Türkiye, çok kullanılan ancak nerdeyse herkesin farklı bir anlam verdiği etnik (ethnic) kavramı 1970’lerden sonra sosyal grup, topluluk kavramları yerine etnik grup kavramı için kullanılmaya başlamıştır. Fakat etnik kelimesi ne “sosyal” ne de “topluluk” kavramların karşılığı değildir. Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla kirletilen ırk kavramı yerine “etnisite” terimi tercih edilir olmuştur
Doç. Dr. Mustafa AKSOY
Türkiye, çok kullanılan ancak nerdeyse herkesin farklı bir anlam verdiği etnik (ethnic) kavramı 1970’lerden sonra sosyal grup, topluluk kavramları yerine etnik grup kavramı için kullanılmaya başlamıştır[1]. Fakat etnik kelimesi ne “sosyal” ne de “topluluk” kavramların karşılığı değildir. Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla kirletilen ırk kavramı yerine “etnisite” terimi tercih edilir olmuştur”[2]. Çünkü “etnik teriminin sosyolojide analitik açıdan kullanışlı olma iddiası çok daha fazladır, çünkü ‘ırk’ teriminde olduğu gibi itibarını kaybetmiş bir bilim ve kötü niyetli uygulamaların çağrışımlarıyla yüklü geçmişi yoktur”[3]. Dolayısıyla “etnik teriminin farklı muamele görmesinin nedeni onun ırk kavramında olduğu gibi yanlış bir tarihsel ilişkilendirmeden etkilenmemiş olmasıdır”[4]. Ancak nasıl olursa olsun etnik kavramı etimolojik olarak masum olsa da genelde çok da masum değildir. Örneğin “…etnisite bir özdeşleştirme sinyalidir”[5]. Bu nedenle Taguieff, “etnikliğin, bir bakıma tabu haline gelmiş ve prejoratif bir anlam taşıyan ırk kavramının yumuşatılmış, giydirilmiş bir şekli olabileceğine” işaret etmektedir[6]. Dolayısıyla “bir etnik milliyetçiliğin kabul edilmezliği açık seçik ortadadır ve bir mikro-devletler tozunu oluşturucu, ayrılıkçı virüsle, son derce sorunsaldır”[7]. Böyle olmakla beraber bazılarının etnik kavramını kullanarak bir devlet ya da millet içinde kendilerine ayrı bir kimlik arayışı içinde olduğu ve bundan sonra da var olacaklardır. Önemli olan bu sorunu sosyal yapıya zarar vermeden çözmektir.
“Milliyetin tayininde iki etken önemli rol oynar; bunlardan birisi psikolojik, diğeri sosyolojiktir. Bir insan kendini hangi milletten sayıyorsa, sosyolojik bakımdan ait olup olmadığına bakılmaksızın, o insanın o millete ait olduğu kabul edilir. Napolyon, kesinlikle Fransız değildir; Korsikalıdır. Büyük bir ihtimalle Arap asıllıdır. Ama kendini Fransız kabul etmiş, ömrünü Fransa’ya vermiştir… Stalin de aslen Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş… Oğuz Han’ın torunu ‘Ben Türk değilim’ diyorsa, hiç kimse ‘Sen Türksün’ diye onu zorlayamaz. Ama genellikle psikolojik boyut, yani aidiyet şuuru sosyolojik boyuta bağlı oluyor. Hiç kimsenin de Kürtlerin milliyetini tayin etme hakkı yoktur; kendileri hakkında kararı kendileri verir. Başkaları ancak tarihleri, sosyal yapıları hakkında ve benzeri hususlarda araştırma yapabilirler“[8]. Çünkü bilimsel anlayış onu gerektirir. Bu bağlamda insanların sahip olduğu sosyal grupların tarihi ve kültürel yapılarını araştırmak bir fantezi ya da sosyal mühendislikten değil sosyal gerçekliği ortaya koymaktan kaynaklanır.
1927 yılında İngilizce hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nin “Kürtler” maddesini yazan Wladimir Minorsky, dilden hareketle etimolojiyi kullanarak “Kürt” kelimesinin kaynağını bulmaya ve bir “Kürt” milleti inşa etmeye çalışır. Hareket noktasını ise M.Ö 401–400 yıllarında Ksenophon’un “Anabasis-Onbinlerin Dönüşü” adıyla yazdığı eserde kullandığı Kardukh kelimesi oluşturur. Ksenophon bu konuda şunları ifade eder: “… Lydia ve İonia’ya ulaşıldığını ve kuzeyde dağlar aşılınca Kardukh’lar ülkesine varıldığını bildirdiler. Bu halkların dağlarda oturduklarını, çok savaşçı olduklarını ve Krala bağımlı bulunmadıklarını söylüyor… Bununla birlikte Kardukh’lar, ovayı yöneten satrapla* barış halindeymiş”[9]. Minorsky’nin hareket noktasını teşkil eden bu görüş ciddi dil bilimciler tarafından doğrulanmamıştır. Hatta kendisi de 1938’de katıldığı XX. Oryantalistler Kongresi’ne sunduğu bildiride “prensipte milletlerin menşelerini etimoloji ile ispat etmek tehlikelidir. Bunun için tarihi ve coğrafi elemanlara dayanmak gerekir”[10] demiştir.
İlk ortaya atıldığında çok kullanılan bu kavram sonradan eleştirilerek rafa kaldırılmıştır. Rus Doğu bilimci ve konsolos olan Nikitin “karduk” teorisi hakkında şunları yazar: “…Kardoukhoi (Karduklar)’ler, Kürtlerin kesin olarak ataları olduğu genellikle kabul edilmişti. Onlar gibi dağlı, aynı ülkede oturur, gözü pek olduklarına göre varsayımı kesinleştirmek için daha ne gerekliydi? Oysa araştırmaların bugünkü durumunda, artık bu konuda aynı kesinlik kalmamış görünmektedir. Bir kere, bu alanda büyük bir otorite olan Th. Nöldeke gibi, M. Hartmann, Weissbach gibi, Doğubilimciler, dilbilimsel nedenlerle Kürt ve Kardu biçimlerinin eşanlamlı sayılamayacağını kanıtlamışlardır”[11].
“Kürt” kavramı ve ırk konusunda, “Kürtçülük”le” ile ilgili yayınlarıyla tanınan bir yayınevinin yayımladığı McDowall’ın eserinde Kürtler hakkında şu bilgiler ifade edilmiştir: “MS 7. yüzyılındaki Arap yayılması döneminde ’Kürt’ sözcüğü göçebeleri ifade etmek için kullanılıyordu. Bu nedenle, etnik olmaktan çok sosyo-ekonomik bir anlam taşıyordu”. Ayrıca McDowall’a göre “bazı Arap, Ermeni, Asurî ve Pers (ve daha sonra Türkmen) aşiretlerinin kültür olarak Kürtleşmiş olduklarına kuşku yoktur. Böylece Kürt etnik kimliği tek bir ırksal kökene işaret etmemektedir”[12].
Ayrıca Kürdistan kelimesini ilk defa Selçuklu sultanı Sultan Sencer Urumiye bölgesi için kullanmıştır. Rasony Macarların bir kolunun Kürt olduğu, Çin kaynaklarını kullanarak Hun tarihi yazan ve bu konuda dünyaca otorite kabul edilen De Groot ise Hunların bir kolunun Kürt olduğunu yazar.
Türköne ise “bugün Kürtlerin “müstakil hüviyetli bir ırk” olup olmadığını kimse tartışmıyor”[13] der. Bir defa milleti ırk olarak tanımlamak hiç bir ilmi gerçeklikle açıklanamaz.
Ayrıca Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu konusunda Kürt milliyetçileri arasında dahi yoğunlaşmış bir uzlaşmadan söz edilemeyeceği, konu hakkında okuyanların malumudur. Örneğin bir takım Kürt milliyetçileri atalarını Medlere, Ermenilere, Asurîlere, Babillere, Sümerlere ve Farslara bağlarlar. Aynı insanlar Kürtlerin coğrafi tarihi vatanları olarak da Fırat ve Dicle arasını, Urumiye bölgesini, Hazar civarı ile Horasan bölgesini gösterirler[14]. Kalman ise “Batı-Ermenistan toprakları Doğu Anadolu Bölgesi olarak adlandırılmıştır. Coğrafi bir tanım olarak bile belirtilmemiştir… Kürt kâbusu yok edildi, sıra Ermeni tabusunda… Batı-Ermenistan, Ermenisizleştirildikten sonra bu topraklara; ağırlıklı olarak başta Türkler olmak üzre, Kürtler, Azeriler, Lazlar, Çerkezler ve Balkan muhacir aileleri yerleştirilerek Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesi olarak adlandırılır. Ermenistan ismi de unutturulmaya çalışılır… Bir kısım Ermeni toprakları Kürdistan olarak adlandırılmaya başlanır. Buna Kürtleşme diyoruz”[15] der. Dolayısıyla Kürtçülerin bir ırk bulmadan önce bir milliyet -çünkü milliyet bulmak ırk bulmaktan her zaman daha kolaydır- ve coğrafya bulmaları gerekmektedir.
