Hersh’in söylemine göre Esad ülkeyi özgürleştirmeye başlamıştı. ”İnternet bağlantısına, gazetelere ve ATM makinelerine izin verdiler, Esad Batı’ya doğru bir adım atmak istiyor” 11 Eylül’den sonra CIA’e İslamcı cihatçılar hakkında binlerce önemli dosya vermişti. Bunlar aynı zamanda kendisinin doğal düşmanı olan kesimlerdi.” Esad rejimi laik olmayı bilhassa seçmişti ve Suriye çeşitlilik bakımından oldukça zengin bir coğrafyaydı. Suriye hükümeti ve ordusu %80 oranında Sünnilerden oluşuyordu, disiplinli ordusu Esad ailesine sadıklardı, kafaları aygıt geliştirecek kadar çalışıyor ve bunları işkence yaparken acımasızca kullanmak konusunda hevesliler fakat Ortadoğu’da var olan mevcut müttefiklerimiz ile karşılaştırılınca Esad’ın gaddarlığı tercih edilebilir bir boyuttaydı diyebiliriz. Hersh’in söylediği gibi, ”Esad en azından Mekke’nin Suudileri gibi her Çarşamba kafa kesmiyordu.”

SUUDİLERİN DURUMU DÜŞÜNÜLÜNCE ESAD ÇOK DAHA İYİ BİR POZİSYONDA GÖRÜNÜYOR

Öteki kıdemli gazeteci Bob Parry’nin değerlendirmesi yankı getirmişti. ”Bölgede hiç birinin eli temiz değil fakat işkencelerin diyarı, toplu katliamlar, insan haklarını baskı altına alıp terörizmi desteklemek konusunda Suudilerin durumu düşünülünce Esad çok daha iyi bir pozisyonda görünüyor.” Kimse Mısır, Libya, Yemen ve Tunus’da uygulanan anarşizm’in bir benzerinin rejimi yaralayabileceğine inanmadı. 2011’in baharında, küçük ve barışçıl eylemler Şam’da Esad rejimi tarafından bastırılıyordu. Bu bir sene önce Arap Birliği ülkeleri arasında hızla yayılan Arap Baharı’nın deva eden kötü kokusuydu. Her ne ise, Wikileaks belgelerinin gösterdiği kadarı ile CIA o günlerde Suriye’de iş başındaydı.

Fakat Sünni krallıkların uçsuz bucaksız petrol zenginlikleri Amerika’dan gelen daha sıkı bağlar geliştirme önerileri ile kaybolma riski altına giriyor. 4 Eylül 2013’te dış işleri bakanı John Kerry kongrede yaptığı konuşmada Sünni krallıklarının kendilerine Esad’ı devirmek üzere Suriye’yi işgal etmeleri durumunda harcanacak parayı karşılama sözü verdiklerini dile getiriyordu. Aslına bakacak olursanız bunların sadece bir kısmı, Amerika’nın Irak’ta olduğu gibi tüm işi üstlenmesi durumunda masrafları karşılayacaklarını belirtmişlerdi. Kerry’nin tekrarladığı teklife Cumhuriyetçi İleana Ros-Lehtinen yanıt olarak şunları söylemişti; ”Arap ülkelerine saygılarla, Esad’ı devirmek üzere Suriye’ye gerçekleşecek bir Amerikan işgaline dair yanıtımız en içten şekilde evet! Teklif masamızda duruyor.”

Cumhuriyetçiler’in baskılarına rağmen Barack Obama genç Amerikalıları bir yığın boru için ölüme göndermek konusunda çekimser yaklaşımını korudu. Obama akıllıca davranarak Cumhuriyetçiler’in Suriye’ye asker göndermek ya da ”ılımlı isyancıları” daha fazla para akıtarak beslemesi konusunda koparılan yaygaraya kulaklarını tıkadı. Fakat 2011’in sonlarına doğru, Cumhuriyetçiler’in baskıları ve Arap müttefiklerimizin iteklemesi ile kendimizi münakaşanın ortasında bulduk.

