“Bizim memleketimiz motif bakımından eşine dünyada az rastlanan bir zenginlik gösterir. Motif kundaktan mezar taşına kadar bizimle beraberdir.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Eskiden Türkler tabiata büyük önem vermişlerdir. Doğaya uygun bir hayatı benimsemiş, tüm hayat akışlarını doğaya uygun şekilde düzenlemişlerdir. Dağ, güneş, ağaç, su, bitki gibi doğa figürleri kutsal bir yer tutmuştur.
Halk ozanı Kaygusuz Abdal bu durumu; “İnsan, cümle yaratılmışın aynasıdır. Cemi (bütün) eşyanın hakikati âlem-i âdemdir ve âdemin hakikati Hakk’tır. İnsanın vücudu bir şehir gibidir; Ateş, Su, Toprak ve Yel gibi dört türlü nesneden; kemik, sinir, damar, deri, ilik, et, kan, yağ ve kıl gibi dokuz cevherden oluşmuştur. Yedi kat yerler vücudumdur, sular damarımdır, gökler çadırımdır, arş seyranımdır, çarh devranımdır, yıldızlar meşalemdir. Gece ermişlik, gündüz nebiliktir. İlkbahar doğmak, sonbahar ölmek; sağlık gül bahçesinde olmak, hastalık karanlıkta kalmaktır. Bütün kâinat, altı bini nebâta (bitki), altı bini hayvanata, altı bini insana ait olan, birbirinden ayrı olmayan ve Tanrı ile kuşatılan bu on sekiz bin âlem insanın vücudundadır, özündedir. Bunları dilimiz ve elimizle rencide etmemeliyiz, incitmemeliyiz. Çünkü onlar rencide olursa, Tanrı da rencide olur.” şeklinde ifade etmiştir[1]. Antalya’nın hemen hemen bütün eski mezarlarında da doğa sevgisi ve tabiatın kutsallığı görülmektedir. Hatta mezarların çoğunun baş kısmında “balbal” benzeri insan formları bulunmaktadır. Bunların hepsinin yüzleri doğuya bakmakta ve güneşin doğuşunu selamlamaktadır. Ayrıca mezarlar çok sayıda kuş, güneş, ay, yıldız, çiçek ve ağaç gibi doğa motifleri ile süslenmiştir. Atalarımız bu motifleri kendilerinden sonraki nesillere karşı birer iletişim aracı olarak kullanmışlardır.
Kültür varlıklarımızın önemli bir bölümünü oluşturan, tarihi birer vesika olan Antalya mezar taşları bilinçli veya bilinçsizce hızla yok edilmektedirler. Ayrıca yol genişletme veya yeni iskân yerleri açma, mezarlık içinde yeni mezar yerleri açma gibi bahanelerle eski mezarlıklar hiç önemsenmeden yok edilmiştir. Öte yandan halkımızın mezar taşlarına sıradan bir taş muamelesi yaparak onları şahsi işlerde kullanması, bu nadide eserlerin yok olma sürecini hızlandırmıştır. Mezar taşlarının bazen ev, temel, kuyu, duvar, set, hatta badana için mermer tozu, kaldırım, kapı eşiği gibi yerlerde kullanıldığı ifade edilmektedir. Aynı şekilde araştırmalarımız esnasında, gezdiğimiz belde ve köylerdeki mezarlıklarda karşılaştığımız manzara gerçekten üzüntü vericidir. İnsanların bilinçsiz davranışları, tabiat şartları, mezarlıkların etrafının açık olması sebebiyle hayvanların buralarda yayılması sonucu büyük tahribata uğradıkları gözlemlenmiştir. Bunların daha fazla tahribata uğramasına engel olabilmek için yetkililerin bir an önce konuya el atması, vatandaşın bilinçlendirilerek, tahribatın önlenmesi ve birer sanat ve kültür hazinesi olan bu nadide eserlerin kurtarılması gerekir. Bu milli bir vecibedir.
[1] Gülçiçek, A. D. (2002). Alevi-Bektaşi Edebiyatında Doğa Sevgisi. Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi (22), s.113.