Zazalar ve Kürtler
Siyasi ve ideolojik kaygılarla hareket etmeyen, Zazaca ve Dersimce (Dımilice) konuşan hiçbir insan Kürtlüğü kabul etmez. Özellikle Tunceli’de 50 yaş üzerindeki insanlar Kürtlüğü kabul etmedikleri gibi nerdeyse tamamı Horasandan geldiklerini ve Türk olduklarını ifade ederler. 1990’dan beri yaptığımız saha çalışmalarında özellikle Elazığ’da Zazaca konuşan arkadaşlarımızın, Kırmanca konuşan arkadaşlarımızı şaka ile de olsa küçümsediklerine çok defa şahit olduk. Zazaca konuşanlara göre Kürt kavramı Kırmançca konuşanların karşılığıdır. Bu konuda Kürtçülerin bazı sözlüklerinde de aynı ifadeleri görebilirsiniz. Bu durumda siyasi ve ideolojik bir hareket noktanız yoksa Kürt kavramının içine Zazaca ve Dersimce (Dımılice) konuşanları almazsınız.
H. Küçük, “Kirmanc-Zazalarin Etnik Kimliği Üzerine Tartışma” adlı makalesinde “Bizim halkımız ister kendini Kirmanc, ister Zaza, ister Dimli, ya da Alevi olarak adlandırsın, her zaman kendisiyle Kürtler arasına bir ayrım koymuş, kendisini ve dilini başka, Kürtleri ve dilini de başka bir biçimde adlandırmış, kendisini Kürtlerin bir parçası olarak görmemiştir. Kürt Milliyetçiliğinin etkisi altında kalmış bazı aydınların, “biz Kürdüz” demesi bu gerçeği değiştirmez. Halkımızın kafası açık ve net iken aydınlar, halkı dinlememiş, kimliğimize gölge düşürmüşlerdir”[16] der.
“Kürtlerin” ayrı bir millet ya da etnik bir grup olduğunu iddia edenlerin en önemli hareket noktalarını dil meydana getirmektedir. Bu konuda 1786’daPetesburg Bilimler Akademesi’nce “Kürtçe (Kırmançca) -Rusça-Almanca” yayımlanan, 8307 kelimeden oluşan sözlük onların ana hareket noktasını oluşturur. Ancak bu sözlüğe atıf yapanlar sözlükteki kelimelerin etimolojisi hakkındaki bilgileri görmezden gelirler[17].
Söz konusu sözlükteki kelimelerin tasnifi şu şekilde yapılmıştır: “Türkçe (eski Türkmence) 3080, Arapça (yeni dil) 2000, Pehlevice (eski) 370, Farsça (yeni dil) 1030, Zinda 1240, Ermenice 220, Güldani 108, Çerkezce (eski) 60, Gürcüce (eski dil) 20, Kürtçe (asıl) 300” olup, bunların büyük çoğunluğu da coğrafi yer adlarıdır[18].
Yukarıda ifade edildiği gibi Türkiye’de “Kürt kimliği” hakkında yapılan çalışmalar dil esasına göre yapılmaktadır. Ayrıca bu yapılırken etrafı “Kırmançca” ile sarılan ve sanki birer adacık gibi olan “Zazaca” konuşulan yerler yok sayıldığı gibi aynı ilin ilçeleri arasındaki farklılık da yok sayılmaktadır. Örneğin nasıl olmuş da küçücük adacıklar gibi bazı yerlerde halk “Zazaca” konuşmaktadır? Diğer yandan bilindiği gibi “Kürçe” “Kırmançca” karşılığında kullanılmaktadır. Mesela “Kürd“: “Kurdî, Kurdmanc”. “Kürt“: “Kurd, Kurmanc, ye Kurdî, ye Kurmancî”. “Kürtçe“: “zimane Kurmancî” anlamında Kürtçe-Türkçe sözlüklerde kullanılmıştır.
Ayrıca Şanlıurfa’da “Kürtçe biliyor musun?: Tö Kırmanci zani“? Sorusuna “evet Kürtçe biliyorum” anlamında “eri Kırmanci zanım” denir. “Zazaca biliyor musun”? Denirken de “tö Dımıli zani” ifadesi kullanılır. Elazığ’da ise “Kürkçe biliyor musun?: Tö Kırmanci zanı“. Evet, biliyorum anlamında ise “heri az Kırmanci zanım“, “Zazaca biliyor musun”? Karşılığında ise “tı Zazace zanı” kavramları kullanılır.
Dil konusunda yaptığı çalışmalarla dünyada haklı bir saygınlığa sahip olan, dil biliminin kurucusu Saussure, “ırk birliği tek başına dil ortaklığının ancak ikincil ve hiç de zorunluk [zorunluluk] taşımayan bir etkeni olabilir”[19] der. Dil ve sosyal grup arasındaki ilişkiler konusundaki çalışmalarıyla tanınan Fishman da haklı olarak “farklı dillerin farklı toplumlara ait olduğu” görüşünü eleştirmektedir[20].
Dil, toplum, devlet ve millet arasındaki ilişkisinin yapısı hakkında şu örnekler de düşünülmeye değer: İngilizce konuşan Avustralyalılar, Kanadalılar, Amerikalılar, kendilerini İngiliz; Fransızca konuşan Kanada’daki Quebec’liler kendilerini Fransız; Almanca konuşan Avusturyalılar kendilerini Alman, Portekizce konuşan Brezilyalılar da kendileri Portekiz kabul etmezler. Ayrıca Tacar’a göre 1995 yılı itibariyle dünyada 197 devlet olduğu halde, yeryüzünde 6000’den fazla dil konuşulmakta ve ancak bunlardan %2’si devlet dili olarak kabul edilmektedir. Mesela İngilizce 56, Fransızca 36, Arapça 22, İspanyolca 21, Portekizce 7, Almanca 5, Çince 3 ülkenin resmi dilidir. Çin’de ise 24 Çinli etnik grup ve Çinli olmayan 55 etnik grup olup, ülkede 140 dil kullanılmaktadır[21].
Diğer yandan insanlara günlük hayatta kullandıkları dile göre milleti tanımlarsak ya da kimlik verirsek o zaman ABD, Kanada, Yeni Zelanda gibi İngilizce konuşanları (Bugün İngilizce 55 devletin resmi dilidir.) İngiliz, İspanyolca konuşan Meksikalıları İspanyol, Portekizce konuşan Brezilyalıları da Portekiz milletinden saymamız gerekmez mi?
Avşarlar-Torunlar Kürtler, Zazalar ve Türkler Kim?
Bugün birçok bölgemizde “Torun” aşiretine rastlanır. Örneğin, bilgilerimize göre Ağrı, Kars, Van, Bingöl, Erzurum, Tunceli, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Sivas, Adana, Tokat (Tokattaki Torunların bir kısmı Gürcistan’dan göç ederek buraya geldikleri için onları ‘Gürcü Torunu’ denmektedir.), Kayseri ve Konya’da “Torunlar” yaşamaktadır. Bunlardan Konya, Kayseri, Adana ve Gaziantep Torunları Türkçeden başka dil konuşmamışlar ve konuşmamaktadırlar.
Türkiye’de yaptığımız saha çalışmalarına göre Torunlar inanç olarak Alevi, Sünni ve Yezidi*, ana dil olarak da Türkçe, Kırmançca ve Zazaca konuşmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye’deki kimlik tartışmaları bağlamında Torunlar önemli bir araştırma alanını oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi Torun oymağı Avşarların en önemli kolu olup Osmanlı zamanında beyi olmayan obalara Torunlardan Bey atanırdı.
“Torun-torin-torini” Kırmancca’da “köklü, soylu aşiret” anlamına gelir ve Torun olanlar diğer aşiretler içinde ve çevrede çok önemi bir saygınlığa sahiptir. Bu durumun halen devam ettiğini Siverek, Şanlıurfa, Ağrı, Van, Erciş, Adıyaman ve Diyarbakır’da yaptığımız saha çalışmalarında gördük.
Ziya Gökalp 1920’de yaptığı saha çalışmasında Siverek ilçesindeki Karakeçili aşiretinin ağalarına “Torunlu” (12) denir, der. Bilindiği gibi Kırmançca’da “Torin-Torın” kelimesi “asılzade, soylu” anlamındadır. Örneğin Siverek ve köyleri ile Şanlıurfa merkezinde bir insanın önemli bir sosyal statü kazanması karşısında gururlu bir tavır takınmasına “torunlaşma” “o torunlaşmış” deyimi kullanılmaktadır.