2011 yılında, Birleşik Devletler, Fransa, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye ile Britanya’nın bulunduğu Suriye’nin Dostları adı altında kurulan koalisyona dahil oldu, bu gruplaşma aynı zamanda Esad’ın devrilmesinin istendiğinin resmen kabul edildiği ilk yer olmuştu. CIA Barada’ya bu uğurda 6 milyon dolar akıttı. Wikileaks tarafından yayınlanan 2012’ye ait Suudi istihbarat belgelerinin gösterdiği gibi, Türkiye, Katar, ve Suudi Arabistan, Irak ve Suriye’de Esad rejimine karşı savaşan radikal İslamcıları silahlandırıyor, eğitiyor ve maddi olarak destekliyorlardı. Katar, bu işlerden en çok ekmek yiyecek ülke olarak Suriye’de ateşlenen isyanı beslemek için 3 milyar dolar harcamış ve Pentagon’u Katar’da bulunan Amerikan üslerinde isyancıları eğitmek üzere davet etmişti. Seymour Hersh’in Nisan 2014’te yayınladığı makalesine göre, CIA silahları Türkiye, Katar ve Suudilerin desteği ile yerlerine ulaştırıldı.

Sünni-Şia arasındaki kavganın fitilini ateşleme fikri, Suriye ve İran’ın rejimlerinin bölgedeki petrokimya ihtiyacının karşılanması konusundaki etkilerini azaltmak üzere kurgulandı. 2008 yılına ait Pentagon kaynaklı bir belge yaşananların özeti gibiydi. Rapor körfez petrol ve gaz kaynaklarının değerlendirilmeden oldukları gibi kalmalarının ABD’nin ”stratejik öneme sahip” konularından olduğu belirtiliyor ve bölgedeki savaş ortamının sürmesinin bu konuda faydalı olacağı belirtiliyordu. Rapor, ”gizli hareket etmeyi, istihbarat operasyonları düzenlemeyi ve gayri nizami savaş sürdürmeyi” gerekli olarak belirtiyor, ”böl ve yönet” stratejisini uygulamak için bu şartların sürmesi gerektiğinden söz ediliyordu. ”ABD ve bölgesel müttefikleri cihad hareketini kullanabilir ve bu tip oluşumlar üzerinden temsili savaş sürdürebilir.” Amerikan liderleri Sünni – Şia savaşının başlaması ve sürmesi fikrinden iktisadi menfaat elde etme yolunu seçmiş görünüyorlar.

Esad’ın dış destekli bu ayaklanmalara aşırı reaksiyon göstereceği Sünni bölgelerine varil bombası atarak sivilleri öldürdüğünde anlaşılmış – yaşananlar Suriye’nin Sünni-Şia ayrımını derinleştirmiş ve ABD ideallerine uygun şekle getirmişti. Boru hattı için girişilen çatışma insancıl ve yardımsever bir savaş gibi gösterilmişti. Suriye ordusundan Sünni askerlerin kaçmaya başladığı 2013 senesinde batılı koalisyon Suriye’de istikrarsızlığın yayılması amacıyla bu askerler ile Özgür Suriye Ordusu’nun kurulmasına yardım ettiler. Basında ÖSO için oluşturulan sıkı çarpışan ılımlı isyancılar portresi bir aldatmacadan ibaret. Bir araya gelmiş dağınık gruplar halindeki binlerce bağımsız militandan oluşan gruplar ağırlıklı olarak cihadcılar tarafından komuta ediliyorlar ya da müttefik konumundalar. Asıl kendilerini adamış olan etkili savaşçılar bu komuta kademesindekilerdir. Irak’ta bulunan el-Kaide’nin Sünni orduları Irak ile Suriye arasındaki sınırı kaldırıyor, firarilerden oluşan ÖSO ya da ABD tarafından eğitilip donatılan bir çok diğer gruba dahil oluyorlar.

Medya’da hakim olan Arap imajı isyancıların diktatör Esad’a karşı ayaklandıkları yönünde, ABD’nin istihbarat planlayıcıları baştan beri biliyorlardı bu boru hattı savaşını fırsat bilen ABD destekli İslamcı cihadcıların Suriye ve Irak’a yayılan yeni bir Sünni İslami halifelik oluşturmaya çalışacaklarını tahmin ediyor olmalılar. İki yıl önce IŞİD’in gırtlak kesen üyeleri dünya sahnesine çıkmışlardı, Ağustos 2012’de yedi sayfalık bir çalışma, ABD’nin savunma istihbarat birimi tarafından kaleme alınmış, ABD/Sünni koalisyonuna radikal Sünni Cihadcılar için teşekkür mahiyetindeydi. Teşekkür ettikleri bu gruplar ”selefiler, Müslüman Kardeşler ve Irak el-Kaidesi (şimdilerde IŞİD), Suriye’de etkin bir direniş sürdürmleriyle övülüyorlardı.

