Kenan EROĞLU
Öğretmenim, sevgili öğretmenim, eli öpülesi öğretmenim.
En değerli varlığımı sana emanet ediyorum. Sen onu eğ, bük, ez, yoğur, şekil ver, istediğin şekli verebilirsin, o artık sana emanet. O artık senin ellerinde, o’nu sen hamur yap yoğur, pasta yap, börek yap, ekmek yap, çörek yap. Elinden ne geliyorsa onu yap. Ne yaparsan yap ama onu önce Müslüman-Türk yap, İnancı olsun, merhameti olsun, sevgisi olsun, saygısı olsun, devletine milletine faydalı olsun. Sen ona istediğin şekli ver.
Bu benim çocuğum, en değerli varlığım, gözümün kökü, soyumun son temsilcisi ama onu sana emanet ediyorum, ne krallara, ne hâkimlere, ne âlimlere, ne ekonomistlere, ne sanatçılara, teslim edemedim onu, kimseye emanet edemediğim bu en değerli parçamı sana emanet ediyorum. İyi bak ona, kemikleri yerinde kalsın ama sen istediğin şekli ver ona. Ben onu senden başka hiçbir kimseye emanet edemedim, sana emanet ettim. Sen öğretmensin, sen hocasın, sen ustasın. Bir usta titizliğiyle işle çocuğumu, o bir sanat şaheseri olsun, bunu ancak ve ancak sen yapabilirsin.
Bak sana güveniyorum öğretmenim. Sana güvenmek istiyorum. Çünkü sen en güvenilecek, en emin olması gereken insansın. Senin mesleğin aynı zamanda Peygamber mesleğidir. Bunu unutma. Bir Peygamber şefkatiyle yaklaş çocuğuma. Sev onu, say onu, yarının büyüğü olarak düşün onu, öyle bir eser ver ki herkes eserine gıpta ile baksın. Sultan Alparslan’ın hocasını düşün, Fatih Sultan Mehmet’in hocalarını düşün, cihana hükmeden, her gittikleri yerlere adalet götüren insanları, yetişen cihangirleri düşün.
Ben seni böyle düşünüyorum, karanlık bulutların ufkumuzu kararttığı bu günlerde ve yarınlarımızı ağartacak insan senin elinden çıkacak, senin ustalığının eseri olacak. Yarınlarda, dün olduğu gibi yine cihangirler, yine âleme nizam veren insanlar yetiştirebilirsin. Ben senden bunu bekliyorum.
Ben bana düşeni bihakkın yerine getiriyor ve çocuğumu sana, senin emin ellerine teslim ediyorum.
Evet; “Eti senin kemiği benim”. Kemikleri kalsın gerisini ne yaparsan yap, nasıl eğitirsen eğit.
Geçmişte yaşamış eğitimcilerimizi düşün, onları hatırla, onları unutma. Cihana hükmeden padişahları kimler nasıl yetiştirmişlerdi, Onlar çocuklarımıza neler öğretmişlerdi, bir bak. Bir incele, onlar çocuklarımıza neleri vermişlerdi, neleri vermemişlerdi.
Toplumda, en saygın, en değerli, en yüksek yer senin biliyorsun, Ama görüyoruz ki sen o yerde değilsin, yerlerde sürünüyorsun, en yükseklerde, en önde olması gereken eğitimcilerimiz bu gün ne yazık ki hak ettikleri itibarı ne halk nezdinde, ne devlet ve ne de kendileri nezdinde göremiyorlar.
Ne oldu size, ne oldu sana.
Çok kabarık bir sayıya ulaşmış olduğunuz halde aralarınızda bir mutabakat ve mütecanislik olmadığı için çeşitli politik guruplara ayrılıyor ve emeklerinizi değerlendiremiyorsunuz.
Boş zamanlarınız fazla olduğu için politika ile olduğundan fazla uğraşıyor, siyasetin içinde olmak istiyor, siyasete ve siyasetçilere hep yön vermek istiyorsunuz. Onlarla birlikte olmayı seviyorsunuz. Bırak siyaseti siyasetçiler yapsın. Sen mesleğini/öğretmenliğini yap sen kendi işine bak. Herkes her işi yapamaz, herkes kendi işini yapsın.
Artık; çoğunlukla fikirleriniz ve meslekleriniz doğrultusunda hareket etmiyorsunuz, Öğretmen evlerini, sendikaları doldurup orada çeşitli oyunlarla zaman geçiriyorsunuz.
En son düşündüğünüz ve ilgilendiğiniz şey; ekmek parası ve bir ekmek kapısı olarak gördüğünüz eğitim öğretimdir, mesleklerinizdir.
İnsan yetiştirme konusunda artık yeteri kadar başarı elde edemiyorsun.
Kendinizi yetiştirmek için yeterli gayret sarf etmediğiniz görülüyor, eğitim öğretimle ilgili, pedagojik kitaplar fazla okumadığınız halde eleştirildiğinizde, bunu asla kabul etmiyorsunuz.
Eğitim öğretim yılı boyunca, hafta sonları, bayramlar sebebiyle çok fazla tatil yapıyor yeteri kadar dinlenme imkânı da buluyorsunuz.
Aslında, bu yüzden, siz öğretmenler için, tatil diye bir kavram olmamalıdır. Eskiden köylere gönderilen öğretmenlere “sen okulun yanı sıra gittiğin köyün öğretmenisin, ona göre davran” derler, izinsiz ve mazeretsiz şehir-ilçe merkezlerine gelen öğretmenlere kızarlardı. “sen köyü bırakıp neden geldin” derlerdi.