Ağrının merkez köylerinden Ozanlar ve Aşkale’de yaptığımız bir başka araştırmada da Torunlar hakkında şu bilgileri derlemiştik: “Torun” kavramı “asaletli”, “soylu” anlamına gelir; Torun oymakları, Zilan aşiretine bağlı ve Zilan’ın yöneticileri oldukları için Torunlar’a aynı zamanda “Zilan” da denir. Torunlar asaletini ve otoritelerinden dolayı olmalı ki “Torunun ekmeği beni çarpsın” yemini, köyde ve çevrede çok etkili bir yemindir. Bu köylerdeki Torunlar, Kağızman ve İncesu’da akrabalarının olduklarına inanıyorlar ve İncesu Torunlarına “Beyri Torunu” diyorlar[22].
Kendisi de Doğulu olan ve Kırmançca bilen Aras, yazdığı bir makalede “Diyarbakır ve Urfa dolaylarında yakın çevre köylerinden şehre elden yoğurt, yumurta, yağ getirenler barajilerce (şehirlilerce) “Kirmanç” olarak adlandırılmaktadır. Yine Doğu Beyazıt’ta kasabalılar tüm köylülere (ağalar da dâhil) “Kirmanç” demektedirler… Aynı şekilde Doğu’daki “Torun” ve “Mirek”ler (secereli veya asil ağalar) tüm halka “Kirmanç” demektedirler… Yörede “Kirmanço” ise daha aşağılayıcı anlamında kullanılır”[23] der.
“Kürt Aristokratları Torunlar” adıyla yayımlanan eserinde Rohat Alakom* Torunları, Kürtlerin aristokratları olduğunu, genelde Kars, Iğdır, Kağızman, Ardahan, Digor, Ağrı, Erzurum, Van ve Muş’da yaşadıklarını, Torunların İran’dan geldiklerini belirtmektedir. Yazar, Beşkardeş (Konya-Kulu) köyünün eski adının Torun (Torın) olduğunu Yunak/Konya ilçesine bağlı Torunlar köyü olduğunu Cihanbeyli’ye bağlı Gölyazı kasabasında Alikan (Xalikan) aşiretine bağlı Torun kabilesinin ve Ankara/Koçhisar ilçesi Büyükkışla köyündeki Mala Heyde kabilesinin Torun olduğunu belirtir[24].
Bilindiği gibi Alikan aşireti yoğun olarak Adıyaman, Malatya, Elazığ, Tunceli ve Bingöl bölgesinde, genelde yakın tarihe kadar göçebe yaşayan büyük bir topluluktur. İsmail Beşikçi’nin doktora tezi[25] de Bingöl bölgesinde göçebe yaşayan Alikan aşireti hakkındadır.
Yukarıda Torunlar hakkında verdiğimiz bilgileri başka kaynaklar da doğrulamaktadır: Örneğin bir çalışmada; “Torun çok eski Türklerde aşiret reisi karşılığı olarak kullanılıyordu”. Yakın zamana kadar Erzurum’un Hınıs ilçesi çevresinde aşiret yöneticisine ‘temiz kanlı bey’ anlamında “Torun” denirdi. Kürt olarak bilinen aşiretler arasında Torunlar, Üçoklar, Aydınlı, Düğerli, Bahadırlı, Karalar, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi Türkmen aşiretleri vardır[26]denmiştir.
Osmanlı aşiret yapısı hakkında yaptığı çalışmalarıyla tanınan tarihçi Orhonlu’da şöyle yazar: “Beyliğin ırsi olarak intikal ettiği boylarda, bey ailesinin yanı sıra bir torun grubunun mevcudiyeti görülüyor. Bunlar(dan) konar – göçer teşekküllerin idarecileri ile beraber bir aristokrasi teşkil ediyorlardı… Bu aristokrasinin, konar-göçer halk arasındaki mümtaz mevkii ve arz ettiği önemden dolayı, bir kısım oymak mensupları torunluk ve kethüdalık iddiasında bulunmuşlardır… Her oymak için ayrılan topraklar ayrıca onlar arasında da bir bölünmeye tabi tutuluyordu. Bu işte toprakların en verimli kısımları, boy ve oymak aristokrasisine ayrılıyordu. Arazi üç kısma ayrılmak suretiyle, her kısım, boy veya oymak içindeki gruplar arasında bölünmüştür. Bu da konar-göçer halkın içtimai sınıflarına göre topraklar: 1) Boy veya oymak beylerine, 2) Torunlarına, 3) Reayaya ait olmak üzere dağıtılmıştı[27]”.
Yozgat’ta yapılan bir araştırma “Yozgat’ın Şefaatli ilçesi civarında yaşayan (Rızvan, Dedeli vs… köyleri) Kürtler de Torun obasından olduklarını söylemektedirler. Ayrıca Cevanşir, Gökçe, Köpekli (Diyarbakır ve Urfa’da), Karamanlı Avşarı’nın da (Malatya, Sivas, Elazığ, Maraş, Antep ve Tunceli’de) yaşadığı bilinmektedir[28] ” denilerek Yozgat’ta Torunların yaşadığı belirtilmiştir.
Gökalp Torunlardan bahsederken, “Urfa Karakeçi kabilesi asıl batınlarını içine alır. Şeyhan amaresi de; Devaran – Şehikan – Bulülan batınından Habeş Ağa ailesi denilen bir aileden çıkmıştır. Bu aileye hala ‘Torunlar’ namı verilir. Şimdi reisleri ‘Anenan’ batınına mensuptur. Bu riyaset ailesi güya Çabakçur/Şimdiki Bingöl’den gelmişlerdir. Şimdiki reis Veli beyin oğlu Abdülkadir Bey’dir”[29] der.
Kırzıoğlu, Torunlar tarihini “…Korgan ve Bozkır Kültürü’nün kurucusu sayılanlar, ‘Türk Soyundan’: Kimmerler, Sakalar, Hunlar ve Torunlardır”[30] diyerek çok eskilere götürse de, Yinanç, Anadolu’ya yerleşen Türkler yerleştikleri bölge veya etrafında toplandıkları aile veya reislerin veya küçük bir oymağın ismine nispetle yeni boylar meydana getirmişlerdir diyerek şu örnekleri verir: “Elbeyli, Dulkadırlu, Bahadırlu, Maraşlu, Varsa, Aydınlu, Saruhanlu, Bozdoğanlu, Torunlu, Karakeçilil, Tecirlü, Özerlü, Ceritler, Bayözıtlu, Dündarlu, Tekelü, Menteşelü, Karaisalı, Osmanlı, Ramazanlu, Tarasunlu”[31]. Yinanç’ın yukarıdaki tespitini doğrulayan bir örnek Kadirlideki Torunların yeni kollara ayrılması gösterilebilir. Örneğin Kadirlideki Torunlar, Uzunağalar, Hacıağalar, Kerimoğulları, Bozdoğanlar, Torunlar vb. isimlerle anılırlar.
Adana, Maraş, Gaziantep, Diyarbakır ve Hatay bölgesini içine alan bazı çalışmalarda da Torunlar hakkında şu bilgiler vardır: Rakka’ya 1703 yılında iskân olunan Receplü Afşarı’na tabi cemaatlerden Tahmadanan obası kendilerinin Torun olduklarını iddia ederler[32]. “Elbeyli beylerinin sülalesine, diğer Türkmen beylerinin sülalesi gibi, “Torun” tesmiye ederler. Bunlar Kemah’tan gelmişlerdir. ‘Sultan Melek’in uşağı (evladı) imişler… Elbeylilerde Gavurelli, Tırklı, Birellu ve Torun oymakları vardır”[33].
“Hacı Ali’den aşağı Budak dizildi,
Bend sahibi ismi ile yazıldı
Orada Berk Ağa’nın keyfi bozuldu
Torunlar’ın bendi Şirvan değil mi”?
Gaziantep’teki Beydili oymaklarında 300 yıldan beri söylenen ve yukarıda bir kısmını aldığımız ağıtta Torun oymağı Avşar, hem de Barak ve Elbeyli oymağında görüldüğü şu ifadeyle daha somutlaşmaktadır: “Elbeyli Boy Beyi olan ve İlbeyli Torunları Oymağı’nın da başkanı…”[34]dır.
Konu hakkında yapılan bazı çalışmada da Torunlar hakkında şu bilgiler verilmektedir: Beğdili evvelce Barak ve Türkmen namı ile ikiye ayrılmıştır. Baraklar Torun, İsalı, Abdurrezzaklı, Kördölü, Adıklı, Karakurak oymakları, Türkmenler ise Karaşıhlı, Araplı, Bekmeşli, Güneş, Kadırlı, Şarkevi Ocaklarına ayrılmıştır. İçlerinde Karkın namı ile bir oymak vardır. Bunların oymak reislerine ‘Ağa’ denir”[35].