ABD ve körfez ülkelerinin destek ve paraları ile bu gruplar barışçıl protestoculardan Beşar Esad’a karşı savaşan ”kuşku uyandırmayacak nitelikte mezhepçi bir yöne” kaydılar. Makale not olarak ekliyordu, mezhep savaşı haline gelmiş kavgayı Sünni dinsel ve politik güçleri tarafından destekleniyordu. Makale aynı zamanda Suriye savaşını global ölçekli bir mesele olarak tanımlarken, batı ülkeleri, körfez ülkeleri ve Türkiye’nin bölgedeki kaynaklar üzerinde kontrol sahibi olabilmek adına Esad karşıtlığı yaptıklarını, ancak bölgede yaşananların değişmesinden etkilenecek olan Rusya, Çin ve İran’ın rejimi korudukları ifade ediliyordu. Makale aynı zamanda IŞİD tarafından yakın bir gelecekte kurulacak halifelik için de kehanette bulunuyordu: ”Eğer şartlar çözülecek olursa, Suriye’nin doğusunda (Haseke ve Der Zor) duyurulmuş ya da duyurulmamış bir Sünni prensliğinin ortaya çıkması ihtimal dahilinde. Bu tamamen Esad rejimini köşeye sıkıştırmak için Suriye isyanına ne tip bir destek sunulacağı ile alakalı.” Pentagon olasılığı rapor ediyor ve bu yeni prensliğin Suriye’nin doğusu ile kısıtlı kalmayacağını ve Musul ve Ramadi’yi içine alacak şekilde Irak boyunca genişleyerek İslam Devleti’nin temellerini atabileceklerinden bahsediliyordu.

SURİYE’NİN TOPRAKLARININ BİR KESİMİNİN TARAFINDAN ELE GEÇİRİLMRSİ KATAR BORU HATTI İLE İLGİLİ

Yaşananlar kısaca bu şekildedir. Suriye’nin topraklarının bir kesiminin İslam Devleti (IŞİD) tarafından ele geçirilmesi muhalefetin beklenmedik bir sonucu değil, bilakis Katar boru hattı çerçevesinde planlanarak gerçekleşen bir meseledir.

Fakat 2014’te bizim yerimize vekaleten savaşan Sünniler kestikleri kafalar ve Avrupa’ya doğru sürdükleri milyonlarca mülteci ile Amerikan halkını dehşete düşürmeyi başarmışlardı. ”Düşmanımın düşmanı dostumdur stratejisi gerçekleri görmeye karşı bir çeşit körlük yaratıyor olabilir.” Tbu sözleri Tim Clemente dile getiriyordu, kendisi 2004-2008 arasında FBI’ın terör karşıtı özel kuvvetinde yönetici konumundaydı ve Irak ulusal polis departmanı ile FBI arasında irtibat kurma görevini yerine getiriyordu. ”Afganistan’da eğittiğimiz mücahidler konusunda da aynı hatayı yaptık. Rusya’nın ortamı terk etmesi ile birlikte bunlar hızla eski geleneklere bağlandılar, kadınları köleleştirdiler, insnaları parçalara ayırmaya ve bize ateş etmeye başladılar.” Clemente bu sözleri bana bir röportajımız esnasında ifade etmişti.