Senin de gördüğün gibi bak şu sokaktaki çocuklara, bunlar bizim çocuklarımız mı, bunları sen mi yetiştirdin, yeni nesilleri kaybediyoruz, ellerimizden çıkıp gidiyorlar. Bunun için okulların kapanmasından itibaren tıpkı memurlar gibi yıllık izin kullanmalı bu dinlenme sonunda, hizmet içi eğitim adı altında çeşitli eğitimlere alınmalı, seminerler, kurslar, açık oturumlar, yarışmalar, münazaralar geziler vs. düzenlemelisiniz.
Bunların dışında, öğretmenlerin kendi meslekleri ile ilgili, programlar, konferanslar, paneller yanı sıra hayatın kavranması, dünyanın gidişatı, Türk Osmanlı tarihi, ülkenin coğrafyası, avantajlarımız vs. gibi konularda da yine konferans, kurs, panel vs. yapmalısınız.
Öğretmen dış dünyadan kopmaması için gereken yapılmalı ve her konuda bilgilendirilmeli fakat işiyle ilgilenmelidir.
Öğretmenlerimiz, kendi görevleri ve yaptıkları meslek yanında çeşitli konularda kitap okuyarak, yayınları takip ederek vakit geçirmeli zamanını daha iyi bir eğitim için sarf etmelidir. Öğretmenimizin meşguliyetleri sürekli bu yönde olmalıdır.
Öğretmenin, köyde köylüleşmesinin ve şehirde kendi içine kapanmasının önüne geçilmeli ve sosyal hayattan uzaklaş/tırıl/mamalıdır.
Uzun süre köyde kalan bir öğretmen ister istemez giderek köylüleşmektedir, (burada köyü ve köylüyü küçük gördüğümüz anlaşılmasın, yaşayış ve davranış bakımından köylüler gibi hareket etmelerini kastediyoruz.) köylü gibi hareket etmekte, köylü gibi yaşamakta, onun gibi davranmaya başlamaktadır. Bu gibi davranışlar öğretmeni bulunduğu yerden uzaklaştırdığı gibi saygınlığını da zedelemektedir. Bu konuya dikkat etmek gerekir.
Şehir merkezlerinde görev yapan öğretmenlerinizin bazıları da, görev yaptığı yerde, sadece “Öğretmen” olarak görev yaptıkları halde halkın arasına çıkmadan, evden okula, okuldan eve arada bir de öğretmen evlerine giderek dar bir çevrede hayat sürmektedirler. Bu dar çerçevede sadece diğer öğretmenlerle muhatap olan öğretmenlerimiz ne yazık ki dar bir çerçevede kaldıkları için iyi birer eğitimci oldukları halde, toplumdan kopmuş olma gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktadırlar. Öğretmenimizin toplumdan kopmaması için ona göre programlar yapılmalıdır. Ve onlar; toplumla iç içe yaşamalı ve içinde yaşadığı toplumu iyi tanıması sağlanmalıdır.
Evet, Öğretmenim “eti senin kemiği benim”. Atalar bu sözü boşuna söylememiş. Artık çocuğum sana emanet. Bırak boş işlerle uğraşmayı, bırak günlük siyaseti, bırak siyasetçinin peşinde gezmeyi. Arif Nihat Asya’nın dediği gibi “Yürü hala ne diye kendinle savaştasın”. Titre irkil, kendine dön, üzerine verilen sorumluluğu bir kere daha düşün. Kendin gibi ol, madem Müslüman’ız, madem Türk’üz, o halde Müslüman-Türk gibi davran. “Bırak bozuk saatler yalan yanlış işlesin. Bırak çelebiler çekilip haremlerde kışlasın”. Sen sana emanet edilen çocuklarımıza bak. Bırak boş dünyayı. Bırak, kim ne derse desin. Sen elindeki işlenmemiş hamurdan, yeni cihangirler, yeni ilim erleri, yeni devlet adamları yetiştir. Sen sana düşeni yap ta, çocuklarımızın kalbine mayayı çal, iyilik yap ta istersen denize at “balık bilmez ise Halik bilir”.
Dedim ya senin mesleğin “Peygamber” mesleğidir. Bunun farkına var yeter. Tek umudum sensin, son umudum sensin, son şansım sensin, tek şansım sensin. Herkes denedi olmadı, şimdi sahnede sensin, sen kendinin ve sana düşenin farkına vardığın zaman milletimizin de kurtuluşu başlamıştır demektir. Bunu sana ben hatırlatamam. Bunu sen fark etmelisin. Sen düşünmelisin. Binlerce yıllık tarihimizden süzülüp gelen her şey senin ellerinde yeniden hayat bulacak, yeniden dirilecek, yeniden ete kemiğe bürünecek. Bu durum sana bağlı. Benim ümidimi kırma. Beni bedbinliğe düşürme, beni kırma, beni ümitsizliğe sevk etme.
Millet olarak bunaldığımız, daraldığımız, yerlerde süründüğümüz yeter. Bu itibarsız halde kalmamız yeter artık. Bitsin artık bu fetret. Yine şahlanalım, yine karadan gemiler yürütelim, yine cihana hükmedelim, yine “insanlığın son adası” olalım.
Bütün bunları düşünerek hareket etmelisin, iş sana düştü. Sorumluluk senin.
Sözün Özü
Eğitimini yaz-boz tahtasına çeviren, öğretmenine hak ettiği değeri vermeyen gerçek anlamda “Milli Eğitim politikası” belirlemeyen milletler, gelecekte söz sahibi olmayı hak etmezler/edemezler.