“Nizip’te Yağmuralan (Mizrin) köyü Barak Ovası’nda kurulmuştur. Köy bundan 250 yıl kadar önce şimdiki köyün güneydoğusunda bulunan höyüğün çevresinde Mezar-ı Ayin adı ile kurulmuştur. Köy halkı Orta Asya’dan göç eden Oğuz Türk’lerinin Kayı Boyuna mensup Torun Aşireti’ndendir”[36].
Hatay bölgesinde yapılan bir araştırmaya göre de “Amik Ovasında Reyhanlı aşireti oturmaktaydı. Bunlar, daha evvel birkaç kez iskâna tabi tutulmuş olmakla beraber, ilgisizlik yüzünden tekrar göçebe hayata dönmüşler ve yarı konargöçer bir hayat sürdürmekteydiler. Yöredeki göçebe aşiretlerin en büyüklerinden biri olan Reyhanlı aşiretleri; Mursallı (iki kol), Bahadırlı (iki kol), Sarıcalı (iki kol) , Kodallı, Corslu (Çoşlu), Torunlu. Kırıkhan ileri gelenlerinden Toklucu, Pürdeloğulları, Torunlu Hırfanoğulları, Kılıçoğulları, Kızılkayalar, Köseoğulları, Zortuklar, Vurallar, Falaylar, Kıvraklar, İldaylar ve yörenin güçlü adamı Şıh Hasan ağanın babası Mehmet Ali Ağa da katılır”[37] denilerek Torunlardan bahsedilir.
“1518’de tutulan Diyarbakır Eyaleti tahrir defterlerinde yazılı köy, oymak veya şahıs isimleri, Dicle bölgesi halkının Osmanlı fethinden önce ve Akkoyunlular çağında Türkçe konuştuklarını göstermektedir. Bu defterde bulunan Ağa, Artuk, Aydoğmuş, Başlamış, Bayram, Budak, Bulduk, Doğan, Durak, Gündoğmuş, Karaca, Karaman, Kaca? Karkut, Kurt, Satılmış, Sevündük, Şengeldi, Tanrıverdi, Tatar, Temur*, Torun, Umut, Uslu”[38] ifadeleri kullanılmıştır.
Z. Gökalp’a göre de Milli aşiretinin bir kolu olan Şeyhan içindeki Devaran- Davarlar- ve Bulunan’lar adında oymaklar vardır. ‘Bunlara Torun derler’[39]der. Şanlıurfa’daki aşiretler hakkında son zamanlarda yapılan bir çalışmada da adeta aşiretler birliği olan “Milan”a bağlı “Torunan” aşiretinden bahsedilmektedir[40].
Patnos hakkında yapılan bir çalışmada da Patnos’ta Torunların yaşadığı şu bilgilerden anlaşılmaktadır: “Seyda ise gâvur icadı diye reddedince belediye yönetimini…(Sonraları bizzat seçime girmelerine rağmen kazanamayacaktır zat-ı muhterem) Bu belediyeye sorununu aşiretlerle çözmeye başlamışlar. İyi de hangi aşiret. Geçmişte siyasi tecrübesi olan Torun aşireti olsun demişler. Fakat Torun aşireti ile barışık olmayan küçük aşiretler daha güçlü olmayan Memani aşiretinin belediye yönetiminde söz sahibi olmasının yararlı olacağını uzun uzadıya anlatmışlar bir birlerine sonunda 1937 de kurulan belediyenin ilk başkanı bütün uğraşlara rağmen Torun aşiretinden seçilmiş”[41].
Torunların Kürt olduğu ve Türklerle ilgisinin olmadığı iddiası, internet ortamında yazılmış bir çalışmada şu şekilde yer almaktadır: “Anadolu’nun dışında yasayan başka yörelerden Kürtlerin, Orta Anadolu’ya göç ettikleri görülmüştür… Araştırmacı Wolfram Eberhard bir incelemesinde Kozanoğullarının aslında Kürt olduğu ve zamanla Türkmenleştiklerini belirtmektedir. Değişik kaynaklarda Kars, Ağrı, Mus, Van, Erzurum, Adıyaman ve Urfa yöresinden Kürtlerin farklı zamanlarda Orta Anadolu’ya göç ettikleri belirtilmektedir. Genellikle Kars ve yöresinde Kürt aristokrasisini temsil eden Torunlar denilen bir tabaka ve aşiretten bazı unsurların Orta Anadolu’da günümüze kadar varlık göstermiş olması, Kürdistan’dan buraya yönelik göçlerin tipik bir işaretidir. Kaynaklarda zaman zaman Mala Kosan (Köseler Konagi) diye adlandırılan bu aşiretten insanların ne zaman buraya geldikleri bilinmiyor. Örneğin Polatlı yöresinde Köseler ve Yunak yöresinde Torunlar adlı yerlerin bulunduğu saptanmıştır. Fatma Yeşilöz ve Elife Kart’in birlikte hazırladıkları bir lisans tezinde, Cihanbeyli’ye bağlı Gölyazi kasabasında asilzade olarak tanınan Torunoğulları adında bir aşiretin olduğu belirtilmektedir”[42]. W. Eberhart’a atıf yapan yazar kaynağın adını ve sayfasını vermemiştir.
Ancak Eberhard’ın Kozanoğullarından bahsettiği tek eseri 1951 yılında Çukurova’daki aşıklık geleneği hakkındaki eseri olup, bu eserde ise Kürtler hakkında şu ifade kullanılmıştır: “Arslan Ali denilen Ali Soylu, Adana yakınlarındaki Kozan kasabasında yaşar. 40 yaşının biraz üstünde ve Türkmenistan’dan göç eden bir Kürt grubun tamamen Türk olan boyunun bir üyesidir”[43]. Diğer yandan bilindiği üzere Eberhart, İslam öncesi Türk tarihi hakkında yazdığı eserlerde tamamen Çin kaynaklarını kullanmıştır. Dolayısıyla Çin kaynaklarında Kozanoğullarından bahsetmis olması -eğer Alakon’un kaynağı doğruysa- onların Türklüğü hakkında önemli bir kaynaktır. Fakat bilindiği gibi Kozanoğuları’nın tarihi XVII. yüzyılda başlar ve Avşar boyundan ayrılıp Kozanoğulları olarak Gaziantep, Adana ve Kayseri coğrafyasında görülmüş bir beyliktir. Ahmet Cevdet Paşa da Çukurova’daki Kozanoğulları’nın iskânı hakkında “Kazan-oğulları hanedanından ‘torun’ tabir olunur beylerden… Kayseriyye sancağında ikametlerine karar verilmekle…”[44] diyerek Kayseri sancağına iskan edildiklerini ve Torun olduklarını belirtir.
Rohat Alakom’un yukarıda ve çeşitli eserlerinde iddia ettiği gibi Kürtler, Türklerden ayrı bir millet ise vermiş olduğu Kozanoğulları, örneği dahi Kürtler ile Türklerin aynı kaynaktan geldiğinin en açık delili olsa gerek.
Ayrıca Kozanoğulları hakkındaki tek bir örnekten hareket etsek dahi, tarihi bir bilginin, ideoloji uğruna nasıl çaptırıldığını, konu hakkında bilgisi olan, aklıselim herkesin görmesi mümkündür.
Dadaloğlu’na ait olduğu kabul edilen aşağıdaki iki ağıtta Kürt-Türk kavramı hakkında önemli bilgiler veriyor olsa gerek. Bu ağıtlardan ilkini Ali Rıza Yalgın 1942 yılında Avşarların Bozdoğan oymağında derlemiş olup, Çay adlı eserine olduğu gibi almıştır:
“Ömer ağa devamla “Aşirette dağlarda yaşayanlara ‘Kürt’ derler. Bir gün Cerit’ten Bekir Hasan Bey, Dadaloğlu’nu odasına çağırmış, türkü söyletiyormuş. Mecliste iki adam Dadaloğlu’nu dinlerken birbirinin kulağına fısıldamışlar. Demişler ki : ‘Bu âşık iyi âşık, ama Kürt olmasaydı’. Dadaloğlu bunu duymuş, söylediği türküyü bırakmış bu heriflere cevap vermiş:
Atına vurdu da gümüş ireşme
Tecerli’den Cerid’e baş koşma
Ha dence bin atlısı binerde serçeşme
Mürseloğlu Kürt yeğeni değel mi?
Yoğ, yoğ olmuş da gidiyor göçü
Bağ ve bostan olmuş evinin içi
Darılınca da Şammar’a yiyirdi göçü
Kerimoğlu Kürt yeğeni değel mi?[45]
Mehmet Eröz’de, 1966’da Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Söğütlü (Köy halkı Avşar) köyünden Âşık Ömer’in kız kardeşinden Dadaloğlu’nun yukarıdaki ağıtının daha uzun halini derlemiştir. Burada geçen Türkmen beyleri Kürt olarak, yani ağıttan da anlaşılacağı gibi kanun ve düzen tanımayanlar olarak tanıtılmıştır.