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞI TONLARCA SİLAH YARDIMI

Ne zaman ki ”Cihadcı John” lakaplı katil TV ekranlarında rehinelerin kafalarını kesti, Beyaz Saray Esad’ın devrilmesi fikrini dile getirmekten vazgeçip daha ziyade bölgesel istikrarın sağlanmasından söz etmeye başladı. Obama yönetimi isyan hareketine verdikleri desteğe gün ışığı altında bir kez daha bakma kararı aldı. ABD müttefikleri tarafından suçlamalara maruz kalmaya başlamıştı. 3 Ekim 2014, başkan yardımcısı Joe Biden John F. Kennedy Jr. forumunda öğrencilere, Suriye’de var olan en büyük problemlerinin bölgedeki müttefikleri olduğunu söylüyordu. Açıklamasına Türkiye, Suudi Arabistan, ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Esad’ı devirmeye kararlı olduklarını, bu uğurda bir Sünni – Şia savaşının fitilini ateşlediklerini, yüz milyonlarca dolar parayı, on binlerce ton silahı, Esad’a karşı savaşmaya karar veren hemen herkese gönderdiklerini söyleyerek devam ediyordu. Desteğin sadece el-Kaide ve el-Nusra’yı kapsamadığını belirtse de bu iki grup daha sonra birleşerek IŞİD’i oluşturdular. Biden sinirli görünüyordu, güvenilir müttefiklerimiz Amerikan ajandasında not edildiği kadar güvenilir olmayabilirlerdi. Ortadoğu genelinde Arap liderler İslam Devleti’nin ortaya çıkışında ABD’yi suçlu görüyorlar. Çoğu Amerikalı ise bu suçlamaları çılgınlık olarak adlandırıyorlar. Her ne ise, çoğu Arap’ın Ortadoğu’da ABD’nin müdahaleleri konusunda kuşkuları yok, mazideki müdahalelerimizi de bilenler İslam Devleti’nin ortaya çıkmasında ve büyümesindeki rolümüzü boşuna sorgulamıyorlar.

Gerçekte, çoğu İslam Devleti savaşçısı ve komutanları, ideolojik ve organizasyonel konularda eğitilerek bir cihadcı olmak üzere son 30 yıldır Suriye, Mısır, Irak ve Afganistan’da CIA tarafından beslendiler ve eğitildiler.

ABD’nin müdahalesinden önce, Saddam Hüseyin’in Irak’ın el-Kaide yoktu. Başkan George W. Bush Saddam’ın seküler rejimini yıktı, ve o’nun genel valisi Paul Bremer’in kötü yönetimi bir Sünni ordusunun ortaya çıkmasına vesile oldu, bu orduyu şimdilerde IŞİD olarak adlandırıyoruz. Bremer ülkede baskın gücü Şia gruplara verirken geçmişte Baas rejimine bağlı her kim varsa dışlıyordu. 700.000 civarı Sünni, parti için ya da devlet için çalışmış kişiler ve hatta öğretmenlerden oluşan dışlanmış ve işsiz bir insan ordusu. Aynı zamanda %80’i Sünni olan 380.000 kişilik Irak ordusunu da dağıtmayı ihmal etmedi. Bremer’in hareketleri Irak genelinde milyonlarca Sünni’nin kendilerini dışlanmış, alt sınıf haline getirilmiş hissetmelerine neden oldu. Bunlar çok küçük bir kayıp dışında iyi eğitimli ve ağır silahlar kullanmayı bilen kişilerdi. Sünni ayaklanması kendisini Irak el-Kaidesi olarak adlandırdı. 2011 yılında bölgedeki müttefiklerimiz Irak el-Kaide oluşumunu destekleyerek Suriye’ye yöneltmeye başladılar. 2013 yılında Suriye’ye giren grup adını IŞİD olarak değiştirdi. New Yorker’dan Dexter Filkins’in bildirdiğine göre, ”IŞİD Iraklı generallerden oluşan bir konsey tarafından yönetiliyor… Çoğu Saddam Hüseyin’in seküler partisi Baas üyesiyken Amerikan hapishanelerinde radikal İslamcılara dönüştüler.” Obama’nın Suriye’de bulunan isyancılara gönderdiği 500 milyon dolarlık askeri yardım eminim Cihatçılara faydalı olmuştur. Clemente, eski FBI yöneticisinin bana söylediği kadarıyla, savaş alanı milyonlarca askeri geçmişe sahip insanla dolu olduğu ve bunların kalıp toplulukları için savaşmaktansa Avrupa’ya kaçmayı tercih edebilecek tipte insanlar olduklarıydı. Şu açıkça görülüyor ki bu insanlar kaçmak istiyorlar çünkü bu savaşın kendi savaşları olduğuna inanmıyorlar. Onların tek istedikleri Esad ve Putin diktatörlüğünün çekici ile cihatçı İslamcıların örsü arasında kalarak ezilmemek. Bu boru hattı olayının dünya çapınca bir savaş meselesi haline gelmesinde bizim de katkımız var. Suriye halkını hem Washington hem de Moskova’ya aynı anda para kazandıramadıkları için suçlayamazsınız. Süpergüçler Suriye halkına uğruna savaşacakları makul bir gelecek şansı bırakmıyorlar ve bu insanlar da bir petrol boru hattı uğruna ölmek istemiyorlar.