Delme dakma değel, evvelden ağa Ah ediyor garaları görenler
Bal sumak çektirir solundan sağa Tütünün sündüğü yere atı salanlar
Umucuya verir atınan deve Üç tuğlu vezirden duzzak alanlar
Bektaşoğlu Kürt yeğeni değelmi Mursaloğlu Kürt yeğeni değelmi
Avşar gedip gerisine dönünce Çarşı bazarıdı evinin içi
Ördekli’de belli yurdu konunca Avşar iskân getti neyidi suçu
Hah demeden bin atlısı binince Düşmanın üstüne çekerdi göçü
Avşar Beğ Kürt yeğeni değelmi Avşar Beğ Kürt yeğeni değelmi
Atlar enerde babam çeşmeye Aşşığın dalgası galman kusura
Ebbeğesi vurur gümüş ireşme Bizim eller iskân gitti yesire
Cerid’inen Tecir’e baş goşma Boğazı çanlı gartal endi Mısır’a
Gücüğaloğlu Kürt yeğeni değelmi Göveloğlu Kürt yeğeni değelmi[46]
Mardin’de yaptığımız bir saha araştırmasında soyadı Artukoğlu olan ve bu boydan geldiklerini bilen insanların, ana dillerinin günümüzde Arapça olduğunu biliyoruz. Ayrıca Diyarbakır merkezindeki bazı Avşarların, ana dillerinin Türkçe, bazılarının da Zazaca olduğunu yaptığımız bir başka saha araştırmasında tespit etmiştik. Diğer yandan 22. dönem Diyarbakır milletvekili Cavit Torun, Çermikli’li olup ana dili Zazacadır. Dolayısıyla bu örnekler bile dil farklılığının önemli araştırma konusu olduğunu, ancak milliyet ya da çok kullanılan tabirle “etnik kimlik” için yeterli olmadığının en açık göstergesidir.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Torun da özel konuşmamız da aslen Erzurum’un Hınıs ilçesinden olup Konya doğumlu ve Avşar olduğunu belirtmişti.
Bu makalenin yazarı da Avşar boyunun bir kolu olan Torunlardan olup, köklerinin Nadir Şah’a dayandığını atalarından dinlemiştir. Ayrıca yörede Torun Paşa olarak bilinen bir yakınımın 1900’lerin başında kaleme aldığı elyazmasında da aynı bilgilerin olduğunu görmüştür. Van merkezi ve Erciş ilçesinde yaptığımız araştırmaya göre de buradaki Torunların bir kısmının ana dili Kırmançca, bir kısmı ise Türkçedir. Ancak her iki grup da kökenlerinin Nadir Şah’dan kaynaklandığını söylemektedir.
Ayrıca İran’ın Basra, Urumuyi, Horasan ve diğer bölgelerindeki ve Afganistan’daki Avşarların bir kısmı Farsça bir kısmı da Türkçe konuşur. Azerbaycan Avşarlari ise Azeri Türkçesini konuşur. Dolayısıyla dil kültürler için çok önemli olmakla beraber, kültürü ve milliyeti belirlemede tek başına yeterli değildir.
Kürtleri ve Zazaları, Türk’ten ayrı bir etnik* grup veya millet olarak görenlerin, ırk kavramına göre daha masum görülen etnik kavramını kullandıkları herkesin malumudur.
Yukarıda ortaya koyduğumuz Torun aşireti hakkındaki bilgileri, Kürt milliyetçilerinin Kürt kavramı içinde gösterdikleri birçok aşiret için de teşmil edebiliriz. Dolayısıyla Torun aşireti ve benzer örneklerden hareketle, ‘o kafalar’, Torunlar ve benzerleri için ayrı bir ırk-etnik grup veya milleten söz edilebilir mi? Bu soruya cevap bulunduktan sonra, Kürtler ile Zazaların, Türk’ten ayrı bir ırk-etnik grup veya millet olup olmadığı tartışmalarına geçebilirler. Aksi takdirde ‘onlar’, “ben yazdım oldu mantığı“yla baş başa kalmak zorundadırlar.
Ayrıca yukarıda yazdıklarımızı düşünerek, bu satırların yazarına ve benzerlerine bir ırk-etnik grup, millet veya moda tabirle “kimlik” bulmak gerekmez mi?
Sonuç olarak, “etnik modacılar” ya da “etnik teorisyenler”e sorumuz şu: Genelde Avşarlar, özelde Torunlar ve benzerleri, hangi milletten(?) veya bazılarının çok kullandığı tabirle hangi “etnik-ırk”tandır?
Kart-Kurt Teorisi ve Kaynağı
Bilindiği gibi teoriler doğrulanmak veya yanlışlanmak üzere atılan genel görüşlerdir. Eğer teori, yapılan araştırmada doğrulanırsa bir kural haline gelir. Yanlışlanırsa o yanlıştan hareketle doğrular araştırılır. Böyle olmakla beraber Türkiye’de teoriler bilimsel doğrular veya gerçekler gibi sunuluyor veya eleştiriliyor. Üstelik bu anlayış konu hakkında yeterli bilgi sahibi olunmadan yapılıyor.
Örneğin emekli komutanlarla yaptığı mülakattan sonra Bila şöyle diyor:
“Aytaç Yalman Paşa’nın çok değerli bulduğum analizinin, bir “itiraf” veya “kişisel vicdan muhasebesi” biçiminde ele alınması ve öyle sunulması gayretidir.
“Aytaç Paşa, isabetli bir analizle, PKK teröründen önceki dönemde, sorunun henüz sosyal boyuttayken görülemediğini belirtmiş ve 1970’li, 1980’li yıllarda izlenen resmi politikayı irdeleyerek eleştirmişti. Aytaç Paşa’nın o yıllarda genç bir subay olarak karar verici konumda olmadığını belirtmeye bile gerek yok. Esasen, Aytaç Paşa’nın bu eleştirel yaklaşımı, 70’li ve 80’li yılların resmi devlet politikasına ilişkindir. Hal böyleyken Yalman Paşa’nın yaptığı, iyi niyetle ileriye yönelik bir projeksiyon için yardımcı olmaktı”[47].
Bila bu yorumundan sonra Yalman’dan şu bilgileri aktarır: “Oysa bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz… Cumhuriyet dönemindeki isyanlardan sonra 1938’den 1970’e kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu dönemdir“[48].
Yalman Paşa’nın “…bizler o dönemde, ’Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor” ifadesini her şeyden önce üslup açısından yakışık değil.
Diğer yandan dünyanın her yerinde insanlar eğitime-öğretime tabii tutulur. Ayrıca eğitim-öğretime tabi tutulan insanlar öğrendiklerini kendi bilgi ve mantığına göre değerlendirerek bir sonuca varır.
Eğitim-öğretim her şeyden önce yeni bilgiler üretmeye ve bağımsız düşünmeye yöneliktir. Bir başka deyimle eğitim–öğretim yanlış ile doğruyu birbirinden ayırabilme ve kendi fikrini oluşturabilme amacını taşır. Eğer eğitim-öğretim sürecinde alınan bilgilere yenileri ilave edilmez ya da yeni yorumlar getirilemezse, sadece ezbercilik yapılır ve eski kalıplar tekrar edilir.
Neticede sağlıklı olmayan bir sosyalleşme karşımıza çıkar. Kendisini geliştiremeyen insanlar ve sosyal gruplar ezbere veya taklide dayalı, tek tip düşünen insan tipleri ve sosyal grupları meydana getirir.
Bu kısa açıklamanın ardından Yalman Paşa ve onun gibi düşünenlere şunu sormak gerekir:
Bir ülkede Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış ya da yapacak insanların “biz öyle eğitildik” söyleminin arkasına sığınma lüksü olabilir mi? Öğrenilenlerin doğruluğunu araştırmak veya görev vererek konuyu uzmanlarından öğrenmemek gibi bir hakları var mı? Bu ve benzer soruların cevabı veya cevapları Yalman Paşa gibi devletin yönetiminde söz sahibi olanları temel sorunu olması gerekmez mi?
Kangal köpeği ve Türk mitolojisindeki kurt hakkında yaptığı yorumla bazı çevrelerde hayli ilgi ve sempati toplayan Türköne, yukarıdaki görüşe şöyle katılır:
“Kangal meselesi bir ironiydi. Ama yazının temel tezi şuydu: Kurt sembolü etrafında kaç kişi toplayabilirsiniz? Kurt sembolü Türklere ait bir sembol değil. Kurdu, Kurtuluş Savaşı döneminde Yakup Kadri Karaosmanoğlu icat etmiş. Osmanlı’da yok, Selçuklularda yok, Akkoyunlular’da, Karakoyunlular’da yok. Adı üstünde koyun, nasıl olsun. Anadolu’da Oğuz boyları, Karakeçiler. Hep keçi, hiç kurt yok. Ben bir çarpıklığı göstermek ve iman edilen şeylerin saçma olduğunu gündeme getirmek için yazmıştım”[49].
Türköne bir başka yazısında ise şöyle der: “Bugün Kürtlerin “müstakil hüviyetli bir ırk” olup olmadığını kimse tartışmıyor. Kürt kelimesinin yöre halkının dağda yürürken çıkarttığı “kart-kurt” sesinden türediği iddiasını, bir zamanlar bu iddiaya sarılmış olanlar bile, en son eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın vurguladığı gibi ironi konusu yapıyor”[50].
Bir defa milleti ırk olarak tanımlamak hiç bir ilmî gerçeklikle açıklanamaz. Yukarıda etnik kelimesi hakkındaki yorumun burada onaylandığını görüyoruz. Bu zihniyetin, yani Kürtleri ayrı bir ırk olarak görenlerin aynı zamanda da ırk’a göre daha az tepki uyandıran etnik kavramını kullandıkları biliniyor. Ancak o insanların öncelikle yukarıda yazılanları düşünerek soyları benim durumumda olanlara bir ırk bulması gerekmez mi? Şayet onlar, benim gibilere bir ırk bulabilirlerse, Kürtlerin de ayrı bir ırk olup olmadığı tartışmasına geçebilirler. Aksi takdirde onları “ben yazdım ve oldu” inancı ve mantığıyla baş başa bırakmak zorundayız.
Yukarıda bilimsel araştırmalara ışık tutan genellemelere teori denir; teoriler araştırmalar sonucunda ya kabul edilir ya da reddedilir demiştik.
Kart-kurt teorisi ise Macar asıllı Türkolog Nemeth’e aittir. Bilindiği gibi bugünkü Macaristan’ı kuran Türk boyları arasında Kürt adıyla bilinen boylar olduğu gibi, Tuna boylarında Kürt isimli köyler de vardır[51].
“Yurt Kuran Macarlar’ın Tarihi” adlı eserinde Nemeth, Macarları oluşturan boyları sayarken Kürtler hakkında şu yorumları yapar: “Dördüncü boyun ikinci kısmının adı Koytry, yani Kürt (Kürtü) dür… Kürt adı konusunda en eski Macarca veriler Kutru, Kurt şeklindedir. Bunu daha sonra Kirt, Kutru, Kyürth şeklinde de görüyoruz… Bacs, Borbod, Heves, Jasz-Nagy-Kunszolnok, Komaran, Nograd, Nyitra, Pozsony, Temes (veya Torontal) illerinde Kürt yer adları mevcuttur… Kürt adının Türkçedeki* genel anlamını da tanıyoruz. Tarançı lehçesinde “yeni yağmış kar” anlamındadır. Şorca’da “çığ”, Kazan Türkçesinde “Kar yığını” anlamında ortaya çıkıyor. (-k) ekiyle Kırgız vs. de ise “Körtük”, “yani yeni yağmış kar, derin kar, kar yığını” anlamına gelmektedir. Karakteristik bir hususiyet ki aynı anlama gelen bir kelime Macar boy adı olarak rol oynamaktadır… Kürt boy adının Moğolistan’da ve Kafkasya Türklüğünde birbirinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkması pek muhtemel bir şey değildir[52]. Bazılarınca ironi konusu yapılan “kart-kurt” teorisinin aslı budur.
Dolayısıyla kendi çalışma alanında dünyaca meşhur olan bir Türkolog tarafından dile getirilen bu görüşlerin tartışılması bilimsel bir mantığı gerektirir. Yani yukarıdaki görüşü ironi konusu yapanların, farklı anlayıştaki Türkologların görüşlerinden hareketle dile getirilen anlayışın niçin tutarsız olduğunu ispat etmesi gerekir. Fakat kıt bilgi ile bol teori kurmaya hevesli bir zümre “kart-kurt” adıyla bir teori olmadığı halde önce, var olduğunu savunuyorlar, sonra da savundukları bu teoriden bir ironi üreterek eleştirilerine payanda yapıyorlar.
Kürtler Hakkındaki Mitolojik Teoriler
“Kart-kurt teorisi” oluşturupta sonradan ona ironik yaklaşanları bundan sonra yazacaklarım çok kızdıracaktır. İlk aktaracağım, “Kürt ırkı” meydana getirmek isteyenlerin ve onların ağzıyla konuşup yazanların sıkça başvurduğu, hatta zaman zaman başucu muamelesi yaptıkları kitaplardan Şehname’deki mitolojik bilgiler:
“O parlak günler kara günler oldu. Herkes Cemşid’e itaatten vazgeçti… Her taraftan bir padişah, her yerden ileri gelen bir adam çıktı ve asker toplayıp savaşa hazırlanarak, Cemşid’e karşı düşmanlık gösterdi. Askerler birer birer İran’dan çıktılar ve Arapların memleketine doğru yol almağa başladılar. Orada, ejderha yapılı büyük bir padişah olduğunu haber almışlardı. Kendilerine bir padişah arayan bütün İran süvarileri hep birden Dahhak’a gittiler. Onu padişahlıkla övdüler ve İran’a padişah olarak kabul ettiler. Bunun üzerine bu ejderha yapılı padişah rüzgar suretiyle geldi. İran’da saltanat tacını başına koydu… Dahhak, saltanat tahtına oturduktan sonra, bin yıl padişahlık etti. Bütün dünya onun idaresi altına girdi… Her gece, ister halktan veya isterse yiğitler soyundan olsun, iki delikanlıyı aşçı, padişahın sarayına götürür ve bunlarla onun derdine derman bulmak isterdi. Bunları öldürür, beyinlerini çıkarır, yılanlara yiyecek yapardı. (Padişahın soyundan-memleketinden olan iki insan en azından iki insandan biri kurtarmak amacıyla saraya aşçı olarak girerler ve bunlar) bir koyunun beynini çıkarıp, öldürdükleri gencin beyni ile karıştırdılar. Ötekinin canını bağışlayarak ona, ’git, bir yerde gizlen, canını kurtar! Mamur şehirlerde yaşama. Bundan sonra senin yaşayacağın yer, dağlar ve ovalardır’ dediler. Onun kafası yerine değersiz koyun kafasından yılanlara yiyecek yaptılar. Bu suretle, her ay otuz genç canlarını kurtarıyorlardı. Zamanla kimin nesi oldukları belirsiz olan bu gençlerin sayısı iki yüzü buldu Ahçı her gün birkaç keçi ve koyun ovaya salar, bunlara gönderirdi. İşte bugünkü Kürt kavminin aslı bunlardan türemiştir* ki, bunlar mamur şehir nedir bilmezler. Bunların evleri, çöllerde kurulmuş çadırlardan ibarettir. Kalplerinde hiç Tanrı korkusu yoktur“[53].
Kürtlerle nevruz kavramı arasında bağ kuranların farkında olmadıkları ya da olmak istemedikleri bir başka bilgi de nevruz olayının Bağdat ile Kudüs arasında geçtiği ve Kudüs civarında Dahhak’ın yakalanarak bir dağda taş üzerinde bağlanarak bırakıldığıdır[54]. Demirci Kava (Gave)’nin Dahhak’a karşı halkı ayaklandırmak için konuşma yaptığı esnada mızrağının üzerine geçirdiği önlüğündeki renkler de “mor, kırmızı, sarı“dır. Efsanesi çok büyütülen Demirci Kava (Gave)’nin Şehname adlı eserde bir tek fonksiyonu olup o da halkı Dahhak’a karşı Feridun etrafında birlik olmaya davet etmesidir. Zaten eserde bundan sonra Kava (Gave) hakkında bir tek cümle dahi geçmez[55].
Şehname’de yer alan yukarıdaki mitolojik bilgi “Şerefname“de de aynen ifade edilerek[56] ilave olarak şu görüşlere de yer verilir:
a). “Kürtlerin bu adla adlandırılmalarının tek nedeni, aşırı cesaretleri ve savaşçılıklarıdır. O kadar ki, kavga alanlarında, savaş meydanlarında ve diğer çetin durumlarda tehevvür ve pervasızlıkla nitelendirilmişlerdir”[57] .
b). “Bazı düşünürler de, ’Kürtler, Allah’ın üzerlerinden perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur’ demişlerdir”[58].
c).”Bazı tarihçiler de, cinlerin, Havva’nın kızlarıyla evlendiklerini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu öne sürmüşlerdir”[59].
d). “Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından biri olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun sakinine en üstün selam olsun- bulunan, peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine* bir heyet gönderdi. Bu heyetin başında da, Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı; kendisi çirkin görünüşlü, kaba, katı kalbli, ele avuca sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi, Peygamber’in –salat ve selam onun üzerine olsun- gözüne görününce Peygamber’in canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Elçiye, kabilesi ve mensup olduğu soy sorulunca, Kürt topluluğundan olduğu cevabını verdi. İşte o zaman Peygamber –salat ve selam onun üzerine olsun- Kürtler’e beddua ederek şöyle dedi: Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifaka ve birleşmeye muvaffak etmesin; yoksa birleştikleri takdirde, onların elleriyle dünya yok olur”[60].