Peki yanıt nedir? Eğer amacımız Ortadoğu’da kalıcı ve uzun soluklu bir barış, Arapların kendilerini yönetecekleri ve kendi ulusal güvenliklerini sağlayabilecekleri ortamın yaratılması ise, yeni bir bölgesel müdahaleyi tarihe bakmış ve ondan gerekli dersleri almış olarak gerçekleştirmek zorundayız. Ne zaman biz Amerikalılar bölgesel karışıklıkların politik ve tarihsel geçmişini doğru şekilde anlarlar, o vakit kendi liderlerimizin kararlarını da sorgulayabilecek doygunluğa erişebiliriz. 2003’te Saddam Hüseyin’e karşı girişilen savaşta da benzer bir lisan kullanılmıştı, politik liderlerimizin etkisindeki halkımız Suriye’de gerçekleşen savaşı da diktatörlüğe, terörizme, fanatizme karşı verilen bir savaş olarak görüyor. Bizler sinik davranır gibi olayların ardında yatan gerçekleri görmek istemezken Araplar petrol boru hattı sebebiyle tekrar sahnelenen bir oyunun açıkça farkındalar. Fakat, eğer etkili bir dış politikamız var ise, o halde Suriye’de süregelen savaşın bölgesel kaynaklar üzerinden dönen, 65 yıldır kirli petrol parası için Ortadoğu’da oynadığımız bir oyunun parçası olduğunu da anlamamız gerekir. Ortada dönen düzeni anlayabilmek için öncelikle paralento ve Obama yönetimine şunu sormak gerekir, neden halen rejimin değişmesi bölgesel istikrarın sağlanmasından daha önemliydi? Neden Obama yönetimi Suriye’de savaşmayı tercih etmeyen ılımlı muhalifler bulmayı denemiyor? Neden IŞİD Rusya’ya ait bir yolcu uçağını havaya uçurdu? Neden Suudiler tüm bu gerginliğin içerisinde Şia bir din adamını sadece Tahran’da elçilik binası yakıldı diye idam etti? Neden Rusya IŞİD’e ait olmayan hedefleri de vuruyor ve neden Türkiye bir Rus uçağını vurarak mevcut duruşunu değiştiriyor? Şu anda milyonlarca mülteci konumuna düşmüş insan CIA tarafından alevlendirilen, petrol boru hattı yüzünden çıkmış bir savaş yüzünden Avrupa’ya doğru akın ediyorlar.

Clemente IŞİD’i Kolombiya’nın FARC adlı örgütüyle karşılaştırıyor ─bir uyuşturucu karteli ideolojik bir devrim hayali ile savaşçılarına ilham kaynağı olabileceği gibi. ”IŞİD’i bir petrol karteli olarak görebilirsiniz,” Clemente sözüne devam ediyor, ”Her şeyin sonunda, para devlet idaresi için gerekli. Dinsel ideoloji ise askerlerinin bir petrol karteli için hayatlarını vermelerinin önünü açan ilhamı sağlıyor.”

Ne vakit insancıl nedenler ile olduğu söylenen bu savaşın üzerindeki pası kaldırıyoruz, açıkça bu savaşın petrol savaşı olduğunu görebiliyoruz, dış işler politikamız açıkça ortada. Avrupa’ya kaçan Suriyeliler gibi, hiç bir Amerikalı yoktur ki evladını bir petrol boru hattı uğruna savaşta kaybetmeyi kabul etsin. Birinci önceliğimiz kimsenin asla dile getirmediği şey olmalı ─yani bizim şu Ortadoğu’nun petrolüne bağımlı olmuş jones’lara bir tekme atmalıyız, tarafsız kalmayı başarabilirsek, ABD enerji konusunda daha bağımsız bir hale gelecektir. Sonrasında, Ortadoğu’da varolan askeri gücümüzü azaltarak Arap coğrafyasını Araplara bırakmalıyız. Gelelim öteki insancıl yardımlarımıza, İsrail’in sınır güvenliğini korumak ve sağlamak gibi yardımlar, açıkça ABD’nin bu konuda herhangi bir meşru hakkı bulunmamaktadır. Görünen o ki kendimize biçtiğimiz rol ancak daha fazla krizin oluşmasına sebep oluyor, tarih gösteriyor ki bu gerçeği değiştirebilecek güce sahip değiliz.