Bozarslan Şerefname’deki diğer mitolojik bilgiler için bir şey demez ve dip notta açıklama yapmazken, bu son mitolojik bilgi için “bu hikâye tamamen uydurmadır, söylentiden ibarettir”[61] ifadesiyle bir dipnotta açıklama yapar.
Çevirmenin bu tavrı karşısında şunları sormak gerekir? Bozarslan diğer mitolojik bilgileri neye göre kabul ediyor? Bunu neye göre kabul etmiyor. Yoksa Bozarslan’ın son bilgiye tepkisi ilmi değil, siyasi bir kaygıdan mıdır? Çünkü görüldüğü gibi diğer bilgilerin de son bilgiden daha az masum olmadığı ortadadır.
Kürtlerin kökeni hakkındaki bir başka efsanede Saltuk-name’dedir. Çay, bu efsaneyi Saltuk-name’nin Topkapı nüshasından olduğu gibi eserine almış olup, şöyle özetler: “Hz. Süleyman’ın odalıkları ile Şeytan’ın münasebetine dayalı bir türeyiş efsanesidir. Bu efsane ile Kürt adı verilen unsurların menşeyi Arap aslına çıkarılmaktadır”[62].
Sonuç olarak Macar asıllı bir Türkolog’un “kart-kurt” yorumu Macaristan’daki Kürtler ile Asya Türk kültürü arasındaki ilişkiyi aramaktan kaynaklanmış olup, son söz de söylenmiş değildir. Sadece bir bakış açısının ifadesidir. Bu anlayış yıllardan beri bazı çevrelerin (Son olarak onlara Yalman Paşa da katıldı) adeta alaycı anlayışlarının kaynağını oluşturmuştur. Ancak, ne hikmetse kimse işin aslını arama peşine düşmemiştir. Bu anlayışın kaynağı, araştırma yapmanın zahmetinden kaçarak başkalarının hatalarından ya da kendilerince doğru olmayan anlayışlarından hareketle fikir edinip, ifade etme alışkanlığıdır. Oysa bilimsel mantık ve yorum, araştırmayı olmazsa olmaz, ön şart olarak kabul eder.
Kürtçüler, onlara zemin hazırlayanlar ya da aynı mantıkla hareket edenler, üstelik kendilerinden başka kimseyi aydın sıfatına layık görmeyenler, yukarıda topluca verdiğimiz, özellikle Kürtçülerin temel kaynakları olan, Şehname ile Şerefname adlı eserlerdeki Kürt efsaneleri hakkında ne diyecekler, doğrusu meraka değer.
“Azınlık, etniklik, kimlik” gibi kavramlar üzerinde belli bir uzlaşma sağlanmadığı halde, Türkiye’de dil kavramından hareketle “etnisite-ırk” meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Oysa aynı dili konuşanların her zaman bir etnik grubu-ırkı, devleti ve milleti ifade etmede yetersiz kaldığı bir sosyal gerçekliktir.
Bölge Halkının İstek ve Beklentileri
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan bir çalışmada bölgedeki insanların kimlik ve devletten beklentileri konusundaki görüşleri aşağıda özetlenmiştir[63]:
Halkın devletten beklentileri terör ve terörün dayandığı ideolojik istek ve beklentilerden tamamen uzaktır. Örneğin “devletin sizin için neler yapmasını istersiniz?” sorusuna halkın %50,6’sı iş imkanı; %25,9’u can güvenliği ve terörün durdurulmasını; %5,0’ı da yerel dilde eğitim istemiştir. Eğitim hizmetleri, sağlık hizmetleri, konut ve alt yapı isteyenler %16,8; sosyal haklar isteyenler ise %1,7’dir.
Yerel dilde eğitim isteyenlerle derinlemesine yapılan görüşmelerde “böyle bir okul açılsa çocuğunu o okula gönderir misin?” diye sorduğumuzda, bir kişi dahi evet cevabı vermemiştir. Üstelik bize senin imkânın olmasa çocuğunu İngilizce eğitim veren bir okula mı yoksa Türkçe eğitim veren bir okula mı gönderisin sorusu sorulmuştur.
Anadiliniz nedir sorusuna Kurmançca %60,1; Zazaca %23,1; Türkçe %5,3; Arapça %7,2; Dersimce %3,8 şeklinde cevap verilmiştir.
Evde en çok konuşulan dil : %50,5 Kurmanc, %33,2; Türkçe; %12,8 Zazaca; %2,3 Arapça şeklinde bir sıralama görülmektedir.
İnsanların %40,3’ü ailelerinde Türkçe bilmeyen bulunmadığını vurgularken, ailede Türkçe bilmeyenlerin büyük çoğunluğunu da kadınlar ve yaşlılar oluşturmaktadır.
Etnik köken olarak kendilerini “Kürt ” olarak niteleyenler %28,9, kendilerine “Kurmanc ” diyenler %29,1, “Zaza ” diyenler %9,7, “Arap ” diyenler %3,5 oranındadır. Kendisi “Türk ” olarak hissedenlerin oranı %19,8 olup, “Azeri ” olarak nitelendirilenlerle (0,6) bu oran 20,4’dür.
Ana dil ve etnik köken konusunda alınan cevaplar bölgede yaratılmak istenen “Kürt Kimliği ” konusuna enteresan bir boyut getirmektedir. Etnik kimliğin belirlenmesinde ana dil, grubun kendini ne şekilde hissettiği hususu, yaşanılan coğrafya hatta din ve buna bağlı mezhep ve tarikatlar da zaman zaman bir ölçü olarak ele alınmaktadır.
Bu çalışmanın ortaya koyduğu en önemli husus, ana dilinin Arapça, Zazaca, Kurmançca ve Dersimce olduğunu ifade eden önemli bir kesimin, köken olarak kendilerini Türk kabul etmelerini ortaya koymasıdır. Diğer yandan Kurmanc bölgede konuşulan bir diyalekt olmasına rağmen %29,1’lik bir kesimin “Kurmancı” teriminin etnik kökenlerini de ifade ettiğini kabul etmiş olmalarıdır.
Ana dil ve etnik köken konusunda kendisini “Kürt” ve “Kurmanç” olarak kabul eden kesimde göç sebebiyle ilgili olarak devlet aleyhtarı (devlet baskısı, korucu baskısı) bir tutum benimsenmiştir. Ancak Zazalar’da bu oran Türk, Arap, Azeri unsurlara göre yüksek olmasına rağmen, kendisini Kürt kabul edenlere ve Kurmançlar’a göre oldukça düşüktür. Kendisini Kürt kabul edenlerde göç sebebi olarak örgüt baskısını dile getirme oranı çok düşükken; Kurmanç ve Zazalar’da bu oran Türkler’e yakındır. Kurmançlar temel göç sebebi olarak örgüt ve devlete aynı oranlarda yer vermişlerdir.
Dipnotlar
[1] Fenton Steve, Etnitisite Irkçılık, Sınıf ve Kültür (Çev. N. Şad), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2001, s. 4.
[2] Marshall Gordon, Sosyoloji Sözlüğü (Çev. O. Akınhay, D. Kömürcü) Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999, s. 215.
[3] Fenton Steve, a. g. e., s. 5-6.
[4] Fenton Steve, a. g. e., s. 8.
[5] Fenton Steve, a. g. e., s. 15.
[6] Bilgin Nuri, e. g. e., s. 55.
[7] Bilgin Nuri, Sosyal Bilimlerin Kavşağında Kimlik Sorunu, Ege Yayanları, İzmir, 1994, s.33.
[8] Niyazi Mehmet, Millet ve Türk Milliyetçiliği, Ötüken Neşriyat, 2005, s. 151–152.
* Satrap: Perslerde vali, yönetici unvanı.
[9] Ksenophon, Anabasis-Onbinlerin Dönüşü, Hürriyet Yayınları, , İstanbul, 1974, s. 111.
[10] Çay M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 33.
[11] Nikitin Bazil, Kürtler Sosyolojik ve Tarihi İnceleme( Çev. H. Demirhan, C. Süreyya ), Cilt I-II, Deng Yayınları, İstanbul, 1994, s. 23–24.
[12] Mcdowall David, Kürtler (Z. İnanç), Avesta Yayınları, İstanbul, 2000. s. 29.
[13] Türköne Mümtaz, “Bizim Kürtler”, Zaman Gazetesi, 13.11.2007.
[14] Tori W, Birlikte Olduğumuz Halklar, Koral Yayınları, İstanbul, 1991.
– TORİ W Ve TORİ N, Kürt Kökeni ve Büyük Boyları, Koral Yayınları, İstanbul, 1991.
– Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları, İstanbul, 1998.
– Eıckstedt Egon Von, İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar (Çev. H. Işık), Fırat Yayınları, İstanbul, 1993.
– Mehmet Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Beybun Yayınları, İstanbul, 1992.
– Bulut Faik, Horasan Kimin Yurdu, Berfin Yayınları, İstanbul, 1998.
– Lazarev M. S. ve Mıhoyan Ş. X, Kürdistan Tarihi (İ. Kale), Avesta Yayınları, İstanbul, 2001.
– Nikitin, B., a. g. e.
[15] Kalman, M, Batı-Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid, Zel Yayıncılık, İstanbul, 1994. s. 8, 200.
[16] Küçük, H., http://www.alevileriz.biz/showthread.php?t=1499 (7.12.2007).
[17] [ALAKOM] Rohat, Kürdoloji Bilimin 200 Yıllık Geçmişi (1787–1987), Deng Yayınları, 1991.
[18] Fritz, Kürtlerin Tarihi (Çev S. Şanlıer), Hasat Yayınları, İstanbul, 1992, s. 15.
[19] Saussure, Ferdinand de, Genel Dilbilim Dersleri (Haz. C. Bally; A. Sechehaye; A. Riedlinger), (Çev. B. Vardar),Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985, s. 246.
[20] Achard Pierre, Dilsel Toplumbilim (Çev. D. Kırımsoy), İletişim Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 23.
[21] Tacar Pulat, Kültürel Haklar Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye İçin Bir Model Önerisi, 1996, s. 70-71.
* Bu bilgi Dicle Üni. İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi öğretim üyesi Ahmet Taşğın’dan alınmıştır.
[22] Aksoy Mustafa, Doğu Anadolu Kültürü Üzerine Bir İnceleme, Yeni İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 85.
[23] Aras Ahmet, “Doğu’da Feodalite Var mı?”, Ant Dergisi, S: 138, 1968.
* Yazar Kağızman doğumlu olup, babasının Torun olduğunu ifade ediyor.
[24] http://www.kurdenkirsehire.com/Nuce-Haber/torino.html (21.12.2008), (Rohat Alakom, “Arîstokratên Kurd: Torin”, Stockholm, 2004). Bu eser Türkiye’de Avesta Yayınları tarafından “Torin Arîstokratên Serhedê” adıyla 2009’da yayımlanmıştır.
[25] Beşikçi İsmail, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti-, Doğan Yayınevi, Ankara, 1969.
[26] Seferoğlu Ş. KayaŞ, TÜRKÖZÜ H. Kemal, 101 Soruda Türklerin Kürt Boyu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1982, s. 63, 6.
[27] Orhonlu Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren Yayaıncılık, İstanbul,1987, s. 15, 47, 57.
[28] Kaya A. Menderes, Avşar Türkmenleri, Geçit Yayınları, Kayseri, 2004, s. 207.
[29] Gökalp Ziya, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemesi (Haz. İ. Beşikçi), Ankara, Komal Yayınları, 1975, s. 64–65
[30] Kırzıoğlu M. Fahrettin, “Selçuklu Fetihlerinden (1064-1071) Önce Doğu Anadolu’da Türk Boy ve Oymaklarından Kalma Dağ ve Su Adları”, Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara, 1984, s. 76.
[31] Yinanç M. Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1944, s. 173–174.
[32] Halaçoğlu Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1988, s. 54-55.
[33] İnan Abdulkadir, “Gaziantep Vilayetinde Elbeyliler”, Halk Bilgisi Haberleri, Sayı 40, 1934, s. 75.
[34] Şahin Ali, Güney Anadolu’da Beğdili Türkmenleri ve Baraklar, Ankara, 1961, ss. 25, 57, 68, 69.
[35] Suriye Carablus Civarındaki Türkmen Aşiretleri”, http://congarhaber.blogcu.com/ILBEYLILER/ (08. 07. 2008).
* Yanımızda yüksek lisan tezi yapmış Tuncelili Yusuf Arslan adlı öğrencimizden aldığımız bilgiye göre, “Tunceli/Mazgirt’te Temur taht adında eski bir yerleşim yeri ve söze konu bölgede Akkoyunlular’ın kullandığı tarihi mağaralar vardır”.
[38] Eröz Mehmet, Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 145–146.
[39] Yavuz Edip, Doğu Anadolu’da Dil Onomastik İlişkileri Üzerine Bir Deneme, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1983, s. 26.
[40] Bozkurt İbrahim, Tarih Boyunca Aşiretçilik ve Şanlıurfa Aşiretleri Tarihi, İmaj Yayıncılık, Şanlıurfa, 2003.
[41] Esin Seyfettin, Patnos’ta Belediye Trajedisi (2.Bölüm), http://aznavur.blogcu.com/12794341 (08. 07. 2008).
[42] Alakom Rohat, “Orta Anadoluya Göç Veren Yörele[r]”, http://www.bumsuz.net/Tarih/ortaanadolu_goc_kurtleri.html (08. 07. 2008).
[43] Eberhard Wolfram, Güneydoğu Anadolu’dan Aşık Hikayeleri (Çev. M. K. Van Der Hoever), Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 2002, s. 9.
[44] Ahmet Cevdet Paşa, Ma’ruzat (Haz. Y. Halaçoğlu), Çağrı Yayınları, Ankara, 1980, s. 164.
[45] Çay M. Abdulhaluk, a. g. e., s. 289.
[46] Eröz Mehmet, a. g. e., s. 29-30.
* Bu kelimenin ne anlama geldiği bilinmeden rast gele kullanılmaktadır. Mesela bazen “etnik” kelimesi ırkı mı, milleti mi, hâkim grup içindeki alt grubu mu ifade ettiği belli değildir.
[47] Bila Fikret, Milliyet gazetesi, 11.11.1973.
-Diğer gazeteci ya da “gazeteci mantıklı akademisyenler”in, bu konudaki görüşleri için basındaki haberlere ve köşe yazılarına bakılabilir.
[48] Bila Fikret, Milliyet Gazetesi, 3.11.2007.
[49] Türköne Mümtaz’er, “Özel Mülakat”, http://www.turktime.com, (22 Kasım 2007).
[50] Mümtaz’er Türköne, “Bizim Kürtler”, Zaman Gazetesi, 13.11.2007.
[51] Çay M. Abdulhaluk, a. g. e., s. 265-267.
-RASONYI Laszlo, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. KOŞAY), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1985.
* Buradaki Türkçe, Türkiye Türkçesi olmayıp, genel Türkçe’dir
[52] Çay M. Abdulhalûk, a. g. e., s. 265-267.
* Şehname de “Kürtler” hakkında bundan başka bir bilgi olmadığı gibi “Kürt” kelimesi de geçmez.
[53] Firdevsi, Şehname,(Çev., M. Lugal), C. I, Milli Eğitim Balkanlığı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 101-102, 104-108,
[54] Firdevsi, Şehname, s. 154-155.
[55] Firdevsi, Şehname, s. 125-131.
[56] Şerefhan, a.g. e., s. 17-19.
[57] Şerefhan, a. g. e., e., 19.
[58] Şerefhan, a. g. e., s., 19.
[59] Şerefhan, a. g. e., s. 19.
* Hazreti Muhammed’i kastediyor (Eserini çeviren, M. E. Bozarslan’ın notu).
[60] Şerefhan, a. g. e., s. 24-25.
[61] Şerefhan, a. g. e., s. 25 (Bozarslan’ın notu).
[62] Çay M. Abdulhalûk, a. g. e., s. 42-45.
[63] Aksoy Mustafa, AVŞAR Zakir, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde Terörün Neden ve Sonuçları”, 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, 3. Cilt, Ankara, 2003. Bu makaleye temel oluşturan veriler için “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ”nde (Ağustos-Eylül,1997’de) Mustafa Aksoy ve Zakir Avşar başkanlığında bir ekip tarafından alan çalışması yapılmıştır. Alanda (Elazığ, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak, Siirt, Muş, Bitlis, Erzincan, Kars, Ağrı, Iğdır, Van ve Hakkâri’ de) 3093 kişiye görüşme formu uygulanmıştır. Ayrıca Mustafa Aksoy tarafından mülki ve idari yetkililer ile halktan bazı kişilerle mülakat ve sohbetler yapılmıştır. (Çalışma şu isimle yayımlanmıştır: Doğuve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları, Ankara,1998. Yukarıdaki makale ise bu çalışmanın kısa bir özetidir.)
————————————————————————
Kaynak: Türk Yurdu, Eylül 2011 – Yıl 100 – Sayı 289
Önemlidir: Bu makaleye atıf yapılmak istendiğitakdirde,yukarıdaki kaynağın mehaz gösterilmesini önemle rica ederiz.