Tarihi analiz ederken, II. Dünya Savaşı’ndan itibaren Ortadoğu’da giriştiğimiz tüm işleri utanılacak şekilde batırdığımız ve karşılığında yüksek bedeller ödemek zorunda kaldığımızı görebiliriz. 1997’de yayınlanmış ABD Savunma Departmanı’na ait bir raporda işaret ettiği gibi Amerika’nın bölgeye yaptığı müdahaleler ile ABD’ye karşı girişilen terör saldırılarının artış göstermesinde güçlü bir bağ bulunmaktadır. Şununla artık yüzleşelim, biz ne zaman bir savaşa terörle savaş diyorsak altından bir başka petrol savaşı çıkmaktadır. Petrolcü Dick Cheney 2001 yılında ”uzun bir savaş” olacağını beyan ettikten sonra yurt dışında gerçekleştirdiğimiz üç savaşa toplamda 6 trilyon dolar paramızı savurduk. Kazanan sadece silah üreticileri ve petrol şirketleri oldu, istihbarat servisleri ise bizlerin özgürlüklerini hiçe sayar şekilde İslamcı radikal örgütlere katlanarak artan bir destek sunmaya devam ederek onları kendi yerimize vekaleten savaşacak kullanışlı birer araç olarak görmekte ısrar ettiler. Değerlerimizden uzaklaşmış halimizle kendi boğazımızı kendimiz kesiyoruz, yüzbinlerce masum insan öldürüldü, çöken ideallerimiz eşliğinde sonuç vermeyecek ve pahalı bir maceranın peşinde ulusal zenginliklerimizi çarçur ediyoruz. Süreç boyunca gerçek düşmanlarımızı destekledik ve nihayet yüzlerini bize doğru çevirdiler, bir zamanlar dünyanın özgürlük feneri olan ülkemiz şimdilerde ulusal güvenlik baskısı altında ezilen, uluslar arası bir ahlak yoksunu ülke durumuna gelmiş vaziyette.

Amerika’nın kurucu babalarının uyardıkları gibi, Amerikalılar düzenli orduya ve yurt dışında girişilecek karışıklıklara hoş bakmazlar, John Quincy Adams’ın sözlerinde olduğu gibi ”sınır dışına canavar yok etmeye gitme işleri.” Bu büyük adamlar bir gerçeği anlamışlardı, sınır dışına çıkan bir emperyalizm evdeki demokrasi ve insan hakları ile uyuşmayacak girişimler olmak zorundadırlar. Atlantik Paktı, Amerika’nın gerçek ideali olan, her milletin kendi kaderini tayin etme hakkına duyulan inançtan ortaya çıktı. Geçtiğimiz 70 yılın ardından, Dulles kardeşler, Cheney haydutu, neocon’lar ve benzerleri yüzünden Amerikan idealleri değişti, askeri ve istihbarat birimlerini petrol şirketlerinin amaçlarını gerçekleştirmek uğruna dünyanın şurasına burasına gönderip insanları öldürmeyi kabullendiği bir noktaya evrildi.

Şimdi zaman Amerikalıların bu yeni emperyal sevdalardan uzaklaşıp yüzlerini yeniden idealizm ve demokrasiye çevirme zamanlardır. Arapları kendi hallerine bırakmayı deneyebilir ve kendi enerji ihtiyacımızı kendi ulusal kaynaklarımızdan sağlamaya çalışabiliriz. Bu süreci başlatmanın ön adımı Suriye’yi işgal etmek değildir, fakat petrole olan bağımlılığımızı sona erdirmeye çalışmak iyi bir adım olabilir, nihayetinde yarım yüzyıldır ABD’nin dış işleri politikaları bu uğurda çiziliyor.

Robert F. Kennedy, Jr. Waterkeeper Birliği Başkanı.

Kaynak: Politico.eu

Odatv için çeviren: Şıvan Okçuoğlu

Odatv.com

http://odatv.com/n.php?n=esad-o-projeyi-imzalamayacagini-soyledigi-dakikalarda-cia-ayaklanmanin-fitilini-atesledi-2802161200#.VtIri6pes0w.facebook

 

 

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen